yazar: oğuz atay
yayım yılı: 1971
türk edebiyatının değerli isimlerinden biri olan oğuz atay'ın ilk romanıdır. değeri sonradan anlaşılan eser içerisinde alışılmışın dışında bir teknik ve kurguyla yazılmış 3 öykü barındırmaktadır; tutunamayanlar'ın, turgut özben'in ve selim ışık'ın öyküsünü.
selim ışık'ın intihar ettiğini gazetelerden öğrenen arkadaşı turgut özben'in ''neden'' arayışını konu alır.
yayım yılı: 1971
türk edebiyatının değerli isimlerinden biri olan oğuz atay'ın ilk romanıdır. değeri sonradan anlaşılan eser içerisinde alışılmışın dışında bir teknik ve kurguyla yazılmış 3 öykü barındırmaktadır; tutunamayanlar'ın, turgut özben'in ve selim ışık'ın öyküsünü.
selim ışık'ın intihar ettiğini gazetelerden öğrenen arkadaşı turgut özben'in ''neden'' arayışını konu alır.
- 1970 trt roman ödülü
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "muck the system" tarafından 16.11.2020 18:29 tarihinde açılmıştır.
81.
roman, baş karakter selim ışıklı'nın bireysel kimlik arayışını merkeze alır. selim'in tutunamama hali, toplumsal normlar ve bireysel değerler arasındaki çatışmalara işaret eder.eserde, 20. yüzyıl türkiye'sindeki toplumsal sorunlar ve değişimler eleştirilir. karakterler aracılığıyla, toplumun normlarına ve değerlerine karşı bir eleştiri sunulur.türkiye'nin modernleşme sürecini ve bu sürecin bireyler üzerindeki etkilerini inceler. batılılaşma çabaları ve bu çabaların yarattığı çatışmalar önemli bir temadır.oğuz atay, romanında farklı anlatım teknikleri kullanarak okuyucuyu çeşitli bakış açılarıyla tanıştırır. mektuplar, günlükler, doktor raporları gibi belgeler aracılığıyla çeşitli sesler ve bakış açıları bir araya getirilir. okumak biraz külfet olabilir fakat olaya dahil olduğunda hakkını verirsin. tercihen birkaç defa daha okunup daha çok sindirilir. bir alıntıyla sonlandırayım. "beni yazma, yazma beni. bırak yaşayayım. çünkü yazılanlar ben olamam. yazılanlar, ben olmayan, benim olmayan bir şey olur. beni bırak yaşayayım." — selim ışıklı
devamını gör...
82.
sanırım 3 kere filan okudum ve her seferinde ilk defa okuyormuş gibi hissetmiştim. freewriting olayını ilk bu kitapta gördüm ve bende deneyimledim sonra birçok yazımda.
hakan günday'ın a-z kitabında bahsediyorlardı sanırım bu kitaptan. oradan görüp okumuştum iyi ki de okumuşum.
hakan günday'ın a-z kitabında bahsediyorlardı sanırım bu kitaptan. oradan görüp okumuştum iyi ki de okumuşum.
devamını gör...
83.
okuyucu kitlesinin yarısı yarım bırakıp kalan yarısının çeyreği de kitabı (özellikle de selim ışık'ı) anlamadığından hayli az kişi okumuş gibi hissettiren, çok fazla kişiyle tartışılamayan ancak uğruna şahsi savaş verebileceğim o kitap. hakan günday'ın az kitabındaki oğuz atay uğruna adam öldürmeye hazır derda gibiyim. tutunamayanlar türk edebiyatı'nın en iyi kitabıdır. selim ışık olduğunu mu düşünüyorsun, asıl selim ışık benim ulan diyor, 800 küsür sayfalık kitabı üçüncü kere okuma isteğimi kovalıyorum.
devamını gör...
84.
kitapların zamanları olduğunu düşünüyorum. bu kitabı yirmili yaşlarımın başında iki kez okudum ama ikisi de yanlış zamanlardı. ki şu an bile doğru zaman olmadığını düşünüyorum. biraz daha beklemem gerekiyor üçüncü okuma için.
bu araca ülkede en çok satılan ama satılanlar içinde en az okunan kitap olduğunu duymuştum. ki sosyal medyada yanında kahve kupası ile fotoğrafını cekme furyası vardı bir ara, galiba en fazla satıldığı dönem de o dönem olmalı.
bu araca ülkede en çok satılan ama satılanlar içinde en az okunan kitap olduğunu duymuştum. ki sosyal medyada yanında kahve kupası ile fotoğrafını cekme furyası vardı bir ara, galiba en fazla satıldığı dönem de o dönem olmalı.
devamını gör...
85.
1971 yılında iki cilt halinde yayınlanmış bir kitaptır. ismi gibi de o dönemde tutunamamış ama değeri geç de olsa anlaşılmış bir roman. edebiyatımızda da ilk postmodern roman sayılır. roman üç öyküden oluşuyor. birinci öykü, tutunamayanlar kitabının öyküsü, ikinci öykü, turgut özben 'in öyküsü, üçüncü öykü de selim ışık'ın öyküsü. okumak için sessiz, sakin, gürültüden ve dikkat kaçırmaktan olabildiğince uzak bir ortamda okunması gereken iki veya üç güne bitirilebilen kalın bir kitap.
devamını gör...
86.
oğuz atay'ın tutunamayanlar'ı yusuf atılgan'ın aylak adam romanındaki bir pasajdan etkilenerek kaleme aldığı rivayet edilir. söylentilere göre oğuz atay kitabı bitirince yusuf atılgan'a kitabı mektup olarak postalar ancak hiç cevap alamaz.
ölümünden sonra yusuf atılgan'a sorulduğunda da; böyle bir kitabın benim yorumuma ihtiyacı olduğunu düşünmediğim için cevap vermedim der.
bana kalırsa bu rivayet gerçekse eğer yusuf atılgan burada durumu kurtarmaya çalışmış zira kimse cevapsız kalmayı hak etmiyor.
romana gelince muhtevası ağır bir roman. romanı okumadan önce belli bir bilgi birikim şart olmakla birlikte romandaki alt başlıkları da iyi kavramak gerekiyor.
öncelikle roman, postmodernist değil modernist bir roman zira romanın yazıldığı dönemde, türk edebiyatı'nda postmodernizm'den henüz söz edilemezdi.
elbette biz bugün diyebiliyoruz ki tutunamayanlar postmodernizme selam çaktı fakat bu yine romanının modernizm akımıyla yazıldığı gerçeğini değiştirmiyor.
romanda sıkça bilinç akışlarına flashbacklere yer veriliyor. bilinç akışı sağlamak istediği yerde yazarın hiç noktalama işaretlerini kullanmadığını görüyoruz ki bu da akış hiç kesilmeden okuyucuya anlatılan olay resmedilmiş oluyor.
yazar, metinlerarası bir ilişki kurarak da romanı tuzaklarla dolu bir macera olarak bize sunuyor.
romanda selim ışık süperego'yu; turgut özben, ego'yu; olric ise id'i temsil eder.
kişisel yorumumu ekleyecek olursam bugün hâlâ anlaşılamamış, çağının çok ötesinde bir romandır.
ölümünden sonra yusuf atılgan'a sorulduğunda da; böyle bir kitabın benim yorumuma ihtiyacı olduğunu düşünmediğim için cevap vermedim der.
bana kalırsa bu rivayet gerçekse eğer yusuf atılgan burada durumu kurtarmaya çalışmış zira kimse cevapsız kalmayı hak etmiyor.
romana gelince muhtevası ağır bir roman. romanı okumadan önce belli bir bilgi birikim şart olmakla birlikte romandaki alt başlıkları da iyi kavramak gerekiyor.
öncelikle roman, postmodernist değil modernist bir roman zira romanın yazıldığı dönemde, türk edebiyatı'nda postmodernizm'den henüz söz edilemezdi.
elbette biz bugün diyebiliyoruz ki tutunamayanlar postmodernizme selam çaktı fakat bu yine romanının modernizm akımıyla yazıldığı gerçeğini değiştirmiyor.
romanda sıkça bilinç akışlarına flashbacklere yer veriliyor. bilinç akışı sağlamak istediği yerde yazarın hiç noktalama işaretlerini kullanmadığını görüyoruz ki bu da akış hiç kesilmeden okuyucuya anlatılan olay resmedilmiş oluyor.
yazar, metinlerarası bir ilişki kurarak da romanı tuzaklarla dolu bir macera olarak bize sunuyor.
romanda selim ışık süperego'yu; turgut özben, ego'yu; olric ise id'i temsil eder.
kişisel yorumumu ekleyecek olursam bugün hâlâ anlaşılamamış, çağının çok ötesinde bir romandır.
devamını gör...
87.
türk okurunun lanetli kitabı... esprileri de döner... ben okudum ve gerçekten diyaloglarından oldukça keyif aldım ama sonrasında öyle aman içimde bir yer edindi hala hatırlarım şöyle böyle diyebileceğim bir kitap olamadı... ilginç bir kalem ve ülkeye okuma merakı getiren nadir eserlerden birisi... ( merak kediyi öldürür ya da tutunamayanları okur... )
devamını gör...
88.
selim'in ölümünün ardından turgut özben'in hayatındaki değişiklikleri anlatır.
aslında bence içindeki selim'i öldüren turgut'un selim olmaya duyduğu özlemle yaşadıkları anlatılır. o yüzden selim ve turgut farklı karakterler değildir bence.
aslında bence içindeki selim'i öldüren turgut'un selim olmaya duyduğu özlemle yaşadıkları anlatılır. o yüzden selim ve turgut farklı karakterler değildir bence.
devamını gör...
89.
tutunamayanlar, klasik bir roman okuma deneyimi sunmaz. bu yüzden, kitabı okumaya başlayan biri, olay örgüsü açısından akıcı ve kolay anlaşılır bir metin beklememelidir. oğuz atay, bilinç akışı, iç monologlar, ansiklopedik bölümler, oyunlar ve parodilerle geleneksel anlatıyı kırar. okur, zaman zaman metnin içinde kaybolabilir, tekrar tekrar dönüp bazı bölümleri anlamaya çalışmak zorunda kalabilir. fakat bu kayboluş, aslında romanın özüne dair bir deneyimdir. tutunamayanlar’ın dünyasına girmek, yalnızca bir karakteri ya da hikâyeyi takip etmek değil, aynı zamanda o dünyadaki yabancılaşma hissine ortak olmaktır.
bu kitabı okurken sabırlı olmak gerekir. oğuz atay’ın mizahi dili, zekice kurguladığı ironiler ve sistem eleştirileri, bazen metni ağırlaştırabilir ama bu katmanların içinde kaybolmaktan korkmamak gerekir. okur, özellikle selim ışık’ın ve turgut özben’in içsel dünyalarını anlamak için, onların düşüncelerine ve çıkmazlarına empatiyle yaklaşmalıdır. metinle inatlaşmak yerine, ona kendini bırakmak en iyi yaklaşımdır.
kitap bittikten sonra okuyucuda kalıcı etkiler bırakabilir. özellikle toplumun dayattığı kurallar, bireysel varoluş sancıları ve sistemin bireyi nasıl biçimlendirdiğine dair farkındalık yaratabilir. “ben gerçekten tutunanlardan mıyım, yoksa farkında olmadan tutunamayanlardan biri miyim?” sorusu, okurun zihninde uzun süre yankılanabilir. kimi okurlar bu kitabı bitirdiğinde kendini yalnız hissetse de, aslında tutunamayanlar, yalnız olmadığımızı da hissettiren bir metindir. okuyan herkes, bir noktada kendi selim’ini ya da turgut’unu bulabilir.
eğer tutunamayanlar sonrası benzer bir okuma yapmak istersen, oğuz atay’ın tehlikeli oyunlar romanı, yusuf atılgan’ın aylak adam’ı veya albert camus’nün yabancı’sı gibi eserler, bu kitaptaki ruh halini pekiştirebilir. ama en önemlisi, bu kitabın bir kez okunup geçilecek bir eser olmadığını anlamaktır. yıllar sonra tekrar açıldığında bile, her seferinde yeni anlamlar çıkarılabilecek bir metindir. her seferinde yeni bir umut ve yeni bir heyecanla…
bu kitabı okurken sabırlı olmak gerekir. oğuz atay’ın mizahi dili, zekice kurguladığı ironiler ve sistem eleştirileri, bazen metni ağırlaştırabilir ama bu katmanların içinde kaybolmaktan korkmamak gerekir. okur, özellikle selim ışık’ın ve turgut özben’in içsel dünyalarını anlamak için, onların düşüncelerine ve çıkmazlarına empatiyle yaklaşmalıdır. metinle inatlaşmak yerine, ona kendini bırakmak en iyi yaklaşımdır.
kitap bittikten sonra okuyucuda kalıcı etkiler bırakabilir. özellikle toplumun dayattığı kurallar, bireysel varoluş sancıları ve sistemin bireyi nasıl biçimlendirdiğine dair farkındalık yaratabilir. “ben gerçekten tutunanlardan mıyım, yoksa farkında olmadan tutunamayanlardan biri miyim?” sorusu, okurun zihninde uzun süre yankılanabilir. kimi okurlar bu kitabı bitirdiğinde kendini yalnız hissetse de, aslında tutunamayanlar, yalnız olmadığımızı da hissettiren bir metindir. okuyan herkes, bir noktada kendi selim’ini ya da turgut’unu bulabilir.
eğer tutunamayanlar sonrası benzer bir okuma yapmak istersen, oğuz atay’ın tehlikeli oyunlar romanı, yusuf atılgan’ın aylak adam’ı veya albert camus’nün yabancı’sı gibi eserler, bu kitaptaki ruh halini pekiştirebilir. ama en önemlisi, bu kitabın bir kez okunup geçilecek bir eser olmadığını anlamaktır. yıllar sonra tekrar açıldığında bile, her seferinde yeni anlamlar çıkarılabilecek bir metindir. her seferinde yeni bir umut ve yeni bir heyecanla…
devamını gör...
90.
popüler kültüre ve geri zekalı bir grup insanın ilgisine kurban gitmiş kitap.
şu 1, kinyas ve kayra 2.
kaç yaşına geldim, tuğla gibi de kitap, elim gitmiyor kitaba. halbuki öyküleri falan tertemiz oğuz atay'ın. trenli mrenli bi tane okumuştum, suratıma tokat yemiş gibi olmuştum.
albayım diye diye yıldırdınız. kitabın da bizim de içimizden geçtiniz.
geçen biri x'te mesaj atmış, benzer kafa, her cümlenin sonu "olric"le bitiyo. bana 1 daha olric dersen engeli basıcam sana dedim. tamam tamam özür dilerim dedi.
bunlar ve gitar tıngırdatarak şiir okuyanlar...
tenhada kafanıza falan sıkın yeter artık ya. umuma açık alanlarda kitap taşımaya korkar oldum. elimde kitap gören üstüme ya albayım'la biten boktan aforizma fırlatıyor ya da muhsin ünlü'den birkaç dize...
şu 1, kinyas ve kayra 2.
kaç yaşına geldim, tuğla gibi de kitap, elim gitmiyor kitaba. halbuki öyküleri falan tertemiz oğuz atay'ın. trenli mrenli bi tane okumuştum, suratıma tokat yemiş gibi olmuştum.
albayım diye diye yıldırdınız. kitabın da bizim de içimizden geçtiniz.
geçen biri x'te mesaj atmış, benzer kafa, her cümlenin sonu "olric"le bitiyo. bana 1 daha olric dersen engeli basıcam sana dedim. tamam tamam özür dilerim dedi.
bunlar ve gitar tıngırdatarak şiir okuyanlar...
tenhada kafanıza falan sıkın yeter artık ya. umuma açık alanlarda kitap taşımaya korkar oldum. elimde kitap gören üstüme ya albayım'la biten boktan aforizma fırlatıyor ya da muhsin ünlü'den birkaç dize...
devamını gör...
91.
tutunamayanlar kritiği yapmak için, balo kıyafetlerimizi giymek gerek. hazır değilim. önceki kritikleri yazmak yerine 45 yaş kafası ile yeniden yazmayı umuyorum bir gün. sevgili lokum gibi @sissy hanım'ın dediği gibi, hatırladığım kadarıyla poyraz karayel dizisinden sonra insanlarda aniden oluşan oğuz atay sevgisi, "popüler kültüre bacağım girsin" dememe neden oluyor. o kesin.
karamazov kardeşler'in pik noktası büyük engizisyoncu ise, --şahsi fikrim olarak-- tutunamayanlar'ın zirvesi mahkeme pasajıdır.
“bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.
o zaman, akıllı ya da akılsız butun ezilenler, yani bizim caddedeki insanların çoğu, yani öcü geliyor diye küçükken beni korkuttukları çolak ve topal deli rüstem ile ben ve benimle birlikte bar kızı leyla kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafatasını delerek alay edenlerden kurtulmak icin butun hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda kalan meyhaneci hızır ve onunla birlikte ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu olan ve şimdi havagazıyla intihar ettiği icin olmuş bulunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan ercan ve ercan’la birlikte annesi rus babası italyan olan ve sınıfta ve bahcede paltosunu hic cıkarmayan ve daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf cocuklarıyla top oynayan ve gavur diye ve kambur diye horlanan altan ve altan’la birlikte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve dayısıyla evkaf apartmanının en üst katında labirent gibi karışık koridorlardaki yuzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elektrikci çıraklığına başlayan osman ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil (uluer) turan ve mimar cemil’le birlikte sakat olduğu icin hic yürümeyen ve hep altını kirleten ve misafirler gormesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve guzel yuzuyle ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan zavallı ayhan ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı dokunmayan ve olmuş kocasını unutamayan rus madam ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait beyin biricik oğlu ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kacışında ıslak elbiselerini cıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan ertan ve onunla birlikte basit bir kamyon şofor muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denen illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından terkedilen ve meteliksiz kalan ve bir gun bir kahve koşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz orhan ve orhan beyle birlikte, orhan beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak olan ve elkapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz saffetlerin ücüncü hizmetçisi kezban yargıç kursusunde bulunacağız.
mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, ıstırabı paylaşamayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen, çaresiz bırakan, yalnız bırakan, terkeden, baskı yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen, değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gösteren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korkutan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşama hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek icin her davranışı meşru sayan onlar, yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran, nefes almamızı dahi engelleyen, yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve ici boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları, yani esasında sayıca üstün olanlar, yani her zavallıdan daima bir rutbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar, yani şekilsiz huviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler, yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler, yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler, yani çırağını, birşeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar, muavininin başına vuran şoförler ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler, duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler ve yetkilerini kötuye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani oğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler ve onlarla birlikte bilgisizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her duşunceden insanlar arasında daima on safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı cıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup cıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirlerine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar… karşımıza oturacaklar.
ve biz onlara diyeceğiz ki :
hesaplaşma günü geldi. şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. ve çıkarınıza baktınız. hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldıklarını ileri sürdüler. biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık. her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan bizleriz. esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk. ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakârlıktı. arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. onlar da sizler gibi onlardı. düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. tabii sizler de bu arada boş durmadınız. bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. sizlere ne kadar minnettardık. buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes birşeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle, hep sizler için birşeyler yapmaya çalıştık. bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün.
aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. gereği düşünüldü. sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oybirliğiyle karar verildi.”
metin için ekşi sözlük'ten @pierre menard'a teşekkürler.
karamazov kardeşler'in pik noktası büyük engizisyoncu ise, --şahsi fikrim olarak-- tutunamayanlar'ın zirvesi mahkeme pasajıdır.
“bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.
o zaman, akıllı ya da akılsız butun ezilenler, yani bizim caddedeki insanların çoğu, yani öcü geliyor diye küçükken beni korkuttukları çolak ve topal deli rüstem ile ben ve benimle birlikte bar kızı leyla kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafatasını delerek alay edenlerden kurtulmak icin butun hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda kalan meyhaneci hızır ve onunla birlikte ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu olan ve şimdi havagazıyla intihar ettiği icin olmuş bulunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan ercan ve ercan’la birlikte annesi rus babası italyan olan ve sınıfta ve bahcede paltosunu hic cıkarmayan ve daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf cocuklarıyla top oynayan ve gavur diye ve kambur diye horlanan altan ve altan’la birlikte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve dayısıyla evkaf apartmanının en üst katında labirent gibi karışık koridorlardaki yuzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elektrikci çıraklığına başlayan osman ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil (uluer) turan ve mimar cemil’le birlikte sakat olduğu icin hic yürümeyen ve hep altını kirleten ve misafirler gormesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve guzel yuzuyle ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan zavallı ayhan ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı dokunmayan ve olmuş kocasını unutamayan rus madam ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait beyin biricik oğlu ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kacışında ıslak elbiselerini cıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan ertan ve onunla birlikte basit bir kamyon şofor muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denen illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından terkedilen ve meteliksiz kalan ve bir gun bir kahve koşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz orhan ve orhan beyle birlikte, orhan beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak olan ve elkapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz saffetlerin ücüncü hizmetçisi kezban yargıç kursusunde bulunacağız.
mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, ıstırabı paylaşamayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen, çaresiz bırakan, yalnız bırakan, terkeden, baskı yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen, değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gösteren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korkutan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşama hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek icin her davranışı meşru sayan onlar, yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran, nefes almamızı dahi engelleyen, yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve ici boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları, yani esasında sayıca üstün olanlar, yani her zavallıdan daima bir rutbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar, yani şekilsiz huviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler, yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler, yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler, yani çırağını, birşeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar, muavininin başına vuran şoförler ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler, duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler ve yetkilerini kötuye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani oğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler ve onlarla birlikte bilgisizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her duşunceden insanlar arasında daima on safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı cıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup cıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirlerine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar… karşımıza oturacaklar.
ve biz onlara diyeceğiz ki :
hesaplaşma günü geldi. şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. ve çıkarınıza baktınız. hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldıklarını ileri sürdüler. biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık. her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan bizleriz. esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk. ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakârlıktı. arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. onlar da sizler gibi onlardı. düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. tabii sizler de bu arada boş durmadınız. bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. sizlere ne kadar minnettardık. buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes birşeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle, hep sizler için birşeyler yapmaya çalıştık. bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün.
aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. gereği düşünüldü. sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oybirliğiyle karar verildi.”
metin için ekşi sözlük'ten @pierre menard'a teşekkürler.
devamını gör...
92.
asla bitmesini istemediğim, postmodern türk edebiyatının medarıiftiharı olan kitaptır. bazılarına göre çok hüzünlü olduğu atfedilse de bendenizin birçok bölümde kahkahalar atmasına vesile olmuştur. sonrasında bir süre kadar başka roman beğenememek muhtemeldir.
devamını gör...