normal sözlük yazarlarının karalama defteri
kırgınlığım yok kimseye!
kendime de kızmıyorum, kızamıyorum artık...
öyle bir zamandayım öyle bir demle acıyor ki yüreğimin köşeleri hislerimin hissizliğiyle sınanıyorum...
keşke birilerine kızabilsem, keşke üzülebilsem bana şunu da şunu da yaptılar diyebilsem, keşke kendime söylenebilsem hep senin eserin bu, hanımefendi diyebilsem... ama yok nafile tek bir duygu kırıntısı bile yok içimde... özleyebilsem mesela, mesela ağlayabilsem, mesela saatlerce gevezelik yapabilsem yine telefonlarda, mesela umut etsem yeniden, mesela... bu hissizlik mahvediyor beni... boğazımda bir düğüm, kalbimde bir sızı, nefes alırken içime içime saplanan bir neşter gibi...
yeniden nefret edebilsem birilerinden, yeniden özlem duyabilsem sevdiklerime, yeniden umut edebilsem yarınlara... bu hissizlik günden güne siliyor beni... günden güne yeni bir ben doğuyor belkide bilemiyorum... hayatın hem ne kadar değerli hem ne kadar değersiz olduğunu öğretti bu hissizlik bana. takıldığımız, gece boyu düşündüğümüz şeylerin ne kadar anlamsız olduğunu işaret etti. hele ki kırgınlıklarımızın, küskünlüklerimizin ne boş ne faydasız olduğunu gösterdi. bize nefretin, kırgınlıkların yarardan çok zarar verdiğini ve çok klasik olacak ama üç günlük dünyada bunlarla uğraşıp yüreğimizde bunları taşıyarak bunları yük ederek zaten zor olan hayatlarımızı daha da zorlaştırdığımızı gösterdi. ben tüm sırların çözüldüğü, perdelerin aralandığı zamanlardayım dostlar. ben yarına erememenin, kaybetmenin, sevdiklerime ulaşamamanın kaygısındayım. ben nefes almayı bile unutturan gerçekle bir kez daha yüzleştim! #ölüm siz siz olun kapınıza dayanmadan, canınızdan can almadan, tüm hislerinizi kaybetmeden fark edin bazı şeylerin kıymetini. ruhunuzu hafifletin, kalbinizi temizleyin, bedeninize huzur verin, yüklerinizden arının...
sevin, sevilin, sevdiğinizi söyleyin. özür dileyin, affedin... sevgiyle, huzurla, hoşça... kalın...
kendime de kızmıyorum, kızamıyorum artık...
öyle bir zamandayım öyle bir demle acıyor ki yüreğimin köşeleri hislerimin hissizliğiyle sınanıyorum...
keşke birilerine kızabilsem, keşke üzülebilsem bana şunu da şunu da yaptılar diyebilsem, keşke kendime söylenebilsem hep senin eserin bu, hanımefendi diyebilsem... ama yok nafile tek bir duygu kırıntısı bile yok içimde... özleyebilsem mesela, mesela ağlayabilsem, mesela saatlerce gevezelik yapabilsem yine telefonlarda, mesela umut etsem yeniden, mesela... bu hissizlik mahvediyor beni... boğazımda bir düğüm, kalbimde bir sızı, nefes alırken içime içime saplanan bir neşter gibi...
yeniden nefret edebilsem birilerinden, yeniden özlem duyabilsem sevdiklerime, yeniden umut edebilsem yarınlara... bu hissizlik günden güne siliyor beni... günden güne yeni bir ben doğuyor belkide bilemiyorum... hayatın hem ne kadar değerli hem ne kadar değersiz olduğunu öğretti bu hissizlik bana. takıldığımız, gece boyu düşündüğümüz şeylerin ne kadar anlamsız olduğunu işaret etti. hele ki kırgınlıklarımızın, küskünlüklerimizin ne boş ne faydasız olduğunu gösterdi. bize nefretin, kırgınlıkların yarardan çok zarar verdiğini ve çok klasik olacak ama üç günlük dünyada bunlarla uğraşıp yüreğimizde bunları taşıyarak bunları yük ederek zaten zor olan hayatlarımızı daha da zorlaştırdığımızı gösterdi. ben tüm sırların çözüldüğü, perdelerin aralandığı zamanlardayım dostlar. ben yarına erememenin, kaybetmenin, sevdiklerime ulaşamamanın kaygısındayım. ben nefes almayı bile unutturan gerçekle bir kez daha yüzleştim! #ölüm siz siz olun kapınıza dayanmadan, canınızdan can almadan, tüm hislerinizi kaybetmeden fark edin bazı şeylerin kıymetini. ruhunuzu hafifletin, kalbinizi temizleyin, bedeninize huzur verin, yüklerinizden arının...
sevin, sevilin, sevdiğinizi söyleyin. özür dileyin, affedin... sevgiyle, huzurla, hoşça... kalın...
devamını gör...
kendini sevmek
narsist ebeveynlerle büyüyenler için dünyanın en zor şeyidir.. sizi sevilmediğinize, hatta sevilmeyi hak etmediğinize, sevilmeye değer biri olmadığınıza öyle bir inandırırlar ki sizi sevmeye çalışanlara, size iyi davrananlara hep şüpheyle bakarsınız. içinizde öyle bir kusurluluk hissi vardır ki hasbelkader sizi sevmek isteyenlere hep duvarlar örersiniz..adeta duruşunla, tavırlarınla "beni anam, babam sevmemiş, ben eksiğim, ben yanlışım, ben kusurluyum, beni sevmeyin zaten benim iç yüzümü bilsen sevmezsin beni" dersin.. içinde geçmek bilmeyen korku, utanç, suçluluk, yetersizlik ve değersizlik hisleri vardır. öncelikle bu hisleri sahiplerine iade edip kendi özünle buluşarak kendini sevmeye başlıyor insan..özümüz, değerli, yeterli ve sevilmeyi hak ediyor. bunları bilmek önemli ama insan alışmayınca bunlara inanmakta güçlük çekiyor ama ısrarla kendimize telkinler, olumlamalar yapmak ve pes etmemek, içimizdeki çocuğa annelik etmek boynumuzun borcu.. insan kendini ya yargılar ya da sever. yargı ve sevgi aynı anda olmuyor, ne zaman canım sıkılsa kendimi yargılarken buluyorum kendimi ve hemen yargılamaya son verip "kendimi olduğum gibi seviyorum, kabul ediyorum ve onaylıyorum " diyorum. böyle böyle kendimi sevmeyi öğreneceğim herhalde, galiba, sanırsam...
devamını gör...
korkunç ivan oğlunu öldürüyor
repin'in en ünlü eserlerinden biridir. resme konu olan olayın gerçekliği, en azından sebebi hala tartışma konusu olsa da bir anlatıma göre korkunç ivan oğlu ivan'ın karısının odasına girdiği bir vakit, hamile olan karısı yelena'yı uygunsuz bir şekilde giyinmesi gerekçesi ile döver. karısının çığlıklarını duyan oğul ivan odaya gelir ve aralarında gerginlik yaşanır. yelena, bu olayın ardından düşük yapar. ertesi günü oğlu, babası ile bu konuda tartışır ve korkunç ivan oğlunu, livonya savaşı ile alakalı olarak kendisine itaatsizlikle suçlar. oğlu sadakatli olduğunu ve yapılması gerekeni ona söyler. bu tavrına öfkelenen korkunç ivan asası ile oğlunun kafasına vurur. oğlu yere yıkılır ve ivan oğluna koşar.
tabloda net bir şekilde duyulan pişmanlığın, korkunun, acının, umutsuzluğun, dehşetin, kanlı bir temsilini görebiliyoruz. kimilerince rahatsız edici bulunabilecek bu tabloda ressamın duyguları tasvir etme ve ele alış biçimini takdir etmekten başka bir şey yapamayız. yaşanan olayların ve trajedilerin insanın iç dünyasına yaptığı bu gerçek etkileri, ruha uzanan acıları tabloya yansıtmak denenmişti ve başarılı olunmuştu.
günümüze kadar 2 saldırıya uğramış ve ciddi zarar görmüş tablo moskova'daki tretyakov galerisi'nde sergilenmektedir.
tabloda net bir şekilde duyulan pişmanlığın, korkunun, acının, umutsuzluğun, dehşetin, kanlı bir temsilini görebiliyoruz. kimilerince rahatsız edici bulunabilecek bu tabloda ressamın duyguları tasvir etme ve ele alış biçimini takdir etmekten başka bir şey yapamayız. yaşanan olayların ve trajedilerin insanın iç dünyasına yaptığı bu gerçek etkileri, ruha uzanan acıları tabloya yansıtmak denenmişti ve başarılı olunmuştu.
günümüze kadar 2 saldırıya uğramış ve ciddi zarar görmüş tablo moskova'daki tretyakov galerisi'nde sergilenmektedir.
devamını gör...
çocuğum olmuyor bana yardımcı olabilir misiniz
bir vatandaş geldi böyle söyledi dese, hiç bir sorun kalmayacak / çıkmayacak. olayı anlatırken özellikle verilen cinsiyet tanımı ve " türbanlı biri" ifadesi, aşılamamış zihinsel köhneliği ele veriyor.
devamını gör...
tek cümleyle hayatı tanımla
doğdum, yaşadım ve öleceğim.
devamını gör...
uzak durulması gereken insanlar
alıngan daha doğrusu sürekli yanlış anlayan insanlardır.
devamını gör...
kendini geliştirip eski sevgilinin karşısına çıkmak
bu şey değil mi ya hah murat dalkılıç - bi hayli klibi.
değişmek / gelişmek öncelikle kendi yararı için olmalı insanın.
değişmek / gelişmek öncelikle kendi yararı için olmalı insanın.
devamını gör...
yaykadını
(bkz: reklamın iyisi kötüsü olmaz)
devamını gör...
saye
anlamını öğrendikten sonra kullanımını oldukça azalttığım kelimedir.
bir insana senin sayende derken senin gölgende demek istiyorsunuz aslında.
her insana kolay kolay söylenmez, kıymeti bilinmeli.
bir insana senin sayende derken senin gölgende demek istiyorsunuz aslında.
her insana kolay kolay söylenmez, kıymeti bilinmeli.
devamını gör...
bir kadının tehlikeli olduğunu gösteren detaylar
arkadaşlar detaylarla boşuna uğraşmayın. her kadın tehlikeli olma potansiyeline sahiptir. bu potansiyeli kullanmayı tercih edenler bir de etmeyenler vardır sadece.
devamını gör...
fen lisesinde okumak
yazarlar nasıl okullarda okumuşlar anlayamadım ben. kendi okulumu anlatayım, burası devlete ait bir okul:
benim okuduğum fen lisesi türkiye'nin en geniş kampüsüne * sahip okullarından biriydi. okulun 4 bahçe duvarını da görebilen pek az öğrenci vardı. okul binası 2 ana binanın koridorlarla birleştirilmiş halinden oluşuyordu, her katta 2 sınıf vardı, evet sadece 2. lise son sınıfların dersliklerinin yerini bilen çok az kişi vardı, öyle bir genişlikten bahsediyorum.
tüm derslere ait laboratuvarlar vardı ve eğitim hayatım boyunca da etkin kullandık hepsini, ingilizce laboratuvarı bile vardı, evet ingilizce laboratuvarı. içinde ingilizce sözlükler kaynaklar vs. kitapların olduğu bir kütüphanesi, projektör, duvarda ingilizce temalı posterler vs. kısacası içindeki her şey ingilizceydi, kapıdan türkçe hiçbir şey giremezdi. sonraları kapıya "ingilizce bilmeyen giremez" yazısı asmıştık*
fen laboratuvarlarında herkese bir mikroskop da düşüyordu örneğin, yeri geldi soğan kabuğu inceledik, yeri geldi dekortike-deserebre kurbağa da elde ettik.
okul hocaları özel sınavla alınmıştı, yani eskiden fen lisesi hoca alım geleneği bu şekildeydi zaten. benim fizik, biyoloji ve felsefe hocam odtü mezunuydu mesela.
okulun içinde ders zümreleri de vardı, matematik zümresi, fizik zümresi vs. gibi. bu zümreler katlara dağılmış biçimdeydi ve dolayısıyla hocalar öğrencilerden ayrı gayrı değillerdi, iç içeydik, bazen hocaların zümresine çay simit götürürdük birlikte yerdik.
okulda ilk ve ortaokullar için matematik olimpiyatı düzenliyorduk. sorular hazırlıyorduk, ilanlar duyurular vs. gönderiyorduk ortaokulara. sınavda da gözetmenlik yapıyorduk. dereceye girenlere ödül de veriyorduk.
okulun ilk inşaatı sırasında atanan müdür okulun küçük bir kısmının bile olsa cam tavana sahip olmasını istemiş, teleskop satın alıp oraya koyabilmek için. tabii ki ciddiye almamışlar bunu, sonra kendi emekleri ile balkon yaptırmışlar bir tane, teleskopu oraya çıkarıyorduk.
okulun en alt katı aşırı geniş bir salondu, sınavları tüm okul aynı anda aynı salonda oluyorduk. ben ilk sınavıma 2. 3. ve 4. sınıf öğrencileri ile birlikte girdim. hem tüm okul bu sayede birbirini görüyor tanıyor hem sınav kargaşası bir günde ortadan kalkıyor hem de kopya çekilme ihtimali çok çok azalıyordu.
okulda bir bilim müzemiz yer alıyordu. içinde böcek koleksiyonlarından mekanik aletlere*, fosillerden kayaç çeşitlerine birçok şey vardı, defalarca inceledim hepsini.
okulun kampüsünde yurt, yemekhane, spor salonu, kapalı halı saha, tenis kortu, meyve sebze bahçesi, şenliklerin düzenlendiği bir park, kümes ve bir tane de çiçek bahçesi vardı.
kapalı halı sahanın brandası yıllar sonra yırtıldı, telleri kaldı, sonrasında okulun taşınacağı haberi alındığı için de tamir edilmedi.
tenis kortu vardı, sırf "ya burası ne işe yarıyor acaba" diye tenis kurallarını öğrenmiştim kendim oturup, sonrasında ntv spor'daki tenis maçlarını izler oldum.
yemekhane zaten bildiğiniz gibi, yurtta kalan öğrenciler zaten orada yiyordu, evde kalan öğrenciler de aylık belli ücret karşılığı orada yiyebiliyordu*. yemeklerimiz çok çok güzeldi.
yurt da tek binadan oluşuyordu, kızlar ve erkekler bir koridorla ayrılıyordu, orada da yurt yönetimi odaları vardı, isteyen hocalar yurtta nöbet tutuyorlardı akşamları*. yurtta ilk zamanlar kantinin internet kafesi varmış, baya internet kafe. haftasonları nöbetçi hocalar öğrenciler falan toplanıp counter strike ya da age of empires 2 oynuyorlarmış*. sonra bazı öğrenciler çok suistimal edince bunu kaldırmışlar.
halı sahamız bildiğiniz kapalı halı sahaydı. sınıflar arası ya da hocalar-öğrenciler gibi turnuvalar düzenliyorduk kendimiz. kapısında kilit vs. de yoktu, ister okul çıkışı ister haftasonu plan yapıp oynayabiliyorduk.*
kümesimiz vardı bir tane de, horoz, tavuk, hindi, ördek, kaz, tavus kuşu.... evet baya tavus kuşu vardı okulda ama erkek değildi, dişiydi. dolayısıyla rengarenk kuyruğu yoktu. nereden bulmuşlar hiç bilmiyorum, ama orada yaşıyordu işte, kümesin kendine ait bir kısmı vardı. derslerde pencereleri açınca bazen uzaklardan dünyanın en kötü seslerinden biri duyuluyordu:
kuluçka makinamız vardı, tavuk ya da hindi vs. üretip yakın köydeki insanlara dağıtıyorduk.
bunun dışına okula ait köpekler ve bir tane de bukalemun vardı, evet bukalemun. okulun içinde bilim müzesinin köşesinde büyükçe bir fanusta yaşıyordu. bazen dışarı çıkarıyorduk, bazen kayboluyordu birkaç gün, okulun bi yerlerinde gezinirken buluyorduk. dokunabiliyorduk, elimize alabiliyorduk fakat pek yanaşmıyordu kimse buna. herkes dokunmaya sevmeye kalkda hayvanın hali nice olur değil mi?
resim fotoğraf ve heykel sergisi vardı okulda. biyoloji hocamız yetenekli bir adamdı, o açmıştı orayı, sonrasında ingilizce hocamızın çektiği fotoğraflar ve benim yaptığım resimler ile de zenginleştirmiş, gezilecek bir yer haline getirmiştik. okula düzenli olarak ziyaretçi geliyordu, ortaokullar ve diğer liselerden..
okulda şölenler de düzenliyorduk, zaten bahar şenlikleri her yıl standart olarak düzenleniyordu. yemek kazanları bahçeye çıkarılıyor, o güne özel menü çıkarılıyordu. sonrasında şarkı söyleyen şarkı söylüyor, hocaların etrafında muhabbetler ediliyor, yarışmalar düzenliyorduk*. üstelik hocalar da yarışıyordu. günün sonunda son ses müzik açıp okul bahçesinde tüm okul oynuyorduk hocalar dahil. bunun dışında hıdırellezi de kutluyorduk 19 mayıs'ı da. kış festivali de yapıyorduk, kardan adam* yarışması ve kartopu savaşı. bu şölenlere pinhani'yi davet etmiştik, gelmişti. hayrettin karaca'yı davet ettik, o da geldi. emre aydın'ı davet ettik, o da şehre konsere geleceğini bizi konserde görmek istediğini iletti*. türk yıldızlarını davet ettik mesela, geldiler bizim için gösteri yaptılar. sponsor da bulmuştuk iki fabrikadan, makarna arabası ve ayran arabası göndermişlerdi.
fen liselerinde eskiden 4 yıllık proje ödevi şartı vardı. okulun duvarları devasa posterlerle doluydu bu yüzden. poster dediysem öyle renkli kartona bir şeyler yapıştırılmış gibi düşünmeyin. duvarlar belirleniyordu hangisinde ne yer alacak diye, sonra oraya uygun şeyler yapılıyordu. örneğin benim 2. sınıfımın kapısının hemen yanında 5metreye 2 metre boyutlarında devasa bir periyodik tablo bulunuyordu, yanda bir yerde de bir anahtar panosu vardı. o panodan ilgili özelliği içeren elementleri aydınlatabiliyordunuz*. o tablo sayesinde periyodik tabloyu tamamen ezberlemiştim, hangisi gaz hangisi sıvı hangisi radyoaktif vs. halâ aklımda. odtü robot olimpiyatlarına robot gönderiyorduk mesela. birbirini çember dışına itme yarışması vardı, onun için bir robot yapmışlardı. mesela bir başka 4 yıllık ödev tamamen el yapımı bir teleskop elde etmekti. fizik hocası önderliğinde bir camı mercek haline getirene kadar zımparalıyorlardı bir grup öğrenci, bu 2 yıl sürdü, sonunda yaptılar da fakat ben hiç bakamadım. bir başka 4 yıllık proje, okul bahçesini tamamen yenilenebilir enerji ile aydınlatmaktı. şehirdeki fabrikalarla iletişime geçildi sponsorluk için*. sonrasında birkaç tane bahçe lambası yapıldı, okulun bahçesi onlarla aydınlanıyordu gece gündüz. örneğin benim ödevim tamamen elle dokunmuş bir kilimi tamamen elle hazırlanmış kök boyaları ile boyamaktı*. her yılın sonunda da bu projeler sergileniyordu, diğer liselerde ve ortaokullardan öğrenciler geliyordu ziyarete. çok ilginç şeyler görmüştüm orada.
ha her şey güzel miydi, elbette hayır. sınavlarımız çok zordu mesela. 10 soru klasikti bütün sınavlar. son soru birebir olimpiyat sorusu olurdu, sondan bir önceki de modifiye edilmiş bir olimpiyat sorusu. en yüksek not 80'di yani. 85 alan ilah oluyordu. bir dönemde takdir alabilen sayısı 5'i pek geçmezdi. kendi dönemimden değil ama üst dönemden 2 tane sınıfta kalan biliyorum. buna rağmen sayısız türkiye derecesi çıkardı okul.*
okul şehirden uzaktı, tepe bir yerdeydi manzarası da güzeldi. ulaşım servislerleydi, 10 dakika yürüme mesafesinden de dolmuş geçiyordu.
3 senemi geçirdiğim bu okulun taşınacağı haberleri sardı sonra her yeri. okul müdürü çalıştı çabaladı ne dediyse ikna edemedi. 600 metre kadar ileriye çukurluğa yeni okul yaptılar sonra da fen lisesini oraya taşıdılar. her yer tamamen kaldırım taşı döşeliydi. okul yapılırken hocalar da biz de yalvarmıştık bari birazcık toprak parçası bırakın da ağaç dikelim çiçek dikelim diye, nafile, her yer kaldırım taşı oldu. kümesler bahçeler parklar da yalan oldu. okulun arkasında 10 ağaçlık boşluk vardı sadece, oraya da top şeklindeki gölgesiz ağaçlardan dikmişlerdi inşaatı yapanlar. spor salonu eskiye kıyasla küçüktü, spor sahası küçüktü, tenis kortu gitmiş yerine beton zeminli voleybol sahası gelmişti. arazi eğimli olmamasına rağmen 4 metrelik iki tane istinat duvarı vardı okulla yurt arasında, gri gri duruyorlardı öyle. üstelik çok güzel bir tasarıma sahip olduğu için araç kapısının önüne güvenlik kulübesi koyulmuştu, servis minibüsleri giremiyordu, sonrasında ambulansın girmesi gerekti o da giremedi içeri.
okulun hacmi çok daralmıştı, yeni sınıflar yan yanaydı, kimya ve biyoloji laboratuvarı hariç laboratuvar yoktu. ders zümreleri zaten yoktu, tüm öğretmenler en alt katta uzak köşede öğretmenler odasındaydı.
sonra fen lisesine yatay geçişin önü açıldı kısa süreliğine, okula diğer liselerden 2 öğrenci geldi bu şekilde. sonra biri 1 ay diğeri 2 ay dayanabildi geri gittiler. sonra fen liseleri için öğretmenlik sınavları kaldırıldı, düz liseden bir matematik hocası gelmişti hiç unutmam. biz alışkındık yaptığımız tüm işlemleri kullandığımız tüm formülleri ispat etmeye. yeni gelen hoca derste sorduğumuz sorulara dayanamadı, ilk başta bağırıp çağırmaya başladı. sorduğumuz soruların çoğunu çözemiyordu*. bir süre sonra o hocaya soru sormamaya başladık, dersimize girmeyen diğer hocaya soruyorduk sorularımızı. en sonunda derste ağladı hoca, bir şey de diyemedik. geçti gitti.
eski müdür çok kısa süre sonra emekli oldu.
yeni müdürle hocaların arası açıldı, defalarca kavgalar edildi. yeni müdür bir ilkokuldan atanmıştı liseye, işleyişi ilkokuldaki gibi zannetti. istediğini de aldı sonunda. öğrencilerin hareket alanları kısıtlandı, gel deyince gelen git deyince giden bir öğrenci profili istendi okulda. odalar kilitlendi, okul kapısı kilitlendi, spor sahalarının kapıları kilitlendi.. hocalar bir bir uzaklaştı okuldan, yerleri oradan buradan hocalarla dolduruldu. biz de bitirdik gittik dağılma arefesinde.
okuldaki bu çözülmeden sınavlar da nasibini aldı, kolaylaştı. bu durum bizi değil fakat sonraki dönemleri çok etkiledi başarısı düştükçe düştü okulun.
sonra okulun üst tarafına bir imam hatip binası dikildi, görseniz dudağınız uçuklar. bizim talep ettiğimiz her şey vardı okulda. lisenin kendisine ait camisi vardı yahu, cami cami!
eski okulumuzu da aldılar sağlık lisesi yaptılar. onlar yeni binayı alsın biz eski okulda kalmaya devam edelim dedik kabul ettiremedik kimseye.
sonuç olarak ne bahar şenliği kaldı, ne de o eski hocalar. öğrenciler zaten hak getire, yani duyumlarım hep o yönde. okulun son güzel zamanlarını da biz yaşamıştık.
çok ders çalıştığımız da oldu çok eğlendiğimiz de. sinemaya gitmek için okuldan kaçtığımızı farkeden müdür sinema günleri bile yapmıştı okulda.
eğer burayı okuyan genç yazar arkadaşlar varsa aldırmayın söylenenlere dostlar. ders çalışıyor diye hayatsız olmuyorsunuz. neşesiz, zevksiz de olmuyorsunuz. ben hem çalışmanın hem de eğlenmenin birarada nasıl yapılabildiğini gözlerimle gördüm. ben belki şanslıydım böyle bir ortamda okuma fırsatı bulduğum için fakat şansı kendinizin de yaratabileceğini unutmayın*.
hiçbir zaman hayatsız gibi olmak zorunda değilsiniz, bu tamamen size bağlı, çalışmayı ve eğlenmeyi güzel koordine ederseniz hayattan aldığınız zevk 2 hatta 3 katına çıkacaktır.
ekleme: bütün bunlara rağmen dışardan bakınca okulumuz soğuk ve hayatsız görünüyordu. çevreden hep bu yönde duyumlar aldım yani. eğlenmenin okuldan kaçıp bir şeyler yapmak ya da dersi kaynatmak olduğunu zanneden insanlara fen lisesini anlatmak çok zor oluyordu bizim için. anlatmadık da çoğu zaman, evet ya hep ders hep ders ev-okul-ders üçgeni çok yoruyor vs. diyerek geçiştiriyorduk.
benim okuduğum fen lisesi türkiye'nin en geniş kampüsüne * sahip okullarından biriydi. okulun 4 bahçe duvarını da görebilen pek az öğrenci vardı. okul binası 2 ana binanın koridorlarla birleştirilmiş halinden oluşuyordu, her katta 2 sınıf vardı, evet sadece 2. lise son sınıfların dersliklerinin yerini bilen çok az kişi vardı, öyle bir genişlikten bahsediyorum.
tüm derslere ait laboratuvarlar vardı ve eğitim hayatım boyunca da etkin kullandık hepsini, ingilizce laboratuvarı bile vardı, evet ingilizce laboratuvarı. içinde ingilizce sözlükler kaynaklar vs. kitapların olduğu bir kütüphanesi, projektör, duvarda ingilizce temalı posterler vs. kısacası içindeki her şey ingilizceydi, kapıdan türkçe hiçbir şey giremezdi. sonraları kapıya "ingilizce bilmeyen giremez" yazısı asmıştık*
fen laboratuvarlarında herkese bir mikroskop da düşüyordu örneğin, yeri geldi soğan kabuğu inceledik, yeri geldi dekortike-deserebre kurbağa da elde ettik.
okul hocaları özel sınavla alınmıştı, yani eskiden fen lisesi hoca alım geleneği bu şekildeydi zaten. benim fizik, biyoloji ve felsefe hocam odtü mezunuydu mesela.
okulun içinde ders zümreleri de vardı, matematik zümresi, fizik zümresi vs. gibi. bu zümreler katlara dağılmış biçimdeydi ve dolayısıyla hocalar öğrencilerden ayrı gayrı değillerdi, iç içeydik, bazen hocaların zümresine çay simit götürürdük birlikte yerdik.
okulda ilk ve ortaokullar için matematik olimpiyatı düzenliyorduk. sorular hazırlıyorduk, ilanlar duyurular vs. gönderiyorduk ortaokulara. sınavda da gözetmenlik yapıyorduk. dereceye girenlere ödül de veriyorduk.
okulun ilk inşaatı sırasında atanan müdür okulun küçük bir kısmının bile olsa cam tavana sahip olmasını istemiş, teleskop satın alıp oraya koyabilmek için. tabii ki ciddiye almamışlar bunu, sonra kendi emekleri ile balkon yaptırmışlar bir tane, teleskopu oraya çıkarıyorduk.
okulun en alt katı aşırı geniş bir salondu, sınavları tüm okul aynı anda aynı salonda oluyorduk. ben ilk sınavıma 2. 3. ve 4. sınıf öğrencileri ile birlikte girdim. hem tüm okul bu sayede birbirini görüyor tanıyor hem sınav kargaşası bir günde ortadan kalkıyor hem de kopya çekilme ihtimali çok çok azalıyordu.
okulda bir bilim müzemiz yer alıyordu. içinde böcek koleksiyonlarından mekanik aletlere*, fosillerden kayaç çeşitlerine birçok şey vardı, defalarca inceledim hepsini.
okulun kampüsünde yurt, yemekhane, spor salonu, kapalı halı saha, tenis kortu, meyve sebze bahçesi, şenliklerin düzenlendiği bir park, kümes ve bir tane de çiçek bahçesi vardı.
kapalı halı sahanın brandası yıllar sonra yırtıldı, telleri kaldı, sonrasında okulun taşınacağı haberi alındığı için de tamir edilmedi.
tenis kortu vardı, sırf "ya burası ne işe yarıyor acaba" diye tenis kurallarını öğrenmiştim kendim oturup, sonrasında ntv spor'daki tenis maçlarını izler oldum.
yemekhane zaten bildiğiniz gibi, yurtta kalan öğrenciler zaten orada yiyordu, evde kalan öğrenciler de aylık belli ücret karşılığı orada yiyebiliyordu*. yemeklerimiz çok çok güzeldi.
yurt da tek binadan oluşuyordu, kızlar ve erkekler bir koridorla ayrılıyordu, orada da yurt yönetimi odaları vardı, isteyen hocalar yurtta nöbet tutuyorlardı akşamları*. yurtta ilk zamanlar kantinin internet kafesi varmış, baya internet kafe. haftasonları nöbetçi hocalar öğrenciler falan toplanıp counter strike ya da age of empires 2 oynuyorlarmış*. sonra bazı öğrenciler çok suistimal edince bunu kaldırmışlar.
halı sahamız bildiğiniz kapalı halı sahaydı. sınıflar arası ya da hocalar-öğrenciler gibi turnuvalar düzenliyorduk kendimiz. kapısında kilit vs. de yoktu, ister okul çıkışı ister haftasonu plan yapıp oynayabiliyorduk.*
kümesimiz vardı bir tane de, horoz, tavuk, hindi, ördek, kaz, tavus kuşu.... evet baya tavus kuşu vardı okulda ama erkek değildi, dişiydi. dolayısıyla rengarenk kuyruğu yoktu. nereden bulmuşlar hiç bilmiyorum, ama orada yaşıyordu işte, kümesin kendine ait bir kısmı vardı. derslerde pencereleri açınca bazen uzaklardan dünyanın en kötü seslerinden biri duyuluyordu:
kuluçka makinamız vardı, tavuk ya da hindi vs. üretip yakın köydeki insanlara dağıtıyorduk.
bunun dışına okula ait köpekler ve bir tane de bukalemun vardı, evet bukalemun. okulun içinde bilim müzesinin köşesinde büyükçe bir fanusta yaşıyordu. bazen dışarı çıkarıyorduk, bazen kayboluyordu birkaç gün, okulun bi yerlerinde gezinirken buluyorduk. dokunabiliyorduk, elimize alabiliyorduk fakat pek yanaşmıyordu kimse buna. herkes dokunmaya sevmeye kalkda hayvanın hali nice olur değil mi?
resim fotoğraf ve heykel sergisi vardı okulda. biyoloji hocamız yetenekli bir adamdı, o açmıştı orayı, sonrasında ingilizce hocamızın çektiği fotoğraflar ve benim yaptığım resimler ile de zenginleştirmiş, gezilecek bir yer haline getirmiştik. okula düzenli olarak ziyaretçi geliyordu, ortaokullar ve diğer liselerden..
okulda şölenler de düzenliyorduk, zaten bahar şenlikleri her yıl standart olarak düzenleniyordu. yemek kazanları bahçeye çıkarılıyor, o güne özel menü çıkarılıyordu. sonrasında şarkı söyleyen şarkı söylüyor, hocaların etrafında muhabbetler ediliyor, yarışmalar düzenliyorduk*. üstelik hocalar da yarışıyordu. günün sonunda son ses müzik açıp okul bahçesinde tüm okul oynuyorduk hocalar dahil. bunun dışında hıdırellezi de kutluyorduk 19 mayıs'ı da. kış festivali de yapıyorduk, kardan adam* yarışması ve kartopu savaşı. bu şölenlere pinhani'yi davet etmiştik, gelmişti. hayrettin karaca'yı davet ettik, o da geldi. emre aydın'ı davet ettik, o da şehre konsere geleceğini bizi konserde görmek istediğini iletti*. türk yıldızlarını davet ettik mesela, geldiler bizim için gösteri yaptılar. sponsor da bulmuştuk iki fabrikadan, makarna arabası ve ayran arabası göndermişlerdi.
fen liselerinde eskiden 4 yıllık proje ödevi şartı vardı. okulun duvarları devasa posterlerle doluydu bu yüzden. poster dediysem öyle renkli kartona bir şeyler yapıştırılmış gibi düşünmeyin. duvarlar belirleniyordu hangisinde ne yer alacak diye, sonra oraya uygun şeyler yapılıyordu. örneğin benim 2. sınıfımın kapısının hemen yanında 5metreye 2 metre boyutlarında devasa bir periyodik tablo bulunuyordu, yanda bir yerde de bir anahtar panosu vardı. o panodan ilgili özelliği içeren elementleri aydınlatabiliyordunuz*. o tablo sayesinde periyodik tabloyu tamamen ezberlemiştim, hangisi gaz hangisi sıvı hangisi radyoaktif vs. halâ aklımda. odtü robot olimpiyatlarına robot gönderiyorduk mesela. birbirini çember dışına itme yarışması vardı, onun için bir robot yapmışlardı. mesela bir başka 4 yıllık ödev tamamen el yapımı bir teleskop elde etmekti. fizik hocası önderliğinde bir camı mercek haline getirene kadar zımparalıyorlardı bir grup öğrenci, bu 2 yıl sürdü, sonunda yaptılar da fakat ben hiç bakamadım. bir başka 4 yıllık proje, okul bahçesini tamamen yenilenebilir enerji ile aydınlatmaktı. şehirdeki fabrikalarla iletişime geçildi sponsorluk için*. sonrasında birkaç tane bahçe lambası yapıldı, okulun bahçesi onlarla aydınlanıyordu gece gündüz. örneğin benim ödevim tamamen elle dokunmuş bir kilimi tamamen elle hazırlanmış kök boyaları ile boyamaktı*. her yılın sonunda da bu projeler sergileniyordu, diğer liselerde ve ortaokullardan öğrenciler geliyordu ziyarete. çok ilginç şeyler görmüştüm orada.
ha her şey güzel miydi, elbette hayır. sınavlarımız çok zordu mesela. 10 soru klasikti bütün sınavlar. son soru birebir olimpiyat sorusu olurdu, sondan bir önceki de modifiye edilmiş bir olimpiyat sorusu. en yüksek not 80'di yani. 85 alan ilah oluyordu. bir dönemde takdir alabilen sayısı 5'i pek geçmezdi. kendi dönemimden değil ama üst dönemden 2 tane sınıfta kalan biliyorum. buna rağmen sayısız türkiye derecesi çıkardı okul.*
okul şehirden uzaktı, tepe bir yerdeydi manzarası da güzeldi. ulaşım servislerleydi, 10 dakika yürüme mesafesinden de dolmuş geçiyordu.
3 senemi geçirdiğim bu okulun taşınacağı haberleri sardı sonra her yeri. okul müdürü çalıştı çabaladı ne dediyse ikna edemedi. 600 metre kadar ileriye çukurluğa yeni okul yaptılar sonra da fen lisesini oraya taşıdılar. her yer tamamen kaldırım taşı döşeliydi. okul yapılırken hocalar da biz de yalvarmıştık bari birazcık toprak parçası bırakın da ağaç dikelim çiçek dikelim diye, nafile, her yer kaldırım taşı oldu. kümesler bahçeler parklar da yalan oldu. okulun arkasında 10 ağaçlık boşluk vardı sadece, oraya da top şeklindeki gölgesiz ağaçlardan dikmişlerdi inşaatı yapanlar. spor salonu eskiye kıyasla küçüktü, spor sahası küçüktü, tenis kortu gitmiş yerine beton zeminli voleybol sahası gelmişti. arazi eğimli olmamasına rağmen 4 metrelik iki tane istinat duvarı vardı okulla yurt arasında, gri gri duruyorlardı öyle. üstelik çok güzel bir tasarıma sahip olduğu için araç kapısının önüne güvenlik kulübesi koyulmuştu, servis minibüsleri giremiyordu, sonrasında ambulansın girmesi gerekti o da giremedi içeri.
okulun hacmi çok daralmıştı, yeni sınıflar yan yanaydı, kimya ve biyoloji laboratuvarı hariç laboratuvar yoktu. ders zümreleri zaten yoktu, tüm öğretmenler en alt katta uzak köşede öğretmenler odasındaydı.
sonra fen lisesine yatay geçişin önü açıldı kısa süreliğine, okula diğer liselerden 2 öğrenci geldi bu şekilde. sonra biri 1 ay diğeri 2 ay dayanabildi geri gittiler. sonra fen liseleri için öğretmenlik sınavları kaldırıldı, düz liseden bir matematik hocası gelmişti hiç unutmam. biz alışkındık yaptığımız tüm işlemleri kullandığımız tüm formülleri ispat etmeye. yeni gelen hoca derste sorduğumuz sorulara dayanamadı, ilk başta bağırıp çağırmaya başladı. sorduğumuz soruların çoğunu çözemiyordu*. bir süre sonra o hocaya soru sormamaya başladık, dersimize girmeyen diğer hocaya soruyorduk sorularımızı. en sonunda derste ağladı hoca, bir şey de diyemedik. geçti gitti.
eski müdür çok kısa süre sonra emekli oldu.
yeni müdürle hocaların arası açıldı, defalarca kavgalar edildi. yeni müdür bir ilkokuldan atanmıştı liseye, işleyişi ilkokuldaki gibi zannetti. istediğini de aldı sonunda. öğrencilerin hareket alanları kısıtlandı, gel deyince gelen git deyince giden bir öğrenci profili istendi okulda. odalar kilitlendi, okul kapısı kilitlendi, spor sahalarının kapıları kilitlendi.. hocalar bir bir uzaklaştı okuldan, yerleri oradan buradan hocalarla dolduruldu. biz de bitirdik gittik dağılma arefesinde.
okuldaki bu çözülmeden sınavlar da nasibini aldı, kolaylaştı. bu durum bizi değil fakat sonraki dönemleri çok etkiledi başarısı düştükçe düştü okulun.
sonra okulun üst tarafına bir imam hatip binası dikildi, görseniz dudağınız uçuklar. bizim talep ettiğimiz her şey vardı okulda. lisenin kendisine ait camisi vardı yahu, cami cami!
eski okulumuzu da aldılar sağlık lisesi yaptılar. onlar yeni binayı alsın biz eski okulda kalmaya devam edelim dedik kabul ettiremedik kimseye.
sonuç olarak ne bahar şenliği kaldı, ne de o eski hocalar. öğrenciler zaten hak getire, yani duyumlarım hep o yönde. okulun son güzel zamanlarını da biz yaşamıştık.
çok ders çalıştığımız da oldu çok eğlendiğimiz de. sinemaya gitmek için okuldan kaçtığımızı farkeden müdür sinema günleri bile yapmıştı okulda.
eğer burayı okuyan genç yazar arkadaşlar varsa aldırmayın söylenenlere dostlar. ders çalışıyor diye hayatsız olmuyorsunuz. neşesiz, zevksiz de olmuyorsunuz. ben hem çalışmanın hem de eğlenmenin birarada nasıl yapılabildiğini gözlerimle gördüm. ben belki şanslıydım böyle bir ortamda okuma fırsatı bulduğum için fakat şansı kendinizin de yaratabileceğini unutmayın*.
hiçbir zaman hayatsız gibi olmak zorunda değilsiniz, bu tamamen size bağlı, çalışmayı ve eğlenmeyi güzel koordine ederseniz hayattan aldığınız zevk 2 hatta 3 katına çıkacaktır.
ekleme: bütün bunlara rağmen dışardan bakınca okulumuz soğuk ve hayatsız görünüyordu. çevreden hep bu yönde duyumlar aldım yani. eğlenmenin okuldan kaçıp bir şeyler yapmak ya da dersi kaynatmak olduğunu zanneden insanlara fen lisesini anlatmak çok zor oluyordu bizim için. anlatmadık da çoğu zaman, evet ya hep ders hep ders ev-okul-ders üçgeni çok yoruyor vs. diyerek geçiştiriyorduk.
devamını gör...
unutulmayan haberler
devamını gör...
yazarların yaşama motivasyonu
ailemdir. merak etmemdir. okuyacak bir sürü kitap olmasıdır. gezecek bir sürü ülke şehir olmasıdır. yeni insanlarla tanışma öğrenme analiz etme arayışlarıdır.
devamını gör...
en iyi ikililer
tahin ve pekmez.
devamını gör...
kolay gibi görünen ama çok zor olan şeyler
otobüste veya minibüste dengeyi kaybetmeden ayakta durmak.
tanım: kolay gözüken ama kolay olmayan şeyleri paylaştığımız başlık.
tanım: kolay gözüken ama kolay olmayan şeyleri paylaştığımız başlık.
devamını gör...
normal sözlük'te kendi halinde yazan yazarlar
sözlüğe eğlenmek için gelen yazardır. (bkz: ben)aklıma eserse karalarım bir şeyler işte.
devamını gör...
cinsiyetsiz tuvalet olur mu sorunsalı
mümkünse olmasındır. gerek yok. ya da şöyle olsundur; kadın-erkek-uniseks. yer yoksa, mecburiyetten olursa katlanılır ama gerçekten gerek yok. uniseks tuvalet hiç bir şeyi ispat etmez.
devamını gör...
keşke ben de yapabilsem dediğimiz şeyler
hem çalışıp hem okuyup hem düzenli ilişki yapıp hem de arkadaşlarına vakit ayıran insanlar bunun sırrı ne bize de söyleyin aramızda kalır..
devamını gör...
kargo
90'lı yılların efsane gruplarından birisidir. o döneme göre rockçı bir grup olarak adlandırılabilirler. grubun vokali koray candemir o dönemin genç kızlarının kalplerini düm tek tek attırırdı. "renklerin içinde"*,"yüzleşme", "son defa", "şairin elinde" en çok bilinen şarkılarıdır. bir ara mirkelam ile tekrar ekranlarda görünmüşlerdi ama sanırım şu an farklı üyelerle grup devam etmektedir.
devamını gör...