401.
"ankara" dendiğinde bazıları hep denizinin olmamasını gündeme getirirler, bundan bir eksiklikmiş gibi söz ederler. ankara’ yı hep denizi olan şehirlerle kıyaslarlar. bana göre, ankara’ da illa ki bir denizin olması da gerekmiyor; ya da ankara’ da bir deniz olmamasını illa ki bir eksiklik olarak görmek gerekmiyor.
bir şehirde bir denizin olmamasını ben ankara’ ya çok yakıştırmışımdır. deniz tuhaf şeydir, zaten. yüzünüzü denize verdiğinizde arkanızı dönersiniz, insanlara. bu yüzden, ancak deniz şehirlerinde yalnız kalabilir insan, denize kalır, kendine kalır...
ankara mı? bakacak tek şey insan yüzleridir. bu yüzden insanlar kırıp dökmeye cesaret edemez birbirini kolay kolay. murathan mungan
bir keresinde bunun için "ankara'da oturma odası ahlakı vardır" demişti, "oysa istanbul'da bıçaklar ortadadır." doğrudur; hem de nasıl ortadadir... denizin şımartması belki de, herkes bıçaklarıyla birbirinin peşindedir. dürüstlük mü bu? yoksa insanların birbirine bakması için denizden daha "enteresan" olması gerektiği için mi?
bir şehirde bir denizin olmamasını ben ankara’ ya çok yakıştırmışımdır. deniz tuhaf şeydir, zaten. yüzünüzü denize verdiğinizde arkanızı dönersiniz, insanlara. bu yüzden, ancak deniz şehirlerinde yalnız kalabilir insan, denize kalır, kendine kalır...
ankara mı? bakacak tek şey insan yüzleridir. bu yüzden insanlar kırıp dökmeye cesaret edemez birbirini kolay kolay. murathan mungan
bir keresinde bunun için "ankara'da oturma odası ahlakı vardır" demişti, "oysa istanbul'da bıçaklar ortadadır." doğrudur; hem de nasıl ortadadir... denizin şımartması belki de, herkes bıçaklarıyla birbirinin peşindedir. dürüstlük mü bu? yoksa insanların birbirine bakması için denizden daha "enteresan" olması gerektiği için mi?
devamını gör...
402.
sanatçıların da sığ kalabileceğini gösteren, güzellikleri kendi zaman akışında saklayan şehir. yaşanmadan görülemez, fakat "yaşadım" demek için de yılları harcamak gerekmez.
gören gözler için güzeller güzeli bir şehirdir.
yahya kemal de olsa, yoz bir laf etmiştir.
gören gözler için güzeller güzeli bir şehirdir.
yahya kemal de olsa, yoz bir laf etmiştir.
devamını gör...
403.
bir günde 10 derece düştü hava
devamını gör...
404.
ayazıyla ünlü şehir.
devamını gör...
405.
4 mevsimin 2'sini 2 gün içerisinde yaşayan şehir.
bunu hak edecek ne yaptık, bilmiyorum ki... şu anda ellerim buzdan heykelleri andırıyor. kombi mi? çoktan hayal oldu o işler...
bunu hak edecek ne yaptık, bilmiyorum ki... şu anda ellerim buzdan heykelleri andırıyor. kombi mi? çoktan hayal oldu o işler...
devamını gör...
406.
ankara’ yı sevmek diğer şehirleri sevmekten farklıdır. belki biraz zordur da, ankara’ yı sevmek. ankara bazı şehirler gibi size deniz, orman, tabii güzellikler ya da sanayi sunmaz ve bunun karşılığında sevginizi istemez. o kimseyi çağırmaz. kimseye büyük düşler vaad etmez, görkemli sarayları ya da tarihe meydan okuyan, yıllanmış yapıları da yoktur.
ankara’ yı hep kıyı şehirleriyle ama en çok da istanbul’la kıyaslayıp bir denizinin olmamasından şikayet edenlere, ikinci şehir olduğundan, ‘gri şehir’, ‘beton şehir’, ‘memur şehri’, ‘soğuk şehir’ olduğundan dem vuranlara, ‘ben ankara’ nın en çok istanbul’a dönüşünü sevdim’ diyenlere aldırmayın siz. onlar kolay kazançlara, hazır güzelliklere alışmış kişilerdir ve ankara’yı sevmek için bir çaba da göstermemişlerdir. aslına bakarsanız ankara’da onları sevmemiştir. çünkü şehirlerin de bir ruhunun, bir kimliğinin olduğuna inanmışımdır ben, hep. siz bir şehri severseniz o da sizi sever; bir şehir sizi severse siz de onu seversiniz.
bir boş tuval, bir beyaz kağıt, pırl pırıl bir nota defteri, henüz sayfaları açılmamış yeni baskı bir roman gibidir, ankara. siz çaba gösterirsiniz; adım adım, nefes nefes, dakika dakika ankara’nın güzelliklerini ortaya çıkarır, onları sever ve ankara’ ya alışırsınız. bu alışkanlık zamanla bir tutku, bir tiryakilik olur, bırakamazsınız; bir yaşam tarzı olur, vazgeçemezsiniz.
ben ankara’nın nesini mi sevdim? ankara’nın o kadar çok şeyini sevdim ki, ankara benim için, adeta, sevgi kelimesiyle özdeşleşti; ben ankara’ nın her şeyini sevdim, yani.
ben, ankara’nın, konuştukça ağızlardan buhar çıkartan soğuğunda kızılay’ın caddelerinde dolaşmayı, hemen hemen her adım başındaki dönercilerden birinde ekmek arası döner yemeyi, metroya ya da ankaraya binmek için bilet kuyruğuna girmeyi, gençlik parkı’nda ankara havaları eşliğinde çay içmeyi sevdim.
ankara’ya en yakışan mevsim olan sonbahar’ da atakule’nin yanındaki botanik parkın kahverengiliğini, botanik park’ın hemen yanındaki atakule’nin en tepesinden ankara’ya bakıp, ayrancı’nın, kavaklıdere’nin, esat’ın, ulus’un, balgat’ın; ankara’ya ait her şeyin yerli yerinde olduğunu görmeyi, bir kış günü kuğulu park’ın beyaza bürünmesine eşlik etmeyi sevdim.
olgunlardan meşrutiyet’e, meşrutiyet’ten ziya gökalp’e, ziya gökalp’ten sakarya’ya yatay geçişler, kurtuluş’tan kolej’e, kolej’den kızılay’a dikey geçişler yapmayı, zafer çarşısı’ ndaki dükkanlardan kitap, kaset, ve kırtasiye malzemeleri almayı sevdim.
ankara kalesi’nden ankara’yı seyretmeyi, dönüşte de, kalenin o daracık sokaklarından geçerken, kaleiçinde deki gecekondularda yaşayan ailelerin çocuklarıyla, angara bebeleriyle, fotoğraf çektirmeyi sevdim.
güneş batarken, çankaya caddesinden, köşkün yanından kavaklı’ ya doğru yürümeyi, tunalı’ yı rahatça boydan boya kat edip, sonuna doğru yol dikleşince biraz yorulmayı, biraz da huzursuz olmayı sevdim. bahçeli’ nin sonsuz numaralı caddelerini adımlayıp, sonunda kendimi yine 7. cadde’ ye atmayı sevdim.
aşti’ de, başka bir ile gitmek için otobüs beklemeyi, kamil koç’ un peronuyla, mermerler’in peronlarının bazen yana denk gelmesiyle de hangi otobüse bineceğim konusunda kısa bir şaşkınlık yaşamayı sevdim.
ama ankara ile ilgili en çok da, denizi olan şehirlerde, örneğin istanbul’ da, insanların yüzlerini denize verebilmek için birbirlerine sırtlarını dönmelerine ve git gide yalnızlaşmalarına inat, denizi olmayan ankara’ da insanların birbirlerinin yüzlerine bakmalarını, birbirlerini anlamalarını, birbirlerinin yüz çizgilerini okuyabilmelerini ve birbirlerini kırmaya cesaret edememelerini sevdim.
evet, ben ankara’ yı işte böyle sevdim. zaten, bir sevdadır ankara.
ankara’ yı hep kıyı şehirleriyle ama en çok da istanbul’la kıyaslayıp bir denizinin olmamasından şikayet edenlere, ikinci şehir olduğundan, ‘gri şehir’, ‘beton şehir’, ‘memur şehri’, ‘soğuk şehir’ olduğundan dem vuranlara, ‘ben ankara’ nın en çok istanbul’a dönüşünü sevdim’ diyenlere aldırmayın siz. onlar kolay kazançlara, hazır güzelliklere alışmış kişilerdir ve ankara’yı sevmek için bir çaba da göstermemişlerdir. aslına bakarsanız ankara’da onları sevmemiştir. çünkü şehirlerin de bir ruhunun, bir kimliğinin olduğuna inanmışımdır ben, hep. siz bir şehri severseniz o da sizi sever; bir şehir sizi severse siz de onu seversiniz.
bir boş tuval, bir beyaz kağıt, pırl pırıl bir nota defteri, henüz sayfaları açılmamış yeni baskı bir roman gibidir, ankara. siz çaba gösterirsiniz; adım adım, nefes nefes, dakika dakika ankara’nın güzelliklerini ortaya çıkarır, onları sever ve ankara’ ya alışırsınız. bu alışkanlık zamanla bir tutku, bir tiryakilik olur, bırakamazsınız; bir yaşam tarzı olur, vazgeçemezsiniz.
ben ankara’nın nesini mi sevdim? ankara’nın o kadar çok şeyini sevdim ki, ankara benim için, adeta, sevgi kelimesiyle özdeşleşti; ben ankara’ nın her şeyini sevdim, yani.
ben, ankara’nın, konuştukça ağızlardan buhar çıkartan soğuğunda kızılay’ın caddelerinde dolaşmayı, hemen hemen her adım başındaki dönercilerden birinde ekmek arası döner yemeyi, metroya ya da ankaraya binmek için bilet kuyruğuna girmeyi, gençlik parkı’nda ankara havaları eşliğinde çay içmeyi sevdim.
ankara’ya en yakışan mevsim olan sonbahar’ da atakule’nin yanındaki botanik parkın kahverengiliğini, botanik park’ın hemen yanındaki atakule’nin en tepesinden ankara’ya bakıp, ayrancı’nın, kavaklıdere’nin, esat’ın, ulus’un, balgat’ın; ankara’ya ait her şeyin yerli yerinde olduğunu görmeyi, bir kış günü kuğulu park’ın beyaza bürünmesine eşlik etmeyi sevdim.
olgunlardan meşrutiyet’e, meşrutiyet’ten ziya gökalp’e, ziya gökalp’ten sakarya’ya yatay geçişler, kurtuluş’tan kolej’e, kolej’den kızılay’a dikey geçişler yapmayı, zafer çarşısı’ ndaki dükkanlardan kitap, kaset, ve kırtasiye malzemeleri almayı sevdim.
ankara kalesi’nden ankara’yı seyretmeyi, dönüşte de, kalenin o daracık sokaklarından geçerken, kaleiçinde deki gecekondularda yaşayan ailelerin çocuklarıyla, angara bebeleriyle, fotoğraf çektirmeyi sevdim.
güneş batarken, çankaya caddesinden, köşkün yanından kavaklı’ ya doğru yürümeyi, tunalı’ yı rahatça boydan boya kat edip, sonuna doğru yol dikleşince biraz yorulmayı, biraz da huzursuz olmayı sevdim. bahçeli’ nin sonsuz numaralı caddelerini adımlayıp, sonunda kendimi yine 7. cadde’ ye atmayı sevdim.
aşti’ de, başka bir ile gitmek için otobüs beklemeyi, kamil koç’ un peronuyla, mermerler’in peronlarının bazen yana denk gelmesiyle de hangi otobüse bineceğim konusunda kısa bir şaşkınlık yaşamayı sevdim.
ama ankara ile ilgili en çok da, denizi olan şehirlerde, örneğin istanbul’ da, insanların yüzlerini denize verebilmek için birbirlerine sırtlarını dönmelerine ve git gide yalnızlaşmalarına inat, denizi olmayan ankara’ da insanların birbirlerinin yüzlerine bakmalarını, birbirlerini anlamalarını, birbirlerinin yüz çizgilerini okuyabilmelerini ve birbirlerini kırmaya cesaret edememelerini sevdim.
evet, ben ankara’ yı işte böyle sevdim. zaten, bir sevdadır ankara.

devamını gör...
407.
sevmediğim bir şehir.
devamını gör...
408.
doğalgaz faturası 600 küsür gelince yaşamaktan vazgeçtiğim şehir. onun dışında goz bebeğimdir, anılarımdır ve 25 yaşında olsam da gençliğimdir. çok mutlu ve de çok mutsuz günlerim oldu ama hiç olmasaydı demedim. iyi ki ankara.
devamını gör...
409.
uzun yıllar yaşadığım, uzun yıllar sevdiğim şehir. bu sevgi, çankırı, çorum, yozgat, kırıkkale, gölbaşı gibi ilçelerin il merkezi olduktan ve şehrin nüfus profili değişmeye, medeniyetsizliğin norm olmaya başlamasından sonra yavaş yavaş azaldı ve en sonunda nefrete dönüştü. en sonunda arkadaşlarımla ve üç kişiyle vedalaştıktan sonra kaçtım oradan.
ekleme: elitist değilim. insanları aşağılama yanlısı hiç değilim. ama caddede yürürken kafanıza, gayet normal bir şeymiş gibi çarşaf silkeleyen, günah olduğu için kafasını sıkı sıkı örten ama apartman önünde basma şalvarla halı yıkayıp her yerini sergileyen, markette tüm ekmekleri mıncıran, "yavrıııım evde çocuk bekliyye ekmeen barasını verip de gidem" deyip sırada önünüze geçen, ... insanlara sempati duyamıyorum. babalarının cenazesi yan odada yatarken bu yanda, evde taziyeye gelmiş elalemin yanında miras kavgası yapanları, kadınları "kesip", gözlerinin içine baka baka "malzemelerini" karıştıranları da sevmiyorum. içinde yaşadıkları yerden de nefret ettirdiler
ekleme: elitist değilim. insanları aşağılama yanlısı hiç değilim. ama caddede yürürken kafanıza, gayet normal bir şeymiş gibi çarşaf silkeleyen, günah olduğu için kafasını sıkı sıkı örten ama apartman önünde basma şalvarla halı yıkayıp her yerini sergileyen, markette tüm ekmekleri mıncıran, "yavrıııım evde çocuk bekliyye ekmeen barasını verip de gidem" deyip sırada önünüze geçen, ... insanlara sempati duyamıyorum. babalarının cenazesi yan odada yatarken bu yanda, evde taziyeye gelmiş elalemin yanında miras kavgası yapanları, kadınları "kesip", gözlerinin içine baka baka "malzemelerini" karıştıranları da sevmiyorum. içinde yaşadıkları yerden de nefret ettirdiler
devamını gör...
410.
411.
kasvetli otogarı aşti ile kendini bana hatırlatan şehir.
devamını gör...
412.
ankara ve ankara'da yaşayanları tanımlayacak sadece iki cümledir.
"dünya'da 3 tane sevdiğimiz var. bir allah,bir başkent bir de rus kızlar."
türkiye cumhuriyeti'nun başkenti.
bak bak bak. neymiş ankara'da yeşillik ve canlı yaşamı olan yer yokmuş. bir sene hacettepe de okumuş ve ankara'yı çözmüş yazar kardeşimiz* beynam ormanlarını, kızılcahamam'ı bilmez. ama ankara profesörü olmuş. çay yolunu, yaşamkenti,gazi osman paşayı, çankaya'yı demez. ha doğru istanbul,kocaeli ormanlık alan biz bilmiyoruz iç anadolu'da türkiye'nin başkentinde yaşadığımız için cahil kalmışız.
her şeyi geçtim bu şehirde "cebeci'den kızılay'a yürümek diye" bir kültür var. eleman gelmiş ankara'ya kendi gibi üniversiteden arkadaşları ile 3-5 semt ve mekan gezmiş neymiş yaşanmamış. sen ve senin gibi düşünenler gelmesin zaten.
"dünya'da 3 tane sevdiğimiz var. bir allah,bir başkent bir de rus kızlar."
türkiye cumhuriyeti'nun başkenti.
bak bak bak. neymiş ankara'da yeşillik ve canlı yaşamı olan yer yokmuş. bir sene hacettepe de okumuş ve ankara'yı çözmüş yazar kardeşimiz* beynam ormanlarını, kızılcahamam'ı bilmez. ama ankara profesörü olmuş. çay yolunu, yaşamkenti,gazi osman paşayı, çankaya'yı demez. ha doğru istanbul,kocaeli ormanlık alan biz bilmiyoruz iç anadolu'da türkiye'nin başkentinde yaşadığımız için cahil kalmışız.
her şeyi geçtim bu şehirde "cebeci'den kızılay'a yürümek diye" bir kültür var. eleman gelmiş ankara'ya kendi gibi üniversiteden arkadaşları ile 3-5 semt ve mekan gezmiş neymiş yaşanmamış. sen ve senin gibi düşünenler gelmesin zaten.
devamını gör...
413.
tatlım neden bu kadar soğuksun anlatsana biraz?
devamını gör...
414.
415.
hava şimdi o kadar yumuşak kiii. dona çekmeden son şans dışarıda üşümeden yürüyebilmek için.
devamını gör...
416.
hakikaten soğuğunun eziyet olduğu şehir. bu ne hırs yiğidim; fazla kalmayacağız.
devamını gör...
417.
evde otururken arada bir "kar ne zaman başlayacak" diye tavana bakmama neden olan şehir. eve kar yağsa şaşırmayacağım çünkü.
kombi mi? o da neymiş! bıraktık biz kullanmayı. birkaç gün önce bir tanıdık "800 lira geldi fatura" dediğinden beri de isabetli olduğunu fark ettik bu kararın.
ne mi yapıyoruz? akşama kadar aralıklı olarak termofora su ısıtıyoruz. sonra da gir yatağa otur. işimiz yoksa çıkmıyoruz yataktan, işimiz bitince koşa koşa geri giriyoruz yatağa. yatalak olduk yani yarı yarıya.
biri var antalya'da yaşayan. "burası sıcak, gel seni balkona atayım" dedi dün. eve atmak kavramı soğukta tarihe karışıyor. bu soğukta hiç de fena bir teklif değil gibi geldi bana...
arena programından bir kesit:
- nasıl başladınız bu işe? nasıl düştünüz buralara?
- ankara'nın soğuğu yüzünden güneyde yaşayan bir tanıdığımın teklifini değerlendirdim...
kombi mi? o da neymiş! bıraktık biz kullanmayı. birkaç gün önce bir tanıdık "800 lira geldi fatura" dediğinden beri de isabetli olduğunu fark ettik bu kararın.
ne mi yapıyoruz? akşama kadar aralıklı olarak termofora su ısıtıyoruz. sonra da gir yatağa otur. işimiz yoksa çıkmıyoruz yataktan, işimiz bitince koşa koşa geri giriyoruz yatağa. yatalak olduk yani yarı yarıya.
biri var antalya'da yaşayan. "burası sıcak, gel seni balkona atayım" dedi dün. eve atmak kavramı soğukta tarihe karışıyor. bu soğukta hiç de fena bir teklif değil gibi geldi bana...
arena programından bir kesit:
- nasıl başladınız bu işe? nasıl düştünüz buralara?
- ankara'nın soğuğu yüzünden güneyde yaşayan bir tanıdığımın teklifini değerlendirdim...
devamını gör...
418.
yaşar nuri öztürk'ün pek çok ev sohbetinde, röportajında,
ankara'yı her zaman sevmişimdir. en mutlu günlerim ankara'da geçmiştir. ankara bana her zaman iyi gelmiştir. istanbul'u oldum olası sevemedim. hiç ısınamadım dediğini duydum. bu sohbetlerin kayıtlarına internette orada burada denk geldim...
ankara derken yüzünde güller açar, istanbul dediğinde yüzünü ekşitirdi.
bunu sık sık söylerdi rahmetli. belli ki bir ankara aşığıydı.
genellikle ankara'yı sevenlerin istanbul'u, istanbul'u sevenlerin de ankara'yı sevmemesi gibi bir durum var.
ankara'yı her zaman sevmişimdir. en mutlu günlerim ankara'da geçmiştir. ankara bana her zaman iyi gelmiştir. istanbul'u oldum olası sevemedim. hiç ısınamadım dediğini duydum. bu sohbetlerin kayıtlarına internette orada burada denk geldim...
ankara derken yüzünde güller açar, istanbul dediğinde yüzünü ekşitirdi.
bunu sık sık söylerdi rahmetli. belli ki bir ankara aşığıydı.
genellikle ankara'yı sevenlerin istanbul'u, istanbul'u sevenlerin de ankara'yı sevmemesi gibi bir durum var.
devamını gör...
419.
ankara bir illüzyondur. şöyle ki, sadece eksi 2 olan sıcaklığı size eksi 20 gibi hissettirir.
devamını gör...
420.