niçun olmasun?
arada geliyor tutamıyorum.
devamını gör...

kimdir necidir ne yazar pek bilmiyorum ancak en beğendiğim nick hayata katlanamayan portatif masa
devamını gör...

tavuğu buzluktan çıkart.
devamını gör...

tekel el değiştirmeden öncesi içenlerin marlboro ile kıyaslığı sigara markası.

el değiştirdikten sonra o da nispeten ucuz sigaraların arasında yerini aldı.
devamını gör...

sabahtan beri bekleyişimi son buldurabilir.
devamını gör...

benzeyen bir ünlü çıkana kadar şimdilik örnek vatandaş'a benziyorum.
devamını gör...

bugün üzerinden 568 yıl geçmiş olan olay.

konstantinopolis zaten defalarca farklı milletler tarafından kuşatılmış ve alınamamıştı, çünkü halkın inancına göre tanrı ve theotokos* tarafından korunmaktaydı. bir efsaneye göre ayasofya'nın inşaası sırasında iustinianus bir meleğe ayasofya'yı koruyacağına söz verdirmişti ve o melek kenti koruyordu. avar kuşatması sırasında ise surlarda gezdirilen meryem ikonası avarlar'ı püskürtmüştü. bunların çok da doğru olmadığı 1204'teki latin işgali ve sonrasında kentin tekrar romalılar tarafından ele geçirilmesi sırasında anlaşıldı, çünkü şehir iki kez düşmüş oldu. bundan sonra 1453'e değin yine pek çok kuşatma olsa da şehir düşmedi ve 15. yüzyılda roma imparatorluğu'nun başkenti olarak varlığını sürdürmeye devam etti.
sultan ikinci mehmed'in ise belki diğer tüm kuşatmacılardan daha büyük bir ideali vardı: roma imparatorluğu'nun başkentini kendi başkenti yapmak ve yeni roma imparatoru olarak doğu ve batı'ya hükmetmek. çünkü antik imparatorluk anlayışına göre tek bir imparatorluk ve tek bir imparator vardır. bu önce pagan roma imparatorluğu, sonra bizim bizans dediğimiz hıristiyan roma imparatorluğu idi ve eğer mehmed konstantinopolis'i alırsa üçüncü imparatorluk müslüman bir roma imparatorluğu olacak, mehmed acem diyarından britannia ve hispania'ya kadar uzanan eski imparatorluk topraklarında hak sahibi olacaktı.
mehmed han bu idealini gerçekleştirmek için gözünü karartıp büyük bir donanma ve muhtemelen o dönemde görülmüş olan en büyük orduyu topladı, bilimsel yayınlar bu ordunun yaklaşık 80 bin askerden oluştuğunu söyler. konstantinopolis'i savunanlar ise bir avuç bizanslı, giovanni giustiniani komutasında bir ceneviz kumpanyası, papa'nın çok büyük yardım göndereceğim diye gönderdiği 200 napolili okçu ve osmanlı şehzadesi prens orhan'ın emrindeki hıristiyan türkler ile birlikte 8 bin kişiden ibaretti. mehmed han kentin teslim edilmesini ve halkın mora'ya gönderilerek imparatorun mora despotu olarak hüküm sürmesini birkaç kez teklif ettiyse de imparator konstantinos palaiologos "şehrin kaderinin kendi kaderiyle aynı olacağını ve tarihe şehrini teslim eden imparator olarak geçmeyeceğini" söyleyerek bu teklifleri reddetti. bu sırada kentte de pek çok bürokrat ve siyasi de imparatorun kentten kaçırılmasını ve başka bir yerde gücünü topladıktan sonra şehri geri almasını savunuyordu, tıpkı 1204'ten sonra nikaia'ya sürgüne giden ve sonra şehri geri alan iznik imparatorları gibi. ancak konstantinos bunların hepsini reddetti ve gücü yettiği kadar şehrini savunmaya karar verdi.

kuşatma uzadıkça iki taraf da yorgun düştü, bizanslıların ölenlerin yerine koyabilecekleri askerleri yoktu, türklerin büyük topları vardı ve sayıları çok fazlaydı. ancak çandarlı halil ve taifesi de kuşatmanın çok uzadığını ve kaldırılması gerektiğini söyleyerek türk tarafında huzursuzluk yaratmaktaydı. ne olacaksa bir an önce olmalıydı ve iki taraf da kanlarının son damlasına kadar dökmeye karar verdi.

29 mayıs günü bizanslılar bir avuç kalmış, haliç'teki zincir gemiler karadan yürütülerek geçilmiş; bir önceki gece de ayin sırasında ayasofya'dan yükselerek gökte kaybolan bir ışık huzmesi kenti koruyan meleğin gittiğini, şehrin düşeceğini haber vermişti. kentin kaderi çizilmek üzereydi ve türklerin son hücumu, romalıların son savunması başladı.

surlar birkaç yerden geçilse de türkler hala şehre girememiş, azapların hızla şehit düşmesiyle yeniçeriler bile gırtlak gırtlağa mücadeleye dahil olmuştu. mehmed elindeki tüm kozları kullanmakta kararlıydı. bu sırada giustiniani ise askerleriyle müthiş bir savunma vermekteydi, ta ki yaralanıp ceneviz gemilerinden birine taşınana dek. komutanlarının yaralanması ve hatta ölmüş olduğunun düşünülmesi ceneviz askerlerinin hızla dağılmasına ve yeniçerilerin kente girmesine sebep olmuştu. durumu gören imparator konstantinos, şehirden kaçma teklifini son bir kez reddederek tacını ve pelerinini çıkararak kılıcını çekmiş ve sıradan bir asker gibi kalan askerleriyle birlikte yeniçeri kalabalığının üzerine atılmıştı; bu son roma imparatorunun son görüldüğü andı. o gün şehir düştü, imparatorun cesedi bulunamadı. bazı efsanelere göre artık fatih sultan mehmed olan mehmed han imparatorun cesedini imparatorlara özgü kırmızı çizmelerinden teşhis ettirmiş ve bu yüce komutana yaraşır bir imparatorluk seremonisiyle defnetmişti. diğer bir efsane ise imparatorun cesedinin surlara asıldığı, ancak ilki çok daha dokunaklı ve fatih'in kişiliğine daha uygun bir davranış olurdu.

fethin ertesi günü sultan mehmed ayasofya'da patriğin elinden roma tacını giyerek doğu ve batı'nın basileosu oldu. dünyanın en uzun süre ayakta kalan imparatorluğu roma ise kimisine göre yok oldu, kimisine göre osmanoğullarına geçti.

bir de kuşatma sırasında yaşananlar arasındaki favori hikayelerimden birini anlatayım. batı'dan yardım gelip gelmediğini görmek için küçük bir bizans gemisi kuşatmayı yarar ve midilli açıklarında demirler. üç gün boyunca ufku gözleyip yardım gelmediğine kanaat getirince tornistan yapıp kente dönmeye karar verirler. bu sırada tayfadan birisi "aman abi deli miyiz, şehir düşecek, biz hazır kaçtık niye geri gidiyoruz" diye müthiş bir düşünce ortaya atar ve neticesinde direğe bağlanarak şehre geri gelene kadar dövülür.
devamını gör...

başka insanların hayatları hakkında yorum yapabileceklerini düşünen, tedavi edilmesi gereken insanlardır. kimse sana eşcinsel ol, trans ol demiyor. sen neden bu kadar sorun ediyorsun bunu?

yoksa...
devamını gör...

malum şaire göre yolun yarısı
eski kimi uygarlıklarda yaşamın sonları
bir kaplumbağa veya kargaya göre pek ileri yaş değil

nazım'ı da es geçmeyelim görecelik gibi oldu tema ama:


'...ona sorarsanız: "bütün bir hayat."
bana sorarsanız : "adam sen de, bir iki hafta'
devamını gör...

özel alan diye bir şey var biliyor musunuz? kişiye özel, orayı her an istediğiniz gibi aşmamanız gerekiyor. kişiye sormanız gerekiyor.
çünkü öznel bir alan. ne kadar sevseniz de birbirinizi o özel alanları aşmayın lütfen.
devamını gör...

“güzel” denilen şey, sanattır. indirgemekse bu; yaşamla, yaşamdan gözü kamaşmamış bir "varlık"tan söz ediyorum. sonra; ışıklı bir perdeyi kaldırmış da, perdesiz bir ışığa bakan "varlık"tan... en son, ne ışığı, ne de perdeyi göremeyen "varlık"tan.
bir çocuk bu yüzden güzeldir, bir kedi bu yüzden...
müziği susmuş insanın, gülümsemesi susmuş. öfke boyumuzu aşıyor, sözcükler de. ölüyor yaşam, biz devam ediyoruz. güzel değiliz -gibi. etimizin duymadığını duymuyoruz...
devamını gör...

17. yüzyıla ait bir sayfayı 50 dolara çeviririm.
18. yüzyıl ve 19. yüzyıla ait bir sayfayı 40 dolara çeviririm.
20. yüzyıla ait bir sayfayı çeviremeyenler yani dedesinin mezar taşını okuyamayanlar benimle iletişim kurmasın.
devamını gör...

"kadın bir erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz. almak, vermek; bu tabirler kadını kıymetten düşüren, ona ahkar mahiyeti veren şeylerdir. ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkarmalıdır. bilmelidirler ki iki cins birbiriyle hayatlarını birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi değil, hayat ortağı demektir. bu hukuk müsavatı kadınlarımızın şuurunda yer ettikten sonra onların kuvvetli ve hakiki bir insan olmak için dimağı ve fikri sahada da yükselmek isteyecekleri tabiidir. memleketimizin kadın ve erkeklerini, biri diğerini sürükleyen ve taşıyan değil, el ele ve aynı tempoda yürüyen iki mahluk olarak göreceğimiz günün uzak olmamasını dilerim."*

aklıma ilk bu sözler geldi. şahsen bu paragrafta en çok ilk cümleye katılıyorum. kadın bir erkeğe verilmez ya da ona varmaz. hatta zaten aslında kız istemede kadının fikri sorulmaksızın direkt babaya hitap edilmesi de saygıdan dolayı gösterilse de çok doğru değil aslında. ama şöyle bir şey var ki bu eski bir adet. o zamanki mantığı çok da kötü ya da aslında o zamanki mantığı işte kadınları bir malmış gibi alıp verelim olayı değildi bence. yani ben öyle olduğunu düşünüyorum. sadece büyüklere saygıdan gibi duruyor bu adet. ki zaten artık çok fazla da bir numarası kalmadı. zaten babalar değil esasında kadınlar karar veriyor yollarını birleştirmek istedikleri erkeğe. erkek de aynı şekilde. bu yüzden bu kadar büyütmeye gerek yok aslında. hani öyle eskilerden bir adet ve kötü yorumlanmadığı sürece ve kötü bir şekilde uygulanmadığı sürece çok da büyük bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum. bence asıl sıkıntı zihniyette. yukarıdaki yazıda olduğu gibi bir kadının alınıp verilebileceği gibi bir zihniyet varsa asıl sorun orada. ve eğer bu adet o zihniyetlerce yanlış yorumlanıyorsa işte sıkıntı burada. yoksa artık bu adeti böyle görmeye gerek yok. formalite gibi gelip geçiliyor. bunu nasıl yorumladığınıza bağlı. hem biraz da tanışmak olsun maksat. yoksa karar zaten verilmiş. o yüzden de önemli olan adetler değil önemli olan zihniyet. bu adete de bu kadar çok takmayın derim. sonuçta artık bunun çok da bir önemi de kalmadı. ister bu adeti yerine getirin ister getirmeyin. ama artık o kadar değeri ve önemi de kalmadığı için aşağılama gibi bir durum da yok aslında. siz sadece sabahattin ali'nin sözlerine dikkat edin derim*.
devamını gör...

çocukluğumuzda yaşadığımız problemlerin şu anki seçimlerimizi etkilemesi kaçınılmazdır. özgüvenimizin oluşumu da çocukluğumuza bağlıdır aslında. eğer özgüven problemi yaşıyorsak, hayatımıza flashback(geri dönüş) yapıp iç hesaplaşmamızı iyi yapmamız gerekiyor. kendine güvenmek ancak kendini bilmekle olur. içinizdeki çocuğa kulak verin onun size söylemek istediği çok şey var.
devamını gör...

aydınlanma düşünürü ve yazarı diderot'un eseridir. iş bankası hasan âli yücel klasikleri dizisinden okudum ben. çeviri adnan cemgil'e aittir. diderot diyalog tarzı yazmıştır genel olarak. bu eseri de karşılıklı diyaloglar şeklinde ilerlemektedir. ben ve o. yani anlatıcı yazar ve rameau. rameau oldukça ilginç bir karakter. zamanının ünlü sanatçılarından birinin yeğeni. müthiş işlenmiş bir karakter. dalkavuk aslında. zengin çevrelerde kendisine dalkavukluk yaparak yer bulan birisi. üst tabakadan insanların sofralarına kendisi gibi dalkavuklarla birlikte oturuyor. bunlar üzerine etkileyici sorgulamalar var. rameau'nun ahlak ve erdem konusundaki fikirleri anlatıcı yazardan tamamen farklı. bu konularda tartışıyorlar. klasik felsefeye ve filozoflara da giydiriyor rameau. onların soyut dünyalarında yaşayan işe yaramaz insanlar olduklarını söylüyor. diyalog baştan sonra genel olarak tez ve antitez olarak gelişiyor. rameau dalkavukluk veya soytarılık üzerine söylevler çekiyor. bunlar sıradan bir soytarının zayıf hezeyanları değil. aksine müthiş etkileyici yorumlar var. iyi eğitimli, sanattan ve edebiyattan anlayan birisi rameau. felsefeden anlamam filan diyor ama aslında pekâlâ anlıyor. felsefenin kendisine kalacak bir yer, sıcak bir yemek bulamayacak olmasının farkında. aylak bir soytarı olarak tamamen pragmatist düşünmek zorunda. giyecek elbise, yiyecek yemek, yatacak yer onun ilgisini çekiyor. diogenes filan onu etkileyemez. arada sırada atina'da da havalar soğuyordur herhalde diyor. diderot ne aydınlanma ne de başka dönemlerin filozoflarına benzemiyor. o müthiş bir edebiyatçı çünkü. çok kaliteli bir anlatıcı ve yazar. rameau gibi bir karakter yaratmak kolay iş değil doğrusu. çelişkilerin karakteridir rameau. edebî değeri çok yüksek bir karakter.
devamını gör...

geç kalınmışlık ya da imkansızlık benim karakterim değildir ve sanırım olmayacaktır yaşı.

24'ünü yarılamış birisi olarak sanırım hiçbir dönem yaşımın insanı olamadım. 21 yaşımda, artık hayatın katlanılamaz bir gerçek olduğunu düşündüğüm yaşta, intihar etmeyi de her şeyi bırakıp toz olmayı da düşünmüş birisi olarak 24 yaşı daha az depresif buluyorum. ama tüm bunlara rağmen, 22 yaşımda tüm hayatımı değiştirebilme cesaretini gösterebildim. sadece bir çocukluk hayalime tutunup o hayalin peşinden gitmeye çalışıyorum ve yapıyorum da.

5 sene boyunca türkiye gerçeklerinin peşimi bırakmadığını iliklerime kadar hissettiğim, hiçbir derde derman olmayacak bir üniversitenin maliye bölümünü bitirdim. çocukluk hayalim ise bu ülkenin bir savcısı olmak. mümkün mü? evet, ama zor. ama ben de vazgeçecek birisi değilim. 5 senede de hukuk eğitimimi bitirsem, 28-29 yaşımda mesleğe atılıyorum. geç mi kaldım? hiç sanmıyorum.
devamını gör...

hastalarımdır.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ankara'da yaşanır, istanbul'da gezilir.
uzak da değiller birbirlerine *.
devamını gör...

belki de 'direk' kelimesini kasteden kişidir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim