renklerin yazarlar için anlamı
grinin benim için hayata denk düşen fazlaca uzun biraz gereksiz anlamı:
soluk bir kartpostalın arkasına heyecanla yazılmış birkaç cümleyi düşünmekten kendimi bir türlü kurtaramıyorum. nasıl oluyor da elimizin altında ağır bir tahakkümle hükmettiğimiz onca şey birden grileşerek uzaklaşan bir hatıraya dönüşüveriyor. fotoğraflara, mevsimlere ve ihtiyar yüzlere baktıkça bu hayatın asıl rengi griymiş gibi geliyor bana. insan nerde, nasıl ve kiminle olursa olsun bir yanı her zaman mat ve gri. bana kalırsa hatıra dediğimiz; o bazen naif bazen unutulası, bazen garip ve ince bir tılsıma dönüşen geçmiş zaman vakalarının bir rengi varsa gri olmalı. çünkü ben gri renge ihtiyatla baktığım zaman, çocukluğumun geçtiği sokak gözlerimin önünden uzun uzun ilerleyerek toprak bir top sahasına dönüşüyor. ben yalnız kendim dönüp herhangi bir şeye baktığım zaman neyi geçiriyorsam aklımdan, hayatı ve hatıraları onunla tanımlıyorum. bir renge böyle bir yükü yüklemenin haksızlığı beni ürkütmüyor. çünkü beyaz, yalnız ve sadece beyaz olması ile tüm kirlerin günahını üzerine almışken, griye elbette ne hissettiğini sormayacaklar. fakat bir soruyu yine de tereddütsüz cevaplayamıyorum: kapıdan adımını atar atmaz sokağın pisliğini üstüne yüklenmek mi, artık temiz kalmışlığı hafızalarda dahi hatrı sayılacak kadar tartışılır bir sokağın bizatihi kendisini sırtlamak mı? hangisi, çocukluk arkadaşımızın yere düşmesine artık üzülmeyecek kadar içindekini yitirmek kadar ağır? tam burda; bir gece yarısı aslında modern insanlığın hiç de derdi olmayan bir renk üzerine kafa patlatmanın cevabını buluyorum. bu cevap diğer tüm cevaplarımdan farklı hiçbir yola açılmıyor. insan; bir renk, bir başka insan, bir ağaç, gökyüzü, küfürlü bir duvar, hatta kırık bir şemsiye gördüğünde aynı cevabı bulduğu için duraksıyor: ömrümüz çok çabuk grileşiyor. hıçkırmaktan boğazının yırtılması da sevinç naralarından sesinin kısılması da bir süre sonra gözlerinin önünde aynı eksik, aynı soğuk, aynı soluk renge dönüşüyor. o zaman, yalnızca bir renge değil aslında bir ömre kafa patlattığını nihai netice olarak anlıyor insan. fakat griden ve ömrümden bağımsız olarak ısrarla soruyorum: yalnızca bir rengi yahut yalnızca bir kartpostalı gecelerce düşünüp kafa patlatsaydım ve bu; ne bir ömür yahut daha mühim veya gereksiz herhangi bir şey anlamına gelmeseydi, yani ben sırf modern dünya gündemini hiç meşgul etmeyen çok küçük ve zavallı bir şey için beynimin çeperlerini acımasızca kazımış olsaydım, bundan utanacak mıydım? yani ben kendimi paraladığım her neyse; insanlar nazarında kıymetli olduğunda mı vaktimi ve beynimi boşa harcamamış olacaktım? ben, yalnızca bir rengi bu kadar düşünmüş olmanın, insanlar tarafından hoyratça kınanacağı düşüncesinin verdiği eziklikle mi "aslında bu kendimi paraladığım yalnızca bir renk değildir" diye izaha ihtiyaç duyuyor ve yazıyor ve yazıyorum?
gri, kartpostal veya her neyse. insan düşündükçe çıldıran, çıldırdıkça insana düşman olan bir varlıktan başka şey değil. dönüp dolaşıp insana gelen bu kaçıncı lakırdı. üstelik ömür acımasızca grileşirken.
gri, ömrümüzü fütursuzca tüketirken anılarımızı emanet ettiğimiz güzide renk.
soluk bir kartpostalın arkasına heyecanla yazılmış birkaç cümleyi düşünmekten kendimi bir türlü kurtaramıyorum. nasıl oluyor da elimizin altında ağır bir tahakkümle hükmettiğimiz onca şey birden grileşerek uzaklaşan bir hatıraya dönüşüveriyor. fotoğraflara, mevsimlere ve ihtiyar yüzlere baktıkça bu hayatın asıl rengi griymiş gibi geliyor bana. insan nerde, nasıl ve kiminle olursa olsun bir yanı her zaman mat ve gri. bana kalırsa hatıra dediğimiz; o bazen naif bazen unutulası, bazen garip ve ince bir tılsıma dönüşen geçmiş zaman vakalarının bir rengi varsa gri olmalı. çünkü ben gri renge ihtiyatla baktığım zaman, çocukluğumun geçtiği sokak gözlerimin önünden uzun uzun ilerleyerek toprak bir top sahasına dönüşüyor. ben yalnız kendim dönüp herhangi bir şeye baktığım zaman neyi geçiriyorsam aklımdan, hayatı ve hatıraları onunla tanımlıyorum. bir renge böyle bir yükü yüklemenin haksızlığı beni ürkütmüyor. çünkü beyaz, yalnız ve sadece beyaz olması ile tüm kirlerin günahını üzerine almışken, griye elbette ne hissettiğini sormayacaklar. fakat bir soruyu yine de tereddütsüz cevaplayamıyorum: kapıdan adımını atar atmaz sokağın pisliğini üstüne yüklenmek mi, artık temiz kalmışlığı hafızalarda dahi hatrı sayılacak kadar tartışılır bir sokağın bizatihi kendisini sırtlamak mı? hangisi, çocukluk arkadaşımızın yere düşmesine artık üzülmeyecek kadar içindekini yitirmek kadar ağır? tam burda; bir gece yarısı aslında modern insanlığın hiç de derdi olmayan bir renk üzerine kafa patlatmanın cevabını buluyorum. bu cevap diğer tüm cevaplarımdan farklı hiçbir yola açılmıyor. insan; bir renk, bir başka insan, bir ağaç, gökyüzü, küfürlü bir duvar, hatta kırık bir şemsiye gördüğünde aynı cevabı bulduğu için duraksıyor: ömrümüz çok çabuk grileşiyor. hıçkırmaktan boğazının yırtılması da sevinç naralarından sesinin kısılması da bir süre sonra gözlerinin önünde aynı eksik, aynı soğuk, aynı soluk renge dönüşüyor. o zaman, yalnızca bir renge değil aslında bir ömre kafa patlattığını nihai netice olarak anlıyor insan. fakat griden ve ömrümden bağımsız olarak ısrarla soruyorum: yalnızca bir rengi yahut yalnızca bir kartpostalı gecelerce düşünüp kafa patlatsaydım ve bu; ne bir ömür yahut daha mühim veya gereksiz herhangi bir şey anlamına gelmeseydi, yani ben sırf modern dünya gündemini hiç meşgul etmeyen çok küçük ve zavallı bir şey için beynimin çeperlerini acımasızca kazımış olsaydım, bundan utanacak mıydım? yani ben kendimi paraladığım her neyse; insanlar nazarında kıymetli olduğunda mı vaktimi ve beynimi boşa harcamamış olacaktım? ben, yalnızca bir rengi bu kadar düşünmüş olmanın, insanlar tarafından hoyratça kınanacağı düşüncesinin verdiği eziklikle mi "aslında bu kendimi paraladığım yalnızca bir renk değildir" diye izaha ihtiyaç duyuyor ve yazıyor ve yazıyorum?
gri, kartpostal veya her neyse. insan düşündükçe çıldıran, çıldırdıkça insana düşman olan bir varlıktan başka şey değil. dönüp dolaşıp insana gelen bu kaçıncı lakırdı. üstelik ömür acımasızca grileşirken.
gri, ömrümüzü fütursuzca tüketirken anılarımızı emanet ettiğimiz güzide renk.
devamını gör...
motion capture
kısaltması mocap olan türkçeye hareket yakalama olarak çevrilen bir teknolojidir. ilk olarak yüzüklerin efendisi'nde gollum karakterinde kullanılmıştır. motion capture kısaca, hareketleri ve/veya mimikleri 3 boyutlu ortama daha gerçekçi aktarabilmek için kullanılan bir teknolojidir. bu teknoloji ilk olarak askeri ve tıp alanlarında kullanılsa da daha sonra eğlence sektöründe patlama yapmış ve bu alanda bilinir olmuştur.
motion capture için genellikle özel tasarlanmış bir giysi giyilir giysinin üzerinde nokta şeklinde yapılar görünür bunlar kayıt cihazlarıdır ve sensörleri vardır. bu cihazlar, hareketleri bilgisayara aktarır. kimi yapımlarda hareket yakalama sadece az bir kısımda kullanılsa da örneğin polar express animasyonunda, oyuncular hareket yakalama giysisiyle animasyon karakterlerine yakışacak şekilde abartılı tepkiler vererek tıpkı bir normal bir film gibi rol yapmışlardır. yani filmin kalitesini her ne kadar animasyon gibi görünse de oyuncular belirler.
kayıt cihazları, kas ve eklem hareketlerini daha iyi yakalayabilmek amacıyla giysisiz deri üzerine de yapıştırılabilir. hareket yakalama, illa insan hareketleri olmak zorunda da değildir kedi ve köpeklerde de motion capture işlemi uygulanmıştır hatta bitkilerde bile. oyun, film, animasyon gibi alanlarda sıkça kullanılır. günümüz teknolojisinde bu hareket yakalama iyice ilerlemiştir, daha gerçekçi ve pratik şekilde elde edilebilir olmuştur.
tensorflow kütüphanesi hareket yakalama teknolojisini destekler. içerisinde hareket yakalama kullanılan bazı yapımlar: avatar(film), death stranding(oyun), yüzüklerin efendisi, polar express(animasyon). aşağıdaki kare maymunlar cehennemi filminden.
motion capture için genellikle özel tasarlanmış bir giysi giyilir giysinin üzerinde nokta şeklinde yapılar görünür bunlar kayıt cihazlarıdır ve sensörleri vardır. bu cihazlar, hareketleri bilgisayara aktarır. kimi yapımlarda hareket yakalama sadece az bir kısımda kullanılsa da örneğin polar express animasyonunda, oyuncular hareket yakalama giysisiyle animasyon karakterlerine yakışacak şekilde abartılı tepkiler vererek tıpkı bir normal bir film gibi rol yapmışlardır. yani filmin kalitesini her ne kadar animasyon gibi görünse de oyuncular belirler.
kayıt cihazları, kas ve eklem hareketlerini daha iyi yakalayabilmek amacıyla giysisiz deri üzerine de yapıştırılabilir. hareket yakalama, illa insan hareketleri olmak zorunda da değildir kedi ve köpeklerde de motion capture işlemi uygulanmıştır hatta bitkilerde bile. oyun, film, animasyon gibi alanlarda sıkça kullanılır. günümüz teknolojisinde bu hareket yakalama iyice ilerlemiştir, daha gerçekçi ve pratik şekilde elde edilebilir olmuştur.
tensorflow kütüphanesi hareket yakalama teknolojisini destekler. içerisinde hareket yakalama kullanılan bazı yapımlar: avatar(film), death stranding(oyun), yüzüklerin efendisi, polar express(animasyon). aşağıdaki kare maymunlar cehennemi filminden.

devamını gör...
devlet müzelerimizden kaybolan eserler
şaşırtmayan olay.
4 yıl boyunca bölümümden dolayı neler gördüm neler duydum. el altından eserleri yurt dışına satıp,kopyasını sergileyeni mi dersin, zamanin x kültür bakanının "ya ne var yapının merdivenine isim kazidilarsa kalp böcek çizdilerse zaten 100 yıl sonra kendi kendine geçer" diyeni mi, söz de sergileme adı altında b*k ve gider borularının hemen altına x arsiv malzemelerini koyup gelişi güzel fırlatanı mı, eserin belgeleme formuna "ne işe yarayacak koy üst üste dursun çok yer kaplamasın" diyeni mi...
her konu da 100 yıl geri gitsek her seyde daha başarılı oluruz.
bunlar yine kaf dağının görünen tarafi. ya bilinmeyen tarafı? kaç eser gitti öyle pisi pisine. sadece bekci mi suçlu? muze muduru,koruma uzmanı diger personeller ? müze müdürü olmadan, envanter kayıtları, belgelemeler, uygun depo koşulları,sergileme, haftalik ve aylık denetimler, koruma uzmanı tarafından eserin kayıt altına alındığı defterler, fotoğraflar? nasil olabiliyor da onca şeye rağmen 404 eser kayıp, 42 eser sahte çıkmış, devlet resim ve heykel müzesinde 302 tarihi tablo kayboluyor. tablolar 250 milyon dolar değerinde. tek suçlu güvenlik oluyor.nasil?
çok açık değil mi ?
ne var ya 100 sene sonra yerine konur hepsi. 100 sene bekleyin nahh konur.
4 yıl boyunca bölümümden dolayı neler gördüm neler duydum. el altından eserleri yurt dışına satıp,kopyasını sergileyeni mi dersin, zamanin x kültür bakanının "ya ne var yapının merdivenine isim kazidilarsa kalp böcek çizdilerse zaten 100 yıl sonra kendi kendine geçer" diyeni mi, söz de sergileme adı altında b*k ve gider borularının hemen altına x arsiv malzemelerini koyup gelişi güzel fırlatanı mı, eserin belgeleme formuna "ne işe yarayacak koy üst üste dursun çok yer kaplamasın" diyeni mi...
her konu da 100 yıl geri gitsek her seyde daha başarılı oluruz.
bunlar yine kaf dağının görünen tarafi. ya bilinmeyen tarafı? kaç eser gitti öyle pisi pisine. sadece bekci mi suçlu? muze muduru,koruma uzmanı diger personeller ? müze müdürü olmadan, envanter kayıtları, belgelemeler, uygun depo koşulları,sergileme, haftalik ve aylık denetimler, koruma uzmanı tarafından eserin kayıt altına alındığı defterler, fotoğraflar? nasil olabiliyor da onca şeye rağmen 404 eser kayıp, 42 eser sahte çıkmış, devlet resim ve heykel müzesinde 302 tarihi tablo kayboluyor. tablolar 250 milyon dolar değerinde. tek suçlu güvenlik oluyor.nasil?
çok açık değil mi ?
ne var ya 100 sene sonra yerine konur hepsi. 100 sene bekleyin nahh konur.
devamını gör...
diyarbakır köy okulu yardımımızın ulaşması
katılmaktan onur duyduğum yardım kampanyasıydı.teşekkürler değerli yazarlar ve rakipsiz kafa sözlük.
devamını gör...
burka giymediği için öldürülen afgan kadın
malum partiye oy veren kadınlar iyi izlesin siz bunlarla yan yanasınız.
devamını gör...
çocuğunuz ateist olduğunu söylese ne yaparsınız sorunsalı
bir çocuğun sağlıklı bir yetişkinlik evresine geçebilmesi için ona, biricik olduğunun ve anne-babadan bağımsız olduğunun hissettirilmesi gerekiyor. doğruyu, yanlışı ve gerekli tüm nezaket kurallarını öğretin evet, zaten sizi rol model alacaktır birçok şeyde.
ancak; belli bir yaşa geldikten sonra çocuk kendi araştırmaları ve mantığı doğrultusunda bir yola evrilebilir, size böyle bir şeyle geldiğinde onu eleştirmek ve yargılamak yerine onu anladığınızı hissettirmeli ve görüşlerine saygı duymalısınız.
aksi takdirde; çocuk size fikirlerini söylemekten çekinir, kaçar ve sizden uzaklaşabilir. bunun sonucunda da kopuk bir ebeveyn-çocuk ilişkisi gelişir ve bu kimseyi mutlu etmez.
ancak; belli bir yaşa geldikten sonra çocuk kendi araştırmaları ve mantığı doğrultusunda bir yola evrilebilir, size böyle bir şeyle geldiğinde onu eleştirmek ve yargılamak yerine onu anladığınızı hissettirmeli ve görüşlerine saygı duymalısınız.
aksi takdirde; çocuk size fikirlerini söylemekten çekinir, kaçar ve sizden uzaklaşabilir. bunun sonucunda da kopuk bir ebeveyn-çocuk ilişkisi gelişir ve bu kimseyi mutlu etmez.
devamını gör...
sınıfta parmak kaldırmadan konuşan çocuk
eğitim size özgüven sağlamalıdır. ben parmak kaldırılmasına karşıyım. işin şov kısmıdır, parmak kaldırmak hatta bir süre sonra hocaların gözdesi olmak için fikri olmamasına rağmen refleks olarak parmak kaldıran ''kısıtlı zekalı'' insanlar doğuyor ortamlarda. kimi, öğrencinin terbiye edilmesi ve düzeni öğrenmesinin parmak kaldırmakla veya söz hakkı istemekle olduğunu düşünüyor. ben bu düşünceye tamamen karşıyım. fikri olan çocuk zaten dersi dinliyordur, hocanın ayırıştırma yapmadan ve öğrencileri strese sokmadan konuyu anlatıp, gözlemleyip, göz göze geleceği öğrenciye söz hakkı vermesi gerekiyor. ''parmağınızı kaldırın'' sistemi sidik yarışıdır, sistem hatasıdır. bir soruya 5 kişi parmak kaldırır, 3 kişi konuşur. diğerlerinin hevesi kursaklarında kalır. hocanın gözüne girmek isteyen o beş öğrenciden üçü kesinlikle parmak kaldırmak için kaldırır ve saçmalar.
tabi bir diğer nokta da hocaların konuya ilgi duymayan, dersle ilgilenmeyenlere ısrarla soru sormasıdır.bu durum, sistemin yanında hocaların hatasıdır. skandal bir hocamız vardı, üniversite çağındaki öğrencilere ''evet parmakları göreyim'' diyordu, inanılır gibi değil. kendisinde hiç haz etmezdim ve sanırım duygularımız karşılıklıydı. bütün parmak kaldıranları es geçip tamam arkadaşlar der, parmak kaldırmayan ben ve benim gibi insanlara ısrarla sorular sorardı. ben bu durma tam 23 yaşımda maruz kaldım. sıklıkla, evet thedansözkiller sen ne düşünüyorsun sorusuna maruz kalıyordum. ders kabusum olmuştu, ilgi duymuyor, inatlaşırcasına okumalarımı yapamıyordum. eziyet gibi geçen bir dönemdi ve her derste benden bir fikir bekler ve bende gıcıklığına her seferinde ''l dont have any idea'' derdim. haliyle dersten kalmıştım fakat pişman değilim, dönem sonu hoca değerlendirmesinde açık açık yazmıştım.
sınıfta parmak kaldırılmasını istemek yanlıştır.
zihninizde hemen türk siyasi programları veya bizim türkiye'de var olan birbirini dinlememe ve her lafa atlama olayı gelmemelidir. kendini bilen öğrenci veya yetişkin, bir fikri varsa eğer kendini belli eder, sırasını bekler ve gerektiği yerde konuşur.
tabi bir diğer nokta da hocaların konuya ilgi duymayan, dersle ilgilenmeyenlere ısrarla soru sormasıdır.bu durum, sistemin yanında hocaların hatasıdır. skandal bir hocamız vardı, üniversite çağındaki öğrencilere ''evet parmakları göreyim'' diyordu, inanılır gibi değil. kendisinde hiç haz etmezdim ve sanırım duygularımız karşılıklıydı. bütün parmak kaldıranları es geçip tamam arkadaşlar der, parmak kaldırmayan ben ve benim gibi insanlara ısrarla sorular sorardı. ben bu durma tam 23 yaşımda maruz kaldım. sıklıkla, evet thedansözkiller sen ne düşünüyorsun sorusuna maruz kalıyordum. ders kabusum olmuştu, ilgi duymuyor, inatlaşırcasına okumalarımı yapamıyordum. eziyet gibi geçen bir dönemdi ve her derste benden bir fikir bekler ve bende gıcıklığına her seferinde ''l dont have any idea'' derdim. haliyle dersten kalmıştım fakat pişman değilim, dönem sonu hoca değerlendirmesinde açık açık yazmıştım.
sınıfta parmak kaldırılmasını istemek yanlıştır.
zihninizde hemen türk siyasi programları veya bizim türkiye'de var olan birbirini dinlememe ve her lafa atlama olayı gelmemelidir. kendini bilen öğrenci veya yetişkin, bir fikri varsa eğer kendini belli eder, sırasını bekler ve gerektiği yerde konuşur.
devamını gör...
dünyanın en samimiyetsiz cümlesi
ya kuzum inan hiç beklemediğin anda oluyor, allah sana daha güzelini nasip etsin
devamını gör...
hayatınızı mahveden şeyler
sınavlar.
devamını gör...
adana demirspor
başkanı sahibi kim bilmiyorum, şeyimde de değil. ben tribün çocuklarını, onların sevdasını seviyorum.
bu gün o gün olsun adana demirspor, bizim sepetçiler sizi üzmesin bugün.
bu gün o gün olsun adana demirspor, bizim sepetçiler sizi üzmesin bugün.
devamını gör...
star wars
george lukas tarafından yaratılan evren ve film serisi.
kronolojik ve bence izlenmesi gereken sırayla filmler;
4) yıldız savaşları: bölüm ıv - yeni bir umut (episode ıv – a new hope 1977)
5) yıldız savaşları: bölüm v - imparator (episode v – the empire strikes back 1980)
6) yıldız savaşları: bölüm vı - jedi'ın dönüşü (episode vı – the return of the jedi 1983)
1) yıldız savaşları: bölüm ı - gizli tehlike (episode ı – a phantom menace 1999)
2) yıldız savaşları: bölüm ıı - klonların saldırısı (episode ıı – attack of the clones 2002)
3) yıldız savaşları: bölüm ııı - sith'in intikamı (episode ııı – revenge of the sith 2005)
2015 yılından sonra çekilen filmlere ise küsüm. bana göre son derece dandirik.
-spoiler-
hele force awakens' da bir sith öğrencisinin, daha padawan bile olmamış rey'den ve tesisatçı bir stormtrooper (finn) dan ayar yemesi tüm dengemi bozdu.
-spoiler-
kronolojik ve bence izlenmesi gereken sırayla filmler;
4) yıldız savaşları: bölüm ıv - yeni bir umut (episode ıv – a new hope 1977)
5) yıldız savaşları: bölüm v - imparator (episode v – the empire strikes back 1980)
6) yıldız savaşları: bölüm vı - jedi'ın dönüşü (episode vı – the return of the jedi 1983)
1) yıldız savaşları: bölüm ı - gizli tehlike (episode ı – a phantom menace 1999)
2) yıldız savaşları: bölüm ıı - klonların saldırısı (episode ıı – attack of the clones 2002)
3) yıldız savaşları: bölüm ııı - sith'in intikamı (episode ııı – revenge of the sith 2005)
2015 yılından sonra çekilen filmlere ise küsüm. bana göre son derece dandirik.
-spoiler-
hele force awakens' da bir sith öğrencisinin, daha padawan bile olmamış rey'den ve tesisatçı bir stormtrooper (finn) dan ayar yemesi tüm dengemi bozdu.
-spoiler-
devamını gör...
normal caps
devamını gör...
gece karnı acıkan yazarlar veri tabanı
ekşi sözlükteki tarih-olay formatında başlık açma furyasının taaa 16 yıl öncesinde var olduğunu göstermiş ekşi sözlük başlığı. formatın canına okunmaya o zamandan da başlanmış.
devamını gör...
sözlükte yazma şevkinizi kıran nedenler
başlıklara tanım girilmemesi.
açtığın başlığın sol tarafta kaybolup gitmesi.
açtığın başlığın sekmelere yarım saat sonra gönderilmesi.
tanımlara oy gelmemesi. tanım yazıyorsun oy gelmiyor. özeniyorsun iki saat tanım giriyorsun oylamıyorlar lan.
hayır öyle yeni gelmiş bir yazar değilim. bana böyle yapıyorlarsa ben yeni gelen yazarlara acıyorum. ciddi acıyorum.
sağa bakıyorum sola bakıyorum adamın girdiği osuruk tanıma akp mitingine doluşur gibi doluşuyorlar. oylar favoriler havada uçuşuyor. ne yazmış diyorum bakıyorum bir şey yok.
sonra diyorlar ki neden saçma sapan başlıklar gündem oluyor. neden saçma tanımlar giriliyor. sebebi bu. emeğe karşılık verilmiyor.
ha bunlar benim canımı ufak sıkan şeyler. yine söylüyorum tutsun diye yazsaydık atardık.
düzelmesi gerekiyor. nasıl düzelecek bilmiyorum. düzelmesi için onun bunun poposunu yalamam gerekiyorsa yalamam abi işim gücüm var.
şimdi gidip çevrelerin boş başlık dediği başlıklara tanım gireceğim.
açtığın başlığın sol tarafta kaybolup gitmesi.
açtığın başlığın sekmelere yarım saat sonra gönderilmesi.
tanımlara oy gelmemesi. tanım yazıyorsun oy gelmiyor. özeniyorsun iki saat tanım giriyorsun oylamıyorlar lan.
hayır öyle yeni gelmiş bir yazar değilim. bana böyle yapıyorlarsa ben yeni gelen yazarlara acıyorum. ciddi acıyorum.
sağa bakıyorum sola bakıyorum adamın girdiği osuruk tanıma akp mitingine doluşur gibi doluşuyorlar. oylar favoriler havada uçuşuyor. ne yazmış diyorum bakıyorum bir şey yok.
sonra diyorlar ki neden saçma sapan başlıklar gündem oluyor. neden saçma tanımlar giriliyor. sebebi bu. emeğe karşılık verilmiyor.
ha bunlar benim canımı ufak sıkan şeyler. yine söylüyorum tutsun diye yazsaydık atardık.
düzelmesi gerekiyor. nasıl düzelecek bilmiyorum. düzelmesi için onun bunun poposunu yalamam gerekiyorsa yalamam abi işim gücüm var.
şimdi gidip çevrelerin boş başlık dediği başlıklara tanım gireceğim.
devamını gör...
hasan
dunyanin en islamik isimlerinden olmakla beraber, karrrrrdesimin adi.
ben bokabasan demeyi tercih ediyorum, cunku ablayim, cunku orseleme hakkim sonuna kadar var ve cunku neden yabbbmayayim.*
ben bokabasan demeyi tercih ediyorum, cunku ablayim, cunku orseleme hakkim sonuna kadar var ve cunku neden yabbbmayayim.*
devamını gör...
bir masum mor menekse
2023'te erdoğan'ı tekrar seçip 2028'de de soylu'yu başkan yapacağız diye bir fantezisi var. bak hocu çok ciddiyim benim bu kadar çılgın bir fantezim yok.
devamını gör...
bir gün kediler dünyadan yok olsaydı
genki kawamura'nın yazmış olduğu 2021 yılında türkçe'ye çevrilmiş olan kitabıdır. bizde canım sözlük kitap - edebiyat kulübü ile okumaya karar vermiştik. bazı temin problemlerinden toplu okuyamadık ancak, ben kitabı alabilen şanslı kesimden olunca, okudum. azıcık spoiler içerebilir dikkatli olmanızı tavsiye ederim.
öncelikle kitabın konusundan bahsedecek olur isek,
bir posta memurunun birden bire ölümcül bir hastalığa yakalandığını ve artık çok ileri olduğu için kısa bir sürede vefat edeceğini öğrenmesi ile başlıyor. hazır ölen biri var diyip, şeytan çıkıp geliyor ve bir teklifte bulunuyor. teklif basit, dünyadan birşey kaybolacak, karşılığında bir gün daha yaşayacaksın. başlangıçta mantıklı, birsürü obje nesne var etrafta, sonsuza kadar bile sürebilir bu diye düşünüp karakterimiz, kabul ediyor. ve böylelikle oyun başlıyor. kitap, dini inançlarda olan dünyanın 7 günde yaratılması inancına atıfta bulunarak, kitabı 7 bölüme ayırıyor. aynı zamanda her bir gün bir nesnenin kayboluş günü. pazartesiden pazara uzanan bu yolculukta, duygusal olarak ana karakterimizi gözlemliyoruz. onun içsel yolculuğuna şahit olup, en önemli sorunların bile bir adım ile çözülebilir olduğunu anlıyoruz.
kitap çok sade ve yalın bir dille kaleme alınmış. bu nedenle de okuması çok kolay. çevirmenin de bunda payı büyük tabi, bu nedenle dex yayın evini ve çevirmen deniz topaktaşı tebrik etmeden geçemeyeceğim.
tüm ekibin sayesinde, uzun zamandır eline aldığı kitabı bir türlü bitiremeyen ben, zevkle bir kitabı bitirebildim.
kimlere tavsiye ederim kitabı diye soracak olursanız, hafif duygusal ama eğlenceli kitaplar tam benim zevk aldığım kitaplar diyorsanız, hiç çekinmeden başlayabilirsiniz.
şimdiden iyi okumalar.
öncelikle kitabın konusundan bahsedecek olur isek,
bir posta memurunun birden bire ölümcül bir hastalığa yakalandığını ve artık çok ileri olduğu için kısa bir sürede vefat edeceğini öğrenmesi ile başlıyor. hazır ölen biri var diyip, şeytan çıkıp geliyor ve bir teklifte bulunuyor. teklif basit, dünyadan birşey kaybolacak, karşılığında bir gün daha yaşayacaksın. başlangıçta mantıklı, birsürü obje nesne var etrafta, sonsuza kadar bile sürebilir bu diye düşünüp karakterimiz, kabul ediyor. ve böylelikle oyun başlıyor. kitap, dini inançlarda olan dünyanın 7 günde yaratılması inancına atıfta bulunarak, kitabı 7 bölüme ayırıyor. aynı zamanda her bir gün bir nesnenin kayboluş günü. pazartesiden pazara uzanan bu yolculukta, duygusal olarak ana karakterimizi gözlemliyoruz. onun içsel yolculuğuna şahit olup, en önemli sorunların bile bir adım ile çözülebilir olduğunu anlıyoruz.
kitap çok sade ve yalın bir dille kaleme alınmış. bu nedenle de okuması çok kolay. çevirmenin de bunda payı büyük tabi, bu nedenle dex yayın evini ve çevirmen deniz topaktaşı tebrik etmeden geçemeyeceğim.
tüm ekibin sayesinde, uzun zamandır eline aldığı kitabı bir türlü bitiremeyen ben, zevkle bir kitabı bitirebildim.
kimlere tavsiye ederim kitabı diye soracak olursanız, hafif duygusal ama eğlenceli kitaplar tam benim zevk aldığım kitaplar diyorsanız, hiç çekinmeden başlayabilirsiniz.
şimdiden iyi okumalar.
devamını gör...
yazarların takipçilerine söylemek istedikleri
ara sıra yoklayın lütfen. yaşlıları sevindirmek iyidir.*
devamını gör...
kalbinizi en çok kıran cümle
yetersiz bakiye
devamını gör...
limpopo
güney afrika cumhuriyeti'nin kuzey doğusunda, botswana, zimbabwe ve mozambik ile sınırları olan eyaletidir. yüzölçümü 125.754 km'²dir.
kruger milli parkı'nın bir kısmı bu eyalettedir.
polokwane en büyük şehridir.
kruger milli parkı'nın bir kısmı bu eyalettedir.
polokwane en büyük şehridir.
devamını gör...