"bir dakika ben de takabilir miyim?" minvalindeki sorulara maruz kalmak. bisiklet mi bu sanki iki tur da ben atayım diyesin
devamını gör...

(bkz: awsuuu22) hiç değeri bilinmiyor bu yazar arkadaşın..
devamını gör...

ömrümün başına yaktığım kınayı kalbimden karmışım.
devamını gör...

rozeti olmayan yazarlarımiza bilhassa çaylak kardeşlerimize destek babında, zenginden alıp fakire vermek olarak gördüğüm hoş kampanya.
devamını gör...

nedense marketten yeni gelmiş poşetleri açan çocuk heyecanıyla okuduğum hede.
devamını gör...

zodyak’ın 12 burcunun yedincisi terazi burcudur. 23 eylül – 23 ekim tarihleri arasında doğanlar bu burca mensuptur.

--- alıntı ---

sembolü: adalet terazisi
elementi: hava
olumlu özellikleri: çekici, sevimli, adil, cana yakın, paylaşımcı, romantik,
olumsuz özellikleri: faydasız, kararsız, aşırı duygusal, manipülatif, şımarık, kuruntulu
en sevdiği şeyler: büyük konserler, şiir, pahalı mücevherler, tasarım giysiler, iyi yemek, uyum, nezaket, gezmek
nefret ettiği şeyler: donuk ya da pratik insanlar, zorbalık, bir karar vermeye zorlanmak, “belki”ler, şiddet, adaletsizlik, gevezelik, şekilcilik
gizli tutkuları: sevmek ve sevilmek
güçlü yanları: dayanışmacı, diplomat, zarif, tarafsız, sosyal olmaları
zayıf yanları: kararsız olmaları, çatışmadan kaçmaları, kendilerine acımaları


--- alıntı ---
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

insanın kendi kendine yaptığı eziyettir.
devamını gör...

islam'a inanmayanları ilgilendirmeyen durum. biz biliyoruz kadınımızın yerini.
devamını gör...

tüik beni niye aramadı alooo ordamısın tüik unuttun mu beni aşk olsun.telefonun başında çaresiz bekliyorum.ara beni tüik.
devamını gör...

bir minibüs yazısı ile tanım vereceğim başlık.
nazar etme ne olur, çalış seninde olur.
devamını gör...

marie antoinette.
"ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" sözünün sahibi.
ek olarak: pasta la vista
devamını gör...

herkes dedi merak içinde, ölümden sonra hayat var mı diye?
boşuna düşünürler,
sanki hayat varmış gibi ölümden önce.
devamını gör...

komplekslerini tespit edip hedefi buradan vurmaktır.

her şey karşıtıyla birlikte varolur. büyüklük kompleksine (narsisizm) sahip olan her insanda aynı zamanda bu denli absürt bir kibrin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bir aşağılık kompleksi bulunur genellikle.
bütün bu narsisistik sanrılar da bu kompleksi gizlemek için onun üzerine bir savunma mekanizması olarak inşa edilir. sevgili dostlarımız uzaktan bakıldığında baş edilmez gibi görünseler de özenle sakladıkları ya da daha doğrusu saklayabildiklerini zannettikleri bu nokta onların en zayıf yönüdür.*
ve bu zaaf, onların zannettiğinin aksine aslında gülünç derecede belirgindir.
(saçma sapan bir örnek: bilmem ne derneğine gidip bir bira istersiniz ve size koca bira bardağını çekirdek külahı gibi boktan bir kese kağıdına sarıp verirler ya hani; dışardan belli olmasın diye... hah işte bu da öyle bir şey tam olarak. tam da gizlenmek istediğiniz noktadan bir işaret fişeği ateşlemeye benzer. ben buradayım ama n'olur beni görmeyin dercesine.)

bu noktada yapmanız gereken tek şey, temeli oluşturan taşı yerinden çekip alarak kulenin yıkılışını izlemektir.*

swh.
devamını gör...

bu platformda güzel vakitler geçirmeme katkıda bulunan, alkolsuz kafa olmamı sağlayan, bir türlü nicki'ni telafuz edemeyip cabbar dediğim, 100 miyon bana çıktığı zaman hayatına el atacağım nadide yazar tanesi.
devamını gör...

erkek bireye verdiğiniz tepkilere göre değişecektir.
kadın sıcak ve ilgili ise erkek birey bir o kadar kibar ve cesur bir şekilde atağa geçer. ama kadın ilgisiz ve umursamaz ise işte o zaman içlerindeki canavar ortaya çıkıyor ve karşısızda ilkokul sıralarında saçınızı çeken ve acı çekmenizden zevk alan o küçük sadist velet ortaya çıkıyor.
devamını gör...

olum başka başlık mı kalmadı açacak bir de teğmen olacan! ne kattı olum bu başlık sözlüğe hee aldıttırıyım mı seni evden hee!

tanım: yımırta kokusu.
devamını gör...

albert’in yalanı

albert bir yalancıdır!
şimdi bu parmaklıklar arkasında hissedebileceğim son duygu mutluluktur herhalde. kendimi bu kadar kötü hissettiğim başka bir zaman dilimi olmamıştı hayatım boyunca. bu kadar kapana kısılmamıştım hiçbir zaman. yalnız kalmak aklıma getirebileceğim son şeydi. her zaman yanımda birileri mutlaka olurdu.
konuşabileceğim, sorunlarımı paylaşabileceğim, sevişebileceğim, kavga edebileceğim. ama mutlaka biri ya da birileri. vicdan azaplarım da her zaman gelip geçici olurdu. asla beni, şu an olduğu gibi esir almazdı, altına alıp çiğnemezdi.

albert bir yalancıdır!
hiç mutlu değilim çünkü. sevgilim beni terk etti, haklıydı da. ona kötü davranmaya, onu umursamamaya, yok saymaya başlamıştım. ona karşı hissettiğim bütün iyi, güzel duygularımı öldürmek için kendimle savaşmıştım. sanırım başarmıştım da. bunları yaparken tek istediğim mutlu bir şekilde yaşamak ve bu şekilde ölmekti. hapse tıkıldığımdan bu yana ziyaretime hiç gelmedi. onu ciddiye almamamın bir sonucuydu bu, biliyorum. yine de gelmesini isterdim ziyaretime, görmek isterdim, belki dokunmak bir kez daha. ama olmuyor işte. sadece o mu, mutlu olmak adına kırdığım bütün arkadaşlarım kaybolup gitti hayatımdan. sigara külü gibi, püff!!, yok oldular.

konuşamıyorum dört duvar arasında kimseyle, zaten bu öyküyü okumanızın nedeni de budur. bari sizinle paylaşayım bu suç öyküsünü ve nedenlerini.
aslında yalnız kalmak o kadar kötü olmayabilirdi. bu vicdan azabı dokunduğum her yerden fışkırmasaydı eğer. neden yaptım, nasıl yaptım, o an ne hissettim tam olarak bilemiyorum. ama mutlu olmak fikri sarıp sarmalamıştı beni. tetiği çektiğim an mutluluk sanki ani beliren bir güneş ışığı gibi kuşatacaktı beni. olmadı. birden namludan gelen o sağır edici ve kurşunun bir bedene saplanırken çıkarttığı korku verici ve koltuk değneklerini yere düşerken ortama saldığı mide bulandırıcı sesler beni karanlık bir kuyunun dibine doğru itti. yapmamalıydım biliyorum, şimdi olsa yapmazdım da. ama o an için o kadar doğru bir hareket gelmişti ki bana yapmasam olmazdı.

neler oldu o gün ve o günden önce?
yıllar önce yabancı bir şehirde dolaşırken tanışmıştık onunla. uzun süreli de bir dostluğumuz olmuştu. onu öldürmeseydim eğer ( bu ikinci cinayetimdi ve yargılanmadım bile) daha uzun yıllar sürecekti aramızdaki bu bağ. 1958 yılında bir bahar ayında bana elinde tuttuğu bir top kağıdı uzatıp, “bunları oku” demişti. ben de soluk almadan bir gecede okumuştum yazdığı ne varsa. defalarca okumuştum yazdıklarını. bedenim gibi zihnimin de kontrolü elimden kaçıp gitmişti yüzüncü okumamda. albert bana yapmam gerekenleri anlatmıştı. yazdığı bu metin benim için bir yol haritasıydı adeta. beni iyi tanırdı albert, mutsuzluğumu en iyi o görürdü. bu metinin yazılma amacı da buydu zaten; benim mutsuzluğum. bir sene kadar görüşmedik albert’le. yani bu metni bana verdiği günden onun öldürdüğüm güne kadar.
onunla ikinci görüşmemizden önce yapmak gerekenleri yapmıştım. birkaç sokak ötede oturan koltuk değnekleriyle yürüyen, tek ayağı diğerinden kısa olan adamı hiçbir haklı gerekçem yokken öldürmüştüm. aslında tekerlekli sandalyede olan birini aramıştım uzun süre ama maalesef yoktu çevremde böyle biri. ben de gözüme ilk kurbanımı kestirmiştim. onunla tanışmaya karar verdikten bir iki gün sonra kendimi evine davet ettirdim. eve gireceğimiz zaman tabancamı kontrol ettim. içeri girdiğimizde çok renkli bir karaktere sahip olduğunu hemen anlamıştım. evi harika dekore edilmişti. oturma odası bir renk cümbüşüydü adeta, perdeler, biblolar, tablolar, her şey uyum içindeydi. bir an onun eşcinsel olabileceği geldi aklıma ama bu tür düşüncelerle kurbanıma bir insan gibi yaklaşabilirdim. o yüzden düşüncelerimi yarım bırakıp, mutfak kapısından görünen kurbanıma doğru tek bir adım attım. silahı doğrulttum ve bana bakmasına bile fırsat vermeden iki el ateş ettim. tam anda işte kuyuya düşüşüm başladı. aklımda ne para vardı o anda ne de mutluluk. sadece oradan çıkıp gitmeyi düşünüyordum. silahı bırakmayı akıl edemedim, oysa albert bunu yapmamı özellikle belirtmişti. kapı arkamdan kapanırken beynimde hiçbir şey yoktu, sadece albert’e duyduğum nefret.
ne yapacağımı şaşırmıştım. hemen bir karakola gidip teslim olmam gerektiğini biliyordum elbet ama yapmadım. aralık ayıydı. kar yağmaktaydı. yeni yıla birkaç gün vardı. albert’i aradım, buluşmamız gerektiğini söyledim. albert küçük bir kasabadaydı o gün. bana 1 hafta sonra döneceğini o zaman görüşebileceğimi söyledi. o kadar vaktim yoktu. hemen bulunduğu küçük kasabaya gitmek için yola çıkmaya karar verdim. albert beni orda karşılayacaktı. uzun bir tren yolculuğundan sonra oraya varmıştım. bu arada onun içimde kendim için de birer tren bileti almıştım. trenler dönerken yolda işini bitirecektim. planım buydu ama olmadı. oraya vardığımda albert kendini tanıyan insanlarla meşguldü. o yüzden beni bir arkadaşı karşıladı. birlikte kaldıkları küçük otele gittik. albert beni yüzünde mutlu bir gülümsemeyle karşıladı. yüzündeki bu tomurcuk aslında onun sonunu hazırlamıştı. o an onu öldürmek konusunda en ufak bir tereddüdüm kalmamıştı.

o geceyi otelde geçirdik. onu burada öldüremeyeceğim kesindi. o yüzden geri dönüş yoluna çıkana kadar beklemem şarttı. 4 ocak dönüş tarihimizdi. o güne kadar sabretmeliydim. öyle de yaptım. dönüş tarihi gelene kadar sohbetlerimizi olabildiğince kısa tuttum, onu korkutacak bir taşkınlık yapabilirdim. aslında yaptım da ama albert bunu yorgunluğuma ve mutsuzluğuma verdi sanırım.

bir gün öğle yemeği sırasında bana verdiği metni okuyup okumadığımı sorduğunda beynimden vurulmuşa döndüm, ona saldırmamak için kendimi zor tuttum önce elimdeki bardağı kırdım, sonra da kalkıp yemek odasından dışarı çıktım. bir sigara yakıp kendimi toplamaya çalışırken albert yanıma geldi, sırtıma dostça dokundu, beni anladığını, elinden gelen her şeyi yapmak istediğini söyledi. yapacağı bir şey olmadığını söyledim, hem özür diledim hem de teşekkür ettim. dünya üzerinde en nefret ettiğim varlıktan özür dilemiştim, ama asıl özür dilemesi gereken oydu. intikam garip bir şekilde zihnimi ele geçirmişti ve 4 ocak benim için bir milat olacaktı.

4 ocak geldiğinde gidiş hazırlıkları hızlandı ama bu telaş içinde benim heyecanı belli olmuyordu, bu da benim için müthiş bir kamuflajdı. kimse benim heyecanımı yolculuk heyecanından ayrı tutmuyordu. ben de bunu kullandım, en iyi biçimde. hazırlıklara yardım ettim, ara sıra sohbetlere katıldım, kahvaltıda elimden geldiğince neşeli görünmeye çalıştım ama son anda benim geç öğrendiğim bir durum canımı fena halde sıktı. yolculuk bir arabayla yapılacaktı; facel vega marka bir araçla. benim planıma göreyse biz trenle gidecektik tren biletlerinden biri benim cebimde öteki ise albert’teydi. ama unutkanlıktan olsa gerek ya da benden şüphelendiği için albert otomobil yolculuğu yapacağımızı bana söyleme gereği duymamıştı ve öğrendiğimde ise planım alt üst olmuştu bile.

araç çalıştığında albert ile ben arkada oturuyorduk, albert’in yayıncı arkadaşıysa şoförün yanındaydı. bunu lehime kullanabilirdim. aklımdan bin bir türlü cinayet planı geçiyordu ama hiç biri uygulanacak gibi değildi. şartlar albert’i öldürmemi engellemek için el ele vermişlerdi adeta. onu bıçaklamam mümkün değildi, arabayı durdurup bir köşede öldürebilirdim ama ya diğer ikisini de öldürmek zorunda kalırdım o zaman, ya da planım toptan başarısız olurdu. albert’i arabadan itebilirdim ama bu da garanti bir ölüm olmazdı. bu düşüncelerden kurtulmak ve daha sakin düşünebilmek için kendimi yolun akışkanlığına verdim. yol çizgilerini yutan aracın çıkardığı sesleri dinleyerek daha akıllıca bir yol olarak albert’i yolculuk sonunda öldürmeye karar verdim.
tam bu kararı aldığımda büyük bir gürültüyle önce yol çizgileri sonra da içinde bulunduğumuz araç alt üst oldu. büyük bir kaza ve beklenmedik ölümler. şoför ve yayımcı önde oturmalarının şanssızlığıyla anında can verdiler. albert’in şanssızlığı ise bu yolculukta yanında oturan kişinin ben olmamdı. kaza olduğunda albert hafif bir baygınlık geçirmişti ve şans eseri ben sapasağlamdım. albert’in bu baygınlığından istifade ederek ilk yardım çantasıyla kafasına sertçe vurdum. bütün hıncımı bu vuruşta toplamıştım. albert de orada sonsuzluğa doğru akarken benim vicdanımda en ufak bir rahatlama olmamıştı. kendimi yine mutsuz hissediyordum. içimden geçen tek düşünce “keşke albert sağ olsaydı” oldu. çünkü sağ olsaydı onu bir kez daha öldürebilirdim.
şimdi bu kapalı kutunun içinde, parmaklıklarla gölgelenen yüzümü insanlardan saklayarak düşünüyorum. içeride oluşumun nedeni sakat bir adamı öldürmek. diğer cinayetimdense yargılanmadım bile. ilk cinayetim için beni suçlayabilirsiniz ama albert’i öldürmem konusunda asla çünkü;
albert bir yalancıdır!
devamını gör...

paraponera clavata olarak da adlandırılan ve ısırığı'nın acısı 24 saat süren bir karınca türü. bu yüzden mermi karıncası olarak biliniyor. nikaragua, honduras ve paraguay'ın nemli ormanların da yaşıyor. işçi karıncalar 18–30 mm arasında bir boya sahipler.
mermi karıncalarını diğer karıncalardan ayıran en önemli özellikleri tüylü göğüs yapısıdır.
mermi karıncaları çeşitli nektar ve meyve özlerinin yanında, başka bazı eklembacaklı türlerini de avlayıp yerler.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

geç kalmış bir tutuklanma. sosyal medyanın etkisiyle yapılan bir tutuklanma olduğu için çok da yoruma gerek yok.

edit : tutuklanma sebebi cinayet değil, ‘uyuşturucu madde kullanımı ve özendirme suçu’.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim