avrupa toplumunda ölümlerin sukunetle karşılanması
filmler ve diziler dahil gerçek hayatta da bir çok kez denk geldiğim durum. inanılmaz metanetli bir duruş sergiliyorlar.
hani gözyaşlarını içlerine mi akıtıyorlar, yoksa kimse yokken mi üzülüyorlar bilemiyorum.
ama gencinden yaşlısına bir sessizlik bir sukünet hakim.
birde olayı bizim açımızdan ele alalım: hastanede çalışmış biri olarak çok fazla sinir krizi geçiren insan gördüm. ortalığı yıkıp devirenler gördüm.
neden peki? ölüm de doğal bir şey değil mi? en nihayetinde yaşayan herkes bir gün gelip ölüyor.
hani gözyaşlarını içlerine mi akıtıyorlar, yoksa kimse yokken mi üzülüyorlar bilemiyorum.
ama gencinden yaşlısına bir sessizlik bir sukünet hakim.
birde olayı bizim açımızdan ele alalım: hastanede çalışmış biri olarak çok fazla sinir krizi geçiren insan gördüm. ortalığı yıkıp devirenler gördüm.
neden peki? ölüm de doğal bir şey değil mi? en nihayetinde yaşayan herkes bir gün gelip ölüyor.
devamını gör...
1984
george orwell tarafından 1948 yılında kaleme alınmış (bitirilmiş), ismi de(yazarın beyanıyla) bu tarihin son iki rakamının yerlerinin değiştirilmesi ile 1984 olmuş olan distopik kitap. george orwell'ın kitabı yazarken bulunmuş olduğu döneme bakıldığında sovyetler birliği ve nazi almanya'sının etkilerini kitaba yansıtmış olduğunu görebiliriz. kitapta anlatılan olaylar size hiç uzak gelmeyecektir. hatta kendinizi kitabın içinde de bulabilirsiniz. okudukça sizi sarsar bunları ben de yaşıyorum dersiniz.
devamını gör...
bir ömer hayyam rubaisi bırak
henüz okuma yazmayı yeni sökmüşken nereden okuyup da ezberlediğimi hatırlamadığım, uzun yıllar manâsına eremediğim ve hiç unutmadığım üç hayyam rûbaisi:
4 numaralı rûbai:
geçmiş günü beyhude yere yad etme
bir gelmemiş an için de feryat etme
geçmiş gelecek masal bunlar hep
eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
8 numaralı rûbai:
niceleri geldi, neler istediler,
sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
o gidenler de hep senin gibiydiler!
17 numaralı rûbai:
dünyada ne var, kendine dert eyleyecek
bir gün gelecek ki can bedenden gidecek
zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün...
zira senin üstünde de otlar bitecek.
4 numaralı rûbai:
geçmiş günü beyhude yere yad etme
bir gelmemiş an için de feryat etme
geçmiş gelecek masal bunlar hep
eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
8 numaralı rûbai:
niceleri geldi, neler istediler,
sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
o gidenler de hep senin gibiydiler!
17 numaralı rûbai:
dünyada ne var, kendine dert eyleyecek
bir gün gelecek ki can bedenden gidecek
zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün...
zira senin üstünde de otlar bitecek.
devamını gör...
alışveriş arabasının istediğiniz yöne gitmemesi
allah kahretsin nasıl icat lan bu. dümdüz gidiyor öküz gibi en ufak bir manevra kabiliyeti yok.
sırf bu yüzden koca rafa çarptım raf devriliyordu anasını avradını ya.
sırf bu yüzden koca rafa çarptım raf devriliyordu anasını avradını ya.
devamını gör...
eski tanımlara oy gelmesi
akışta ilgimi çeken bir şey olmadığında rastgele sekmesini tıklayıp eski başlıklara göz gezdiriyorum.
güzel yazana da eskiden yazmış diye kayıtsız kalacak halim yok.
güzel yazana da eskiden yazmış diye kayıtsız kalacak halim yok.
devamını gör...
erkeklerin doğuma girmesi
eşlerini yalnız bırakmak istememelerindendir. kadınlar için de yanında güvendiği birinin olmasını istiyordur belki.
devamını gör...
söylemekten hoşlanılan fakat günümüzde pek kullanılmayan kelimeler
müstehak, namütenahi, nevi şahsına münhasır
devamını gör...
arkadaşın gay olduğunu öğrenmek
kendisi gelip soylemediyse lafını bile etmeyeceğim şey.herkesin kendi hayatı yönelimi,kendisini bağlar.arkadas demek her halükarda destek olmak demektir.
devamını gör...
sabah ayazında direksiyonun çok soğuk olması
sadece direksiyon olmayandır.
koltuk bile buz gibi.
koltuk ısıtmalı arabamız da yok ki!
koltuk bile buz gibi.
koltuk ısıtmalı arabamız da yok ki!
devamını gör...
bir anda gelen ingilizce konuşma isteği
iki dil bilen insanın beyni bir dil bilen insandan daha farklı çalıştığı bilim tarafından açıklandığına göre ingilizce öğrenmek için neyi bekliyorsunuz?
dili öğrenmenin en iyi yolu konuşmaktır. gönül isterdi ki hepimiz ingilizce öğrenebilmek için ana dili ingilizce olan ülkelere gidip yaşayabilelim ama ne yazık ki olasılıklar dahilinde değil şuanlık eğer paranız varsa ana dili ingilizce olan öğretmenlerle ekran başından konuşabileceğiniz uygulamaları satın alarak yapabilirsiniz bunu ama yoksa da üzülmeyin.
hangi seviyede olursanız olun kendi kendinize bile olsa konuşun, konuşmaya çalışın, günlük hayattaki en basit şeyleri özellikle ingilizce düşünerek(türkçe düşündüklerinizi ingilizceye çevirirken zorlanabilirsiniz çünkü ingilizce bilginiz türkçe bilginiz kadar donanımlı değil) anlatmayla tasvir etmeyle başlayın ama dışınızdan, aynı zamanda telaffuzu geliştirmek için de düzenli şekilde paragraflar okuyun, grammere takılmayın mükemmel olmanıza gerek yok, türkiye’de öğretilen grammer bilgisini anadili ingilizce olan bir amerikan bile sizin kadar bilmiyor zaten.
ana dili ingilizce olan dizileri türkçe alt yazıyla izlemeyin, ingilizce izleyerek hem kelimelerin, deyimlerin ve günlük dilde konuşulan deyişlerin yazılışlarını hem de telaffuzlarını öğrenmiş olursunuz. hiçbir şey anlamıyorsanız bile pes etmeyin zamanla kuşağınız aşina olacak alışacaksınız.
benim ingilizcemi geliştirmemde en büyük katkısı olan ve konuşma dili basit düzeyde olan diziler;
ilk olarak seinfeild ve modern family, ardından b99, friends, the office, the good place, himym da gelebilir belki.
dili öğrenmenin en iyi yolu konuşmaktır. gönül isterdi ki hepimiz ingilizce öğrenebilmek için ana dili ingilizce olan ülkelere gidip yaşayabilelim ama ne yazık ki olasılıklar dahilinde değil şuanlık eğer paranız varsa ana dili ingilizce olan öğretmenlerle ekran başından konuşabileceğiniz uygulamaları satın alarak yapabilirsiniz bunu ama yoksa da üzülmeyin.
hangi seviyede olursanız olun kendi kendinize bile olsa konuşun, konuşmaya çalışın, günlük hayattaki en basit şeyleri özellikle ingilizce düşünerek(türkçe düşündüklerinizi ingilizceye çevirirken zorlanabilirsiniz çünkü ingilizce bilginiz türkçe bilginiz kadar donanımlı değil) anlatmayla tasvir etmeyle başlayın ama dışınızdan, aynı zamanda telaffuzu geliştirmek için de düzenli şekilde paragraflar okuyun, grammere takılmayın mükemmel olmanıza gerek yok, türkiye’de öğretilen grammer bilgisini anadili ingilizce olan bir amerikan bile sizin kadar bilmiyor zaten.
ana dili ingilizce olan dizileri türkçe alt yazıyla izlemeyin, ingilizce izleyerek hem kelimelerin, deyimlerin ve günlük dilde konuşulan deyişlerin yazılışlarını hem de telaffuzlarını öğrenmiş olursunuz. hiçbir şey anlamıyorsanız bile pes etmeyin zamanla kuşağınız aşina olacak alışacaksınız.
benim ingilizcemi geliştirmemde en büyük katkısı olan ve konuşma dili basit düzeyde olan diziler;
ilk olarak seinfeild ve modern family, ardından b99, friends, the office, the good place, himym da gelebilir belki.
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
kalmadı artık eski maniciler
önüne gelen dörtlük dizer
dünyanınbütünmeşhurlarınıntraşolurkenkullandığıjilet
gel bak kimler maniciyim der
önüne gelen dörtlük dizer
dünyanınbütünmeşhurlarınıntraşolurkenkullandığıjilet
gel bak kimler maniciyim der
devamını gör...
çayı çay bardağında içen tip
durup dururken çayı çay bardağında içerken ezik olduğumu öğrendiğim başlıktır.
devamını gör...
yeraltından notlar
"duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa kendimi parçalayacak değilim elbette. ama önümde duvar var diye boyun eğmeyi de kabullenemem"
yer altından notlar kitabında altı çizilecek bir çok cümlesi var dostoveyski'nin buda benim altını çizdiğim cümlelerden birisi.
devamını gör...
hayatınızın arka planında çalan şarkı
sıla/yoruldum
devamını gör...
berberle müşteri arasındaki zaman algısı kaynaklı gerginlik
bir süredir traş olduğum berberim mustafa ile yaşadığım kısa süreli gerginliktir.
uzun süre sabit kalmakta zorlandığım ve ben otururken başımda birilerinin dikilmesinden hoşlanmadığım için berber koltuğunda oturmak benim için başlı başına bir gerginlik nedenidir.
bugün üzerimde bu ön gerginlikle berbere girdiğimde mustafa’ya acelem olduğunu özellikle belirttim ve mustafa da bana “ hemen hallederiz” dedi. bana böyle şeyler söylemesin, neden biliyor musunuz? inanıyorum.
mustafa beni cam kenarındaki koltuğa yönlendirdikten sonra içeride oturan ve hayatta elde etmek istediği hiçbir şeyi elde edememiş gibi bir yüz ifadesi takınmış olan yaşlı akrabasına instagram üzerinden bir reels videosu izletti. mustafa videoya çok güldü, amca ise mutsuzluğuna eklemlenen bu saçmalığa kahrederek uykuya daldı.
daha sonra yanıma gelen mustafa’nın zaman algısındaki sorun devam etmekteydi. çünkü bir süre şarj aleti arayıp telefonu şarja koyduktan sonra tuş takım sesini kapatmadığı telefonu ile mesajlaşmaya başladı. benim acelem devam etse de beklemeye karar verdim.
sonunda sıra bana gelmişti. ancak mustafa elindeki örtüyü 1789 yılından beri sakladığı için boğazımı koparmak amacıyla sıkarken televizyonda açık olan anadolu yurdum tv’de bir adam afrikalı çocuklara gönderdiğimiz kuran’ların ömrünün altı ay olduğunu anlatmaya başladı. çünkü program bir doğrudan satış reklamı idi ve kur’an satıyordu. yani altı ayda bir gönderirsek bu kitabı okuyan çocukların sevapları kendilerinden eksilmeden bize de ekleniyordu. bu uhrevi win-win durumu üzerine uzun yorumlar yapan mustafa konuşurken beni traş edemediği için hiç rahatsız değildi.
bu konu da tatlıya bağlandıktan sonra en sonunda en günahsız olan ilk makası vurdu. içime bir ferahlık geldi. kervan yolda düzülürdü. ve ben düzülmek fiilinin benim zaman algım üzerinde bambaşka bir anlamda kullanılacağını bilmiyordum.
birkaç makas darbesinden sonra mustafa gündüz vakti ışığın yetersiz olduğuna karar verdi. ve ışıkları yakacak olan kumanda arandı bir süre. bulunduğunda benim zaman algım yara almıştı ama olsundu. mustafa kumanda ile ışıkları yaktı ve sadece aynaların etrafındaki turuncu led ışıklar yandı ve o esnada da daha önce bahsettiğim yaşlı amca elinde bir bardakla içeri girdi. hemen aynadan elindeki bardağa baktım ve çay olduğunu görünce rahatladım zira viski olabilirdi ve şartlar nuri alço için oldukça uygundu.
zaman akıp giderken benim için, mustafa sanki zamanı bükme hevesinde idi. bir süre traş etmeye devam etti beni ama sonra saç kurutma makinesine ihtiyaç duydu ve tabii ki makinenin kablosu karışmıştı. bu düğümün çözülmesi de aylar sürdü elbette.
sıkılmaya başladığımı anlayan mustafa “ hocam senin saçlarda işçilik çok” dedi. o an mustafa’ya kafama toki konutları yapmasına gerek olmadığını anlatmaya çalıştım ama nafile. mustafa michelangelo titizliği ile kafamdaki her saç köküyle ayrı ayrı uğraşmaya yeminli idi.
arada bir de kenan doğulu’nun konserlerinde yaptığı elinde mikrofon çevirme hareketinin bir benzerini makasla yapıyordu mustafa. bu da bize her hamle de saniyeler kaybettiriyor ve ben içimden kurşun adres sormaz ki, mustafa demek istiyordum.
traşın sonuna geldiğimizde mustafa saçlarımı haşlamaya da karar verdi. kendimi öğrenci evinde haşlanan makarna gibi hissettiğim anlarda mustafa dışarıdan gelen cıvıltılı genç kız seslerine dalmıştı bile. kafam kulak memesi kıvamına geldiğinde ve ben şahika encümen’in dalış rekorunu kırdığımda mustafa beni hatırladı ve kafama döktüğü şampuanla etrafa bir buhar yayıldı.
bunu da atlattıktan sonra koltuktan kalktım. acelem olduğunu söylemediğimde kırk dakika süren traş, acelem olduğu için bir buçuk saat sürmüştü. saatleri ayarlama enstitüsü kitabındaki mübarek isimli saati mustafa’nın kafasında kırma isteğini bastırdım. ve mustafa’ya borcumun ne kadar olduğunu sordum. mustafa da benim elli lira vermemin yeterli olduğunu söyledi. cömertliği kursağımda kalmasa güzel olacaktı. çünkü fiyat çizelgesinde saç sakal elli lira yazıyordu. yani her kim ki elli lira verir, bu berber işin yeterli olurdu.
çok kızgın, geç kalmış bir halde berberden çıkınca önümüzdeki ay mustafa’ya acelem olduğunu söylememe kararı aldım. zira zaman algılarımızın arasındaki fark mustafa’da olmasa bile bende büyük bir gerginlik yaratıyordu. allahtan çok yakışıklı oldum da mustafa’ya o kadar kızgın değilim şu an.
uzun süre sabit kalmakta zorlandığım ve ben otururken başımda birilerinin dikilmesinden hoşlanmadığım için berber koltuğunda oturmak benim için başlı başına bir gerginlik nedenidir.
bugün üzerimde bu ön gerginlikle berbere girdiğimde mustafa’ya acelem olduğunu özellikle belirttim ve mustafa da bana “ hemen hallederiz” dedi. bana böyle şeyler söylemesin, neden biliyor musunuz? inanıyorum.
mustafa beni cam kenarındaki koltuğa yönlendirdikten sonra içeride oturan ve hayatta elde etmek istediği hiçbir şeyi elde edememiş gibi bir yüz ifadesi takınmış olan yaşlı akrabasına instagram üzerinden bir reels videosu izletti. mustafa videoya çok güldü, amca ise mutsuzluğuna eklemlenen bu saçmalığa kahrederek uykuya daldı.
daha sonra yanıma gelen mustafa’nın zaman algısındaki sorun devam etmekteydi. çünkü bir süre şarj aleti arayıp telefonu şarja koyduktan sonra tuş takım sesini kapatmadığı telefonu ile mesajlaşmaya başladı. benim acelem devam etse de beklemeye karar verdim.
sonunda sıra bana gelmişti. ancak mustafa elindeki örtüyü 1789 yılından beri sakladığı için boğazımı koparmak amacıyla sıkarken televizyonda açık olan anadolu yurdum tv’de bir adam afrikalı çocuklara gönderdiğimiz kuran’ların ömrünün altı ay olduğunu anlatmaya başladı. çünkü program bir doğrudan satış reklamı idi ve kur’an satıyordu. yani altı ayda bir gönderirsek bu kitabı okuyan çocukların sevapları kendilerinden eksilmeden bize de ekleniyordu. bu uhrevi win-win durumu üzerine uzun yorumlar yapan mustafa konuşurken beni traş edemediği için hiç rahatsız değildi.
bu konu da tatlıya bağlandıktan sonra en sonunda en günahsız olan ilk makası vurdu. içime bir ferahlık geldi. kervan yolda düzülürdü. ve ben düzülmek fiilinin benim zaman algım üzerinde bambaşka bir anlamda kullanılacağını bilmiyordum.
birkaç makas darbesinden sonra mustafa gündüz vakti ışığın yetersiz olduğuna karar verdi. ve ışıkları yakacak olan kumanda arandı bir süre. bulunduğunda benim zaman algım yara almıştı ama olsundu. mustafa kumanda ile ışıkları yaktı ve sadece aynaların etrafındaki turuncu led ışıklar yandı ve o esnada da daha önce bahsettiğim yaşlı amca elinde bir bardakla içeri girdi. hemen aynadan elindeki bardağa baktım ve çay olduğunu görünce rahatladım zira viski olabilirdi ve şartlar nuri alço için oldukça uygundu.
zaman akıp giderken benim için, mustafa sanki zamanı bükme hevesinde idi. bir süre traş etmeye devam etti beni ama sonra saç kurutma makinesine ihtiyaç duydu ve tabii ki makinenin kablosu karışmıştı. bu düğümün çözülmesi de aylar sürdü elbette.
sıkılmaya başladığımı anlayan mustafa “ hocam senin saçlarda işçilik çok” dedi. o an mustafa’ya kafama toki konutları yapmasına gerek olmadığını anlatmaya çalıştım ama nafile. mustafa michelangelo titizliği ile kafamdaki her saç köküyle ayrı ayrı uğraşmaya yeminli idi.
arada bir de kenan doğulu’nun konserlerinde yaptığı elinde mikrofon çevirme hareketinin bir benzerini makasla yapıyordu mustafa. bu da bize her hamle de saniyeler kaybettiriyor ve ben içimden kurşun adres sormaz ki, mustafa demek istiyordum.
traşın sonuna geldiğimizde mustafa saçlarımı haşlamaya da karar verdi. kendimi öğrenci evinde haşlanan makarna gibi hissettiğim anlarda mustafa dışarıdan gelen cıvıltılı genç kız seslerine dalmıştı bile. kafam kulak memesi kıvamına geldiğinde ve ben şahika encümen’in dalış rekorunu kırdığımda mustafa beni hatırladı ve kafama döktüğü şampuanla etrafa bir buhar yayıldı.
bunu da atlattıktan sonra koltuktan kalktım. acelem olduğunu söylemediğimde kırk dakika süren traş, acelem olduğu için bir buçuk saat sürmüştü. saatleri ayarlama enstitüsü kitabındaki mübarek isimli saati mustafa’nın kafasında kırma isteğini bastırdım. ve mustafa’ya borcumun ne kadar olduğunu sordum. mustafa da benim elli lira vermemin yeterli olduğunu söyledi. cömertliği kursağımda kalmasa güzel olacaktı. çünkü fiyat çizelgesinde saç sakal elli lira yazıyordu. yani her kim ki elli lira verir, bu berber işin yeterli olurdu.
çok kızgın, geç kalmış bir halde berberden çıkınca önümüzdeki ay mustafa’ya acelem olduğunu söylememe kararı aldım. zira zaman algılarımızın arasındaki fark mustafa’da olmasa bile bende büyük bir gerginlik yaratıyordu. allahtan çok yakışıklı oldum da mustafa’ya o kadar kızgın değilim şu an.
devamını gör...