dünya klasikleri / roman
9.6 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

başka bir entryde de yazdığım gibi, yazımı güzel, hoş betimlemeler var. mesela en baştaki tablo. sonra kader ağlarını örerken bir bakıyorsunuz sürekli aynı şeyi okuyorsunuz. olaylar ilerlese de anlatılan şey aynı. döndür dolaş aynı şey: “martin muhteşem. martin harika. geri kalan tüm insanlar ne aptal, ne boş. bir tek martin zeki. o martin ki dünyalara bedel. tanrısal bir yaratık. ondan başka hiç kimse iyi değil. varsa yoksa martin. ne muhteşemdir o biliyor musunuz? ama şu öbür insanlar yok mu? hani martin haricindeki dünyada kalan tüm insanlar. işte o insanlar hiçbir zaman martin kadar harikulade bir var oluşa erişemeyecekler. hepsi geri zekalı. bir martin muhteşem.”

işte bunlar dışında da olaylar gelişiyor. üç beş bölüm atlaya atlaya okusanız ulan arada ne oldu acaba diye düşünmenize gerek olmaz çünkü beş bölüm önceki şey yine anlatılıyor. martin kimseyi beğenmiyor, bir tek o muhteşem. geri kalan herkes cahil cühela.

herhalde jack london da kendini bu kadar beğenmiş biriydi ki, bütün zehrini akıtmış bu eserine. evet. yazım güzel, betimlemeler harika. o kadar.

sorry, not sorry.
devamını gör...
#151936
daha önce linkini verdiğim john barleycorn başlığında, jack london'dan alıntı yaparak şu ifadeleri kullanmıştım,

"roman karakterlerinden biri olan martin eden'in eğitimini çok çabuk tamamlaması eleştirmenlerin itirazına yol açmıştır. derme çatma bir okul öğremine sahip bir denizciyi üç yıl içinde başarılı bir yazar haline getirmiştim. eleştirmenler bunun imkansız olduğunu söyler. oysa ben martin eden'in ta kendisiydim"

öncelikle bunu akılda tutmak gerekiyor, martin eden dediğimiz kişi, jack london'un ta kendisidir. iki şey dikkatimi çekiyor bu romanda, birincisi akademik çevrelerde dahi, jack london'un sosyalizm eleştirisi yaptığına dair bir yanılgı mevcut. ikinci ise ruth morse analizi.

jack london bilindiği üzere sosyalist bir isim ve martin eden üzerinden sosyalizmi değil, tam tersi olarak martin'i aşırı bireyselci tavrı ile felakete adım adım sürüklüyor. martin eden'in ölümü, bireyselligin dolasiyla kişinin gerçek bir ölümüdür. sosyalizmi eleştiren london değil, tüm hayatını bireyselesmenin üzerine kuran martin eden yapıyor. ve hayatın her alanında kollektiflesmeye küçümsemeyle bakıyor ki, aksi nasıl mümkün olur?

ruth morse, tam da bu anlamda eden'in sınıf atamasının bir aracı, eden'in egosunu onun üzerinden tanimlayacağı bir prototip. eden ruth'u gerçek anlamda hiçbir zaman sevmedi, ruth eden'in yükseleceği bir basamaktan başka bir şey değildi. bu nedenle, sürekli olarak ruth'un temsil ettiği anlam dünyasına dahil olup bu şekilde o dünyanın içine girmek istiyordu. ruth ısrarla "babamın yanında ise başla, yazarlığa sonra devam edersin" demesini ısrarla, ruth'un temsil ettiği şeyin anlamını bilmesinden dolayı redediyordu. martin eden, ruth'un dünyasına muzaffer bir komutan edasıyla girmek isterken aslında, kendi sonunu da hazırlıyordu. kendini tüketirken ruth'a olan "duygularını da" tüketti ki, bu duygu aslında hiçbir zaman olmamıştı. peki neydi martin'i huzursuz eden şey?

martin eden, kaba saba, oturup kalkmayı bilmeyen, doğru düzgün okuma yazması da olmayan bir denizciyken ruth morse ile tanışıyor. şimdi şöyle bir şey var, bu durumda bir ilişkiyi ruth'un sevgisine rağmen sürdürmek mümkün değil ki, london bunun notlarını ilistiriyor. martin zeki birisi ve kendini geliştirmede, bu dünyanın içinde bir sel gibi gelip geçeceğini ve en nihayetinde sahadan mağlup ayrılacağını biliyor. kim bilir, belki de başından beri, hayalini kurduğu motivasyon kaynağı ruth idi. ruth bu noktada bir prototip oluşturuyor, ruth ya da rose farketmiyor. bana göre martin'in aradığı tek şey bir motivasyon kaynadığıydı ve ona, bu alfabeyi öğretecek birisi. hatırlayın, neredeyse ruth martin'e okuma yazmayı baştan öğretti ve bunu büyük bir sabırla yaptı. büyük bir sabırla, martin'in hedefine ulaşmasını bekledi, martin'i ne küçük gördü ne de aşağıladı. martin hedefine ulaştığında, ruth artık kendisi için bir anlam ifade etmiyordu. çünkü okuyucunun son derece yanlış anladığı bir şey var o da şu, martin son derece bireyselci, bu tavır ruth'u tuketmesine neden oluyor. ortada ruth'un ihanetini gösteren hiçbir şey yok, martin büyüyor, büyüyor, büyüyor ve ölüyor.
devamını gör...
başkarakterin adını taşıyan jack london romanı.


martin eden zengin bir ailenin oğlunu kavganın içinden çekip alır. martin’in oğullarına yardım ettiğini duyan morse ailesi martin’i akşam yemeğine davet eder. morse ailesinin kızı ruth’a ilk görüşte aşık olan martin’in hayatı tamamıyla değişir. ruth’tan ilk görüşte etkilenen martin ruth’a, morse ailesine ve onların aydın çevresine layık olmak için öğrenmesi, anlaması ve bilmesi gerektiğini düşünür ve otodidakt bir insan olmak için kollarını sıvar. saatlerce çalışır, uykusunu 4 saate kadar çeker, boş vakitlerinde kitaplardan kafasını kaldırmaz. bir yandan da kısa hikayeler yazmaya başlar. bunların hepsini ruth’a layık olmak için yapar. bir yerden sonra fark ederki ruth ve onun aydın çevresini çoktan aşmış, onların üstüne çıkmıştır. kargaşaya yukardan bakan insanların yaptığı gibi olayları daha net bir bakışla ele almaya başlar. girmek istediği aydın çevre hiçte beklediği gibi değildir. ikiyüzlü, riyakar, yalancılarla dolu bir çevredir bu. ama ruth’a olan aşkı nedeniyle bunların hepsini sineye çeker. yazdıklarına inanmayan, bunların martin’i kurtarmayacağına inanan ruth martin’i terk eder. ruth onu terk ettikten sonra martin yaşama, aydın çevreye olan inancını tümden yitirir. yazdıklarını yayınlatmak gibi bir isteği kalmayan martin’in yazılarını ele geçiren bir dostu vasıtasıyla yazdıkları yayınlanır ve martin bir anda amerika’nın bütün gazetelerinde kendisine yer bulur. ancak martin için bütün bunlar anlamsızdır. en baştan beridir buradaydım diyen martin her şeyi boşverir. aslında kızdığı yazılarını yayınlamayan gazeteler, dergiler değil ona inanmayan ruth’tur. bütün inancını yitiren martin açık denize kendini bırakır ve karanlığa gömülür.


tipik bir aşk romanı değildir martin eden. aşkın yanında aydın çevreye, topluma, inançlara, düzene dair birçok eleştiri barındırır içinde. otobiyografik özelliklerde taşıyan roman jack london’un diğer romanlarından bir kaç adım öndedir bana göre. doğru olduğuna inandığı değerler için kendi değerlerinden uzaklaşan insanın, içine girdiği çevrenin riyakar tavırları karşısında tiksintiyle karışık bunalımını bu denli açık seçik ve pürüzsüz anlatan çok az roman vardır.

zamanında tanıdığım, tanımaktan çokça memnun olduğum bir dostum sayesinde okuduğum bu roman, bana hayatım boyunca verilmiş en güzel armağanlardan biridir. şimdilerde o dostum nerededir bilmiyorum ama ben onun olmamı istediği yerin birazcık gerisindeyim. teşekkür ederim london, teşekkür ederim dostum.
devamını gör...
"gan eden" yunanca'dan ibranice'ye geçmiş bir sözcüktür bahçe demektir.arapça'ya cennet olarak geçmiştir."cnn" arapça'da bilinmeyen,görünmeyen demektir.cin cinnet cennet sözcükleri bu kökten gelmedir.hatta kuran-ı kerim'de aden cennetinden ya da aden bahçesinden bahsedilir.jack london burada martin eden karakteri ile cennete ulaşmaya gönderme yapıyor bana göre.kitabın temel konusu sınıf farkı yani karşıtlık yaradılıştan beri her şey karşıtlık zıtlık üzerine bir dengede kurulu.ama denge hep şaşıyor mesela kabil'in kardeşi habil'i kıskançlık yüzünden öldürmesi.sınıf farkının en belirgin biçimde çıkışı ise paranın icadı.asıl film burada kopuyor paranın icadı ile mertlik bozuluyor.martin fakir ruth zengin.martin eden bu farkı aşmak için ruth'a duyduğu aşkı için "görgü kitabı" ile cennete gitme serüvenine başlıyor.ve sonunda fenafillah makamına varıyor.o makam inancını yitirdiysen intiharı kurtuluş olarak gösterir.o bakanda dünya hayatı bomboş bir çöldür ne ekin biten ne su veren.o makama cennete kavuşmaya eden ikra ederek ulaşıyor oakland kütüphanesinde.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
klasiklerle ilgilenen; burjuva işçi sınıfı eleştirilerine/karşılaştırmalarına , sosyalizm ve bireycilik gibi konulara ve idealleri uğruna insanın yapabileceklerine ilgi duyan herkesin okuması gereken eser. otobiyografik bir özellik taşıması bakımından jack london hakkında da oldukça şey öğrenirsiniz. üstelik 140'ı aşan alt bilgilerde okunacak yeni eserler ve keşfedilecek makaleler öğrenebilirsiniz. özellikle bir kısmında düşünürlerin, filozofların ve elbette martin eden gibi işçi sınıfında değer görmeyen dehaların sosyalizm, siyaset, felsefe ve edebiyat üzerine tartıştıkları bölümü neredeyse nefes nefese okudum. su gibi akan, okuduğum en etkileyici kurgulardan biri.



kendi küçük hayatlarını dar kafalı küçük formüllere göre yaşayanları, bir araya toplaşmış sürüler dışında var olmayan varlıkları, yaşamlarını başkalarının düşüncelerine göre kalıplara sokanları, kölesi oldukları çocuksu kurallar nedeniyle gerçekten yaşamayı ve birey olmayı beceremeyenleri düşününce bir iki kez acı kahkahalara boğuldu...
devamını gör...
jack london'dan okuduğum eserler içerisinde beni etkileyenlerinden biri.

alın teri eserini okuduğumda da aynı şeyi düşünmüştüm.

keza kütüphanemde karıştırdığım diğer eserleri de dahil.

şimdi üzerine arkadaşla biraz konuşunca şöyle bir yazı yazayım dedim;

bizde işlenen klasik "zengin kız fakir oğlan" temasını anlatıyor gibi. çok da uzak olmayan bir tema. içerisine alabilir.

alt sınıfta doğan, baba parası yiyemiyen, hayatta kendi çalışmasından başka bir getirisi olmayan martin eden'in dünyasına jack london bizi alet ediyor.

tesadüf odur ki bir kavga sırasında hayatını kurtardığı üst sınıftan kişinin evine davet edilir.

orada tanıştığı aynı ailenin kızına aşık olur. burada kendi dünyasından olmayan/ alt sınıfta olmayan
ama üst sınıfta olan/o dünyaya ait bir kadına aşık olur. burada bir şaşkınlıkta gözlemlenebilir. bir tanrıça ile karşılaşmak. arka fon olarak yani o dünyanın etkilenmesiyle ve kendi dünyasından olmayan bir kadınla karşılaşması da tanrıça oluşunu bence olumlar.

bunu belli bir süre o kadınla yaşadıktan sonra kendi dünyasına ait olan kadınları çekici bulmaması hatta hor görmesi daha da olumlar. o kadınlar hep eden'i talep eder. peşinden koşar. ama o yüz vermez. ve eden biraz daha vahşi olarak resmedilir. çekici yani.

eden ruth'un dünyasında bir yer edinebilmek için çalışmaya başlar. nedir bunlar?
akşam okulları, spencer'lar diğer kendi okumaları vb.
bunun yanında maddi olarak da zorlanır. ekmek kapısı ve aşina olduğu gemide, denizde de çalışır. bir gider. aylarca geri gelmez. ütüleme işine gider, oraya gidişte yanında kitaplar götürür. ama günaşırı çalıştığı için (16-18 saat) vakit bulamaz. burada bile bir çarpıklık, çelişki, çıkamamazlık vardır. üst sınıf uğraşlarıyla entelektül işlerle uğraşmaya çalışır ama içinden geldiği gerçeklik paçalarından geri çeker onu. sen bu dünyaya daha çok aitsin.

....


romanın sonunda da intiharı seçmiştir. yine kendi dünyasına ait bir ortamda.
zihnini oluşturan dünyadan başka kaçış yoktur onun için. o dünya içinde hayatına son verir. arkadaşımla konuşunca bu sondan etkilendiğini söylemişti. eden'in hala yaşamak için çırpındığından vb. bahsetti. ben de ona albert camus'nun sisifos söyleni adlı kitabından ilk denemesinden bir alıntı yaptım;

"hiçbir şeyi büyütmeyelim. bir insanın yaşama bağlanışında dünyanın tüm düşkünlüklerinden daha güçlü bir şey vardır. bedenin yargısı, aklın yargısından hiç de aşağı değildir, beden de yok oluş karşısında geriler."

albert camus, sisifos söylemi, can yayınları, 36. baskı, mayıs 2017, s.25


bilemiyorum belki bu tem içerisinde martin eden yağtığı seçimlerinden dolayı intiharı seçti.
çünkü pişmandı. ivan ilyiç gibi. o da yaşadığı hayatın aslında yaşanmaya değmez bir hayat olduğu karşısında içi/zihni çekile çekile pişman olarak öldü. veya anna kendi aristokrat dünyası içerisinde yaptığı evliliğin ve içerisinde bulunduğu toplumun ahlak yargıları ve iki yüzlülüğü sonucunda bir çıkmaz olduğunu düşündüğü için intiharı seçti.
devamını gör...
jack london'ı sevmeme yol açmış bolca otobiyografik esintiler romanı. hoşlandığı kadını etkilemek için kitapların dünyasına giren martin'in insanları, toplumu, sosyal yaşamı ve kapitalizmi ve en çok da kendine atfedilen değeri sorguladığı bir hikaye. uzun olmasına rağmen inanılmaz sürükleyici ve zihinde akıp giden cümlelere sahip bir roman.
devamını gör...
kitaplara ve yazmaya aşık olan karakterimiz martin eden ' in kitap okudukça kitaplardaki insanların gerçek yaşamdakilerle uyuşmaması ile gelen iç sıkıntısı sonucu kendini yaşamadan soyutlaması..
okuyan herkesi etkileme garantili bir kitap
devamını gör...
kalın kitapları okumadan önce genelde kendime okuma planıma ilişkin bir tablo yaparım. hangi gün hangi sayfaya kadar okuyacağımı planlar, buna uymaya çalışırım. yine aynısını yaptım, ama plana uyamıyorum. mesela 1 şubat'a kadar 169. sayfaya gelmiş olmam gerekiyordu. ben bugün 169'a geldim ve resmen direndim kitabı elimden bırakmak için.
bırakmamak için değil hayır, bırakmak için.
çünkü bu kitap kendini okutuyor! cümleler, sayfalar bir şekilde akıp gidiyor, ne zaman başladım ne zaman bitirdim bilemiyorum. o kadar kaliteli bir dil kullanmış ki london, kesinlikle sıkılmak, cümleler arasında kaybolmak, bir satırı ikinci kez okumak zorunda kalmak mümkün değil.
öte yandan bunda çevirmenin de öneminin büyük olduğu kesin. teşekkürler levent cinemre

kitabı henüz bitirmediğimden üsluba ilişkin incelemelerim bu kadar, esasa ilişkin açıklamalar için takipte kalın. *

7 şubat editi:
bugün 220'ye gelmiş olmam gerekiyordu ama bahsettiğim kitabı kitabı hedeflere yarak okumak mümkün değil. bir başlayınca bırakamıyor insan gerisi geliyor.

martin eden son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biri oldu.

eğitimsiz, cahil bir gencin çeşitli duyguların etkisiyle azmettiği takdirde nasıl aydınlardan daha aydın olabileceğinin hikayesi.
sözde aydınların insanları nasıl da etiketlerine göre yargıladıklarının hikayesi.

sözlük yönetimi bu ay maaşımı yatırmadığı için detaylı inceleme yapmak gelmiyor içimden amma şunu söylemezsem uykularım kaçar:
ruth'tan nefret ediyorum.
adamın açlıktan çökmesini, yanaklarının erimesini hayra yoruyor, "kendisini iten hayvansı zindeliğin büyük oranda gitmesi sonucunda daha ince, daha kibar geliyor ona."
ya sen daha sevdiğin(!) adamın eriyip bitmesinin altında yatan nedenleri, açlığı, uykusuzluğu anlayamayan, hayvaniliği azaldı diye sevinen bir insansın. sevgi senin neyine neyin sevgisinden bahsediyorsun?!

bi de gün oldu devran döndü, utanmadan martinciğimin oteline kadar geldi, yok yalnız geldim annem duysa istemez bilmem ne. e kardeşin bekliyo işte iki sokak ötede? yer mi amerikan çocuğu bunları? hey yavrum hey.

martine de bir parça kırgınım.

-lizzie'yi bırakmayacaktı.
-o gerizekalı kız kardeşinin hollandalı kocasına yardım etmeyecekti.
-o güzel kız kardeşinin şerefsiz kocasına yardım etmeyecekti. gertrude'u kurtarsa yeterdi.
- o son üç beş sayfadaki, şimdi anlatsam çok pis spoiler olacak şeyleri yapmayacaktı :(((
devamını gör...
çok beğenerek okuduğum aynı zamanda da gerçekten böyle bir şey olabilir mi, insan kendini bu kadar geliştirebilir mi diye sorgulamakla bitirdiğim bir kitaptı. bu kitaptan öğrendiğim en önemli şey ise bir insanın hayatta gerçek bir amacı ve onu hayata bağlayacak insanların olması gerektiği.
devamını gör...
bazı kitaplar vardır, okumadan önce de çok güzel olduğunu ve okuyunca çok seveceğinize eminsinizdir. martin eden benim için böyle bir kitaptı. çünkü jack london hangi konuya el atsa muhteşem yazmış. her konuda bir bilgisi var. tıpkı martin gibi. zaten yarı otobiyografik bir roman olarak kabul ediliyor. kültür yayınlarından okuduğum çeviride de kitabın arkasına notlar koyulmuş ki yazarla kitap arasındaki bağlantıyı açıklamak için çok aydınlatıcı olmuş.

martin eden denizlere açılan gemilerde çalışan, yerleşik bir düzeni olmayan, kavgayı, içmeyi, kafasına göre yaşamayı seven bir serseridir. toplumun üst sınıfından birini bir kavgadan kurtarır ve adam onu ailesiyle tanıştırmak ister. ne kadar vahşi ve değişik bir adam olduğunu ailesine gösterip kendilerine eğlence çıkarmak ister. ama umduğu gibi olmaz. martin'in eli ayağına dolaşır, daha önce hiç böyle bir yer görmemiştir. hayatında ilk defa aşık olur. onun için tertemiz ve kutsal olan bu aile tablosunda yer almak, onlara layık olabilmek için bundan sonra elinden geleni yapacak ve yeni bir martin doğacaktır.



martin zaten baştan beri okumayı seven bir genç olmuştur ama bundan sonra istediği seviye bambaşkadır. aşkı için okur, sevdiği kadına denk olmak ister. ve içindeki o gücü keşfeder. yazar olmak için çalışır. ruth martini ne kadar sevse de büyüdüğü sınıfın ahlak anlayışından kopamaz. martinin yazıları satılmadıkça ona bu gençlik heveslerini bırakması ve düzgün bir iş bulup çalışması için baskı yapar. ama martin bundan başka şekilde var olabileceğine inanmaz. o artık ne eski çete kavgalarından zevk alır, ne de ruhsuz bir şekilde para işleri yapmaktan. kendi gücüne sadece kendisi inanır. ünlü bir yazar olana kadar etrafında kimse kalmaz. toplum öyle ikiyüzlüdür ki o açlıktan kıvranırken yüzüne bakmayanlar o ünlü olduktan sonra ısrarla yemeğe davet ederler. martinin dünyanın en iyi şiiri olarak gördüğü arkadaşının şiirini aynı toplum yerden yere vurur. kimsenin onun yazılarını anlamadığını, popüler olduğu için kapış kapış okunduğunu düşünür. martin neden neden diye sorgukamaktan büyük bir yalnızlığa düşer. en sevdiği insanlar bile onu heyecanlandırmaz. martin ne eski hayatına dönebilir ne de artık yazmaya devam edebilir. yaşamak onun için sadece bir acıdır artık.



toplumun her kesiminde yer alan katı kuralları, yüksek ve kültürlü zannettiğimiz o üst kesimin aslında ne kadar içinin boş olduğunu, herkesin niteliğe değil niceliğe önem verdiğini çok iyi anlatan bir kitap. büyük bir değişimi ve ardından gelen bireysel yalnızlığı konu alan bu kitap herkesin mutlaka okuması gereken bir başyapıt.
devamını gör...
çok yol kat eden, bambaşka bir dünya keşfeden ama hiç değişmeyen bir adamın hayat hikayesi.

sanıyorum ki uzunca bir süre okuduğum hiçbir kitaptan keyif almayacağım. hiçbir karakter bana martin kadar içten ve yakın gelmeyecek. ayrıca baştan belirtmek isterim ki spoiler vermek istemesem de kesin veririm.

her şey martin'in ruth'u ilk gördüğü an başladı. o zamana kadar kendi dünyasının sınırlarını hiç görmemişti martin. belki de onu sonsuz sanıyordu. gerçek anlamıyla kullanacak olursak "dünyayı" gezmiş, ayak basılmamış topraklara gitmiş, fiziki manada tüm sınırları zorlamış bir adamdı. onu gördüğü an ise büyük bir uçurumla karşılaştı. bana sorarsanız ben ilk anda da aşk olmadığını sezmiştim. ruth yalnızca bir temsildi. ona benzer herhangi bir kadın da o gün orada olsaydı -ve isminin hiçbir önemi yok- yine aynı şeyleri hissedebilirdi martin.

ilk başta masada duran birkaç kitap ve ruth'la tekrar konuşabilme fırsatı martin'e okumanın kapılarını açtı. daha önce hiç okumadığı şekilde okumanın. çünkü martin okumaya pek de yabancı sayılmazdı. sonra yazma fikrine kapıldı. çünkü saygınlık kazanmanın ve sınıf atlamanın en makul yolu olarak gördü bunu. oysa kendini ifade edecek basit kelimelerden bile yoksun bir adamdı. kimse ve en çok da ruth, onun başaracağına inanmadı.

martin çok çalıştı, çok okudu, çok yazdı. hevesi kırıldıkça daha da hırslandı. uzaklarda bir yerde ona tek bir gün inanmayan ruth bekliyordu. ulaşmalıydı. devamlı yazıyor, yazdıkça gelişiyor, geliştikçe kusursuzlaşıyordu. ama bir türlü istediği başarıya ulaşamıyordu. herkese sözler verdi. sevdiği kadına, ablasına, ev sahibine, arkadaşlarına.. kulak ardı edilen büyük sözlerdi bunlar.

bir gün -tamamen kaybetti dediğim bir gün- beklediği/hak ettiği başarı çıkageldi, tam da her şeyden vazgeçmişken. büyük bir hızla; tanınan, saygı gören bir yazar olmuştu. üstelik artık o ulaşılmaz gördüğü sınıfa ait sayılabilecek kadar da zengin olmuştu. ama dedim ya her şeyden vazgeçmişti martin. ilk başta dergiler tarafından yazıları reddedildiği için günlerce hasta yatan adamın bu başarı karşısında kılı kıpırdamıyordu. hissizleşmişti. ne aşkın ne başarının ne de saygınlığın bir önemi kalmıştı gözünde.

şunu çok merak ediyorum. ruth onu terk etmeseydi ve bu başarıyı yine elde etseydi farklı olacak mıydı? martin gerçekten de onu hiç sevmemiş miydi yoksa ondan vaz mı geçmişti? onu hissizleştiren ruth muydu yoksa hedeflerine ulaşmış olmak mıydı? bunları bir türlü cevaplayamıyorum. sadece biliyorum ki bir insanın taşıyamayacağı kadar çok yükü vardı. kendi kendini tüketti ve her şeyi çok uçlarda yaşadı. her şey değişti, devamlı bir değişimin ortasındaydı ama bir tek o değişmedi. bunca şeye rağmen aynı kişi kalmak tüketti belki de onu.

martin düz bir adamdı. bir aşıktı ama aptal bir romantik olmadı. çok hayal kurdu ama hepsi kendi potansiyelinin farkında birinin hayalleriydi. daha fazlasını istemedi ama daha azını da istemedi ve bu yüzden aylaklıkla, işe yaramazın teki olmakla suçlandı. "o kitaplar yazılmıştı." diye düşünüp durduğu sayfalarda öyle içerledim ki onun için..

martin'in okuduğu son şiirle bitirelim öyleyse:

"bunca şevkle tutunmaktan hayata,
serbest kalmış korkudan, ümitten,
kaçar ve şükrederiz tanrılara;
bu lütuf geldiyse hangisinden.
bir canlı sonsuza dek ömür sürmez
ölü adam hiçbir zaman dirilmez
en yorulmuş nehir bile dinlenmez
denize ulaşmadan salimen."
devamını gör...
eskiden,kitap okumayi çok başka sevdiğim zamanlarda bni en çok etkileyen kitaptı.bilgiye olan tutkusu ve azmi ile neleri başardığını,düşündüklerinden hiçbir koşulda asla taviz vermemesini asla unutamam sanirim.

ama elbette ki "gerçeğin peçesini" sıyırdığında gördükleri hiç hoşuna gitmemiş olacak ki, mariposa'dan kendini serin ve karanlık sulara bıraktı.sana her zaman derin bir saygı duyacağım dostum...
devamını gör...
jack london'ın bana göre amerika'daki sendikal süreç ve faaliyetleri işlediği demir ökçe romanından daha politik olan romanıdır. bir yönüyle egzistansiyelistlerden de önce 20.yüzyılın hastalığı varoluşsal bunalımı işleyen kitap zamanının ötesindedir. martin'in kişisel gelişim sürecinin temel motivasyonu da aşk teması kapsamında aslında var olan sınıfsal kontrast farkıdır. sonuç itibariyle martin, yapmıştır üzerine düşeni yapmasına da hastalıklı olan dünyadır. severiz.
devamını gör...
1 gün önce bitirdim bu harika ötesi kitabı ve çok beğendim ruth 'un yaptıklarını görünce onun aşk değil heves olduğunu gösteriyordu bence lizzie martin'e ruth'dan çok daha yakısıyordu çünkü lizzir martin'i gerçekten seviyordu ona değer veriyordu ama ruth ailesine bile aşkı için karşına alamayacak kadar aciz ve rahatına düşkün biriydi mutlaka okutun okuyun.
devamını gör...
pekala. 8 ay önce basitçe her vapura bindiğimde aklıma geldiğini yazıp gitmişim. çok az üstünde durmak istiyorum bu sefer.

kitabı birçok arkadaşıma önersem de okumadılar. ben de illa okutacağım diye kendim alıp onlara hediye ettim. evet, öyle bir kitap olduğuna inanıyorum çünkü.
özellikle o aşk yamyamlarına veriyorum ki bir daha bana boş edebiyat yapmasınlar. kafayı yememe az kaldı.

kitaba gelirsek, jack london'ın en popüler üç kitabından biri. bütün kitaplarını okuyan biri için muhtemelen en iyisi. kitabı daha etkileyici yapan ise yarı otobiyografik olması. london'ın hayatını okursanız daha iyi anlarsınız.

kitap aslında birçok şeye değiniyor. sevgiye, dostluğa, siyasi anlayışa, sınıfsal ayrıma, zenginliğe, burjuvaya, yalnızlığa... say say bitmez. işte bizim hikayemiz de romana adını veren küçük oğlumuz (20 yaşındaydı sanırım ama olsun) etrafında gelişiyor. bu küçük oğlanın bir aşk uğruna dipten tepeye olan macerası boyunca yaşadığı zorluğa sonucunu düşünerek katlanmasını ama zirveye varınca bunlara değmeyeceğini anlamasıyla, insanların yapmacık olduğunu fark etmesiyle sona eren hikayesini anlatıyor.

martin her şeyi ruth için yapmıştı, her zorluğa onun için katlanmıştı, onun aşkının acısından her şeyi kazanmıştı ama sonunda sevginin, saygının veya kim olduğunun değil paranın önemli olduğunu gördü. sevgiyi, saygıyı ne kadar iyi bir insan olduğunuza göre değil parayla ve ünle kazanıyordunuz.

benim hayatımda hiçbir şey değişmedi, ben değişmedim, aynı kişiyim ama neden insanlar farklı davranıyor? ne değişti?

ayrıca jack london'ın 40 yaşında intihar ettiğini de belirtmek isterim. belki de bu kitap bir mesajdı, geleceğe bir atıftı.
devamını gör...
birden solda başlığı görünce, tepem attı martin'e biraz giydirmeye geldim. martin eden aşağılık kompleksine sahip, bu duygu yüzünden kendini de sevdiği kızı da harcayan takıntılı bir ruh hastasından başka bir şey değil. ruth onun büyük bir yazar olmasını bekledigi için sevmedi, ruth zaten martin'i sevdiğinde martin'in beş kuruş parası yoktu, hatta doğru düzgün bir okuma yazması dahi yoktu. ruth defalarca ona daha mütevazı bir hayatı tercih etmesini, ilk önce para kazanıp evlenmelerini, istiyorsa daha sonra yazarlık serüvenine devam edebileceğini söyledi, peki dallama martin ne yaptı? her defasında bu önerileri reddederek, kızın babasının yanında ise girmeyi kendisine hakaret saydı.

başından beri ruth'a karşı içinde bir nefret vardı ve parayı bulduğu anda bu nefreti dışa vuracak gücü kendisinde buldu. martin'in bir tarafı kalktı arkadaşlar, neden gerçeği söylemek istemiyorsunuz? martin'in ruth'un ailesine ya da sınıfına duyduğu kinin altyapısını gelin konuşalım, kuşkusuz bu konuda martin'in haklı olduğu birçok konu vardır, lakin tüm bunların sorumlusu ruth değil. london bilerek, ruth'un martin'i ailesine kabul ettirme sürecini vermemiş, muhtemelen burada da kız çetin bir mücadele vermek zorunda kaldı. hayır ulan kız seni zaten sevdiğinde poponda donun yoktu, sonra ben parayı buldum da o yüzden böyle oldu kafası nedir. hayır, sen sınıf atlayınca kızı basit görmeye başladın çünkü gerçekte sevdiğin ruth değil, onun sınıfına dahil olma isteğiydi.

london aslında son derece nesnel bir şekilde böyle bir hırsın anlamsız olduğunu ortaya koyuyor ki, eğer kız gercekten gerçek yaşamında var olmuş biriyse, birçok yerde kızın hakkını veriyor. fakat ne yazık ki haksızlık yaptığı yerler de var.
devamını gör...
christopher mccandless'ın yaşamını izlediğimiz in to the wild filminin duygusuna çok yakın bir romandı.
jack london hayranı bir gencin toplumun yapaylığına öfkesi ve kaçışı, martin'in kendine yaklaştığında hissetikleriyle aynı doğrultuda.
dış yaşam, yüzeysel etki ve tepkiler, iç dünya iyi vurgulanmış.
nietzsche'nin zihinsel bir hastalıkla sona doğru gitmesi, etkilenimle martin'in de sonunu biçimlendirmiş gibi geliyor.
benim için arka kapakta şu yazıyor; cristopher, martin ve jack ustalarına hayranlık duyan birer romantik olarak öldüler.
cesur, kucaklayan, anlamaya çalışan birer romantik.

edit: romantik olan martin eden'in intihar eylemi değil kesinlikle.
devamını gör...
okuduğunuzda üzüleceğiniz şey sadece kitabı bitirmeniz olacaktır çünkü bir daha böyle bir eser okuyamayacağınıza yemin edebilir fakat kanıtlayamam. martin eden bize yüce aşkın - onun deyimiyle zira kendisi aşkı tüm yaratılanın en yücesi olarak görüyordu- peşinden sürüklendiği bu kitabında kendini buluyor ve aslında aşkı değil yaptırdıklarına hayran kalıyor.
martin eden daha önce aşk için kazanmak istediği ün ve şöhrete kavuştuktan sonra bundan pek zevk almıyor ve tek bir şeye kızgın olarak bu dünyadan ayrılma vaktinin geldiğine inanıyor. insanlara bunun nedeni ise daha önce bu konuma sahip değilken de bir yazardı fakat insanlar onun yazarlığını yüksek bir statüye geldiğinde kutluyor ve şereflendiriyordu ancak kendisi çok iyi biliyordu ki daha önce bu insanların yanındayken ona insan gözü ile bile bakmayanların tanığı olmuştu. dediğim gibi ayrılık vaktinin yakın olduğunu düşünen martin kendisinin yaşaması için artık bir amacı olmadığını ve bazen dirilmek için ölmenin gerektiğine inanmıştı.

burada bir ilginç olay vardı ki jack sosyalist olmasına karşın ana karakteri bireysellikten yanaydı, nedenini anlamayan şairlere jack sonunda martin'in kaybettiğini dolayısıyla da bireyselliğin kaybettiğini belirtmişti.
gerçekten okumayanın kendi okuyuculuğundan şüphe edeceği bir kitap diyor ve artık yorumu kitabı okumak isteyenlere bırakıyorum...
devamını gör...
bilginin nasıl insanı umutsuzluk ve mutsuzluğa sürüklediğini...

aile ile otururken bilgili, iyi eğitimli, pasparlak giyimli insanların konuşmalarını duyup hayretler içinde kalır martin.

süreler sonra, aynı ortamda bulunduğunda, ilk tanıştığı anda çok donanımlı, müthiş zeki, ağızlarından destanlar dökülen insanların aynı tornadan geçen insanlar olduklarını, içi boş çuvallar olduklarını, sınırı kontrol edemeyip muhatabina bağırıp sinirlendiğinde fark ediyor; hediye paketi gibi görünen o nefis görünümlü insanların bomboş, bir hiç olduklarını. o ışıltılı dünyanın bir kurmaca ve kandırmaca olduğunu fark etmesi büyük boşluğa sürüklüyor. etiketleri olan insanların o etiketlere sahip olmak için benzerleri ile aynı kitaplardan, aynı eğitimden aynı hayat yollarından geçtiklerini kız arkadaşının ne kadar eğitimli ama aynı zamanda ne kadar içi boş olduğunu fark ettiği o martin eden olması sonrasındaki diyaloğunda fark ediyor. kendini eğittikten sonra telaffuz hatalarını düzelten sevgilisi genç kızın aslında güzel ses çıkaran; güzel telaffuz eden, güzel anlatıyormuş gibi görünen ama diğerleri, annesi babası orada martin eden ile ters düşen ev halkının bazı üyeleri ile benzer paketlere sahip olduğunu ve onlar gibi içlerinin boş olduklarını fark ederek düşüyor o büyük boşluğa.

brissenden'a olan hayranlığı, bütün o bilgi, entelektüel anlamdaki doluluğuna rağmen, o muhteşem an'a şahit olduğunda ve hayran olduğu brissenden gibi farklı farklı galaksilerin, farklı farklı, anlaşılması zor kara deliklerin karşı karşıya gelip hiç anlayamadığı konularda konuşmaları, gözleri parlaya parlaya onları seyrederken bir anda yıllar önceki o yontulmamış bir kütük olarak kız arkadaşının evindeki o martin'e dönüşmesi; o anda aslında kazanamayacağını, herşeyi bilmek istese de bilemeyeceğini ve yine eksikliğini duyacağını fark etmesi. bu durumu kısa bir ziyarette fark etmesi ve ağırlığını hissetmesi. biz zaten orada metnin sonunu okumuş olurken kalan bütün bölümlerde düşüşe şahit oluyoruz ve bu düşüş pek te şaşırtmıyor.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"martin eden" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim