kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
insanın kendine yaptığı kötülüğü bütün
dünya bir araya gelse ona yapamaz.
devamını gör...

kısıtlama falan yok yeğen! sen fakirsin sadece.
devamını gör...

o kadar çok beni güldüren tanım var ki bazen sözlüğe sadece gülmek için giriyorum. güldüren tanım yazanlara da teşekkürlerimi iletiyorum.
devamını gör...

sormayın ya biraz önce bi' abla kızım yaşındasın dedi, bir şey de diyemedim. bakın kaçak çaydan bahseden abla, o.
devamını gör...

iyi şeyler söylemek istiyorum, mutlu, sakin, düşünülüp usul usul söylenen şeylerden.

söyleyemediğim, hissemediğim zamanlar insanlara yaklaşmak istemiyorum. benimle ilgili gizli bir şeyler açığa çıkacak gibi oluyor, uzak durmam gerekiyor çünkü kendi mutsuzluğum onlara sıçrasın istemiyorum.

mutsuzum ama mutsuz değilim gibi geliyor. belki asla tamamen mutsuz olmaya izin vermiyorum kendime.

huzuru çok uzun süre önce kaybettim. belki istediğim şeyleri görsem geri gelecek. ama yalnızca memnunum, memnun olabiliyorum.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

şöyle bir bildirim ise tadından yenmez. *
devamını gör...

savunduğu pek çok "sane" şeyin yanında, kişinin ismini kendisinin belirlemesi gerektiğini savunan, yaratılmış en akıllı karakter. insanların ona koydukları isim john watson, kendini adlandırdığı isim, akıllı wonko. yaşadığımız toplumun tamamen delilerden oluştuğunu ancak kendisinin bir deli olmadığını söyleyip, evinin dışını iç mekan; içini dış mekan olarak dekore ederek, yaşadığı yeri ​tımarhanenin dışına dönüştürmüştür. bu deli toplumdan soyut bir hayat yaşar.

her zeki birey gibi kendisinin de bir kürdan anısı var ki, evini dekore ediş şeklini tamamen buna borçludur kendileri.


"karınız," dedi arthur, etrafına bakınarak, "bazı kürdanlardan bahsetmişti." bu sözleri endişeli bir bakışla, sanki karısı kapının ardından fırlayıp yine kürdanlardan bahsedecekmiş gibi söylemişti.

akıllı wonko güldü. bu hafif ve rahat bir kahkahaydı, kulağa daha önce sık sık kullanıp memnun kaldığı bir kahkaha gibi geliyordu.
"ha, evet," dedi, "bunun dünyanın tamamen çıldırdığını fark edip o zavallıyı içine koymak için tımarhaneyi inşa ettiğim ve iyileşmesini umduğum günle ilgisi var." bu noktada arthur içinde yine bir parça tedirginlik hissetmeye başladı.

"bakın," dedi akıllı wonko, "biz tımarhanenin dışındayız." yine tuğla duvarı, sıvasını ve olukları işaret etti. "şu kapıdan geçince," diyerek ilk girdikleri kapıyı gösterdi. "tımarhaneye girmiş olursunuz. içeridekilerin mutlu olması için orayı hoş bir şekilde dekore etmeye çalıştım, ama yapılabilecek çok fazla şey yok. ben oraya artık hiç gitmiyorum. arada bir bunu yapma isteği duysam bile, ki bugünlerde çok az böyle hissediyorum, kapının üzerinde yazılı olan tabelaya bakmam bu istekten vazgeçmeme yetiyor."

"şuna mı?" dedi fenchurch, biraz da şaşkın bir şekilde üzerinde birtakım talimatlar yazılı mavi bir plakayı işaret ederek.
"evet. bunlar bana en sonunda her şeyden el ayak çektiren sözcükler. bu oldukça ani oldu. o sözcükleri gördüğümde ne yapmam
gerektiğini biliyordum."

levhada şunlar yazılıydı:
çubuğu ortasına yakın bir yerinden tutun. sivri ucu ağzınızda ıslatın. iki diş arasındaki boşluğa sokun ve diş etine kadar ittirin. nazik bir şekilde ileri geri oynatın.

"bana sanki," dedi akıllı wonko, "bir kürdan kutusuna ayrıntılı bir kullanma kılavuzu koyabilecek ölçüde aklını kaybetmiş herhangi bir
uygarlığın içinde daha fazla yaşayıp da akıl sağlığımın yerinde kalması mümkün değilmiş gibi geldi."

douglas adams, so long and thanks for all the fish
devamını gör...

kayıp zamanın izinde ya da orijinal ismi ile à la recherche du temps perdu, marcel proust tarafından ömrünün büyük bir kısmını ayırarak yazdığı bir eserdir. kendisi bu işe koyulduğunda sayfalara aktardığı cümlelerin, edebiyatın kilometre taşlarından birine dönüşeceğini biliyor muydu emin değilim fakat bu yedi ciltlik devasa eser her kelimesine kadar incelenmeyi hak ediyor. bir eseri incelemeden önce yazıldığı şartları ve yazarın iç dünyasını bilmekte fayda var . proust, çalkantılı bir zamanda doğdu ve hastalığından ötürü sıkıntılı bir hayat sürdü; bu hastalıktan ötürü zamanını geçirdiği yerlerin izlerini à la recherche du temps perdu'da sıkça görüyoruz. yüzbaşı dreyfus'un haksız yere suçlanması sürecinde , dreyfus davasının haklı tarafında yer aldı ve bu süreç onun karakterinin oturmasında büyük önem oynadı. dreyfus olayının izlerini 3.cilt olan le côté de guermantes'ta uzun uzun anlatmaktan kaçınmamıştır zaten.

kendisinin eşcinsel olduğunu ve eserlerine de bunu uzun uzadıya yansıttığını bilmekte fayda var , çünkü onu anlamazsak eserlerini anlamak mümkün olmayacaktır. 4.cilt olan sodome et gomorrhe'de eşcinsellik üzerine uzun ve derin incelemeler mevcut. ailesinde üst üste yaşadığı kayıpların etkilerini ise son ana kadar görmemiz mümkün olmuyor.

proust'u bir nebze anladığımızı düşünürsek eğer, gelelim edebiyatın yapı taşlarından biri haline gelmiş olan eseri à la recherche du temps perdu'ya . eser uzun ve yorucu cümlelerden oluşsa bile üstün betimlemeleri ile insanı kolundan tutarak kitabın içine çekmiş proust. aşk, hatırlamak,roman ve romancı ilişkisi, felsefe ve daha bir çok konuda altı dolu çıkarımların , aforizmaların ve derin anlamların olduğu uzun bir şiir okumak gibi hissettiriyor eser. adını koyamadığınız düşüncelerinizin bir şekilde burada betimlendiğini görüp keyiflenmemek elde değil. balzac ve bergson'un parmak izleri eserin her yanında görünüyor. taraflı bir bakış açısı olsa bile proust her açıdan dönemine ayna tutmuş. eseri orijinal dilinde okuyabilmek için fransızcaya hakim olmak gerek ama roza hakmen üstün bir iş çıkarmış. okumayı planlıyorsanız roza hakmen çevirsinden şaşmayın.yedi ciltten oluşan eserin her bölümü için bir kaç alıntı bırakma niyetindeyim.

--- alıntı ---

du côté de chez swann ( swann'ların tarafı)
geçmişi hatırlama gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır. geçmiş zihnin hakimiyet alanının, kavrayış gücünün dışında bir yerde, hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin (bu nesnenin bize yaşatacak duygunun) içinde gizlidir. bu nesneye ölmeden önce rastlayıp rastlamamamız ise tesadüfe bağlıdır.
s.44

comme les hommes primitifs dont les sens étaient plus puissants que les nôtres, elle discernait immédiatement, à des signes insaisissables pour nous, toute vérité que nous voulions lui cacher.
p.17

à l'ombre des jeunes filles en fleurs (çiçek açmış genç kızların gölgesinde)

hayat, seven insanların daima bekleyebileceği mucizelerle doludur. (...) zaten hayatta ve hayatın çelişen durumlarındaki bütün aşka ilişkin olaylarda, en iyisi anlamaya çalışmamaktır; çünkü nasılsa acımasız ve beklenmedik olduklarından, mantık kurallarından çok sihirli kurallara göre belirlenir gibidirler.
s.67

la nature que nous faisons paraître dans la seconde partie de notre vie n'est pas toujours, si elle l'est souvent, notre nature première développée ou flétrie, grossie ou atténuée ; elle est quelquefois une nature inverse, un véritable vêtement retourné
p.42

le côté de guermantes (guermantes tarafı)

bir savaş alanı, yüz yıllar boyunca tek bir savaşın alanı olmamıştır, olmayacaktır. savaş alanı olmuşsa demek ki iyi bir savaş alanı olmasını sağlayan belirli coğrafi, jeolojik koşulları, hatta düşmanı engelleyecek kusurları ( mesela araziyi ikiye bölen bir nehir) içinde barındırmaktadır. bu yüzden savaş alanı olmuştur ve olacaktır da. herhangi bir oda resim atolyesi olmaz; herhangi bir yerde savaş alanı olmaz. bazı yerlerin kaderi savaş alanı olmaktır.
s.104

la vraie beauté est si particulière, si nouvelle, qu'on ne la reconnaît pas pour la beauté.
p.110

sodome et gomorrhe (sodom ve gomorra)

her gece yatağına külçe gibi yığılıp uyanıncaya, yataktan kalkıncaya kadar yaşamayan bir adam, uykuya ilişkin, büyük keşifler değilse de, en azından küçük yorumlar yapmayı aklından geçirebilir mi? uyuduğunun farkında bile değildir. uykuyu takdir edebilmek, bu karanlığı biraz aydınlatabilmek için, biraz uykusuzluk yararlıdır.
s.53

c'est de là que vient tout le mal: dieu est un homme.

la prisonnière ( mahpus)

...ama sevdiğimiz insanın uydurduğu öyküler bize acı çektirir ve bu yüzden de, yüzeysel bilgilerle oyalanacağımıza, insan doğasının derinine inmemize imkân verir. keder içimize işler ve sancılı bir merakla daha derinlere nüfuz etmeye zorlar bizi. buradan çıkan gerçekleri gizleme hakkını bulamayız kendimizde; bu yüzden de bu gerçekleri keşfetmiş, hiçliğe inanmış bir ateist, can çekişmekteyken, şanı şöhreti umursamadığı halde, son saatlerini, bu gerçekleri duyurmaya çalışarak harcar.

l'amour, dans l'anxiété douloureuse comme dans le désir heureux, est l'exigence d'un tout. ıl ne naît, il ne subsiste que si une partie reste à conquérir. on n'aime que ce qu'on ne possède pas tout entier.
p.67

albertine disparue (albertine kayıp)

ama zekamız ne kadar keskin olursa olsun, kalbimizde yer alan tek tek duyguları algılayamaz; çoğu zaman uçucu halde var olan duygularımız, onları ayrıştırabilecek bir olgu tarafından katılaştırılmadıkları sürece kendilerini belli etmezler.
s.10

on n'est que par ce qu'on possède, on ne possède que ce qui vous est réellement présent, et tant de nos souvenirs, de nos humeurs, de nos idées partent faire des voyages loin de nous-même, où nous les perdons de vue!
p.29

le temps retrouvé ( yakalanan zaman )

insanların anlattıklarını duymazdım, çünkü beni ilgilendiren, ne demek istedikleri değil, bunu nasıl söyledikleri, söyleyiş biçimlerinin ortaya koyduğu kişilikleri veya gülünçlükleriydi; daha doğrusu, beni asıl ilgilendiren şey, özel bir haz aldığım için daima araştırmalarımın özel hedefi olan, birden fazla kişiye özgü ortak özelliklerdi.
s.27

l'écrivain ne dit que par une habitude prise dans le langage insincère des préfaces et des dédicaces : " mon lecteur ". en réalité, chaque lecteur est, quand il lit, le propre lecteur de soi-même. l'ouvrage de l'écrivain n'est qu'une espèce d'instrument optique qu'il offre au lecteur afin de lui permettre de discerner ce que, sans ce livre, il n'eût peut-être pas vu en soi-même. la reconnaissance en soi-même, par le lecteur, de ce que dit le livre, est la preuve de la vérité de celui-ci, et vice versa, au moins dans une certaine mesure, la différence entre les deux textes pouvant souvent être imputée non à l'auteur mais au lecteur. l'auteur n'a pas à s'en offenser, mais au contraire à laisser la plus grande liberté au lecteur en lui disant : " regardez vous-même si vous voyez mieux avec ce verre-ci, avec celui-là, avec cet autre. "

--- alıntı ---
devamını gör...

eskiden dershane hocalarından şimdi de kolej hocalarından velilerin bol bol duyduğu ne boka merhem olduğu belli olmayan avutma cümlesi.

meali sizin oğlandan bir cacık olmaz ama bizim de malum paraya ihtiyacımız var siz oğlanı burdan almayın devam etsin zaten bundan bir yol olacağı yok bari biz ekmeğimizden olmayalımdır.
devamını gör...

(bkz: o güzel metalciler o güzel atlara binip gittiler) şaka maka metalci gençlik gelebilir mi geri? rapçi gençlikten illallah ettim de.
devamını gör...

hayatı bir sinema filminden farksız olan italyan asıllı oscar ödüllü abd'li aktör. kariyerinin ilk yıllarını the godfather ile hem çıraklık hem ustalık çağını aynı anda yaşayacak bundan sonraki filmlerin hepsi bir başyapıt olacaktır. nitekim yaralı yüz (scar face) kadın kokusu, şeytanın avukatı gibi filmler çok ses getirmiştir.
devamını gör...

öyle de bir olur ki...
iki taraftan biri ölmediği müddetçe affedilemeyecek şeyler var!..
devamını gör...

bela anlamında 2020yi aratmayan yıl
devamını gör...

m.ö 400'lü yılların başında atina'ya yakın kolonos şehrinde varlıklı bir aileye doğmuştur. devletin önemli kademelerinde görev almıştır ancak biz onu günümüzde yazdığı tragedyalar ile biliyoruz . sophoklesin 130dan fazla tragedya yazdığı söylenir ancak günümüze 7 8 tanesi ulaşmıştır. en bilinen tregedyaları; aias , kral oidipus ve elektradır.
devamını gör...

yazım kurallarına uymalı.
devamını gör...

yaptığı çeşit çeşit reçelleri kırmızı pötikare kumaş kaplı kavanozlara doldurarak sevdiklerine dağıttığını düşündüğüm yazar arkadaşımız.
devamını gör...

2013'ten beri aşkım olan oyun. geçen bir camii inşa etmişim ama efsane...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

şebnem ferah
devamını gör...

yıldız teknik üniversitesi'de (ytü) türk dili ve edebiyatı dersinde profil resminde 'istanbul sözleşmesi yaşatır' görseli olan öğrenci dersten atıldı.
sistemsel bir hata olduğunu düşünerek derse tekrar giren öğrenci, akademisyen nurullah arvas'ın "bu şekilde dersime giremezsin, sen yaşatır dersin başkası yaşatmaz der" sözlerinin ardından tekrar dersten atıldı. bunun zamanında türbanı sorun eden zihniyetten ne farkı var?
aklımıza mukayyet olmalıyız.
ya sabır
devamını gör...

panda
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim