geçtiğimiz kasım ayının en kasıntı yazarlarını konu edindiğimiz, sadece isimlerini vermekle kalmayıp kınadığımız utanmazlık sıralaması...
aynı zamanda bir utanmazın ukdesidir.

benim aklıma şuan için tek bir isim geliyor.
1-mastor: hani şu yazlık otellere tek başına gelen eşinden boşanmış 50 yaş ve üzeri cebi biraz para görmüş ama aldığı yaşa rağmen hala daha uslanmamış, olgunlaşmamış, hala daha dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanan boş beleş kasıntı abiler var ya. hah, işte aynı onlara benzetiyorum. gülmesi bile itici olan, kendini beğenmişlik kokan...
altında gümüş renkli bir mersedesi var, bir iki de dairesi, her ay düzenli geliri ama her anlamda yalnız. aslında kimse tarafından sevilmeyen ama kendini kandıran sefil bir adam...
devamını gör...

walter trevis tarafından yazılan bir bilim kurgu kitabı. fakat her ne kadar bilim kurgu diye geçse de sadece bir bilim kurgu kitabı değil, yayımlandığı dönemin toplumsal sorunlarına da sıkça değiniyor. yazarın kendisi ise kitabı 'üstü kapalı bir otobiyografi' olarak tanımlıyor.

kitabı anlatmaya başlamadan önce kitabın içinde geçtiği dönemden kısaca bahsetmek istiyorum, zira dediğim gibi bu kitap sadece bir bilim kurgu kitabı değil. kitap soğuk savaşın sürdüğü, askeri teknolojilere ciddi yatırımlar yapıldığı, nükleer silahlanma yarışının devam ettiği bir zamanda geçiyor. yazarın kitabı bu nükleer silahlanma yarışının sonunun nereye varacağına dair duyduğu kaygılarından yola çıkarak yazdığını düşünüyorum. her ne kadar kitapta silahsızlaşma görüşmelerinin başladığı söylense de

kitaptaki newton karakteri otuz yıla kalmadan dünyanın büyük bir nükleer çöplüğe dönüşeceğini iddia ediyor.
tabi sadece silahlanma sorunu değil tek bahsedilen. siyahilerin ayaklanması, üniversitelerde başlayan ideolojik hareketler ve bu hareketlerin ulaştığı sonuçlar, medyada yapılan amerika propagandaları, yazarın kendi ifadesiyle üniversitelerin araştırma vizyonunu kaybedip askeri ve ticari projelere yoğunlaşan merkezler haline gelmesi (hatta bryce karakteri [[alıntı]]
"oysa bizim burada yaptığımız bombaları mükemmelleştirmek ya da böcek zehri imal etmek için daha ekonomik yöntemler bulmaktan başka bir şey değil."
[[/alıntı]] diyor konuyla ilgili.), gibi birçok soruna da değiniyor ufaktan.

kitap gezegeni yaşanmaz hale gelen anthealı thomas jerome newton karakterinin dünyaya gelişiyle başlıyor. newton bir yandan dünyaya gelişinin zorluklarla başa çıkmaya çalışırken bir yandan gezegenini kurtarmak için oluşturulan bir planı hayata geçirmeye çalışıyor. karakterin gezegenini kurtarmaya çalışan anthealı kimliğinden sıyrılıp zamanla insanlaşma sürecini okuyoruz kitapta. şahsen ben her ne kadar bu sürecin işlenişinden memnun olsam da sanki daha iyi olabilirdi kanaatindeyim. özellikle son zamanlarda sık sık stefan zweig okuyan biri olarak karakterlerin işlenişi konusunda aradaki farkı net bir şekilde görebiliyorum. tabi burada yazara haksızlık etmemek lazım, karakterin geçirdiği duygusal değişimler anlaşılır ve net bir şekilde aktarılmış okura. fakar ben bazı şeyler biraz daha yavaş geçilse

mesela newton kör olduktan sonrasını onun gözünden daha fazla okumak isterdim. böylesine travmatik bir deneyim bir iki bölümle geçiştirilmemeliydi. ayriyeten bryce ve betty jo arasındaki ilişki de hızlıca gelişti. bryce'ın bettye ne ara aşık olduğunu anlayamadım.
kitap daha vurucu olabilirdi kanaatindeyim. ayrıca anthealılara dair daha fazla şey öğrenmek isterdim. her ne kadar biyolojik özellikleri ayrıntılı bir şekilde düşünülmüş olsa da tarihleri ve kültürleri birkaç cümleyle geçiştiriliyor kitapta. tabi ki yazarın okurlarına asıl anlatmak istediği şey anthealıların tarihi değil, dolayısıyla kitabın tamamını buna adaması beklenemez fakat kitaptaki olayların asıl başlangıcının onların başına gelenler olduğunu düşünürsek eğer gezegenlerinin nasıl mahvolduğuna ve mahvolduktan sonra nasıl yaşadıklarına dair daha çok ayrıntıya girilseydi yazarın okura vermek istediği mesaj çok daha vurucu olurdu diye düşünüyorum.

kitabın en çok hoşuma giden yönü kitapta kullanılan semboller oldu. newton karakteri ıkaros* ve rumpelstilskin karakterleriyle bağdaştırılıyor sık sık. bu iki karakterin öyküsünü bilen ve seven biri olarak bu durum oldukça hoşuma gitti diyebilirim. ayrıca newton karakterinin farklılıkları nedeniyle ötekileştirilmiş ve toplumdan dışlanmış insanları temsil ettiğini okudum bir incelemede. bana da mantıklı geldi açıkçası.

özetle bazı yönlerden oldukça iyi bazı yönlerden ortalama bulduğum bir kitap oldu dünyaya düşen adam. okumak isteyelere rahatlıkla önerebilirim fakat okumazsanız çok da bir şey kaybetmezsiniz bence
devamını gör...

özdemir asaf’ın bu günlerimizi özetleyen bir şiirini bırakalım:

eskiden

ne güzel insanlar vardı eskiden.
çocukluğumuzu kaplamışlardı.
bize masal anlatırlardı
cinlerden, perilerden.
büyük anneler, büyük babalar vardı.
o zaman hepsi uzaktı ölümden.
hem sevdirir hem korkuturlardı.
acı hikâyeleri bile tatlı başlardı.
demek bunun için gittiler hikâyelerden.
ne güzel insanlar vardı eskiden.

ne güzel şarkılar vardı eskiden.
gençliğimizi donatırlardı.
hep iyi şeyler hatırlatırlardı
geçip gitmiş devirlerden.
sevgi ve ümid yaratırlardı.
o zaman her şey uzaktı ölümden.
yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
ister istemez saadet taşardı
gamsız günlerimizden.
ne güzel zamanlar vardı eskiden.

ne güzel şarkılar vardı eskiden.
hayâl içinde yaşatırlardı.
güldürür ağlatırlardı
duymadan biz, düşünmeden.
her an bir asır kadardı.
o zaman herkes uzaktı ölümden.
candan sevdiklerimiz vardı.
hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
ne güzel zamanlar vardı eskiden.
devamını gör...

buluşmamak için bahane uydurmak zorunda kalmamak.
devamını gör...

kaldırgaçlı götürgeçli tarzı bir türkçe karşılığı hak eden bu terim için benim önerim hevesgeç'tir. hevesi geçiriyor neticede.
devamını gör...

bazen yazarsın yazarsın hiçbir şeye benzetemezsin, değişiklik yaparsın, eh işte oldu dersin. sonra biraz zaman geçer, burun kıvırır gider tanımını silersin. birkaç başlık için aynı şeyi yaşarsan işte o gün senin tanım günün değildir. biraz ara verip sonra yine denemek gerekir efendim.
devamını gör...

maglev sözcüğü manyetik olarak havada tutma,yükseltme anlamına gelen ingilizce magnetic levitation sözcüklerinin kısaltmasından türeyerek bir tren türüne isim olarak verilmiştir. bu trenler basit mıknatıs uygulamalarının tren ile raylara uygulaması esasına göre yapılmıştır. bu sistemde raylara ve trene yerleştirilen aşırı derecede soğutulmuş elektromıknatıslar sayesinde iki manyetik kutup arasındaki çekme ve itme kuvvetinden yararlanılmış, trenin manyetik rayların sadece bir kaç santim üstünde adeta havada asılı durması sağlanmıştır. maglev trenlerinin en önemli özelliği makinisti olmadan bilgisayar gözetimi altında çalışabilmesi ve 500 km/h hıza ulaşabilmesidir.
devamını gör...

"hepinizinden nefret ediyorum ama tek başıma da canım sıkılıyor. "
devamını gör...

onu hep ya mahmut hoca veya yaşar usta olarak hatırlayıp güzel insanlardan biri diye anacağız.
devamını gör...

bilemiyorum. konuyu her yönüyle uzmanlar incelemeli.

ancak şu da var. çocuktum, bizim yetişkinlerin arkadaşları gelirdi apartmana. çoğunun cinsel yönelimi farklıydı. kadın kıyafeti giymiş erkekleri ve erkek kıyafeti giymiş kadınları bir noktadan sonra normalleştirmiştim. halamın kuaför olması nedeniyle yine o yaşlarda çok fazla hayat kadını abla ile konuşma fırsatım olurdu. ayrıca trans arkadaşları vardı bizimkilerin. sohbetler ederdik. her tür insanı çocukken görmüş oldum yani.

sürekli katı namus algısına maruz kalmış, anası babası ile büyümüş bir çocuktan daha ahlaksız değilim. hatta sahiden çoğu muhafazakar ailelerin çocukları henüz 16 yaşında bir şeyler yasamaya başlamışken ben el ele tutuşmak için bile erken bir yaş olduğunu düşünürdüm. çünkü biraz öyledir biliyor musunuz? bir çocuğa en baştan özgürlüğü verip her tür insan tipi ile görüştürünce o çocuk daha meraksız olur. ipini koparmış gibi acele acele bir şeyler yasamaya çalışmaz.

yani demek istediğim şu. biraz başka pencerelerden bakmak lazım hayata. hangi aileden nasıl bir çocuk çıkar, neye inanır, cinsel yönelimi ne olur, bilinemez. ona bakarsan eşcinsel insanlar tipik türk ailelerde büyümüyor mu? büyüyor bence. tabii.
devamını gör...

netflix norveç yapımı, nükleer felaketle birlikte insanların açlık ile mücadelesini konu alan bir distopya filmi. 1 saat 26 dakika gibi kısa bir süreye sahip olduğu için çerezlik, heyecanla izlenebilecek bir film ayrıca.

konusuna gelecek olursak: nükleer felaketten sağ çıkan insanlar yaşamlarını devam ettirebilmek için çaresizlik içinde yiyecek bulmaya çalışıyor hatta bunun için suç bile işliyor. kaldırımlarda ölü bedenler, yıkık dökük evler, tozla dolu gri atmosfer hakim. tüm bu olaylara bir aileye odaklanarak bakıyoruz. bir gün bu ailenin yaşadığı yerin önüne bir reklamcı geliyor ve ''otel'' adlı özel bir gösteri yapılacağını duyuruyor. gösterinin yanında yiyecek de verildiğini belirtince başta tereddütlü olsalar da bu aile ''kaybedecek ne olabilir?'' düşüncesiyle gösteriye gitmeye karar veriyor. oyunun içinde oyun olduğunu filmin gelişme kısmında görüyoruz. tat kaçıran bilgi vermeden buraya kadar anlatabiliyorum. bundan sonrasında psikolojik gerilim kısmı başlıyor, filmin değindiği sanatsal yönü ve sonundaki vurguyu etkileyici buldum. sırf bunun için bile izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...

erkeklerin ilk mesajı kadınlardan beklediğini bilmiyordum öyle miymiş. ben de bir soru sorayım madem.

zeki olma hususunda değerlendirme yaparken cinsiyet ayrımı yaptığınız doğru mudur? doğru ise neden?
devamını gör...

bazı kişiler var tabii birleşip üstlerine vazife olmayan konularda konuşmayı pek seven, yalan yanlış bilgiler yayan ama burası da neticede sosyal bir platform dostlar. görmezden gelip "he" diyip geçeceksin. he yakın arkadaşlık konusunu diyorsanız da tabii olacak. insanlar kendilerinden bir şeyler paylaşıyorlar burada. biri denk gelecek birine, kendinden bir şeyler bulduğu ya da bulamadığı. güzel dostluklar da kurulacak. olan şeyler bunlar dostlar. her zaman da olacak.
devamını gör...

(bkz: ozgur ruhlu mahkum)
(bkz: zynpgvnbjk)
(bkz: pencere)
(bkz: meet joe black)
(bkz: arnella)
(bkz: zippodan çıkan cınn sesi)

benimkiler bunlar. en sevdiklerimi yazdım.
devamını gör...

üzerinden 24 saat geçen aşım.
hala yaşıyorum.
keyfimi yerine getirdi, kafa yapıyor olabilir.
sabah buz kristalleri ile konuştum.
soğuktan donan ellerimi sevdim.
baş ağrısı, ateş yerine kafa bulduruyor olabilir.
bende çay bile kafa yapıyor.
bende böyle bir modelim işte.
sıfır da değilim,
az biraz kol ağrısı var.
başka da bir şey yok.
bana da olan herkese de yarasın inşallah.
devamını gör...

tokken de tıpkı aç karnınaymışçasına yapabileceğim bir aktivite.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

aklınıza ne geldiğini çok iyi biliyorum: bülent ersoy'un süt banyosu*... durun hemen, fantazilerinizden sıyrılın: çünkü bu öyle bir olay değil. hem olsa zaten maymuna dönerdiniz, kafanızı sallayıp kendinize gelin ve okumaya devam edin. yoksa bu işin sonu pek iyi değil, ona göre.*

tam olarak, yakın dönem atalarımızdan kalma, kocakarı ilacı diyemeyeceğimiz basit bir yöntemdir bu.

şöyle ki: bildiğiniz demlenmiş siyah çayın, bir kahve fincanı yardımıyla ılıtılarak, göze uygulanması biçimidir. gözünüzü eğip çayın içerisine batırır, kırpıştırarak gözünüzün, yarı manada antiseptik olan, çayla, banyo etmesini sağlarsınız. bu sayede gözünüzdeki mikroplar ölürken, göz dinlenir, ağrı, kaşıntı ve iltihap hali hatta varsa arpacık gibi dertleriniz de, bünyenize göre kısa ya da orta süreçte, deva bulur.

ben doktora sık gitsem bile, çok sık iltihaplanma sorunu yaşadığım için, artık tıbbi müdahale ve ilaçlardan sıkılarak kendimi, içeriğini bildiğim ve makyaj temizleme, kirpik uzatma, gözlerimi dinlendirme gibi bir çok yararını da keşfettiğim, iltihabın da hakkından gelen ve atalarımızdan kalan bu yöntemle çare bulmaya alıştım.. .

bu yöntemin, gördüğüm, keşfettiğim tek yan etkisi: göz altı morluğu ya da kararması yapması ki onun da çözümü: çay banyosu yapar yapmaz göz altlarınızı ve bilahare göz çevresini silmek: o kadar.

ne diyelim; anneanemin meşhur bir sözü vardır: dert gezer deva da gezer... bulmalı, kullanmalı ve tarihi seyirde: lokman hekimden tutun da hipokrata kadar yapıldığı gibi paylaşıp ve bir amaca hizmet etmesi sağlanmalı...
devamını gör...

jean-christophe grange tarafından yazılan, 2012 yılında ilk baskısı yapılan, polisiye-gerilim türündeki roman. başkomiser olivier passan, japon karısı naoko'yla boşanmanın eşiğindedir. bu arada fransa'nın seine-saint-denis ilinde vahşi cinayetler işlenmektedir. katil, hamile kadınların karınlarını yarıp, çıkardığı fetüsleri yakmaktadır. grange bu kez fransa da başlayan bir hikayeyi japonya da bitirerek tüm okuyucuları yine ustalıkla ters köşe yapmayı başarıyor.
devamını gör...

antik yunan felsefesini iki parçaya bölebilen filozof. bilgisiz bilge.
söylenene göre delphi kahini tarafından dile getirilen bir kehanetin ardından tüm atinadaki kendine bilge diyen kimseleri sorguya çeker. hiçbir şey kaleme almadığı gibi halka açık bir tiyatro şeklinde olan tartışmalarından başka bir felsefi aktivitesi yoktur. çirkin, çıplak ayaklı, kel, iri burunlu bir kimse.
kendisinden önceki felsefenin doğa üzerine spekülasyonlardan oluşması ve kendisinin doğa yerine nesne olarak "iyi", "kötü", "erdem" gibi bilgileri nesne olarak kabul ederek sorgulaması nedeniyle antik yunan felsefesini ikiye ayırır.
tartışmalarında kullandığı sokratik yöntem hala birçok disiplin tarafından kullanılabilir.
ona gore bilgi, insan ruhunda halihazırda vardır. çünkü ruh, birçok kez ölmüş, hadeste öğrenebileceği her şeyi öğrenmiştir. bu nedenle öğrenmek yalnızca hatırlamaktan ibarettir. hatırlamak ise evvela öğrenmeden(dusunmeden) önce bildigin her şeyin yanlış olduğunu kabul etmektir. ardındansa hali hazırda bildigin şeyi hatırlamak yani doğurmak lâzımdır. sokratik diyaloğun amacı bilgiyi doğurmaktir.
atinaya aşık olan filozof gençleri kötü yola düşürdüğü ve yunan tanrılarını reddederek yeni tanrılar ortaya attığı gerekçeleriyle idama mahkum edilir. yunan tanrılarına inanıyor olsa da diyaloglarında sıklıkla diamon adını verdiği, buna vicdan diyebiliriz, içsel güç nedeniyle yeni tanrılar icat etmek ile suçlanır.
kendisinden önce anaksagoras gibi bazı filozoflar da idama mahkum edilmiş olup atina'dan uzaklaşarak bu cezadan kurtulsa da sokrates arkadaşlarının ısrarına rağmen atina'dan uzaklaşmaz ve baldıran zehri ile vefat eder.
bazı yaşamlar bir ölüm yaratmak içindir. böylece insanın "sinematografik bir hayatı olabilir"
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim