61.
devamını gör...
62.
beğenmediğim şiirlerini anlamadığımı düşünerek tekrar okuduğum, en sevdiğim şairdir. eksik kalmasın diye bütün şiirlerini okumaktayım ve 4 kitaplık serinin 3.sündeyim.
devamını gör...
63.
şiirlerini oldukça sevdiğim ve yazdıklarından oldukça etkilendiğim şairdir.
devamını gör...
64.
bir gün
yaşayan hiç kimsenin
anısı olmayacağız.
yine de
sonsuzluk bizmişiz gibi
yaşayacağız dünyayı.
yaşayan hiç kimsenin
anısı olmayacağız.
yine de
sonsuzluk bizmişiz gibi
yaşayacağız dünyayı.
devamını gör...
65.
betimleme üstadı şairdir. ömür hanımla güz konuşmaları'nı okumanızı tavsiye eder. şiddetle döverim.*
devamını gör...
66.
"gözbebeklerinde bir ağrıyla gelirdi. ben, kirpiklerimde binlerce yol, parmaklarımı kalbime batıra batıra beklerdim. sokakların telaşıyla odaların suskunluğu arasına sıkışmış kekeme hayaldi. gülüşü, bir yaprak ummanında gün ışığı gibi hüzünlü bir sevinç verirdi. akşamüstüne benzeyen sesle konuşurdu. kendisine ait olmayan bir zamandan yaşamaktan bunalmıştı. iki kuşağın yanlışlarından bir dağ taşırdı iki kaşı arasında. ellerini mi, rüzgârlı bir yaprağı mı tutardım seçemezdim. yıllarca gövdesini aynalardan uzak tutmuştu. sorumlulukla özgürlük arasındaki ilişkiyi sorardı durmadan bir kapıya kısılmış dağ başı kadar acıklıydı. parmakları, ikide bir suyu kesilen küçük ırmaklardı. bildiği bütün türküler aşk üzerineydi ama o söylemenin değil de dinlemenin erdem olduğuna inanmıştı. bense, onun yerine de acı çeken çifte korkudan bir umut ıslığıydım. ay ışığı, yağmur dalgınlığı, ten kokusu ve evlerin solgunluğundan oluşmuş iki pencere gibi bakardık birbirimize.
bütün genç kızların pembe bir erkek, pembe yatak örtüleri, pembe koltukları, pembe yemek takımları ve pembe bahçelerle büyüyüp, dar ve siyah mutfaklarda yemek kokularına dönüştüğü; erkeklerin inceliklerini eşiklerde bırakıp birer çizgili pijama kesildiği ruhsuz ve soğuk bir dünyanın güceniğiydi. herkesin, yenilgisinden bir sığınakla daha büyük yıkımlardan korunmaya çalıştığı bir büyük yanılgıda, rengini ufuklardan alan bir çift günebakandı gözleri. nereye baksa pul pul uzaklık dökerdi. ben acıyla yakınlığımı duyurmaya çalışırdım. içtenliği yalanla zedelenmiş insanlar, tuhaftır, içtenliğe değil de yalana tutunuyorlardı. bir bağ bozumunda üzüm salkımları kadar güzel ve dokunaklıydı. kâküllerine biraz eğilen herkes içinde boğulan şarkıyı görürdü. caddelerin ağır yalnızlığından ara sokaklara geçerek soluk almaya çalışırdı. herkesin, başkasının acısına bakarak kendini rahatlattığı, başkasının sevincinden pay çıkarmaya çalıştığı bir bulanık zamanda, üstüne titrediği her şeyi bana yüklemişti. bir yağmur damlasını tutar gibi alırdı yüzümü avuçlarına."
“o zamanlar içimdeki çocuk daha özgür, daha cesurdu. dünya bu kadar soğuk değildi. herkes yüreğiyle gülerdi birbirine. insan sesinden medet umulurdu. eşyalar bir salgın hastalığa dönmemişti. pencerelerin önünden başlardı gökyüzü ve toprak. paylaşarak büyütürdü insanlar bir hazzı; paylaşarak yenerlerdi yalnızlığı. kimse geri çekilerek tartmazdı ağırlığını. kimsenin önemi zenginliğinden gelmezdi. insanın zenginliği güzelliğiydi. aşk bir olanaktı iyilik için. odaların daralmaya, içimdeki sarmaşığın gövdeme dolanmaya başladığı filiz yeşili bir zamandı. her kirpiğimden bir kuş uçuyordu. bahar, kalbimden yürüyordu dünyaya. her şeyi duyguların düzene koyduğu yaşlardaydım. dört mevsimden damıtılmış beşinci bir mevsim gibi doldu boşluğuma. gülünce içimde binlerce karınca yürürdü. baktığı yerlerim kıpkırmızı kesilirdi. sesi, içinde ayrılık olmayan bir ülkeydi. dünya bir boşluğa düşerdi elimden tutunca. kalbim çoktan varmıştı varacağı yere. gövdemden başka olanağım kalmamıştı bu coşkuyu karşılayacak. başka nasıl öğrenebilirdi insan sınırlarını?”
“üç derin yarayla öğrendim, aşkın, ayrılığın ilk adımı olduğunu. birisi kalbimdedir; dünyaya katacağı bir incelik kalmamıştır. birisi gözbebeklerimde; hüzünle bakar gençlere. birisi suyu kesilmiş bir ırmaktır alnımda; yıllardır taşlar ve keder akar yatağından.”
insanın acısını insan alır/şükrü erbaş
bütün genç kızların pembe bir erkek, pembe yatak örtüleri, pembe koltukları, pembe yemek takımları ve pembe bahçelerle büyüyüp, dar ve siyah mutfaklarda yemek kokularına dönüştüğü; erkeklerin inceliklerini eşiklerde bırakıp birer çizgili pijama kesildiği ruhsuz ve soğuk bir dünyanın güceniğiydi. herkesin, yenilgisinden bir sığınakla daha büyük yıkımlardan korunmaya çalıştığı bir büyük yanılgıda, rengini ufuklardan alan bir çift günebakandı gözleri. nereye baksa pul pul uzaklık dökerdi. ben acıyla yakınlığımı duyurmaya çalışırdım. içtenliği yalanla zedelenmiş insanlar, tuhaftır, içtenliğe değil de yalana tutunuyorlardı. bir bağ bozumunda üzüm salkımları kadar güzel ve dokunaklıydı. kâküllerine biraz eğilen herkes içinde boğulan şarkıyı görürdü. caddelerin ağır yalnızlığından ara sokaklara geçerek soluk almaya çalışırdı. herkesin, başkasının acısına bakarak kendini rahatlattığı, başkasının sevincinden pay çıkarmaya çalıştığı bir bulanık zamanda, üstüne titrediği her şeyi bana yüklemişti. bir yağmur damlasını tutar gibi alırdı yüzümü avuçlarına."
“o zamanlar içimdeki çocuk daha özgür, daha cesurdu. dünya bu kadar soğuk değildi. herkes yüreğiyle gülerdi birbirine. insan sesinden medet umulurdu. eşyalar bir salgın hastalığa dönmemişti. pencerelerin önünden başlardı gökyüzü ve toprak. paylaşarak büyütürdü insanlar bir hazzı; paylaşarak yenerlerdi yalnızlığı. kimse geri çekilerek tartmazdı ağırlığını. kimsenin önemi zenginliğinden gelmezdi. insanın zenginliği güzelliğiydi. aşk bir olanaktı iyilik için. odaların daralmaya, içimdeki sarmaşığın gövdeme dolanmaya başladığı filiz yeşili bir zamandı. her kirpiğimden bir kuş uçuyordu. bahar, kalbimden yürüyordu dünyaya. her şeyi duyguların düzene koyduğu yaşlardaydım. dört mevsimden damıtılmış beşinci bir mevsim gibi doldu boşluğuma. gülünce içimde binlerce karınca yürürdü. baktığı yerlerim kıpkırmızı kesilirdi. sesi, içinde ayrılık olmayan bir ülkeydi. dünya bir boşluğa düşerdi elimden tutunca. kalbim çoktan varmıştı varacağı yere. gövdemden başka olanağım kalmamıştı bu coşkuyu karşılayacak. başka nasıl öğrenebilirdi insan sınırlarını?”
“üç derin yarayla öğrendim, aşkın, ayrılığın ilk adımı olduğunu. birisi kalbimdedir; dünyaya katacağı bir incelik kalmamıştır. birisi gözbebeklerimde; hüzünle bakar gençlere. birisi suyu kesilmiş bir ırmaktır alnımda; yıllardır taşlar ve keder akar yatağından.”
insanın acısını insan alır/şükrü erbaş
devamını gör...
67.
tanımadığım ve tanımak için çaba sarf etmediğim yazar. ama bir sorun bakalım neden? elim gitmiyor efendim. tanıyınca, neler yaptığını öğrenince kelimeleri bendeki tesirini kaybedecekmiş gibi geliyor. bu yüzden sadece adı ve hisleri var bende.*
zihnindeki kelimeleri bu kadar güzel ifade edebilen başka bir yazar tanımadım ben. beğendiğim, hayran kaldığım illaki olmuştur ama bu adam çok başka. gidip gelip yazılarını okurum. bazen olur içime ağır gelen bir hayranlıkla "keşke ben yazsaymışım bunu" derim. "ben bu cümlelerden birini bile yazmamışken nasıl beni anlatabiliyor?" diye dehşete düştüğüm olur.
velhasıl; çok güzel adamdır. dilerim ki her zaman gönlü gibi güzellikler bulur.
"ömür hanım
güzelliğin geçici olduğunu senden öğrendim
emeğin aşktan büyük bir hazine olduğunu senden
zaman, kâküllerinden doğar topuklarından batardı
al yeşil soluğum, yarasına döndüğüm, sözümün sahibi
sevmenin, dünyayı sevmek olduğunu senden öğrendim."
"boşluk kendine çevirdi beni. her şey ağırlaşıyor. her şey soğuyor. belki de hiçlik bu. sen orada yalnız kalma diye burada konuşup duruyorum. canımın burcu. kirpiksiz gülüm. merhametine sığındığım kadın. senden bir parmak yüksekte aldığım her soluk kalbimi kurutuyor."
"biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye...nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla."
ve son.
"kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?"
çok güzel yahu.
zihnindeki kelimeleri bu kadar güzel ifade edebilen başka bir yazar tanımadım ben. beğendiğim, hayran kaldığım illaki olmuştur ama bu adam çok başka. gidip gelip yazılarını okurum. bazen olur içime ağır gelen bir hayranlıkla "keşke ben yazsaymışım bunu" derim. "ben bu cümlelerden birini bile yazmamışken nasıl beni anlatabiliyor?" diye dehşete düştüğüm olur.
velhasıl; çok güzel adamdır. dilerim ki her zaman gönlü gibi güzellikler bulur.
"ömür hanım
güzelliğin geçici olduğunu senden öğrendim
emeğin aşktan büyük bir hazine olduğunu senden
zaman, kâküllerinden doğar topuklarından batardı
al yeşil soluğum, yarasına döndüğüm, sözümün sahibi
sevmenin, dünyayı sevmek olduğunu senden öğrendim."
"boşluk kendine çevirdi beni. her şey ağırlaşıyor. her şey soğuyor. belki de hiçlik bu. sen orada yalnız kalma diye burada konuşup duruyorum. canımın burcu. kirpiksiz gülüm. merhametine sığındığım kadın. senden bir parmak yüksekte aldığım her soluk kalbimi kurutuyor."
"biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye...nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla."
ve son.
"kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?"
çok güzel yahu.
devamını gör...
68.
69.
" durup dururken inciniyorsun. kötü söz gerekmiyor bunun için. sana söylenmesi de gerekmiyor sözün. tam kirpiklerinin ucunda bir yarım ay, dudaklarında bir boyalı söz... bir kırıcı gülüş yetiyor kapanman için. saygısız ses, kibirli gövde, tüküren gözler... kalabalık, tanrısından büyük! iskeletine kadar çekiliyorsun. birisine bir söz söyleyeceksin; sessizlik boğucu; şu uzun ayrılığa bir özür, bir sitem... kırk cümle kuruyorsun, ağzını açmadan vazgeçiyorsun. incinme değil bu, insana olan inancı yitirme! yaranı evde bırakıp çıkıyorsun sokağa. öyle acıklı bir uzaklık ki, şikayetin sularını çoktan geçtin. hiçbir şeye öfke duymuyorsun. insan boylu boyunca bir hastalık. insan korku. insan yıkım. ihtiraslarının külü insan. inanmıyorsun artık. anlamamak değil, inanmıyorsun! can sıkıntısı değil, inanmıyorsun! yaşamak korkusu değil, inanmıyorsun!"
demiş ve duygularıma tercüman olmuş canım şair. ınstagram'dan kendisini takip ediyorum. hayattayken kıymeti bilinmesi gereken biri. çırpınıp içinde döndüğüm dünya isimli kitabından bir yazı. insana, gönül koyabilecek, kırılabilecek kadar inandığım zamanlarda ezberlediğim bir yazıydı bu. yemin ederim, şimdilerde o tutunma çabası da kalmadı. artık safi inanmıyorum. o yüzden bu yazı eskisi kadar içime işlemiyor da.
demiş ve duygularıma tercüman olmuş canım şair. ınstagram'dan kendisini takip ediyorum. hayattayken kıymeti bilinmesi gereken biri. çırpınıp içinde döndüğüm dünya isimli kitabından bir yazı. insana, gönül koyabilecek, kırılabilecek kadar inandığım zamanlarda ezberlediğim bir yazıydı bu. yemin ederim, şimdilerde o tutunma çabası da kalmadı. artık safi inanmıyorum. o yüzden bu yazı eskisi kadar içime işlemiyor da.
devamını gör...
70.
ruha dokunan kelimelerin sahibi yaşayan en değerli şair.
eşinin ölümünün ardından yazdığı "yaşıyoruz sessizce" isimli şiir kitabından:
yalnızlığımın annesi
insan ölünce yalnız kendisi ölmüyor
ne diyordu metin abi
yani benim gözlerimin bunca yıl gördükleri
bir gün benimle birlikte yok olup gidecekler, öyle mi?
eşinin ölümünün ardından yazdığı "yaşıyoruz sessizce" isimli şiir kitabından:
yalnızlığımın annesi
insan ölünce yalnız kendisi ölmüyor
ne diyordu metin abi
yani benim gözlerimin bunca yıl gördükleri
bir gün benimle birlikte yok olup gidecekler, öyle mi?
devamını gör...
71.
bir insanın fanı olacak olsam kesinlikle bu adamın fanı olurdum. bu adam için hesap falan açardım. muazzam ötesi bir kalemi ve düşünce dünyası var. bir sayfalık yazısında her cümlenin altı çizilir mi ? çiziliyor. öyle bir adam.
devamını gör...
72.
7 eylül 1953 yozgat doğumlu bir şairimizdir. ilk ve ortaöğretimini yozgat'ta tamamlamıştır. gazi üniversitesinde eğitim bilimlerini okuyup mezun oldu. edebiyata duyduğu merakla beraber yazdığı ilk şiiri varlık dergisinde yayımlanmıştır. yarın dergisinde kurul üyesi olarak edebiyat hayatının ilk yıllarına adım attı. yolculuk adlı şiir kitabıyla 1987 yılında ceyhun atıf kansu şiir ödülüne layık görüldü. halen pen yazarlar derneği üyesidir. eserleri: küçük acılar (1984),
aykırı yaşamak (1985), yolculuk (1986), kimliksiz değişim (1992), bütün mevsimler güz (1994), dicle üstü ay bulanık (1995), insanın acısını insan alır (1995), kül uzun sürer (1996), gülün sesi gül kokar (1998), bir gün ölümden önce (1999), derin kesik (1999), üç nokta beş harf (2001), sarkacın kalbi (2002), yalnızlık heceleri (2003), insan sevmezse ölür (seçmeler, 2004), gölge masalı (2005), unutma defteri (2007), bağbozumu şarkıları (2012), pervane (2015), yaşıyoruz sessizce (2016), kuş uçar kanat ağlar (2019), otların uğultusu altında(2019), çırpınıp içinde döndüğüm dünya (2020)
aykırı yaşamak (1985), yolculuk (1986), kimliksiz değişim (1992), bütün mevsimler güz (1994), dicle üstü ay bulanık (1995), insanın acısını insan alır (1995), kül uzun sürer (1996), gülün sesi gül kokar (1998), bir gün ölümden önce (1999), derin kesik (1999), üç nokta beş harf (2001), sarkacın kalbi (2002), yalnızlık heceleri (2003), insan sevmezse ölür (seçmeler, 2004), gölge masalı (2005), unutma defteri (2007), bağbozumu şarkıları (2012), pervane (2015), yaşıyoruz sessizce (2016), kuş uçar kanat ağlar (2019), otların uğultusu altında(2019), çırpınıp içinde döndüğüm dünya (2020)
devamını gör...
73.
2022 yılında tanıştığım fakat heyecandan konuşamadığım şair. küçük iskender benim için şiirin zirvesi ise şükrü erbaş 2. basamaktadır. elimdeki birkaç kitabının yaşı yaşımı geçer ayrıca.
şu şiiri ile de beynime kazınmıştır:
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar yanlış partilere oy verirler kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar. yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında-bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler
enflasyon denince
buğday ve gübre fiyatlarını bilirler
cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!
şu şiiri ile de beynime kazınmıştır:
köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar yanlış partilere oy verirler kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar. yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında-bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler
enflasyon denince
buğday ve gübre fiyatlarını bilirler
cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!
devamını gör...
74.
bu adam kendi ismini yazsa , büyük bir keyifle okurum öyle bir etkisi ve kalemi var bence. böyle büyük üstadların devrine denk geldiğim için kendimi oldukça şanslı görüyorum. var olsunlar.
devamını gör...
75.
imza atması için adımı söylediğimde "aleyna tilki misin yoksa?" demişti.* bu kötü şakayı yapmış olsa bile adamı çok seviyorum. mükemmel bir karakteri var, dili zaten harika. ömrü uzun olsun.
devamını gör...
76.
başım önde dönüyorum bütün yürüyüşlerden. mavilik yitirdi hükmünü. ipi kopmuş bir boncuğum senden sonra. bedeni olmayan bir zaman, odalarda. canım ne kadar acıyorsa sözüm o kadar üşüyor. ömür hanım, şahgülüm, köroğlu’m… sana bir nefes olamayan şiirden de geçtim.
devamını gör...
77.
son dönem şiirinin bireysel ve toplumsal duyarlılıklarını harmanlayıp, özgün dili ve imge kullanımıyla en etkili biçimde dile getiren şairlerindendir.
şükrü erbaş'ın şiirlerinde hem taşra hem kent insanının ruh dünyasıyla karşılaşıyorsunuz. süsten uzak yalın ama yoğun anlatımlı dizelerin her biri size kamyon yükü anlamlar taşır.
şükrü erbaş'ın şiirlerinde hem taşra hem kent insanının ruh dünyasıyla karşılaşıyorsunuz. süsten uzak yalın ama yoğun anlatımlı dizelerin her biri size kamyon yükü anlamlar taşır.
devamını gör...
78.
ayrılık ne biliyor musun?
ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.
insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
iki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.
o küçük ölüm!
usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
ben bulutları gösterirken,
‘bulmacanın beş harfli yemek sorusuna’ yanıt aramanla halkalanmış,
‘aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı’
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
‘bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ‘
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.
şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında….
ne mi yapacağım bundan sonra?
ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
şiir yazmayacağım bir süre,
fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
falcı kadınlara inanmayacağım artık.
trafik polislerine adres sormayacağım,
geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye….
ne yapacağımı sanıyorsun ki?
tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.
insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
iki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.
o küçük ölüm!
usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
ben bulutları gösterirken,
‘bulmacanın beş harfli yemek sorusuna’ yanıt aramanla halkalanmış,
‘aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı’
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
‘bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ‘
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.
şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında….
ne mi yapacağım bundan sonra?
ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
şiir yazmayacağım bir süre,
fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
falcı kadınlara inanmayacağım artık.
trafik polislerine adres sormayacağım,
geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye….
ne yapacağımı sanıyorsun ki?
tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
devamını gör...
79.
'sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.'
devamını gör...
80.
"insanın acısını insan alır" eseriyle birkaç eserini daha duyupta hiçbirine başlamadığım yazar. bu aralar herkes okuyor ondan okuyasım gelmiyor. ilgi çekilsin üstünden sonra okuyacağım.
devamını gör...