16 mayıs 2021 kademeli normalleşme genelgesi
değişen hiçbir şey olmamış. yine turistler gezecek biz bakıp kalacağız galiba. evet.
devamını gör...
bullet journal
noktalı sayfaları olması sebebiyle içini istediğiniz gibi dizayn edebildiğiniz ajanda. diğer ajandalara göre kullanması daha meşakkatlidir. eğer ki buna ayırabilecek vaktiniz varsa, yaratıcılığınızı ortaya koymak istiyorsanız tercih edilebilir.
devamını gör...
yazarların sözlük mağazasından ilk alışverişleri
kişisel iletidir. ileti olarak sanırsam ilk, "şeyma subaşı" yazmıştım ve 2 ay sonra değiştirme kararı aldım. sonuçta şimdi acun macun başımıza iş çıkarmasın. saygılar abi.
edit: ikinci başucu eserim olan tanımdır.
edit: ikinci başucu eserim olan tanımdır.
devamını gör...
spor sonrası soğuk duş
spor yaptıktan sonra arınma durumudur. bitleri dökmektir. spor sonrasında alınan soğuk/sıcak duş arasında olan farkları anlayamadım. sıcak duş alırsanız eğer tansiyonunuz düşer, soğuk duş alsanız tansiyonunuz yükselir gibi tanımlamalar var. ideali ılıktır. kasları rahatlatmaktadır.
devamını gör...
normal sözlük'te küfrün serbest olması gerekliliği
bu kadar küfür seviyorsan git kıraathaneye ya da meclis tv aç sen de eşlik et.
devamını gör...
inversiyon
bir kromozom mutasyonu/anomalisi
inversiyonda, bir kromozom parçası 180 derecede dönerek aynı kromozoma tekrar yerleşir. gen sayısı aynıdır, sadece diziliş değişir.
(bkz: perisentrik inversiyon)
(bkz: parasentrik inversiyon)
inversiyonda, bir kromozom parçası 180 derecede dönerek aynı kromozoma tekrar yerleşir. gen sayısı aynıdır, sadece diziliş değişir.
(bkz: perisentrik inversiyon)
(bkz: parasentrik inversiyon)
devamını gör...
kaşar peynirinin yakıştığı yemekler
o kadar çok cinsiyet üzerine dayalı başlık görüyorum ki "yemekler" kelimesini "erkekler" diye okudum ya.
kaşar bir çok şeye tat veriyor ayıramam.
kaşar bir çok şeye tat veriyor ayıramam.
devamını gör...
takip edilesi sözlük yazarları
tanımlarını okumak daha çok görmek istediğiniz yazarlardır.
devamını gör...
aquila non captat muscas
latince bir deyiştir. anlamı ise kartal sinek avlamaz’dır. kendi gücünün zekasının farkına varmış kişilerin, ufak sorunlarla küçük engellerle ve zaman kaybettirici işlerle uğraşmayacağını belirtmektedir.
devamını gör...
van'da helikopterden iki köylünün atılması
ortada itiraf olmasına, hem de eski başbakanın itirafı olmasına rağmen hala vicdansızca savunulmaya çalışılan vahşi cinayet.
yahu farzedelim ki terörist. bu mu yapılması gereken? peki bu iktidara göre yarın en küçük bir fikir yahut çıkar ayrılığında, şu an iktidar partisini ve yaptıklarını ölümüne savunmanıza rağmen sizlerin terörist ilan edilmeyeceğiniz ne malum? demek ki öyle bir durumda sizin düşüncenize göre, birileri sizi de rahatlıkla helikopterden aşağıya atabilir. ve ne acıdır ki sizin hakkınızı da savunmak, yine şimdi terörist dediğiniz o insan hakları savunucularına düşebilir.
azıcık insan olun yahu. azıcık. kim kime karşı yaparsa yapsın, yanlış yanlıştır, haksızlık haksızlık, zulüm zulümdür, kötülük ise kötülük. karşısında durun. çok zor sizin gibiler için, biliyorum ama bir deneyin yahu.
"zulüm bizdense, ben bizden değilim. "
rachel corrie.
yahu farzedelim ki terörist. bu mu yapılması gereken? peki bu iktidara göre yarın en küçük bir fikir yahut çıkar ayrılığında, şu an iktidar partisini ve yaptıklarını ölümüne savunmanıza rağmen sizlerin terörist ilan edilmeyeceğiniz ne malum? demek ki öyle bir durumda sizin düşüncenize göre, birileri sizi de rahatlıkla helikopterden aşağıya atabilir. ve ne acıdır ki sizin hakkınızı da savunmak, yine şimdi terörist dediğiniz o insan hakları savunucularına düşebilir.
azıcık insan olun yahu. azıcık. kim kime karşı yaparsa yapsın, yanlış yanlıştır, haksızlık haksızlık, zulüm zulümdür, kötülük ise kötülük. karşısında durun. çok zor sizin gibiler için, biliyorum ama bir deneyin yahu.
"zulüm bizdense, ben bizden değilim. "
rachel corrie.
devamını gör...
okuyana kahkaha attıracak komik espriler
uykusuzluğun bana verdiği yetkiyle başlıyorum.
"ığdır'ın baş harfi ığdır."
"ığdır'ın baş harfi ığdır."
devamını gör...
kitaplıktaki en kıymetli kitap
mesut olmak sanatı isimli, 1957 basımı kitaptır.
aklımdaki birkaç kitabı almak için gittiğim sahafta, kasanın hemen yanındaki rafta diğer kitaplardan biraz uzakta duruyordu. boyutu normalden çok küçük, incecik bir cep kitabı işte. yaşını belli eden solgun kırmızısı, kapağındaki kırışıklıklar öyle hoştu ki beni kendine çekti.
eve gittiğimde fark ettim ki içine küçük notlar alınmış, bazı cümlelerin titrek ellerle altı çizilmiş. hemen okumaya başladım. ama kitaba duyduğum meraktan ziyade benden önceki okurunu tanımak istiyordum.
kitabın ona umut vermesini istiyordu. birçok pişmanlığı vardı ama en belirgin olanı zamanında çocuklarına karşı tutumuydu. bir de mutluluğun yeterince hakkını veremediği için üzülüyordu. kitabın sonlarına doğru bu fikre daha da tutunduğunu görmek mümkün. "mutlu olmak meğer ne kolaymış, kendimden esirgemişim." dediğine eminim.
kim bilir nasıl bir yaşamı olmuştu? özür dileme fırsatı olmuş muydu? dilerim olmuştur.
aklımdaki birkaç kitabı almak için gittiğim sahafta, kasanın hemen yanındaki rafta diğer kitaplardan biraz uzakta duruyordu. boyutu normalden çok küçük, incecik bir cep kitabı işte. yaşını belli eden solgun kırmızısı, kapağındaki kırışıklıklar öyle hoştu ki beni kendine çekti.
eve gittiğimde fark ettim ki içine küçük notlar alınmış, bazı cümlelerin titrek ellerle altı çizilmiş. hemen okumaya başladım. ama kitaba duyduğum meraktan ziyade benden önceki okurunu tanımak istiyordum.
kitabın ona umut vermesini istiyordu. birçok pişmanlığı vardı ama en belirgin olanı zamanında çocuklarına karşı tutumuydu. bir de mutluluğun yeterince hakkını veremediği için üzülüyordu. kitabın sonlarına doğru bu fikre daha da tutunduğunu görmek mümkün. "mutlu olmak meğer ne kolaymış, kendimden esirgemişim." dediğine eminim.
kim bilir nasıl bir yaşamı olmuştu? özür dileme fırsatı olmuş muydu? dilerim olmuştur.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının ölümden döndüğü anlar
ölümden ve hatta arttırıyorum ; öldürmekten de döndüğüm an diye arttırdığım hede.
--
frene bastım mı, yoksa çarpıp mı durdum hatırlamıyorum.
gözlerimi açtım, karşımda az önceki karanlık asfalt değil bir benzin istasyonunun market kısmının parlak ışıkları var. biri geliyor yanıma, "abi naptın?" diyor korku dolu sesle, "tamam lan, öldürdüm ben kesin birilerini, hem onların hem kendi hayatımı ***tim" diye düşünüyorum, adam benim kapımı zor bela açıyor, dışarı kusuyorum.
arabadan indiriyorlar beni, konuşmak istiyorum, kime ne yaptım öğrenmek istiyorum, sesim çıkmıyor, göğsümde direksiyonun ağrısı, kaburgalar kırılmış sonradan öğreniyorum ama o an farkında bile değilim doğru düzgün.
telefonumu uzatıyorum adamlara, son aramalarda en son hatunun adı var, kavga etmişiz, o yüzden bok var gibi içmişim, o yüzden gecenin bir körü urla iskele yoluna girmişim. "kimi arayalım, polis ara lan, ambulans da lazım" sesleri geliyor kulağıma. yerde oturuyorum, az ötemde kusmuğum. "nizam" diyorum zor bela, nizam dostım, nizam kardeşim.
sonra yine karanlık.
sabah, daha önce hiç uyanmadığım bir yatakta uyanıyorum, nizam benzin istasyonundaki yaptığım hasarı karşılamış, yaralı ölü olmadığı için olay polise ulaşmadan arabayı ve beni oradan kaçırmış. hastane filan yasak bize o aralar, "bizden" bir doktora götürmüş, pansuman, ağrı kesici filan yapılmış benim haberim yok. yine kusuyorum, sese nizam geliyor.
"napıyon lan öküz, kendini öldürmeye mi yoksa güzelbahçe'yi havaya uçurmaya mı çalışıyorsun?" diyor. bişi diyemiyorum. çay veriyor, onu bile içemiyorum.
o günden sonra da alkol ve direksiyonu bir daha asla yanyana getirmiyorum, tek yeminim oluyor, o utanç, o tuhaf his, o vicdan azabı da bir daha üstümden silinmiyor.
--
frene bastım mı, yoksa çarpıp mı durdum hatırlamıyorum.
gözlerimi açtım, karşımda az önceki karanlık asfalt değil bir benzin istasyonunun market kısmının parlak ışıkları var. biri geliyor yanıma, "abi naptın?" diyor korku dolu sesle, "tamam lan, öldürdüm ben kesin birilerini, hem onların hem kendi hayatımı ***tim" diye düşünüyorum, adam benim kapımı zor bela açıyor, dışarı kusuyorum.
arabadan indiriyorlar beni, konuşmak istiyorum, kime ne yaptım öğrenmek istiyorum, sesim çıkmıyor, göğsümde direksiyonun ağrısı, kaburgalar kırılmış sonradan öğreniyorum ama o an farkında bile değilim doğru düzgün.
telefonumu uzatıyorum adamlara, son aramalarda en son hatunun adı var, kavga etmişiz, o yüzden bok var gibi içmişim, o yüzden gecenin bir körü urla iskele yoluna girmişim. "kimi arayalım, polis ara lan, ambulans da lazım" sesleri geliyor kulağıma. yerde oturuyorum, az ötemde kusmuğum. "nizam" diyorum zor bela, nizam dostım, nizam kardeşim.
sonra yine karanlık.
sabah, daha önce hiç uyanmadığım bir yatakta uyanıyorum, nizam benzin istasyonundaki yaptığım hasarı karşılamış, yaralı ölü olmadığı için olay polise ulaşmadan arabayı ve beni oradan kaçırmış. hastane filan yasak bize o aralar, "bizden" bir doktora götürmüş, pansuman, ağrı kesici filan yapılmış benim haberim yok. yine kusuyorum, sese nizam geliyor.
"napıyon lan öküz, kendini öldürmeye mi yoksa güzelbahçe'yi havaya uçurmaya mı çalışıyorsun?" diyor. bişi diyemiyorum. çay veriyor, onu bile içemiyorum.
o günden sonra da alkol ve direksiyonu bir daha asla yanyana getirmiyorum, tek yeminim oluyor, o utanç, o tuhaf his, o vicdan azabı da bir daha üstümden silinmiyor.
devamını gör...
geceye az bilinen bir şarkı bırak
az mı bilinmektedir, çok mu bilinmektedir, bu konuda emin olamadım. yine de paylaşmış olayım.
altmışa yeten yılkımın
alası nerede kongurey
altı koşumlu ulusumun
ağılı nerede kongurey
yetmişe yeten yılkımın
yelesi nerede, kongurey
yedi devletli ulusumun
yeri nerede kongurey?
seksene yeten yılkımın
sekizi nerede kongurey?
sekiz devletli ulusumun
bilgeleri nerede kongurey?
doksana yeten yılkımın
dokuzu nerede kongurey?
dokuz sancaklı ulusumun
tozu nerede, kongurey, kongurey...
ekleme: ötüken dağının eteklerinde varolan ancak zamanla kaybolan koŋgurej şehrine ve geçmişine ağıttır.
altmışa yeten yılkımın
alası nerede kongurey
altı koşumlu ulusumun
ağılı nerede kongurey
yetmişe yeten yılkımın
yelesi nerede, kongurey
yedi devletli ulusumun
yeri nerede kongurey?
seksene yeten yılkımın
sekizi nerede kongurey?
sekiz devletli ulusumun
bilgeleri nerede kongurey?
doksana yeten yılkımın
dokuzu nerede kongurey?
dokuz sancaklı ulusumun
tozu nerede, kongurey, kongurey...
ekleme: ötüken dağının eteklerinde varolan ancak zamanla kaybolan koŋgurej şehrine ve geçmişine ağıttır.
devamını gör...
popüler olmayan sözlük yazarlarının yazma amacı
kitap var diye gelmiştim, baktım eğlenceli bir yer devam edeyim dedim. evet.
devamını gör...
sketchtoy'da çizilen normal sözlük nickleri
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
isyan
bu mektubu sana yazarken gerçekten zorlandığımı söylemek isterim. sonuçta kaç senelik bir geçmişimiz var. şu an bir çöp tenekesinin başında duruyorum ve senin kokunu burnumda hissedebiliyorum. biraz hüzünlüyüm yaptığım şeylerden dolayı ama bir seçim yaptım. şimdi farkına varıyorum ve sana bir açıklama borçlu olduğumu hissediyorum, benim kötü niyetli olmadığımı anlaman için ve bütün hikayeyi öğrenebilmen için. bugün yine sessizce kapına geldim. beni fark etmemen için nefesimi bile tuttum. hala yemek kabını kapının önüne koyuyorsun. her şeyden önce dönmeyeceğimi belirtmek isterim. dışarda hayat var ve çok güzel dostluklar edindim bu iki aylık süreçte. tüm mesele ne zaman başladı biliyor musun? onu eve alınca. o ana kadar keyfim yerinde, karnım tok ve evde geçirdiğim yalnız zamanlardan gayet mutluluk duyuyordum. sen eve gelince ise birlikte uyumak, bacaklarında gezinmek, istediğim zaman istediğim yerde yatmak arada o çok sevdiğim küçük bilyelerle birlikte oyun oynamamız, beni yerden havaya kaldırıp yüzümü sıkman… bunların hepsi benim bildiğim tek gerçeklikti. beni savunmasız, tecrübesiz ve minnacıkken sokakta bulup evine davet ettiğin için minnetimi dile getirmek isterim. hani bizlerin nankör olduğunu söylerler ya hep. bu tam bir safsata. bazılarımız sadece biraz daha özgür ruhlu, bazılarımız duygusal, biraz hırçın, biraz öfkeli… tıpkı siz insanlarda olduğu gibi türlü türlü huylarımız var. mesela akşamları konuşlandığımız köprü altındaki iyi niyetli dostumuz “şef” (nam-ı diğer osman) iki haftada bir çiçekçiden bir gül çalıp, eski sahibinin kapısının önüne bırakıyor.
ne diyordum… evet o, onu getirdiğin günü daha bir dakika önce yaşanmış gibi hatırlayabiliyorum. mutfakta, soğuk seramik zemin üzerinde kendimi serinletmeye çalışırken kapı açıldı ve kafamı şöyle biraz oynatıp baktığımda bir de ne göreyim. beyaz tüyleri kirden simsiyah olmuş, incecik, benim yaşlarımda bir hem cinsim, burnu çizikler içinde ve sağ kulağında hafif bir kan lekesiyle öylece kucağında durup dik dik bana bakıyordu. onu yere bıraktığında doğruca yanıma geldi. “sen de kimsin?” dedim. “sana ne dostum” diye cevap verdi burnundan tıslayarak. sen ise ikimizin yanına gelip “bak çam, bu yeni arkadaşın maske” dedin. bir süre öylece birbirimize baktık ve ben de açıkçası kavgacı olmadığım için, söylediği terbiyesiz cevaba karşılık vermedim ve yatak odasına geçtim. birkaç saat orada kaldım, çarşafların arasında ve bu süre zarfında senin maske’yi yıkayışını, onu besleyişini duyabiliyordum. takdir edersin ki birden, gökten zembille inmiş gibi eve bir kedi getirince bütün dünyam allak bullak oldu. ilerleyen günlerde onunla kavga etmememiz benim iyi niyetli olmamdan kaynaklanıyor. sürekli tacizlerde bulunuyordu. “hey dostum burası resmen bir hapishane” ya da “ sen ne biçim kedisin dostum dışarısı inanılmaz bütün gün burada canın sıkılmıyor mu? söylesene.” diyordu. onunla kesinlikle konuşmama kararı almıştım ve cevap vermiyordum. mümkünse hiç muhatap olmuyordum. arada ön ayaklarıyla bana bir dokunup “sen ölmüşsün dostum” diyordu. onu neden evde tuttuğunu bir türlü anlam veremiyordum. ortalığı karıştırıyordu. mutfak masasının üzerine çıkıp ne var ne yok aşağıya atıyordu. ben de seviyordum eşyaları atmayı ama ancak sen yanımdayken yapıyordum. o ise, sen işe gitmek için kapıdan çıkar çıkmaz koltukların kenarlarını pençeliyor, salonun ortasında yer alan halının kenarlarını tırtıklıyor, banyodaki tuvalet kağıtlarını olduğu gibi yere seriyordu… eve geldiğinde neden kızmadığına anlam veremiyordum. aksine kucağına alıp, kulaklarını ve sırtını okşayıp yine de yemeğini koyuyordun ve o da soluksuz yiyordu. üstüne üstelik benim en çok sevdiğim ip kovalamacayı onunla da oynamaya başlamıştın. kıskançlık gibi bir huyum olduğunu o gelene kadar anlamamıştım.
bir gün sen dışarıdayken, o ise yine yemeğini nefes almadan yerken, ben de her zaman ki gibi tül perdelerin orada yatarken bana döndü ve “gücümü toparlamak üzereyim bir aya kalmaz buradan çıkacağım.” artık dayanamadım ve ben de şöyle dedim “burada bulunduğun için kendini şanslı saymalısın. dışarda geberecekken seni kurtardı, besliyor ve seviyor. senin bu yaptığın nankörlük. ama açıkçası buradan defolup gidersen gayet memnun olurum” “nankörlük mü? saçmalama dostum. mart ayı yaklaşıyor. sen hiç dışarı çıkmadın mı yoksa? ayrıca benim burada bulunmamdan neden bu kadar rahatsız oluyorsun ki? hiç konuşmuyorsun benimle. iki sohbet edelim diye laf atıyorum cevap vermiyorsun. kendi hemcinsine karşı bu ne soğukluk? yalnızlıktan beynin uyuşmuş senin” diye cevap verdi. sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı. yemek kabını sürükleyerek benim yanıma getirdi. “biraz ye de, kan şekerin yükselsin” dedi. henüz yemek saatim gelmemişti ve kabım boştu ama birden önüme getirdiği çok cazip geldi ve burnumu daldırdım. “ha şöyle, korkulacak bir şey yok dostum” dedi. sonra o da daldırdı burnunu. sonra ufak bir kahkaha attı ve akabinde geğirdi. “eminim hiç geğirmemişsindir. hanım evladı seni.” dedi gülerek. “geğirdim tabii” diye cevap verdim ve sonra gerçekten de geğirdim. beni bir hanım evladı olarak görmesini istemedim sanırım. bu sefer kocaman bir kahkaha attı ve sonra şöyle dedi “biraz bana katılsan şu sıkıcı halinden kurtulursun. “öyle bir niyetim yok, kusura bakma. ayrıca sıkıcı falan değilim. mart ayı yaklaşıyorken neyi kastediyorsun?” diye sordum. “tanrım sen sevişmedin mi yoksa?” dedi. yılın bir ayında garip bir şeyler oluyordu. bir öfke kaplıyordu içimi, 13. katta bulunan dairemizin pencerelerinden bakıp durduk yere haykırıyordum ama çok umursamıyordum, zaten kısa sürüyordu. acaba onu mu kastediyordu? sevişmek kelimesi benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. tam sevişmek ne diye soracakken arkasını döndü ve banyoya gitti. yine tuvalet kağıtlarıyla oynayacaktı. ben de olduğum yerde yatmaya devam ettim.
o akşam senin yanında yatarken uyku girmedi gözüme. kafamda sorular… dışarıda neler oluyordu? mart ayının özelliği neydi? sevişmek ne demekti? bu kedi nasıl oluyor da bu kadar kendine özgüvenli ve neşeli olabiliyordu? ertesi gün sen işe gittiğinde yine birlikte yemek yedik. “dostum senin sevişmemiş olmamana aklım ermiyor bir türlü. sen doğana ihanet ediyorsun.” dedi. o gün bir hayli sohbet ettik. bana dışarıdaki dişilerden bahsetti. dolaşılabilecek onca yerden. lezzetli yemeklerin bulunduğu restoran arkalarından. park ve bahçelerde ağaçların altında serilip, açık havada günün tadını çıkarmaktan. sokak aralarında dolaşan dolgun farelerden…
ikinci gün yaşadığı maceraları anlattı. üçüncü gün yemeğimizi yedikten sonra birlikte ortalığı karıştırmaya başladık. sen yokken koltuk kenarlarını dişlemenin nasıl bir özgürlük olduğunu onunla birlikte öğrendim. mutfak musluğunu açıp suyun akışıyla oynamanın zevkini de. böylece bir hafta geçti ve maske ile sıkı bir arkadaşlığımız doğdu. onunla konuştukça dışarıda olan hayat hakkında merakım giderek artıyordu ve gerçekten de mart ayı yaklaşmıştı. tepkiler vermeye başladım. maske ise sen işe giderken dışarı çıkmaya çalışıyordu. sen ayağınla onu geri itip içeri sokuyordun. her seferinde sana olanca küfrü ediyordu. “geri zekalı, kendi aseksüel olduğu için bizi de öyle sanıyor.” diyordu. en son dışarı çıkma denemesinde koca bir tekme yedikten sonra bana döndü ve şöyle dedi. “dostum benimle birlikte olman gerekiyor, buradan çıkmamız lazım.” dedi. ben de “ne yapabilirim ki?” diye cevap verdim. o zaman bana planını anlattı.
ertesi sabah sen işe çıkar çıkmaz başladık. belirtmeliyim ki en çok eğlendiğimiz kısım, küvetin musluğunu açarak zaten küçük olan 1+1 evinin su basmasını sağlamak ve lavabonun altından deterjanları indirip her tarafı köpüğe bulamak oldu. ah tabi bir de mutfak dolaplarından envaı çeşit bakliyatı indirmek ve hepsini dökmek. bir ara maske ile birbirimize buğday fırlatıp kahkahalar attık. eve geldiğinde karşılaştığın manzara karşısında delirdin, o sırada açık bıraktığın kapıdan çıktık işte senin de bildiğin gibi. benimle birlikte oynadığın bilyeleri yanıma almak istedim ama çok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. mektubumu sonlandırırken şunu söylemek isterim. sen sahibimden çok benim tek bildiğim dostumdun. ama bir dost bunca senedir beni en doğal hakkımdan nasıl mahrum etti diye düşünmeden edemedim bir süre. özellikle çıktığımızın ikinci günü tam sekiz dişiyle birlikte olduktan sonra sana bir hayli öfkelendiğimi de söylemem gerekiyor. sonra affetmenin öfkeyi azalttığını söyledi şefimiz. bu yeni duygu benim için ilk başlarda zor oldu ama sonunda başarabildim. seni affediyorum. belki bir gün dışarda denk geliriz ve ben de senin bacaklarında dolanırım. şimdilik her şey yolunda. karnımızı doyurmada hiçbir sıkıntı çekmiyoruz. sahil kenarında ki balıkçılar oldukça cömert. şehrin neredeyse her yerini dolaştık ve bu yeni dünyada keşfedilecek çok şey var.
sevgilerimle çam.
bu mektubu sana yazarken gerçekten zorlandığımı söylemek isterim. sonuçta kaç senelik bir geçmişimiz var. şu an bir çöp tenekesinin başında duruyorum ve senin kokunu burnumda hissedebiliyorum. biraz hüzünlüyüm yaptığım şeylerden dolayı ama bir seçim yaptım. şimdi farkına varıyorum ve sana bir açıklama borçlu olduğumu hissediyorum, benim kötü niyetli olmadığımı anlaman için ve bütün hikayeyi öğrenebilmen için. bugün yine sessizce kapına geldim. beni fark etmemen için nefesimi bile tuttum. hala yemek kabını kapının önüne koyuyorsun. her şeyden önce dönmeyeceğimi belirtmek isterim. dışarda hayat var ve çok güzel dostluklar edindim bu iki aylık süreçte. tüm mesele ne zaman başladı biliyor musun? onu eve alınca. o ana kadar keyfim yerinde, karnım tok ve evde geçirdiğim yalnız zamanlardan gayet mutluluk duyuyordum. sen eve gelince ise birlikte uyumak, bacaklarında gezinmek, istediğim zaman istediğim yerde yatmak arada o çok sevdiğim küçük bilyelerle birlikte oyun oynamamız, beni yerden havaya kaldırıp yüzümü sıkman… bunların hepsi benim bildiğim tek gerçeklikti. beni savunmasız, tecrübesiz ve minnacıkken sokakta bulup evine davet ettiğin için minnetimi dile getirmek isterim. hani bizlerin nankör olduğunu söylerler ya hep. bu tam bir safsata. bazılarımız sadece biraz daha özgür ruhlu, bazılarımız duygusal, biraz hırçın, biraz öfkeli… tıpkı siz insanlarda olduğu gibi türlü türlü huylarımız var. mesela akşamları konuşlandığımız köprü altındaki iyi niyetli dostumuz “şef” (nam-ı diğer osman) iki haftada bir çiçekçiden bir gül çalıp, eski sahibinin kapısının önüne bırakıyor.
ne diyordum… evet o, onu getirdiğin günü daha bir dakika önce yaşanmış gibi hatırlayabiliyorum. mutfakta, soğuk seramik zemin üzerinde kendimi serinletmeye çalışırken kapı açıldı ve kafamı şöyle biraz oynatıp baktığımda bir de ne göreyim. beyaz tüyleri kirden simsiyah olmuş, incecik, benim yaşlarımda bir hem cinsim, burnu çizikler içinde ve sağ kulağında hafif bir kan lekesiyle öylece kucağında durup dik dik bana bakıyordu. onu yere bıraktığında doğruca yanıma geldi. “sen de kimsin?” dedim. “sana ne dostum” diye cevap verdi burnundan tıslayarak. sen ise ikimizin yanına gelip “bak çam, bu yeni arkadaşın maske” dedin. bir süre öylece birbirimize baktık ve ben de açıkçası kavgacı olmadığım için, söylediği terbiyesiz cevaba karşılık vermedim ve yatak odasına geçtim. birkaç saat orada kaldım, çarşafların arasında ve bu süre zarfında senin maske’yi yıkayışını, onu besleyişini duyabiliyordum. takdir edersin ki birden, gökten zembille inmiş gibi eve bir kedi getirince bütün dünyam allak bullak oldu. ilerleyen günlerde onunla kavga etmememiz benim iyi niyetli olmamdan kaynaklanıyor. sürekli tacizlerde bulunuyordu. “hey dostum burası resmen bir hapishane” ya da “ sen ne biçim kedisin dostum dışarısı inanılmaz bütün gün burada canın sıkılmıyor mu? söylesene.” diyordu. onunla kesinlikle konuşmama kararı almıştım ve cevap vermiyordum. mümkünse hiç muhatap olmuyordum. arada ön ayaklarıyla bana bir dokunup “sen ölmüşsün dostum” diyordu. onu neden evde tuttuğunu bir türlü anlam veremiyordum. ortalığı karıştırıyordu. mutfak masasının üzerine çıkıp ne var ne yok aşağıya atıyordu. ben de seviyordum eşyaları atmayı ama ancak sen yanımdayken yapıyordum. o ise, sen işe gitmek için kapıdan çıkar çıkmaz koltukların kenarlarını pençeliyor, salonun ortasında yer alan halının kenarlarını tırtıklıyor, banyodaki tuvalet kağıtlarını olduğu gibi yere seriyordu… eve geldiğinde neden kızmadığına anlam veremiyordum. aksine kucağına alıp, kulaklarını ve sırtını okşayıp yine de yemeğini koyuyordun ve o da soluksuz yiyordu. üstüne üstelik benim en çok sevdiğim ip kovalamacayı onunla da oynamaya başlamıştın. kıskançlık gibi bir huyum olduğunu o gelene kadar anlamamıştım.
bir gün sen dışarıdayken, o ise yine yemeğini nefes almadan yerken, ben de her zaman ki gibi tül perdelerin orada yatarken bana döndü ve “gücümü toparlamak üzereyim bir aya kalmaz buradan çıkacağım.” artık dayanamadım ve ben de şöyle dedim “burada bulunduğun için kendini şanslı saymalısın. dışarda geberecekken seni kurtardı, besliyor ve seviyor. senin bu yaptığın nankörlük. ama açıkçası buradan defolup gidersen gayet memnun olurum” “nankörlük mü? saçmalama dostum. mart ayı yaklaşıyor. sen hiç dışarı çıkmadın mı yoksa? ayrıca benim burada bulunmamdan neden bu kadar rahatsız oluyorsun ki? hiç konuşmuyorsun benimle. iki sohbet edelim diye laf atıyorum cevap vermiyorsun. kendi hemcinsine karşı bu ne soğukluk? yalnızlıktan beynin uyuşmuş senin” diye cevap verdi. sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı. yemek kabını sürükleyerek benim yanıma getirdi. “biraz ye de, kan şekerin yükselsin” dedi. henüz yemek saatim gelmemişti ve kabım boştu ama birden önüme getirdiği çok cazip geldi ve burnumu daldırdım. “ha şöyle, korkulacak bir şey yok dostum” dedi. sonra o da daldırdı burnunu. sonra ufak bir kahkaha attı ve akabinde geğirdi. “eminim hiç geğirmemişsindir. hanım evladı seni.” dedi gülerek. “geğirdim tabii” diye cevap verdim ve sonra gerçekten de geğirdim. beni bir hanım evladı olarak görmesini istemedim sanırım. bu sefer kocaman bir kahkaha attı ve sonra şöyle dedi “biraz bana katılsan şu sıkıcı halinden kurtulursun. “öyle bir niyetim yok, kusura bakma. ayrıca sıkıcı falan değilim. mart ayı yaklaşıyorken neyi kastediyorsun?” diye sordum. “tanrım sen sevişmedin mi yoksa?” dedi. yılın bir ayında garip bir şeyler oluyordu. bir öfke kaplıyordu içimi, 13. katta bulunan dairemizin pencerelerinden bakıp durduk yere haykırıyordum ama çok umursamıyordum, zaten kısa sürüyordu. acaba onu mu kastediyordu? sevişmek kelimesi benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. tam sevişmek ne diye soracakken arkasını döndü ve banyoya gitti. yine tuvalet kağıtlarıyla oynayacaktı. ben de olduğum yerde yatmaya devam ettim.
o akşam senin yanında yatarken uyku girmedi gözüme. kafamda sorular… dışarıda neler oluyordu? mart ayının özelliği neydi? sevişmek ne demekti? bu kedi nasıl oluyor da bu kadar kendine özgüvenli ve neşeli olabiliyordu? ertesi gün sen işe gittiğinde yine birlikte yemek yedik. “dostum senin sevişmemiş olmamana aklım ermiyor bir türlü. sen doğana ihanet ediyorsun.” dedi. o gün bir hayli sohbet ettik. bana dışarıdaki dişilerden bahsetti. dolaşılabilecek onca yerden. lezzetli yemeklerin bulunduğu restoran arkalarından. park ve bahçelerde ağaçların altında serilip, açık havada günün tadını çıkarmaktan. sokak aralarında dolaşan dolgun farelerden…
ikinci gün yaşadığı maceraları anlattı. üçüncü gün yemeğimizi yedikten sonra birlikte ortalığı karıştırmaya başladık. sen yokken koltuk kenarlarını dişlemenin nasıl bir özgürlük olduğunu onunla birlikte öğrendim. mutfak musluğunu açıp suyun akışıyla oynamanın zevkini de. böylece bir hafta geçti ve maske ile sıkı bir arkadaşlığımız doğdu. onunla konuştukça dışarıda olan hayat hakkında merakım giderek artıyordu ve gerçekten de mart ayı yaklaşmıştı. tepkiler vermeye başladım. maske ise sen işe giderken dışarı çıkmaya çalışıyordu. sen ayağınla onu geri itip içeri sokuyordun. her seferinde sana olanca küfrü ediyordu. “geri zekalı, kendi aseksüel olduğu için bizi de öyle sanıyor.” diyordu. en son dışarı çıkma denemesinde koca bir tekme yedikten sonra bana döndü ve şöyle dedi. “dostum benimle birlikte olman gerekiyor, buradan çıkmamız lazım.” dedi. ben de “ne yapabilirim ki?” diye cevap verdim. o zaman bana planını anlattı.
ertesi sabah sen işe çıkar çıkmaz başladık. belirtmeliyim ki en çok eğlendiğimiz kısım, küvetin musluğunu açarak zaten küçük olan 1+1 evinin su basmasını sağlamak ve lavabonun altından deterjanları indirip her tarafı köpüğe bulamak oldu. ah tabi bir de mutfak dolaplarından envaı çeşit bakliyatı indirmek ve hepsini dökmek. bir ara maske ile birbirimize buğday fırlatıp kahkahalar attık. eve geldiğinde karşılaştığın manzara karşısında delirdin, o sırada açık bıraktığın kapıdan çıktık işte senin de bildiğin gibi. benimle birlikte oynadığın bilyeleri yanıma almak istedim ama çok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. mektubumu sonlandırırken şunu söylemek isterim. sen sahibimden çok benim tek bildiğim dostumdun. ama bir dost bunca senedir beni en doğal hakkımdan nasıl mahrum etti diye düşünmeden edemedim bir süre. özellikle çıktığımızın ikinci günü tam sekiz dişiyle birlikte olduktan sonra sana bir hayli öfkelendiğimi de söylemem gerekiyor. sonra affetmenin öfkeyi azalttığını söyledi şefimiz. bu yeni duygu benim için ilk başlarda zor oldu ama sonunda başarabildim. seni affediyorum. belki bir gün dışarda denk geliriz ve ben de senin bacaklarında dolanırım. şimdilik her şey yolunda. karnımızı doyurmada hiçbir sıkıntı çekmiyoruz. sahil kenarında ki balıkçılar oldukça cömert. şehrin neredeyse her yerini dolaştık ve bu yeni dünyada keşfedilecek çok şey var.
sevgilerimle çam.
devamını gör...
coco
anlamlıdır. görsel şölendir. hem gözünüz hem ruhunuz hem kulaklarınız bayram eder. çok yönlü herkesin sevebileceği bir animasyon filmidir. her detay ince ince işlenmiş, büyüleyici. dublajlı izlemiyorsanız ve benim gibi diller, aksanlarla ilgiliyseniz arada yapılan aksan vurgusuna bayılabilirsiniz.
devamını gör...
geceye bir söz bırak
ibrahim tenekeci'den geliyor;
- "şu sıkıntı, ne kadar düşkün bana?"
- "şu sıkıntı, ne kadar düşkün bana?"
devamını gör...