dolar
ikinci dünya savaşı sonrası avrupa devletlerinin ekonomisi ve parası çökünce ve savaşın galibi olan abd'nin dünya sahnesine çıkmasıyla kendini gösteren dolar, çok güçlü kehanetler içermesi, her milimine sihirle dokunması, giderek altından bile güçlü madene dönüşmesine sebep oldu. çeşitli metalleri altına çevirme bilimi olarak da bildiğimiz simyanın da ötesinde ve çok ileri bir teknikle kağıt dolar, altın ve tüm kıymetli madenlere dönüştürülerek simya ilminin içinin boş olmadığını da göstermiş oldu.
devamını gör...
kendi işini kuracaklara tavsiyeler
kurmayın.
devamını gör...
otobüste cama kafayı dayayarak müzik dinlemek
kafasının beyblade gibi sekmesini göze alan insan davranışıdır.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
gece 02.25. kimbilir yazmayı bitirdiğimde yelkovan kaçı zorluyor olacak? biraz uzun yazacağım, okuyasınız yoksa hiç başlamayınız. buraya yazmayalı bir ayı geçmiş. hoş, geçtiğimiz hafta uzunca içimi döktüm de birkaç dakika sonra sessiz sedasız kaldırıverdim. yazdığım bir şeyin ilgi çekmek maksatlı yazılmış olduğunu düşünmesin diye sevgili yazarlar.*
biraz böyleyiz işte. başkalarının hisleri, başkalarının düşünceleri, başkalarının herhangi bir şeyleri bizi biz olmaktan alıkoyuyor. insanların beklentilerine kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki biz kendimizden ne bekliyoruz, kendimiz için ne bekliyoruz, bunu unutuveriyoruz. birkaç yıl evvel bu minvalde bir twit attığımda o dönemler psikolojik olarak pek de iyi durumda olmayan bir arkadaşım, bu twiti okuduktan sonra günlerce kendisinin ne istediğini aradığını ancak bir türlü bulamadığını söylemişti. ben o twiti alelade bir şekilde attıktan sonra yatıp uyumuştum halbuki. bugün aklıma geldi ve düşündüm: dün birkaç arkadaşla modada ne de güzel vakit geçirmişiz. bugün üsküdarda farklı birkaç arkadaşla ne de uzun oturmuş zaman nasıl geçmiş anlamamışız. daha da düşündüm sonra. benimle sık konuşan, beni az buçuk tanıyan insanlardan daima duyduğum o söz öbekleri: “yine mi dışardasın? yine kimle takılıyosun? yine nerede sürtüyosun?”*
daima bir goygoy masasında yerim var* sevdiğim pek çok insan, beni sevdiğine inandığım pek çok insan, fena sayılmayan bir meslek, eh işte denilecek bir sosyal statü, yaşıyoruz, mutluyuz falan seviyoruz da hani yaşamayı. işte böyle şeyler. peki bu pembemsi, pembemtrak tablonun içerisinde ben neden sürekli biraz eksik, neden sürekli biraz doyumsuz, neden sürekli biraz melankolik hissediyorum? neden olur olmadık anlarda sürekli en kötü en gaddar en başarısız insan benmişim gibi hissediyorum?*
yoksa insan “tamamlanamayan bir varlık” diyenler kurşunu doğru yere mi isabet ettirmişler? eğer çizdiğim bu güzel tabloya rağmen dönüp dolaşıp kalbimi yoklayan ağrı için “ kanka boşver be insan tamamlanamayan bir varlıktır demişler, olur bunlar” derseniz bana ağır bir küfür ettiğinizi düşünürüm. nasılsa kimse yarası öyle kolay tanımlanabilsin istemez. öyle ya anlaşılmak isteriz de daima; derdimiz, tasamız, sızımız, ağrımız, yaramız öyle birkaç kelime ile ifade edilecek alelade bir mesele değildir, hep çetrefilli, en çetrefillidir. napayım benim için de böyle. bana bu kalbimin sıkışmasını iki cümleyle izah ederseniz buna darılırım. isteğim bir lejyoner hastalığı teşhisi de değil elbet, ağrım küçümsenmesin bana yeter.
burası artık konudan saparak ve bir hayli uzatarak geldiğimiz nokta. doğrusu bu kadar uzun yazmamın sebebi de buydu; varsın okunmasın, ben kendim için yazacağım. -bana kalırsa bu da bir aldatmaca, kendim için yazıyorsam neden günlüğüme yazmıyorum, yahut günlüğüm yoksa neden ismini karalama defteri koyduğum bir word dosyasına çiziktirmiyorum da buraya yazıyorum? demek siz de biraz okuyun diye niyetlenmişim, öyle ya kendi kendine nasıl yetsin insan?-* evet ne diyordum, iyi değilim. hayır mutlak iyi değilim. yahut mutlaka iyi değilim. sahi salvadore nasılım? sahi siz nasılsınız ruhi bey? iyiyim, iyiyim.
velhasılı bu uzun yazının özeti şu: görünüşü fena olmayan, orta halli, dümdüz, dışardan bakılınca asla görünmeyen bir düğüme sahip bir ipliğim ben. elinize ilk alışta da fark etmiyorsunuz. şöyle bir dokunmayla hissetmeniz dahi zor. iyice dokunmanız, temas etmeniz, elinizi şefkatle* şöyle bir gezdirmeniz gerekiyor. o zaman birden o düğüme temas edip oha bu nasıl olmuş böyle diye şaşırıyorsunuz. yani o kadar gizli saklı bir düğüm bu. diyorsunuz ki nasıl olmuş böyle? neden böyle? hangi böyle?*
işte benim bu gece yarım saattir meramımı arz etmeye çalıştığım mevzudaki bahis bundan başkası değildir. o dümdüz ipe* bazı geceler hışımla saldırıyor, o düğüme dokanıyor, neden böyle nasıl böyle hangi böyle diye hayıflanıyorum. hayıflandıkça buraya geliyor, buraya geldikçe kafa ütülüyorum.
insan tamamlanamayan varlık mıdır bilemem. sorduğu bazı soruların yanıtını asla bulamayan, asla bulamayacak olan ama bulamasa da sormaktan asla vazgeçemeyecek olan bir varlık var. ona insan dediklerini çok sonra öğrendim.
buraya kadar aralıksız okuyan yüce gönüllü bütün yazarlar, sorduğunuz sorulara doğru yanıtlar bulmanızı dilerim, daima.
biraz böyleyiz işte. başkalarının hisleri, başkalarının düşünceleri, başkalarının herhangi bir şeyleri bizi biz olmaktan alıkoyuyor. insanların beklentilerine kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki biz kendimizden ne bekliyoruz, kendimiz için ne bekliyoruz, bunu unutuveriyoruz. birkaç yıl evvel bu minvalde bir twit attığımda o dönemler psikolojik olarak pek de iyi durumda olmayan bir arkadaşım, bu twiti okuduktan sonra günlerce kendisinin ne istediğini aradığını ancak bir türlü bulamadığını söylemişti. ben o twiti alelade bir şekilde attıktan sonra yatıp uyumuştum halbuki. bugün aklıma geldi ve düşündüm: dün birkaç arkadaşla modada ne de güzel vakit geçirmişiz. bugün üsküdarda farklı birkaç arkadaşla ne de uzun oturmuş zaman nasıl geçmiş anlamamışız. daha da düşündüm sonra. benimle sık konuşan, beni az buçuk tanıyan insanlardan daima duyduğum o söz öbekleri: “yine mi dışardasın? yine kimle takılıyosun? yine nerede sürtüyosun?”*
daima bir goygoy masasında yerim var* sevdiğim pek çok insan, beni sevdiğine inandığım pek çok insan, fena sayılmayan bir meslek, eh işte denilecek bir sosyal statü, yaşıyoruz, mutluyuz falan seviyoruz da hani yaşamayı. işte böyle şeyler. peki bu pembemsi, pembemtrak tablonun içerisinde ben neden sürekli biraz eksik, neden sürekli biraz doyumsuz, neden sürekli biraz melankolik hissediyorum? neden olur olmadık anlarda sürekli en kötü en gaddar en başarısız insan benmişim gibi hissediyorum?*
yoksa insan “tamamlanamayan bir varlık” diyenler kurşunu doğru yere mi isabet ettirmişler? eğer çizdiğim bu güzel tabloya rağmen dönüp dolaşıp kalbimi yoklayan ağrı için “ kanka boşver be insan tamamlanamayan bir varlıktır demişler, olur bunlar” derseniz bana ağır bir küfür ettiğinizi düşünürüm. nasılsa kimse yarası öyle kolay tanımlanabilsin istemez. öyle ya anlaşılmak isteriz de daima; derdimiz, tasamız, sızımız, ağrımız, yaramız öyle birkaç kelime ile ifade edilecek alelade bir mesele değildir, hep çetrefilli, en çetrefillidir. napayım benim için de böyle. bana bu kalbimin sıkışmasını iki cümleyle izah ederseniz buna darılırım. isteğim bir lejyoner hastalığı teşhisi de değil elbet, ağrım küçümsenmesin bana yeter.
burası artık konudan saparak ve bir hayli uzatarak geldiğimiz nokta. doğrusu bu kadar uzun yazmamın sebebi de buydu; varsın okunmasın, ben kendim için yazacağım. -bana kalırsa bu da bir aldatmaca, kendim için yazıyorsam neden günlüğüme yazmıyorum, yahut günlüğüm yoksa neden ismini karalama defteri koyduğum bir word dosyasına çiziktirmiyorum da buraya yazıyorum? demek siz de biraz okuyun diye niyetlenmişim, öyle ya kendi kendine nasıl yetsin insan?-* evet ne diyordum, iyi değilim. hayır mutlak iyi değilim. yahut mutlaka iyi değilim. sahi salvadore nasılım? sahi siz nasılsınız ruhi bey? iyiyim, iyiyim.
velhasılı bu uzun yazının özeti şu: görünüşü fena olmayan, orta halli, dümdüz, dışardan bakılınca asla görünmeyen bir düğüme sahip bir ipliğim ben. elinize ilk alışta da fark etmiyorsunuz. şöyle bir dokunmayla hissetmeniz dahi zor. iyice dokunmanız, temas etmeniz, elinizi şefkatle* şöyle bir gezdirmeniz gerekiyor. o zaman birden o düğüme temas edip oha bu nasıl olmuş böyle diye şaşırıyorsunuz. yani o kadar gizli saklı bir düğüm bu. diyorsunuz ki nasıl olmuş böyle? neden böyle? hangi böyle?*
işte benim bu gece yarım saattir meramımı arz etmeye çalıştığım mevzudaki bahis bundan başkası değildir. o dümdüz ipe* bazı geceler hışımla saldırıyor, o düğüme dokanıyor, neden böyle nasıl böyle hangi böyle diye hayıflanıyorum. hayıflandıkça buraya geliyor, buraya geldikçe kafa ütülüyorum.
insan tamamlanamayan varlık mıdır bilemem. sorduğu bazı soruların yanıtını asla bulamayan, asla bulamayacak olan ama bulamasa da sormaktan asla vazgeçemeyecek olan bir varlık var. ona insan dediklerini çok sonra öğrendim.
buraya kadar aralıksız okuyan yüce gönüllü bütün yazarlar, sorduğunuz sorulara doğru yanıtlar bulmanızı dilerim, daima.
devamını gör...
jazmin bean
birleşik krallık doğumlu, çok yaratıcı bir makyaj sanatçısı ve alternatif müziğe yeni bir soluk getirmiş bir müzisyen . doğum ismi ile jasmine adams . kendisi "cinsiyetsiz canavar "olarak tanımlıyor , o bir non-binary . pink gothic , nu-metal,j pop ögeler içeren aykırı ve protest bir tarzı var . bir ingilizden daha ingiliz durmasına rağmen aslen filipinli ve tarzının oluşmasında aslen aswang denilen filipin mitolojisin payı büyük.
ingilterede muhafazakar bir bölgede yaşayan ve toplumun yerleşik ahlak normlarının üzerine üzerine giden , yerleşmiş tabulara deli gibi saldıran jazmin gerçekten cesur ve büyüleyici. non-binary kimliği lgbtiq nun queer kavramının müthiş bir örneği. buradan kendisi ile yapılan, bir vogue röportajını izleyebilirsiniz .
ben tim burton filmleri ile büyüyen estetik algısı şekillenen bir insan olarak , onun tim burtondan ilham aldığını söylemesine hiç şaşırmadım .
ilk stüdyo albümü olan worldwide torture buradan , izlenebilir. klipleri çoook yaratıcı
instagram hesabı burada
ayrıca kendine ait bir makyaj markası var . daha çok fantezi , cosplay üzerine çalışıyor.tabi döviz yüzünden bize pahalı gelse de aslında fiyatlar uygun .buradan umarım yolun açık olur,zevkle takip ediyorum, gönlümüz seninle jazmin.
ingilterede muhafazakar bir bölgede yaşayan ve toplumun yerleşik ahlak normlarının üzerine üzerine giden , yerleşmiş tabulara deli gibi saldıran jazmin gerçekten cesur ve büyüleyici. non-binary kimliği lgbtiq nun queer kavramının müthiş bir örneği. buradan kendisi ile yapılan, bir vogue röportajını izleyebilirsiniz .
ben tim burton filmleri ile büyüyen estetik algısı şekillenen bir insan olarak , onun tim burtondan ilham aldığını söylemesine hiç şaşırmadım .
ilk stüdyo albümü olan worldwide torture buradan , izlenebilir. klipleri çoook yaratıcı
instagram hesabı burada
ayrıca kendine ait bir makyaj markası var . daha çok fantezi , cosplay üzerine çalışıyor.tabi döviz yüzünden bize pahalı gelse de aslında fiyatlar uygun .buradan umarım yolun açık olur,zevkle takip ediyorum, gönlümüz seninle jazmin.
devamını gör...
kaba olmayı komik sanmak
türk komedi filmleri işte.
devamını gör...
islam’ın dili arapça mıdır sorunsalı
emevi ve abbasilerin, devlet politikası haline getirdiği arap milliyetçiliği, kuranın hükümlerini, dinin temel prensiplerini ve hatta kuranda anlatılan tanrı profilini dahi arap milliyetçiliği üzerinden yorumlayan bir fıkıh anlayışı ortaya çıkarmıştır.
bu anlayış;
"allah'ın dili arapçadır."
"islamın dili arapçadır."
"cennette arapça konuşulacak." gibi dayanağı olmayan iddiaları
"kurulacak çok uluslu bir islam medeniyetinin dili de arapça olmalıdır." sonucuna bağlayarak bu arapça dayatmasını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. bu iddialara islamın en öncül kaynağı olan kur'an-ı kerim üzerinden cevap vermek gerekir.
birinci iddia hz. muhammet'in arapça konuşuyor olması. ku'ran-ı kerim bize bir çok yerde peygamberin bir millete değil alemlere gönderildiğini ifade eder.
"seni alemlere şefkat(rahmet) olarak gönderdik."(enbiya 107)
yüce yaratan'ın insanlarla iletişim kurmasına vesile olacak olan elçinin onu dinleyecek toplulukla farklı bir dili konuşması düşünülemezdi. insanlar kendilerinin muhatap oldukları emir ve yasakları, uyarıları anlamadan bu noktada bir hesaplaşmaya tabi tutulamazdı.
-ki bugünün müslümanlarının kendilerini bir çok emir ve yasaklara muhatap olarak görmemeleri de bu şekilde açıklanabilir-
yani peygamberin arapça konuşması arapçanın kutsallığına değil yaratıcının insanlarla anladıkları dilde iletişim kurduğu sonucuna bağlanmalıdır.
"onlar ki, dünya hayatını severek ahirete tercih ederler, insanları allah yolundan çevirirler ve o ona bir eğrilik bulmak isterler. işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler.
"halbuki her peygamberi ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik ki allah'ın emirlerini onlara açıklasın!" (ibrahim 4)
işte bu sebeple bütün peygamberler arapça konuşmuyordu.
hz. musa ibranice, hz.isa aramice konuşuyordu.diğer peygamberler de kendi kavimlerinin lisanlarıyla konuşuyorlardı. bunu televizyonlarda insanlara islamın hikayelerini(!) anlatarak para kazanan ve hz. adem'i anlatırken onu bile arapça konuşturanlara da hatırlatmak gerekir. galiba bu ayet peygamberlerin lisanlarının sebebini ve kuran'ın anlaşılmasını istemeyenlerin gerekçelerini açıkça dile getiriyor.
ikinci bir iddia türkçe'nin arapçadaki kelimeleri karşılamadığı yönünde.
bu iddia çok geniş bir konu yelpazesinde kendine yer bulmaktadır. ibadetlerden, kuranın okunmasına kadar hemen her konuda bu iddia dile getirilmektedir. işin en üzücü tarafı ise bu iddia bir çok kişi tarafından
"arapça en zengin en güzel dildir. allah bu yüzden arapçayı tercih etmiştir" gibi bir sonuca bağlanmaktadır.
deniyor ki arapça'da bir kelime bazen onlarca anlama gelebildiği için çok zenginmiş. halbuki bu bir dilin zenginliğini değil fakirliğini gösterir. bir millet bir alandaki 10 nesneyi tek bir kelime ile ifade ediyorsa bu o milletin o alanda yeterince bilgi sahibi olmadığını gösterir. ki bu o milletin sosyal yapısıyla da ilgilidir. örneğin hayvancılıkla uğraşan bir milletin sadece at renklerini ifade eden 300'den fazla kelimesi mevcut olabilirken hayvancılıkla uğraşmayan bir millet bu renkleri 4 kelime ile ifade edebiliyor. şimdi bu hangi milletin dilinin zenginliğinin göstergesidir? eğer arapçadaki bir kelimenin türkçe karşılığı yok ise o kelime türkçe çeviride birden fazla kelime ile ifade edilebilir.
sonuç olarak bazı kelimeler türkçe'de tek kelime ile ifade edilemiyor diye kuran'ın tamamından feragat edip onu anlamadığımız dilde okumak kesinlikle mantık dışıdır. bu bizzat kuran'ın hükümlerine de terstir. çünkü kuran'da "biz onu arapça indirdik" ifadesinin geçtiği bütün ayetlerde bu anlaşılır olmaya bağlanmıştır.
"anlayasınız diye biz onu arapça bir kuran olarak indirdik." (yusuf 2)
peki türkçe ibadet mümkün müdür?
konunun başından beri de ifade ettiğimiz gibi tanrı, insanlığa sayfalar ve harfler değil mana indirmiştir. arap milliyetçiliği üzerinden islamı yorumlayan gelenek namazın bütün dünyada arapça kılınmasının onu evrenselleştirdiğini iddia etse de bu tanrı ile iletişim kurma noktasında arap olmayanlar için sadece bir prangadır.
islam ve ona ait ritüelleri evrenselleştirmenin tek yolu bütün insanların hz. muhammet'in anlattığı tek tanrıya anladıkları dil ile seslenmeleridir. ülkemizde, ulu önder mustafa kemal atatürk'ün dinde aydınlanma hareketi olarak niteleyebileceğimiz kuran'ın,hadislerin ve ezanın türkçeleştirilmesi devrimlerinin sadece 20 yıl kadar hayatta kalmasıyla milletimiz tanrı ile arasına tekrar arapçayı dolayısıyla hurafeleri, sahte şeyhleri koymuştur.
ülkemizdeki müslümanların neredeyse tamamının hanefi mezhebine mensup olduğunu göz önünde bulundurursak bu konuya da imam ebu hanife üzerinden delil getirmek en mantıklısı olacaktır.
imam ebu hanife'ye göre kuran lafız olarak, yani arapça olarak değil, mana olarak kuran idi. bu nedenle de arapça okunduğu gibi farsça da -dolayısıyla türkçe de- okunabilirdi. bir insan arapça'yı bilse de kendi dilinde ibadet edebilirdi. imam ebu hanife bu fikrini ise bizzat peygamber dönemine dayandırıyordu. iranlılar, hz. muhammet'in arkadaşlarından selman-ı farisi'ye bir mektup yazmışlar ve arapçayı bilmediklerini, namazda okumak üzere kendilerine fatiha suresini farsçaya tercüme etmesini istemişlerdi. bunun üzerine selman-ı farisi de fatiha'yı farsçaya çevirerek gönderdi. iranlılar bunu namazlarında okudular. bu bilgi, hanefi ekolünün en güvenilir kaynaklarında sıklıkla ifade edilir.
islamı arap dini olarak gören çevreler, imam ebu hanife'nin bu görüşlerinden rahatsız oldukları için onun ölümünün hemen ardından onun ağzıyla bu fikri yok etmeye çalışmışlardır. nuh ibni meryem, ebu hanife öldükten sonra "onun bu görüşünden vazgeçtiğini" onun ağzıyla rivayet etmiştir. müslümanlar bu rivayete dört elle sarılmış ve çeviri ile namaz kılınamayacağını büyük bir şiddetle savunmaya başlamışlardır. halbuki nuh ibni meryem, ebu hanife'den önce hadis bilginleri tarafından bizzat hz. muhammet'in ağzıyla hadis uydurduğu için "kazip" yani yalancı olarak belirlenmiştir. ebu hanife bu görüşünden hiçbir zaman ayrılmamıştır. onun iki önemli talebesi olan ebu yusuf ve ebu muhammet'in görüşleri de : "namazı arapça bilen arapça kılar, arapça bilmeyen ise kendi dilinde kılabilirdi." şeklindedir.
burada şunu ifade etmek gerekir ki, arapçayı bilmekten kasıt o lisanı bilmektir. yoksa o dilin anlamını idrak etmeden okunuşunu bilmek, arapça bilmek manasına gelmez.
diğer bazı islam kaynaklarında da bu konu ile ilgili bir çok deliller vardır. tahavi şerhi'nin 217. sayfasında ve hazin tefsirinin 725. sayfasında kısaca anadilde ibadet mümkündür denmektedir.
konuyu saptırmadan ilginç bir bilgiyi de dipnot olarak paylaşalım. hanefilerin en güvenilir kaynaklarından olan mebsut'ta daha da enteresan bir görüş zikredilmiştir. buna göre; "eğer allah'ın sözü olduğundan şüphe edilmez ise, bozulmadığına dair delil var ise tevrat ve incil'in bölümlerinin bile namazda okunmasında sakınca yoktur."
sonuç olarak ;büyük türk mütefekkiri, türkiye cumhuriyeti'nin kurucu zihniyetinin öncülerinden ziya gökalp'in , din kitaplarının ve hutbelerle vaazların türkçe okunması düşüncesi kesinlikle siyasi bir duruş olarak görülememelidir.
ziya gökalp'in bu duruşu kimseyi rahatsız edemez ve etmemelidir. türk milletine ve diğer milletlere bu hak bizzat ulu tanrı ya da diğer deyişle cenab-ı allah tarafından verilmiştir. hal böyleyken bir milleti bilmediği bir dile hapsetmek en hafif tabir ile ırkçılıktır. üstelik dinde türkçeye karşı çıkan çevrelerin peygamber, abdest,namaz gibi farsça kelimelere de arapça gibi kutsaliyet atfetmeleri bu tepkilerin ne kadar sığ olduğunun göstegesidir.
öztürkçe tanrı kelimesini türk milletinin dilinden sökmeye çalışırken yine farsça huda kelimesini sakıncalı görmemek tam olarak siyasi bir duruştur. dinin anadilde yaşanmasına karşı çıkmak, ülkemizde son yıllarda sıkça başvurulan din istismarına da kapı açar. bazı çevrelerin kuran'ın insanlar tarafından anlaşılmasını "sen okuma,okusan da anlamazsın,sapıtırsın" gibi söylemlerle tehlikeli göstermelerinin sebebi, zümer suresi 3. ayeti olsa gerek. çünkü bu ayette yüce yaratan bizlere çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır.
"dikkat edin! gerçek din, sadece allah'a mahsusdur. ondan başkasını kendilerine dostlar edinenler ise: biz onlara sadece bizi allah'a daha fazla yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz derler."
bu size bir şeyleri yada birilerini hatırlatmış olabilir...
bizler bugün malesef konuştuğu cümlelere ingilizce kelimeler serpiştirerek modern görünmeye çalışanlarla, konuştuğu cümlelere arapça kelimeler serpiştirerek dindar görünmeye çalışanlar arasında türkçe konuşma savaşı vermekteyiz.
milletimiz anladığı dilde tanrı ile iletişim kurduğunda, anladığı dilde namaza çağırıldığında, tanrı sözlerini anlamadıkları bir dilde sevap kazanmak için değil, anladıkları dilde "anlamak" için okuduğunda önce kendini sonra geleceğini kurtaracaktır prangalardan.
"göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da allah'ın delillerindendir. şüphesiz bunda bilenler için elbette alınacak dersler vardır." (rum,22)
tanrı esenliği üstünüze olsun...
edit: pek dindar bir adam sayılmam. sadece konuya ilgiliyim.
milliyetçi olduğumu da düşünebilirsiniz.
fakat unutmayın milliyetçilik iç güdüsel bir olaydır.
burada milliyetçilik yaptıysam bile bu ofansif değil defansif bir milliyetçiliktir.
yani din üzerinden yapılan arap ırkçılığına karşı kendimi savundum sadece.
bu anlayış;
"allah'ın dili arapçadır."
"islamın dili arapçadır."
"cennette arapça konuşulacak." gibi dayanağı olmayan iddiaları
"kurulacak çok uluslu bir islam medeniyetinin dili de arapça olmalıdır." sonucuna bağlayarak bu arapça dayatmasını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. bu iddialara islamın en öncül kaynağı olan kur'an-ı kerim üzerinden cevap vermek gerekir.
birinci iddia hz. muhammet'in arapça konuşuyor olması. ku'ran-ı kerim bize bir çok yerde peygamberin bir millete değil alemlere gönderildiğini ifade eder.
"seni alemlere şefkat(rahmet) olarak gönderdik."(enbiya 107)
yüce yaratan'ın insanlarla iletişim kurmasına vesile olacak olan elçinin onu dinleyecek toplulukla farklı bir dili konuşması düşünülemezdi. insanlar kendilerinin muhatap oldukları emir ve yasakları, uyarıları anlamadan bu noktada bir hesaplaşmaya tabi tutulamazdı.
-ki bugünün müslümanlarının kendilerini bir çok emir ve yasaklara muhatap olarak görmemeleri de bu şekilde açıklanabilir-
yani peygamberin arapça konuşması arapçanın kutsallığına değil yaratıcının insanlarla anladıkları dilde iletişim kurduğu sonucuna bağlanmalıdır.
"onlar ki, dünya hayatını severek ahirete tercih ederler, insanları allah yolundan çevirirler ve o ona bir eğrilik bulmak isterler. işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler.
"halbuki her peygamberi ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik ki allah'ın emirlerini onlara açıklasın!" (ibrahim 4)
işte bu sebeple bütün peygamberler arapça konuşmuyordu.
hz. musa ibranice, hz.isa aramice konuşuyordu.diğer peygamberler de kendi kavimlerinin lisanlarıyla konuşuyorlardı. bunu televizyonlarda insanlara islamın hikayelerini(!) anlatarak para kazanan ve hz. adem'i anlatırken onu bile arapça konuşturanlara da hatırlatmak gerekir. galiba bu ayet peygamberlerin lisanlarının sebebini ve kuran'ın anlaşılmasını istemeyenlerin gerekçelerini açıkça dile getiriyor.
ikinci bir iddia türkçe'nin arapçadaki kelimeleri karşılamadığı yönünde.
bu iddia çok geniş bir konu yelpazesinde kendine yer bulmaktadır. ibadetlerden, kuranın okunmasına kadar hemen her konuda bu iddia dile getirilmektedir. işin en üzücü tarafı ise bu iddia bir çok kişi tarafından
"arapça en zengin en güzel dildir. allah bu yüzden arapçayı tercih etmiştir" gibi bir sonuca bağlanmaktadır.
deniyor ki arapça'da bir kelime bazen onlarca anlama gelebildiği için çok zenginmiş. halbuki bu bir dilin zenginliğini değil fakirliğini gösterir. bir millet bir alandaki 10 nesneyi tek bir kelime ile ifade ediyorsa bu o milletin o alanda yeterince bilgi sahibi olmadığını gösterir. ki bu o milletin sosyal yapısıyla da ilgilidir. örneğin hayvancılıkla uğraşan bir milletin sadece at renklerini ifade eden 300'den fazla kelimesi mevcut olabilirken hayvancılıkla uğraşmayan bir millet bu renkleri 4 kelime ile ifade edebiliyor. şimdi bu hangi milletin dilinin zenginliğinin göstergesidir? eğer arapçadaki bir kelimenin türkçe karşılığı yok ise o kelime türkçe çeviride birden fazla kelime ile ifade edilebilir.
sonuç olarak bazı kelimeler türkçe'de tek kelime ile ifade edilemiyor diye kuran'ın tamamından feragat edip onu anlamadığımız dilde okumak kesinlikle mantık dışıdır. bu bizzat kuran'ın hükümlerine de terstir. çünkü kuran'da "biz onu arapça indirdik" ifadesinin geçtiği bütün ayetlerde bu anlaşılır olmaya bağlanmıştır.
"anlayasınız diye biz onu arapça bir kuran olarak indirdik." (yusuf 2)
peki türkçe ibadet mümkün müdür?
konunun başından beri de ifade ettiğimiz gibi tanrı, insanlığa sayfalar ve harfler değil mana indirmiştir. arap milliyetçiliği üzerinden islamı yorumlayan gelenek namazın bütün dünyada arapça kılınmasının onu evrenselleştirdiğini iddia etse de bu tanrı ile iletişim kurma noktasında arap olmayanlar için sadece bir prangadır.
islam ve ona ait ritüelleri evrenselleştirmenin tek yolu bütün insanların hz. muhammet'in anlattığı tek tanrıya anladıkları dil ile seslenmeleridir. ülkemizde, ulu önder mustafa kemal atatürk'ün dinde aydınlanma hareketi olarak niteleyebileceğimiz kuran'ın,hadislerin ve ezanın türkçeleştirilmesi devrimlerinin sadece 20 yıl kadar hayatta kalmasıyla milletimiz tanrı ile arasına tekrar arapçayı dolayısıyla hurafeleri, sahte şeyhleri koymuştur.
ülkemizdeki müslümanların neredeyse tamamının hanefi mezhebine mensup olduğunu göz önünde bulundurursak bu konuya da imam ebu hanife üzerinden delil getirmek en mantıklısı olacaktır.
imam ebu hanife'ye göre kuran lafız olarak, yani arapça olarak değil, mana olarak kuran idi. bu nedenle de arapça okunduğu gibi farsça da -dolayısıyla türkçe de- okunabilirdi. bir insan arapça'yı bilse de kendi dilinde ibadet edebilirdi. imam ebu hanife bu fikrini ise bizzat peygamber dönemine dayandırıyordu. iranlılar, hz. muhammet'in arkadaşlarından selman-ı farisi'ye bir mektup yazmışlar ve arapçayı bilmediklerini, namazda okumak üzere kendilerine fatiha suresini farsçaya tercüme etmesini istemişlerdi. bunun üzerine selman-ı farisi de fatiha'yı farsçaya çevirerek gönderdi. iranlılar bunu namazlarında okudular. bu bilgi, hanefi ekolünün en güvenilir kaynaklarında sıklıkla ifade edilir.
islamı arap dini olarak gören çevreler, imam ebu hanife'nin bu görüşlerinden rahatsız oldukları için onun ölümünün hemen ardından onun ağzıyla bu fikri yok etmeye çalışmışlardır. nuh ibni meryem, ebu hanife öldükten sonra "onun bu görüşünden vazgeçtiğini" onun ağzıyla rivayet etmiştir. müslümanlar bu rivayete dört elle sarılmış ve çeviri ile namaz kılınamayacağını büyük bir şiddetle savunmaya başlamışlardır. halbuki nuh ibni meryem, ebu hanife'den önce hadis bilginleri tarafından bizzat hz. muhammet'in ağzıyla hadis uydurduğu için "kazip" yani yalancı olarak belirlenmiştir. ebu hanife bu görüşünden hiçbir zaman ayrılmamıştır. onun iki önemli talebesi olan ebu yusuf ve ebu muhammet'in görüşleri de : "namazı arapça bilen arapça kılar, arapça bilmeyen ise kendi dilinde kılabilirdi." şeklindedir.
burada şunu ifade etmek gerekir ki, arapçayı bilmekten kasıt o lisanı bilmektir. yoksa o dilin anlamını idrak etmeden okunuşunu bilmek, arapça bilmek manasına gelmez.
diğer bazı islam kaynaklarında da bu konu ile ilgili bir çok deliller vardır. tahavi şerhi'nin 217. sayfasında ve hazin tefsirinin 725. sayfasında kısaca anadilde ibadet mümkündür denmektedir.
konuyu saptırmadan ilginç bir bilgiyi de dipnot olarak paylaşalım. hanefilerin en güvenilir kaynaklarından olan mebsut'ta daha da enteresan bir görüş zikredilmiştir. buna göre; "eğer allah'ın sözü olduğundan şüphe edilmez ise, bozulmadığına dair delil var ise tevrat ve incil'in bölümlerinin bile namazda okunmasında sakınca yoktur."
sonuç olarak ;büyük türk mütefekkiri, türkiye cumhuriyeti'nin kurucu zihniyetinin öncülerinden ziya gökalp'in , din kitaplarının ve hutbelerle vaazların türkçe okunması düşüncesi kesinlikle siyasi bir duruş olarak görülememelidir.
ziya gökalp'in bu duruşu kimseyi rahatsız edemez ve etmemelidir. türk milletine ve diğer milletlere bu hak bizzat ulu tanrı ya da diğer deyişle cenab-ı allah tarafından verilmiştir. hal böyleyken bir milleti bilmediği bir dile hapsetmek en hafif tabir ile ırkçılıktır. üstelik dinde türkçeye karşı çıkan çevrelerin peygamber, abdest,namaz gibi farsça kelimelere de arapça gibi kutsaliyet atfetmeleri bu tepkilerin ne kadar sığ olduğunun göstegesidir.
öztürkçe tanrı kelimesini türk milletinin dilinden sökmeye çalışırken yine farsça huda kelimesini sakıncalı görmemek tam olarak siyasi bir duruştur. dinin anadilde yaşanmasına karşı çıkmak, ülkemizde son yıllarda sıkça başvurulan din istismarına da kapı açar. bazı çevrelerin kuran'ın insanlar tarafından anlaşılmasını "sen okuma,okusan da anlamazsın,sapıtırsın" gibi söylemlerle tehlikeli göstermelerinin sebebi, zümer suresi 3. ayeti olsa gerek. çünkü bu ayette yüce yaratan bizlere çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır.
"dikkat edin! gerçek din, sadece allah'a mahsusdur. ondan başkasını kendilerine dostlar edinenler ise: biz onlara sadece bizi allah'a daha fazla yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz derler."
bu size bir şeyleri yada birilerini hatırlatmış olabilir...
bizler bugün malesef konuştuğu cümlelere ingilizce kelimeler serpiştirerek modern görünmeye çalışanlarla, konuştuğu cümlelere arapça kelimeler serpiştirerek dindar görünmeye çalışanlar arasında türkçe konuşma savaşı vermekteyiz.
milletimiz anladığı dilde tanrı ile iletişim kurduğunda, anladığı dilde namaza çağırıldığında, tanrı sözlerini anlamadıkları bir dilde sevap kazanmak için değil, anladıkları dilde "anlamak" için okuduğunda önce kendini sonra geleceğini kurtaracaktır prangalardan.
"göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da allah'ın delillerindendir. şüphesiz bunda bilenler için elbette alınacak dersler vardır." (rum,22)
tanrı esenliği üstünüze olsun...
edit: pek dindar bir adam sayılmam. sadece konuya ilgiliyim.
milliyetçi olduğumu da düşünebilirsiniz.
fakat unutmayın milliyetçilik iç güdüsel bir olaydır.
burada milliyetçilik yaptıysam bile bu ofansif değil defansif bir milliyetçiliktir.
yani din üzerinden yapılan arap ırkçılığına karşı kendimi savundum sadece.
devamını gör...
porridge
bu sabah uyanır uyanmaz aklıma gelen, türkçesini yulaf lapası olarak karşılayabileceğimiz, geleneksel ingiliz kahvaltı yiyeceği. yarın sabah jamie oliver'den aldığım geleneksel bir ingiliz reçetesiyle güzel bir 'porridge' yapacağım kendime.
şimdilerde pek bir asortik takılsa da, hatta yulafın bu kadar pahalanmasıyla neredeyse bir zengin yiyeceğine dönüşse de 'porridge' aslında bir fakir yiyeceğidir.
neredeyse tek başına yüzyıllarca yoksul insanları açlıktan ölmekten kurtaran bu kahraman yiyeceğe günümüzde hak ettiği değer fazlasıyla veriliyor.
kişisel not: yurt dışında, hayatımdaki en güzel 'porridge'i, ingiltere'de değil, st. petersburg'ta, kahvaltı odaları bile olmadığı için, odanıza kahvaltı servisi yaptıkları apartmandan bozma bir motelde yedim.
ikinci not: bu yazı biraz bu ne perhiz bu ne lahana turşusu cinsinden bir yazı. bağışlanmayı dilemiyorum ama dolar olmuş bilmem kaç, yazdığım şeye bak. abesle iştigal örneği resmen.
üçüncü not: bu ingilizce sözcüğün söylenişi nedense çok zor gelir bana, porriç gibi bir söylenişi var, ben bu söylenişe ulaşıncaya kadar onlarca çeşitlemesini uydurmuşumdur. en çok da podriç demekten kendimi alamıyordum.*
şimdilerde pek bir asortik takılsa da, hatta yulafın bu kadar pahalanmasıyla neredeyse bir zengin yiyeceğine dönüşse de 'porridge' aslında bir fakir yiyeceğidir.
neredeyse tek başına yüzyıllarca yoksul insanları açlıktan ölmekten kurtaran bu kahraman yiyeceğe günümüzde hak ettiği değer fazlasıyla veriliyor.
kişisel not: yurt dışında, hayatımdaki en güzel 'porridge'i, ingiltere'de değil, st. petersburg'ta, kahvaltı odaları bile olmadığı için, odanıza kahvaltı servisi yaptıkları apartmandan bozma bir motelde yedim.
ikinci not: bu yazı biraz bu ne perhiz bu ne lahana turşusu cinsinden bir yazı. bağışlanmayı dilemiyorum ama dolar olmuş bilmem kaç, yazdığım şeye bak. abesle iştigal örneği resmen.
üçüncü not: bu ingilizce sözcüğün söylenişi nedense çok zor gelir bana, porriç gibi bir söylenişi var, ben bu söylenişe ulaşıncaya kadar onlarca çeşitlemesini uydurmuşumdur. en çok da podriç demekten kendimi alamıyordum.*
devamını gör...
hayatınızın mottosu olan sözler
tepende karabulutlar olsa bile gökyüzünün maviliğinden kuşku duyma.
devamını gör...
renkli göz
güzel kirpikleri de varsa kadına inanılmaz bir güzellik katan gözdür. gördüğü yerde insanın şiir yazası geliyor.*
devamını gör...
12 yaşındaki çocuğun ayakkabısıyla mastürbasyon yapan adam
okurken midem kalktı be iğrenç pislik yaratik bir bitmediniz.
devamını gör...
tahammül edilemeyen insan özellikleri
kaynağı id* olan ve kronikleşmiş bütün davranışların oluşturduğu özelliklerdir.
devamını gör...
geceye tatsız bir hayat kuralı bırak
sevdiklerin birer birer bu dünyadan göç ederken hiçbir şey elden gelmeyecek.
devamını gör...
sözlükte ulu orta aşk yaşamak
ilk defa tribündeyim, ilk defa linç edilmiyorum, ilk defa yaftalanmıyorum, çok farklı imiş yav?*
takımlar kim kim şimdi?*
edit : 10 dakika sürmedi ya la? ahahah
takımlar kim kim şimdi?*
edit : 10 dakika sürmedi ya la? ahahah
devamını gör...
yazarların kafasında yankılanan replik
- japonlar amerika'ya saldırmış artık bir dünya savaşımız var.
-sen takma kafana müzaffer. "senin savaşın sana yeter."
-sen takma kafana müzaffer. "senin savaşın sana yeter."
devamını gör...
15 yaşında çocukların evlenmesine insan hakkı demek
bir çocuğun gözlerinin içine bakıp konuştunuz mu hiç demek isterdim bu insan müsveddesi varlıklara. gözlerinde hayata karşı bir masumiyet barındıran, oyun oynayan, asi çıkışlar yapsa bile aslında çok korkak olan bu çocukların göz bebeklerine baktınız mı. bir çocuğu şehvet ile kadın görmek nasıl bir insanlık, nasıl bir şerefsizlik. pedofili yani çocuk istismarı sadece eylem üzerinden değil, ifadeler üzerinden de suç olmalı ki bu insan görünümlü yaratıklar ağızlarından çıkanlar ile kirletmesinler zihinleri.
devamını gör...
normal sözlük kelimelik turnuvası
arkadaşlar iyi akşamlar, bengarip ile beraber bu etkinliği yapmayı planlıyoruz. basit bir direkt eşleşmeli ve elemeli bir sistem olmasın dedik ve lig usulü olmasında karar verdik. toplam katılımcı sayısı 3 e bölünecek 3 ayrı grup olacak, grup üyeleri kendi aralarında 2 şer maç yapacak ve grubun ilk 3 ü gruptan çıkacak. çıkan 9 kişi yine bir grupta yine aralarında 2 şer maç yapacak ve 1. 2. 3. belli olacak.
1-2-3 olacak yazarlarımıza sembolik birer hediye düşünüyoruz. katılım süresini yarın akşam 22:00 olarak belirledik, o süreye kadar "kelimelik" kullanıcı adınızı, eksiksiz ve hatasız olarak bengarip e bildirmeniz gerekiyor, beni de alın diyen yazarlarda dahil kelimelikteki nikinizi bildirmeniz gerekiyor. maçları 72 saat üzerinden açarsak daha adil olur sanırım. ( iş güç) ama 72 saat diye oyunu yaymassak sevinirim. yapılan maçların sonucunu, taraflardan biri bu başlığa yazacak, hayır ben yenilmedim, ben yendim gibi itirazlar olursa, itiraz eden bir "ss" yollarsa sonuç anlaşılır. sonuçları bengarip tabloya girip yine bu başlık altında yayınlayacak.
bu arada bu başlığa yazdıklarımız yönetim tarafından flood olarak kabul edilmez ise seviniriz. sorularınız için ben ve bengarip yardımcı olacağız.
1-2-3 olacak yazarlarımıza sembolik birer hediye düşünüyoruz. katılım süresini yarın akşam 22:00 olarak belirledik, o süreye kadar "kelimelik" kullanıcı adınızı, eksiksiz ve hatasız olarak bengarip e bildirmeniz gerekiyor, beni de alın diyen yazarlarda dahil kelimelikteki nikinizi bildirmeniz gerekiyor. maçları 72 saat üzerinden açarsak daha adil olur sanırım. ( iş güç) ama 72 saat diye oyunu yaymassak sevinirim. yapılan maçların sonucunu, taraflardan biri bu başlığa yazacak, hayır ben yenilmedim, ben yendim gibi itirazlar olursa, itiraz eden bir "ss" yollarsa sonuç anlaşılır. sonuçları bengarip tabloya girip yine bu başlık altında yayınlayacak.
bu arada bu başlığa yazdıklarımız yönetim tarafından flood olarak kabul edilmez ise seviniriz. sorularınız için ben ve bengarip yardımcı olacağız.
devamını gör...
değerini kaybedince anladığımız bir şey
diş.
devamını gör...