3601.
4.4.2023, saat 1.28

aslında bu tarih tanımın aşağısında yazılmış olacak, ne anlamı var ki, böyle yazmanın? bir anlamı pek yok yani.
bir gün öncesinde, 3 gün öncesinde adım attığım yeni yola girdim. bu gece oturup yarın ne yapacağımı nasıl düşünmeyeceğimi kara-kara düşünürken, gelen mesajla bir anda tiksinmeme sebep oldu telefon. telefonun sesini açık unutmuşum meğerse. buraya kadarki ayrıntıların hiç bir anlamı yok tabi.
bir gün gelip buraları okumayacağını o kadar iyi biliyorum ki, hatta hiç umrunda bile olmayacağından emin olduğum kadar kendi götümden emin değilim.
entel-dantel bir şeyler yazmaya çalışıyorum şuanda, ama dilim yetmiyor. ara-sıra da türkçem kıt kalıyor.
ben her gece seni öldürürken, sabahında tekrar karşına dikilmenden o kadar korkardım, kaçıp saklanmaya çalışırdım ki. sana dair her şey beni hiç olmadığı kadar korkuturdu. fotoğraflarını yakmaya çalıştım, resimlerini silmeyi denedim, aldığın tişörtü attım, verdiğin öpüşü unuttum, elinin üzerindeki doğum lekesinin kordinatlarını karıştırdım. gecesinde içip kapından kendimi ellerimle sürükledim. bütün bunları sana dair en ufak düşünceyi aklımdan silmek, seni gömmek için yaptım.
bu tanım bir aşk acısı içermiyor, kimse yanlış anlamasın, eğer okuyacak olan olursa tabi. gerçi nasıl anlarlarsa da olsun, zikimizde değil. şuan bu klavyeye basan parmakların sinir uçlarına kadar yayılan alkol molekülleri ok olarak gözümden dışarı çekiliyor. sinirlerin tarım oldu. kendimize artis diyip, sensitive as shit deyip, hippilik, bilmem ne peşinde koşarken hiç olmadık yerde dizleri üzerine çökmüş, kafam ellerimin arasında buldum kendimi. ben ölemedim, yoldaşlar. beni öldürün. gömülmeyi, kendimi deşmeyi çok isterdim. kemiklerime kadar kesik yaraları uzandı, karnımdan tonlarla madde çıktı, seni öldürmeyi çok denedim, fakat başaramadım.
bir unutkanlığın sebebiyeti değildi bunlar. ya da unutkan olmamanın. her neyse işte.
neyin neyi de fakto olarak tanımladığını hala pek anlamış değilim. de yureyi kim ortaya soktu, ulan yuri gagarin?! her kese söz verdim içmemeye dair, ama hiç birini iplemedim. çünkü unuttum. her şeyi unutuyorum. unutkanlık nereden geliyor da, niye hiç bir yere gidemiyor, noktaya ulaşamıyor, varamıyor?
artık tanımı da bitiremiyorum. son günler hayatım o kadar değişmek üzere ilerledi ki, kimse sorsa anlatamam. çok alakasız durumlara düşüyorum, sözlük. bu bana eskiden iyi gelirdi, şuan sadece acı veriyor. bir noktada durup, "yaptık!" diye sevinmek istiyorum, ama daha her şeyin başındayım.

insan neden tüm bunlara rağmen ilerlemek zorunda ki? yine her zamanki gibi geliyoruz f9ck system olaylarına. ama hiç bir şey bu kadar karmaşık ve basit değil. basit düşünceyi keşfetmemiz lazım. ki, bir noktaya kadar keşfettiğimizi sanırdım. her şey e-z p-z gelir gibiydi. şuan binlerce ruh halinin, kişiliğin arasında sıkışıp kalmış ince bir şerefsiz gibi hissediyorum. çok üzgünüm.
devamını gör...
3602.
dördüncü ayın dördünde, saat tam dördü dört geçe ruyalar alemine daldım. dört bir yanı yüksek duvarlarla örülü, dört köşesinde farklı bir ağacın yer aldığı kocaman bir bahçenin içinde eski bir konaktaydım. sırayla dört kapıyı geçtikten sonra dört duvarında dört ayrı elementin resimleri asılı olan büyük bir salona girdim. içerisi oldukça kalabalıktı ve tek tek herkesle tanıştım. her biri bana kendilerinin yazdığını söyledikleri 444 sayfalık kitaplarını vermişti fakat içini açtığım bu kitapların tümü bomboş sayfalardan ibaretti. işin en ilginç yanı ise bu durumun farkında olan tek kişi bendim!.. dördüncü ayın dördünde, saat dördü dört geçe uyandım. masada dört adet iskambil kağıdı vardı ve her birinin üzerinde ne zaman ve kim tarafından çizildiğini anlayamadığım farklı resimler gördüm. dördünü yan yana getirdim ve oluşan bütünün bana bir şeyler anlatmaya çalıştığına kafa yorarken yoruldum... dördüncü ayın dördünde, saat dördü dört geçe öldüm ve gerçek sandığım birçok şey gibi bu anıların da hepsini kaybettim; dört dörtlük bir kabusun parçası mıydım yoksa dört başı mamur bir ruyanın içinde miydim hiç bilemedim. içimden dörde kadar saydım ve kendime geldim.
devamını gör...
3603.
sen.. dedi. ölmek istemiyorsun. etrafındaki sesleri susturmak istiyorsun. onlar acıdan kahrolsun;vicdan azabı çeksin istiyorsun. fakat ölmek isteyenler öyle değildir. onlar kafasının içindeki sesleri susturamazlar. etrafın sürekli değişebileceğinin de farkındadırlar zaten. kimseyi önemsemezler çünkü herkes onların canını gerektiğinden çok daha fazla yakmıştır.. senin ruhun hala capcanlı.ruhun bütün renkleri ile var olduğunu,yaşamak için her koşulda çırpındığını gösteriyor. ölülerin ruhu ise bedenden çoktan ayrılmıştır. yaşarken bile bir ruhunun bulunduğunu çoğu bilmez. kafasının içindekiler bir yere sığmayınca hayat kendileri için zaten bir cehennemdir. fakat sen hayata aşıksın. yaşadığın güzel anılar zihninde tekrar edip dururken neden onların üzerine yeni anılar yazılmasını istemiyorsun? sen.. ölmek için henüz hiçbir şey görmedin. 'acı' nedir diye sorulduğu zaman aklına fiziksel acı geliyorsa sen hiç acı çekmemişsindir. ölmek isteyenler ölümden korkmazlar. onlar daha beterini görmüştür çünkü. sen ölümden korkuyorsun küçüğüm. o bilinmeyen kocaman boşluk seni korkutuyor. henüz delirmedin. zihninin en ücra köşesinde o minik cam parçası bile aylarını mahvetmedi. uyumanı imkansız kılan o düşünceler ile hiçbir zaman savaşmadın. sen ölmek istemiyorsun.. etrafındaki sesleri susturmak istiyorsun.
-intihar etmiş birine ithafen yazılmıştır.
#ruhumezar
devamını gör...
3604.
yukaridaki arkadssin yazisini okudum. kisa kesecem..

allah kurtarsin..
devamını gör...
3605.
nasıl ve nereden başlanır bilmiyorum fakat fazlaca birikti yazacaklarım. istanbul'a veda etmemin üstüne tam iki hafta geçti ve bu iki haftada farkettim ki istanbul'a dair özlediğim tek şey sensin. tahmin edersin ki her sokağını geziyorum bu şehrin. marmaris'e vardıktan bir hafta sonra fethiye'ye geçmeye karar verdim. otobüsten inip eve doğru yürürken farkettim ki, geçtiğim sokaklarda yıllar önce seninle konuşurdum. sana, dedeme ve babaanneme nasıl seslendiğimi anlatır, kahkahalarını dinlerdim. bazı geceler balkona çıkar, uzun uzadıya düşünürüm... seni sevmenin nasıl bir duygu olduğunu hayal bile edemezsin sevgilim. fotoğraflarını gördüğümde yahut düştüğünde aklıma, vücudumun nasıl uyuştuğunu, kalbimin nasıl hızlı attığını tahmin bile edemezsin. fakat hiç şüphen olmasın. gelecekteki çocuğumuza güzel bir hayat bırakmak için delicesine çalışıyorum hâlâ. belki de hayat bizi hiç karşılaştırmaz bir daha. fakat hiç düşünmüyorum bu ihtimali. birbirini böyle seven iki kalp, elbet kavuşur oyunun sonunda. perde ancak öyle kapanır. sarhoşken arama hakkımı bu seferlik es geçeceğim. gelecekte bir yerlerde her shot öncesi dilek tutan bize... şerefe!
devamını gör...
3606.
insanın en büyük düşmanının insan yani kendisi olduğunu bugün bir kez daha idrak ettim sözlük.

biraz önce değer verdiğim, fikirlerini kıymetli bulduğum bir kişiyle onun hayatında var olan meselelerden konuşuyorduk. bana yaşadıklarından ve bunlar karşısında verdiği tepkilerden bahsetti.

yakın arkadaşım dediği bir kişi için, benim üstünlüğümü kabul etmek zorunda tarzı bir cümle sarf etti. dedim ki, "bir insan başka bir insanın üstünlüğünü kabul ederek kendi değerini ve saygınlığını kaybetmez mi?" sustu, bir şey demedi.

iyiden iyiye rahatsız olmaya başladım ama kalkıp gidemeyeceğim bir ortam olduğundan susmayı tercih ettim.

konu, işte yaşadığı olaylara gelince, "işe başlayan birinden bugün kahve istedim. getirmeyi kabul etmedi ama sonra patron isteyince kendime de söyledim ve s.ke s.ke getirdi." dedi.

"benzer şeyleri sen de yaşadın zamanında, neden aynı şeyleri başkasına yaşatıyorsun?" diye sordum. malum, bize hep tam tersi öğretilir ya küçüklükten beri! "zamanında nefret ettiğin, gözyaşı döktüğün patronunla aranda ne gibi bir fark var şu anda?" diye bir soru yönelttim.

tadı kaçtı, koltukta şöyle bir doğruldu ve olayı yanlış anladığımı söyledi.

yanlış anlamadığıma emindim ama diyelim ki yanlış, bunu anlattığına göre ya bunu yaşadın ya da bunun yaşanmasını istiyorsun. iki koşulda da bu, karşımdaki insanı ezik biri yapmaz mıydı?

izin isteyerek kalktım ve evime geldim.

oturdum, düşündüm. en büyük düşmanımız kontrol edemediğimiz kendimizi olduğuna iyice emin oldum sözlük. sonra güldüm bir anda.

ego, cinsellik, tutku vs. gibi kişinin kendisinde var olan kavramları hakimiyeti altına alamayan kişilerin başka insanları hakimiyeti altına almaya çalışması ve bunu üstünlük olarak görmesi ne kadar ironik, değil mi?
devamını gör...
3607.
hep böyle mi dualar alıyordum bilmiyorum ama bu aralar alâkalı alâkasız kiminle karşılaşsam bana "etraf çok kötü oldu, allah senin güzelliğini, iyiliğini görüp karşına hep iyi insanlar çıkarsın; iyiliğini karşılığını kat kat göresin" şeklinde dua eder oldu. ve böyle o kadar alâkasız kişiler bile durup dururken "allah etraftaki kötü kişilerden seni korusun" dedi ki durup böyle ah bilseniz neler çektiğimi, en çok ihtiyacım olan duayı nereden de bildiniz, allah sizden razı olsun diye ellerine sarılıp öperek ağlayacak kıvama geliyordum.

sen iyi olunca allah karşına senin hakkında hayırlı dualar edecek, tam yerinde dualar edecek kişiler çıkarıyor.
devamını gör...
3608.
bazı insanlar, bazen insanlar.
devamını gör...
3609.
uzun uzun yazdım, yayınladım ve sildim. içim rahat ya. inanın değmiyor. en iyisi şiir dinleyelim.
devamını gör...
3610.
bazen insan kendini çok kaptırıyor hırslarına, isteklerine.
onlara ulaşamazsa hiçbir şeyi yokmuş gibi hissediyor. halbuki cebine baksa ne kadar da dolu.
onların değerini bilmek gerekiyor.
şu anki konumunla, sahip olduklarınla, seni sevenlerle, seni sevenle vakit geçirmeyi bil.

elini sürekli cebine sokman, ordakileri hissetmen, sürekli hatırlaman gerekiyor.
çünkü ulaşmak istediğin yere değil olduğun yere aitsin.

son zamanlarda herkes bir şeyler hissedebilmek için fon müziğine ihtiyaç duyuyor. bu da benim kıyağım :)
devamını gör...
3611.
"yorgun toprak, içinde kalıyor çırpınan filiz.
eskimiş bulutlardan birkaç damla süzülüyor hallice kireçli ve yetmiyor suya aç kuruluğa."

bazı sabahlar gecenin paltosunu giyiyor kelimeler
yıldızları pek yamalı. dolaşamıyorum hiçbir satırda.
rüzgar ilerliyor, üşüyorum.
kanı (kan) fışkırıyor kenarda, denize bulaşıyor. yayıldıkça yayılıyor...
bakıyorum ölümün kucağına, kayboluyor ağırlık.
bir çift kanat hapsediyor yarayı bembeyaz balona.
kumlar tane tane... örtüyor.
yerin dibine uçan, beyaz balon.
fakat yalnızca rüya.
sabun kokusu taze.
devamını gör...
3612.
uzun zamandır önünden geçip gittiğim parka uğradım bu sabah. yıllar önce arkadaşımla gelir saatlerce konuşurduk burada. adı elif, hiç unutmam. şimdi neredeyse her gün sokakta karşılamamıza rağmen yüzü silinmiş aklımdan. bir sigara yaktım, o zamanlar ciğerlerim kirlenmemişti bu kadar. sigarayı tutan parmaklarımda bile eğreti durumlar kendini açıkça sergilerdi. elli kuruşa içtiğimiz acı karbonatlı çayın tadı hala damağımda. düşündüm sonra; konuştuklarımızı, isimleri, dertlerimizi ve hayatlarımızı. hafızamın gençliğine şaşırdım. demek ki çok da uzun zaman geçmemiş o dakikaların ardından. o zamanlar hayatımda olan hiçkimsenin hayatımda olmayışının boşluğuyla etrafa bakındım biraz. öyle boş boş, düşünmeden. garipti. hayatımdan bu kadar insan çıkması değil, bunca zaman sonra dertlerimin hiç değişmemesiydi. içimi kaplayan o sıcak rehavet hiç değişmemişti. işte bana garip gelen de buydu. insanların dertleri hep aynıydı. yüzler, sesler, yaşanmışlıklar ve zaman değişse bile insanın içini parçalayan şey hep aynı. alışılagelmiş hislerden kaçamama durumumu acaba bu? bilmiyorum…
devamını gör...
3613.
unutmak bu kadar kolayken neydi ki insanları bu kadar kine , hırsa büriyen?
insanlara ,hayata olan kızgınlıklarımıydı yoksa ?!
bence kendilerine olan kızgınlıklarıydı bunca kinin ,hırsın, öfkenin sebebi. izin verişleriydi teker teker bütün bu yapılanlara. söz verişleriydi kendilerine bu son olacak diye. aynı zamanda da her seferinde sözlerini çiğneyişleriydi. kendi elleriyle yarattıkları dünyayı yıkışlarıydı bu. insan hayallerini bir çırpıda yok edebilir miydi ki ? bunca emek verilmişken onlara. kendini hayalleriyle kandırabilir miydi ki?kaçmaya çalışırken gerçekliğin gölgesinden. basit şeyleri karmaşıklaştıran insanlarız biz. usulca yaşayıp gidiyoruz sebepleri bilemeden, öğrenemeden.öğrenmek ve bilmek zor çünkü . kolaya kaçıyoruz. çok yanlış yapıyoruz. çok..
devamını gör...
3614.
bu hayatta en çok çocukları yakın hissediyorum kendime. onların yanındayken rahatım, huzurluyum. ahlâkî yargıları, değer yargıları henüz oluşmamış olması, hırsları, inatları, muziplikleri, sevilmeye dair inançları umutla dolduruyor içimi. büyüdüklerinde uğraşacakları, yeri geldiğinde çatışacakları tüm bu kurallar yığını kim bilir onları nelerle mücadele etmek zorunda bırakacak diye düşünmeden edemiyorum.
devamını gör...
3615.
ben burada napıyorum? yiyorum, içiyorum, çalışıyorum, gülüp ağlayıp sevişip kızıyorum, hatta bazen seviniyorum ama ben burada ne yapıyorum?

tamam dünyanın acı çekilen tek bölgesi burada, benim topraklarımda değil evet, ve evet ben benim topraklarıma bile inanmıyorum esasen ama günün sonunda ben neden yaptıklarımı yapmaya devam edip yapmadıklarıma, yapamadıklarıma yanmayı boş veremiyorum; dönüp dolaşıp aynı soruya geliyorum?

zamanım, takatim, müsaitliğim, yazmaya bile yok. zihnim sussa aslında sorunum da yok. susmuyor. susturamıyorum.
devamını gör...
3616.
sanırım olmayacak sözlük.
devamını gör...
3617.
sağlıksız bir pembe yüze sahipti çocuk. yakından bakınca yüzünde küçük sarı yeşil ve hatta mavi lekeler dikkati çekiyordu. daha yakından baktığınızdaysa, o pembe yüzdeki o rengarenk lekelerin aslında küçük çiçekler olduğunu anlaşılıyordu. sanki birisi dövme yapmış gibi.
kollarda da vardı. görünmüyordu ama muhtemelen bacaklarda da. "dövme yapmak için yaşı çok küçük oysa" diye aklımdan geçirdim

eskiden sofra masalarına muşamba serilirdi.

sonra çocuğun annesi geldi yanımıza. hamileydi ve üstünde sofra muşambasından yapılma tuhaf bir hamile elbisesi vardı. muşamba sağlıksız bir pembeydi ve üstünde de sarı, yeşil mavi renklerden oluşan küçük çiçekler vardı.
“bu çocuk da böyle lekeli olacak” dedim.
“ben bu elbiseyi hiç çıkarmam, hep bunu giyerim” dedi
sonra “çiçek çocuklar iyidir” diye ekledi
devamını gör...
3618.
sarı delilerin rengi değil bir kere tamam mı? kim demiş delilerin rengi olur diye. eğer illa olacaksa böyle bir renk deliler pek tabi turuncuyu seçmeli. güneş batarken ve gece karanlığına bürünmeden hemen önce bütün duyguların bir arada olduğu zamanı temsil ettiğinden turuncu diyorum. yalan söylüyor şarkılar. sarı saçlı yarlar yüzünden yakılmaz dünyalar. belki bir kızıl, turuncu saçlı için yok edilebilir dağlar falan. anca masallarda. modern zamanların modern zamanlar olarak adlandırılmadığı şu tanımsız çağda kimse dağları yok etmez aşkları için. herkes bireysel bir kere tamam mı? hepimiz dik başlı ve özgürüz, hepimiz hem haklı hem güçlüyüz. her birimiz işte biliyoruz neyi istemediğimizi ve neye tahammül etmemiz gerektiğini. yirmi sene önceki beni alsam şimdiye koysam sanırım ölür giderdi. daha vahşi, daha acımasız ve yirmi sene önceki ben hayretle bakıyor şimdiki halime. nasıl oluyor da diyor bu hale geldin. karşıma alıyorum onu başını okşuyorum. ve sakince uykuya dalmasını söylüyorum. ne de olsa zaman döngüsel.
devamını gör...
3619.
gün sayıyorum...
lityuma geri döndüğümden beri bir garip hissediyorum sözlük.
olabildiğince seyrek olan saçlarımı her seferinde niye böyle döktüğüne anlam veremiyorum..
geçen günlerde kestim yine saçlarımı.
saatlerce ağladım bu sefer, öncekiler gibi olmadı.
bu sefer saçlarıma çok özenmiştim sözlük.
uzatmaya çok özen göstermiştim..
neyse. iyi hissetmek için onu kullanmam gerektiğini biliyorum. ağlamak yersiz.
devamını gör...
3620.
sanki herkesten evvel o vardı. 30 seneye sığdırılan yüzlerce insandan daha az, daha çok... yirmisine merdiven dayamış bir çömezken, yirmi sekizinde hayattan bezmiş bir yorgunken, yolun yarısına iki basamak kaldı diyerek kaygılandıktan sonra okkalı bir küfür savurup daha yaşanacak onca güzel gün bizi bekliyor avuntusu ile kendimizi sahte masallarla kandırırken, yarın acaba son olur mu sorularını zibilyonlarca kez sorarken, dün bir başlangıçtı da acaba farkında mı olamadık derken, bugünü acımasızca tüketip yarına ne kaldı demeden uykuya dalarken, yolda kalınmış herhangi bir anda omzunu arayıp sağlam bir yumruk atarken, pek de karanlık olmayan bir gecede ayın görünen yüzünde görmek istediğimiz yegane sureti ararken, güneşin cehennemle aşık atan ateşi inceden inceye mesaj verip tenleri kavurduğunda el yordamı ile yön bulmaya çalışırken, iki buçuk milyon liralık piyango ikramiyesi ya bize çıkarsa ne yaparız düşüncesi ile çocuk gibi korkarken, dudaklarının kenarında kurumuş şeker izleriyle dünyadaki en sevimli gülümseyişe sahip sarı saçlı küçük bir kız çocuğunu severken, belki bir gün o kız çocuğuna eşdeğer güzellikte bir kıza babalık ederken, anne adayını henüz tanımıyorken, ilk görüşte aşka hadi be çekerken, hayır belki de tükürdüğümüzü bilmem kaçıncı kez yalarken, inanıyorum bu kadın çocuklarımın annesi olabilecek biri derken, o mühim mevzuyu ilk kez paylaştığımız insan olduğumuzu ikimiz de bilmiyorken, nedense epey bir zaman geçtikten sonra bunu birbirimize itiraf etme ihtimalini düşünürken, dalgaların üzerinde iki paralel çizgi olup bulutları izlemeye çabalarken, kumların altında ateşten bir gölge ararken, ufak bir adanın kalabalığında yıldızların altında çekip giden gözleri anarken, soğuk bir balkon köşesinde hep aynı hüzünlü ezgiye eşlik edip tek bir kelime etmeden sessizce ağlıyorken, çikolatalı milkshake içerisine bin yudum mutluluk sığdırırken, asidi kaçmış mutlulukların ardından ağıt yakarken, dumanı tüten zıkkımın kökünü yolup yolup yine ona tutarken, tekerrürlerin mide bulantısına sayısı unutulmuş poşetlerden birini daha açarken, belki hayatının imzasını attığında göz göze geldiğin an tek bir tebessümle o vakit ihtiyacın olan tüm desteği kalbinde hissederken, olmuyor olmayacak diye diye içindeki tüm boşluklar hızla büyüyüp birleşerek seni kemirirken, aşk acısı ile arşa kafa tutan dağlara tırmanıp haykırmak geçerken içinden tüm miskinliğinle bundan da vazgeçmeyi düşündüğün an dilediğini yapabilmen için sana el uzatırken, aynı günaha paydaş olup pişmanlıklara yelken açarken, aynı sevabı eşit bir biçimde pay etme telaşına düşerken, aynı fıçıdan dökülen zehirde çaresizce kulaç atarken, aynı secdeye baş koyup incecik tozu ciğerlerine gömerken; o hep vardı, aynı yerdeydi.

4 yıl kapalı kapılar ardında, belki dört duvar arasında, belki küçücük ıssız bir adada, kim bilir kimsenin asla göremeyeceği bir gezegeni keşfederken, yolların asla kesişmediği yolculuklarda, unutulanların unutulmaktan dert yanmadığı, unutanların unutulmaktan korktuğu zamanlarda, dirsek dirseğe cümleleri eskitmiş yitik kuşağın birbirlerinden kaçmak için gizliden gizliye gün saydığı yıllarda isimler hariç her şeyi, eskiye dair ne var ne yok güzel saydığımız şeyleri hatırlama çabasıyla yırtındığımız bir zaman diliminde gönüllü esarete teslim olmak için topuklarını bilmem kaç santim yukarıda neşeyle tokuşturup hayırlara karışarak tek atımlık cesaretin artığından yokluğunla varlığını ispat edebilme düşüncelerine dalarken başını kapıya doğru çevirdiğin bir anda bir tesadüfe yahut bin bir tilkinin çıldırtan sorularına maruz bırakan yazgı denilen o tuhaf bilinmezliğin tokadı ile sersemleştiğin bir anda tek bir selam sözcüğünün içinde sayfalara sığdırılamayacak kadar uzun bir nerede kalmıştık alt metinli öykülere başlangıç yapıp sanki hiçbir vakit ayrılık yaşamamış sayarak aradaki o karanlık parçaya makas atıp filme devam ediliyor... mürekkebe bulanmış beceriksiz parmaklara beraber güldüğüm, hayatın çelmesini yediği bir anda havada süzülerek yürüdüğüne şahit olduğum, moloz yığınlarından nasıl edip de eşsiz renklerde çiçek bahçeleri yaratabiliyor olmasına şaşırdığım, acılarını toprağa gömüp izlerini kıta sahanlığımdan kaçırırken, acılarıma neşter vurup itinayla dikişleri tutturmaya çalışan, düşler aleminin kıytı köşesinde tırnaklarıyla kazıyarak inşa ettiği o görkemli köşkün en güzel odasını benden hiçbir zaman esirgemeyen, sırtındaki ayrıntıları ezberleyememem için daima omuz hizamda ve yanımda olup sırtımdaki dikenleri hiç üşenmeden söken, her defasında karşıma geçerek bana tertemiz bir ayna tutan, yara izinden öptüğüm güzel yüzlü insan; can dostumdun…



kıymetin emsalsiz, bendeki yerin tarifsiz. eksiliyorum ve birer birer kayıplar vermeye başlıyorum. sen yoksun artık, boşluğun neyle dolar bilmiyorum. yüreğime dokunan kalanların her birinde seni görüyor, sımsıkı sarılıyorum. dilerim kavuşmak gerçekten mümkün olur, seni özlüyorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim