vücudun gösterdiği tuhaf tepkiler
herhalde stres olunca mide bulanması* olayı epey kişide var, ben dahil. ek olarak iştahım kesiliyor stresliysem açlık hissetmeden birkaç gün aç kalabilirim.
bir de sabah kalkınca ellerin tutmamasıyla ilgili yazmış bir yazar evet o da var, elimi yumruk yapamıyorum bile bazen. yatağımı toplayacağım yorganı kavrayıp da düzeltemiyorum ellerim tutmuyor uyuşuyor. her ay 5-6 kez olur bu.
bir de sabah kalkınca ellerin tutmamasıyla ilgili yazmış bir yazar evet o da var, elimi yumruk yapamıyorum bile bazen. yatağımı toplayacağım yorganı kavrayıp da düzeltemiyorum ellerim tutmuyor uyuşuyor. her ay 5-6 kez olur bu.
devamını gör...
seni seviyorum sözünün anlamını yitirmesi
insanların dilinde sakız olmasından kaynaklanan durum. daha ilişkiye adım atmadan söylüyoruz sonrası malum her saat kalpli vıcık vıcık emojilerle süslüyoruz. sözün o kutsal anlamını basitlleştiriyoruz ya da işimize geliyor anlamını idrak etmeden tüketmek.çünkü söylemesi çok basit. ağzı olan kurar bu cümleyi . uygulması ise çok zordur.
can yücel, ‘’seni seviyorum ‘’ demek değil ki marifet, marifet önemli olan o kelimenin tüm sorumluluklarını alabilmek.
(bkz: behlül kaçar)
can yücel, ‘’seni seviyorum ‘’ demek değil ki marifet, marifet önemli olan o kelimenin tüm sorumluluklarını alabilmek.
(bkz: behlül kaçar)
devamını gör...
cüzdanda sevgilinin fotoğrafını taşımak
bu sene bir ihtimal manita yaparım diye bugün vesikalığımı çoğalttım bunun için.. nasip olsun ya.. ama hemen de değil.
devamını gör...
esaretin bedeli
1994 yapımı amerikan filmi. yönetmenliğini frank darabont yapmıştır ve senaryosu, stephen king'in yazdığı "kuşku mevsimi" adlı kitabın "rita hayworth'u seven adam" bölümünden uyarlanmıştır. kitapla ilgili olarak şunu söyleyeyim ki, türkiye'de yayınlanan versiyonunda bu bölüm nedense bulunmamaktadır.
filmin bana düşündürdükleri ise şöyledir:
bu filmi beğenen birçok kişi gibi benim de içime halen sindiremediğim şey ödülleri forrest gump'a kaptırmış olması. tom hanks en sevdiğim erkek oyunculardan birisi o ayrı. forrest gump en sevdiğim filmlerden biridir o da ayrı. ama iki filmi önüme koyup hangisi dediklerinde tartışmasız bu film derim. ama gelin görün ki ödülleri kaptırmış olması bir hayli üzücü.
hayattaki en nefret ettiğim şeylerden biri kıyas konusudur. herkes gibi her şey de birbirinden farklıdır arkadaş. dolayısıyla bu iki filmi kıyaslamak yanlış olacaktır. ama ister istemez kıyaslamak durumunda kalıp sonuna kadar bu film diyorum.
bir kere bu film daha çok şey öğretiyor insana. en başta zaten afişinde de yazdığı gibi umut etmenin aslında ne kadar önemli bir şey olduğunu anlatıyor. durumun ne kadar berbat ve zor olursa olsun umudu bırakmamak gerektiğini, hayatının tıpkı andy dufrasne gibi bir anda tepe takla olması durumunda bile umut etmek gerektiğini anlatıyor.
bira sahnesini yazmaya cesaret edemiyorum. çünkü o sahnedeki güzelliği her ne kadar anlatmak istesem de yazdıklarım yetmez açıkçası. o nedenle anlatamıyorum. (bu sahneyi yazıyla değil de sözlü olarak birine anlatmaya kalksam sanırım "into the wild" filminde mccandless'in bardaki o top sakallı arkadaşına "ben alaska'ya gidiyorum, ta oralara ta uzaklara" derken yaşadığı mutluluk sarhoşluğuna bürünürüm sanırım)
bir diğer öğrettiği şey ise dostluk. aslında fazla arkadaşın olmasa bile sahip olduğun gerçek bir dostun varsa başka bir arkadaşa ihtiyacının olmadığını, bunun yanında zor şartlarda zor insanlarla beraberken o zorluğu paylaştığın bir dost varsa üstesinden sırt sırta vererek aşılabileceğini anlatıyor.
boş beyinli olmamak, bir şeyleri iyi derecede bilmek ve bir şeylere tutku duymak gerektiği de benim çıkardığım bir diğer sonuç. andy eğer taşlara ilgi duymasaydı ve onların yapısından anlamasaydı o duvarı kazmayacaktı. ama bu konudaki bilgisini eyleme döküp duvarı kazmayı ve oradan ayrılmayı başardı. veya oradayken zamanı geçirebilmek adına devamlı bir şeylerle uğraşması, satranç takımı hazırlamaktan tutun da kütüphaneyi adama benzetmesine kadar devamlı bir meşguliyet içinde olması boktan durumlarda olduğumuz anlarda geçmek bilmeyen zamanı hızlandırmak ve zaman algımıza müdahale edebileceğimize iyi bir örnek.
ve belki de en önemlisi müzik dinlemek denen şeyin aslında basit gibi görünse de hiç de öyle basit bir şey olmadığı, müzik dinlemenin aslında çok büyük bir lüks olduğu ve müziğe aç olmanın en büyük açlıklardan biri olduğunu anlatıyor. gardiyan odasında dayak yeme pahasına bütün mahkumlara hoparlörden yaptığı müzik yayını bunu oldukça iyi anlatıyordu.
özgürlüğü anlatmasını söylemeye gerek yok. onu diğer hapishane filmleri de işliyor zaten. ama bu film hayatın içinde bulunan ama aslında basit gibi görünen şeylerin esasında ne denli önem sahibi olduğunu adeta gözümüze sokuyor ve ders gibi anlatıyor. varsın ödül alamasın. ben ve benim gibi birçok insanın içinde öyle görünüyor ki kalıcı olarak bir numarada kalacak.
iyi ki böyle bir film var, iyi ki izledim ve iyi ki içimde yer etti. yeri her daim özel olacaktır içimde.
filmin bana düşündürdükleri ise şöyledir:
bu filmi beğenen birçok kişi gibi benim de içime halen sindiremediğim şey ödülleri forrest gump'a kaptırmış olması. tom hanks en sevdiğim erkek oyunculardan birisi o ayrı. forrest gump en sevdiğim filmlerden biridir o da ayrı. ama iki filmi önüme koyup hangisi dediklerinde tartışmasız bu film derim. ama gelin görün ki ödülleri kaptırmış olması bir hayli üzücü.
hayattaki en nefret ettiğim şeylerden biri kıyas konusudur. herkes gibi her şey de birbirinden farklıdır arkadaş. dolayısıyla bu iki filmi kıyaslamak yanlış olacaktır. ama ister istemez kıyaslamak durumunda kalıp sonuna kadar bu film diyorum.
bir kere bu film daha çok şey öğretiyor insana. en başta zaten afişinde de yazdığı gibi umut etmenin aslında ne kadar önemli bir şey olduğunu anlatıyor. durumun ne kadar berbat ve zor olursa olsun umudu bırakmamak gerektiğini, hayatının tıpkı andy dufrasne gibi bir anda tepe takla olması durumunda bile umut etmek gerektiğini anlatıyor.
bira sahnesini yazmaya cesaret edemiyorum. çünkü o sahnedeki güzelliği her ne kadar anlatmak istesem de yazdıklarım yetmez açıkçası. o nedenle anlatamıyorum. (bu sahneyi yazıyla değil de sözlü olarak birine anlatmaya kalksam sanırım "into the wild" filminde mccandless'in bardaki o top sakallı arkadaşına "ben alaska'ya gidiyorum, ta oralara ta uzaklara" derken yaşadığı mutluluk sarhoşluğuna bürünürüm sanırım)
bir diğer öğrettiği şey ise dostluk. aslında fazla arkadaşın olmasa bile sahip olduğun gerçek bir dostun varsa başka bir arkadaşa ihtiyacının olmadığını, bunun yanında zor şartlarda zor insanlarla beraberken o zorluğu paylaştığın bir dost varsa üstesinden sırt sırta vererek aşılabileceğini anlatıyor.
boş beyinli olmamak, bir şeyleri iyi derecede bilmek ve bir şeylere tutku duymak gerektiği de benim çıkardığım bir diğer sonuç. andy eğer taşlara ilgi duymasaydı ve onların yapısından anlamasaydı o duvarı kazmayacaktı. ama bu konudaki bilgisini eyleme döküp duvarı kazmayı ve oradan ayrılmayı başardı. veya oradayken zamanı geçirebilmek adına devamlı bir şeylerle uğraşması, satranç takımı hazırlamaktan tutun da kütüphaneyi adama benzetmesine kadar devamlı bir meşguliyet içinde olması boktan durumlarda olduğumuz anlarda geçmek bilmeyen zamanı hızlandırmak ve zaman algımıza müdahale edebileceğimize iyi bir örnek.
ve belki de en önemlisi müzik dinlemek denen şeyin aslında basit gibi görünse de hiç de öyle basit bir şey olmadığı, müzik dinlemenin aslında çok büyük bir lüks olduğu ve müziğe aç olmanın en büyük açlıklardan biri olduğunu anlatıyor. gardiyan odasında dayak yeme pahasına bütün mahkumlara hoparlörden yaptığı müzik yayını bunu oldukça iyi anlatıyordu.
özgürlüğü anlatmasını söylemeye gerek yok. onu diğer hapishane filmleri de işliyor zaten. ama bu film hayatın içinde bulunan ama aslında basit gibi görünen şeylerin esasında ne denli önem sahibi olduğunu adeta gözümüze sokuyor ve ders gibi anlatıyor. varsın ödül alamasın. ben ve benim gibi birçok insanın içinde öyle görünüyor ki kalıcı olarak bir numarada kalacak.
iyi ki böyle bir film var, iyi ki izledim ve iyi ki içimde yer etti. yeri her daim özel olacaktır içimde.
devamını gör...
yedi sekiz hasan paşa
sultan abdülhamit, şehzade olduğu zamanlar köşke giderken geçmesine izin vermemiş. abdülhamit, kendisini ikinci veliaht olarak tanıtmasına rağmen, o dönem jandarma olan hasan padişahtan ( abdülaziz) başkasını tanımadığını söylemiş. o zaman amcası olan padişaha bağlılığını bildiren bu askerin sözleri karşısında duygulanan şehzade, hiç beklemediği anda kendini tahtta bulunca, o unutamadığı nefere de mirliva rütbesi vererek beşiktaş muhafızlığı görevine getiriyor. beşiktaş ve yıldız sırtlarından bütün rumeli yakası ondan soruluyor ve onun izni olmadan buradan kimse ne arazi alabiliyor ne de ev yaptırabiliyor. ümmi olduğu için de imzasını atarken hasan'ın arapça yazılışına benzeyen yedi ve sekiz şeklinde çiziktirme yapıyor ve ismi yedi sekiz hasan paşa oluyor.
devamını gör...
the big lebowski
coen kardeşlerin yönettiği 1998 yapımı kült diyebileceğimiz bir film. aslında konusuna göz attığımızda basit bir konu gibi. bir isim karışıklığı, arkasından yaşanan olaylar silsilesi. ancak öyle mükemmel oyunculuklar vardır, konuyu öyle bir işlemiştir ki yönetmenler karşımıza yıllarca unutulmayacak bir hikaye çıkmıştır.
film bir çok açıdan değerlendirilebilir ancak ben varoluşçuluk açısından değerlendirmek istiyorum ve sizlerin de bu bakış açısıyla yeniden izlemenizi isterim. varoluşçu felsefenin önemli kavramları olan otantik yaşam ve konformist yaşam filmde çok açık bir şekilde işlenmiş. ve tabi ki hayatım anlamı veya anlamsızlığı (burada tabi albert camus'ye göndermeler yapılmış) yine filmde çok bariz bir şekilde işleniyor.
kahramanızmız (gerçi filmin başında lebowski tanıtılırken "bir adam vardır, buna kahraman demeyeceğim, zaten kahraman nedir ki" deniliyor) lebowski hayatı ciddiye almayan, toplumsal normları reddeden, otantik yaşamaya çalışan bir kişilik. elalem ne der başkaları nasıl yaşar diye düşünmeyen, aslında çok zeki ve iş bilir bir adam olmasına rağmen "boş beleş" yaşayan biridir. onun dışındaki herkes kendisini "bir şey" olarak gösterir veya görür. diğer lebowski zengin olarak tanıtır kendini oysa ki karsıdır zengin olan ve kızının vakıfından gelen parayla geçinir. lebowski'nin kankası walter film boyunca şabat gününden bahseder (yahudilikte kutsal günlerden biri) ancak anlarız ki yahudi bile değildir. yine film boyunca yaşamın ve ölümün anlamsızlığı absürdlüğü gözümüze sokulur.
the big lebowski sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
film bir çok açıdan değerlendirilebilir ancak ben varoluşçuluk açısından değerlendirmek istiyorum ve sizlerin de bu bakış açısıyla yeniden izlemenizi isterim. varoluşçu felsefenin önemli kavramları olan otantik yaşam ve konformist yaşam filmde çok açık bir şekilde işlenmiş. ve tabi ki hayatım anlamı veya anlamsızlığı (burada tabi albert camus'ye göndermeler yapılmış) yine filmde çok bariz bir şekilde işleniyor.
kahramanızmız (gerçi filmin başında lebowski tanıtılırken "bir adam vardır, buna kahraman demeyeceğim, zaten kahraman nedir ki" deniliyor) lebowski hayatı ciddiye almayan, toplumsal normları reddeden, otantik yaşamaya çalışan bir kişilik. elalem ne der başkaları nasıl yaşar diye düşünmeyen, aslında çok zeki ve iş bilir bir adam olmasına rağmen "boş beleş" yaşayan biridir. onun dışındaki herkes kendisini "bir şey" olarak gösterir veya görür. diğer lebowski zengin olarak tanıtır kendini oysa ki karsıdır zengin olan ve kızının vakıfından gelen parayla geçinir. lebowski'nin kankası walter film boyunca şabat gününden bahseder (yahudilikte kutsal günlerden biri) ancak anlarız ki yahudi bile değildir. yine film boyunca yaşamın ve ölümün anlamsızlığı absürdlüğü gözümüze sokulur.
the big lebowski sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
devamını gör...
7 mart 2021 imamoğlu'nun yüz yüze sınavla ilgili tweeti
istanbul büyükşehir belediye başkanı ekrem imamoğlu kişisel twitter hesabından, milli eğitim bakanı ziya selçuk'u etiketleyererek yüz yüze sınav uygulaması kararını tekrar gözden geçirilmesini için tweet atması.
gençlerden çok mesaj alıyorum...
yüz yüze eğitim başlamamışken yüz yüze sınav dayatmasından şikayetçiler. eğitimde eşitsizlikten ve salgından endişeliler. gençler, milli eğitim bakanlığı'mızın bu kararı gözden geçirmesini talep ediyor.
@tcmeb @ziyaselcuk
buradan
gençlerden çok mesaj alıyorum...
yüz yüze eğitim başlamamışken yüz yüze sınav dayatmasından şikayetçiler. eğitimde eşitsizlikten ve salgından endişeliler. gençler, milli eğitim bakanlığı'mızın bu kararı gözden geçirmesini talep ediyor.
@tcmeb @ziyaselcuk
buradan
devamını gör...
küfrederek övmek
futbolcu frikikten gol atmış. kahramanımız " vay, bilmem neyini ne ettiğimin çocuğuna bak, nasıl da attı o golü oradan öyle" diye övgüsünü bile sövgü yapıyor.
devamını gör...
zamanla sevmek vs ilk görüşte aşk
zamanla sevmenin tokatlayacağı versustur.
ilk görüşte aşık olduğunuz kişinin kara kaşına, kara gözüne aşık olmuşsunuzdur. bu aşk elbet birgün biter.
ama zamanla sevdiğiniz insanın, fikirlerine, hareketleri aşık olmuşsunuzdur ve bu aşk bitmesi çok zor olan aşktır.
ilk görüşte aşık olduğunuz kişinin kara kaşına, kara gözüne aşık olmuşsunuzdur. bu aşk elbet birgün biter.
ama zamanla sevdiğiniz insanın, fikirlerine, hareketleri aşık olmuşsunuzdur ve bu aşk bitmesi çok zor olan aşktır.
devamını gör...
bir evi daha yaşanılır kılan detaylar
güzel, geniş bir balkonu ve büyük pencereleri olması. dört duvar arasında daralıyorum.
devamını gör...
geceye hayatta öğrendiğin bir şey bırak
bizim için değerli olduğunu sandığımız şeylerin aslında zamanla bize zarar verdiğini fark etmek.
devamını gör...
yazarı hem takip edip hem de mesajlarını başlıklarını ve tanımlarını engellemek
bazen yanlışlıkla yaptığım eylem. bazen elim çarpıyor, malum telefon ekranı. mesela geçen çok sevdiğim bir yazar olan rimbaud'u engellemişim.* yanlış anlamayınız lütfen.
devamını gör...
ruh sağlığı için uzak durulması gereken şeyler
erkekler
devamını gör...
mesut yılmaz’ın gelmiş geçmiş en iyi başbakan olması
mesut yılmaz - mehmet ağar - haluk ulusoy ve gs ? mezarında ters dönsün inşallah.
devamını gör...
geceye bir söz bırak
" yağmur olsan binlerce damla arasından tutardım seni. çünkü korkarım; toprak aldığını vermiyor geri."
cemal süreya
cemal süreya
devamını gör...
öğle uykusu
biraz öğle kestirmesi diye yatılan, dozunu ayarlayamayınca akşam ezanında kalkılan, tatlıyı tuzluya çeviren aktivite. arkası da sersemlik, baş ağrısı, gece uykusundan mahrumiyet ve derin bir pişmanlık.
devamını gör...
hatayspor
malum sözlükte fanatiklerce gündeme taşınmış futbol takımı. galatasaray'a 3 atmış, beşiktaş'tan 7 yemiş de averaj farkı yaratmış, böylece beşiktaş'ı şampiyon yapmışmış. oraya gelene kadar galatasaray adam gibi oynayıp sadece bir mağlubiyetini beraberliğe çevirseydi şimdi şampiyondu. nefret ediyorum futbolu bu hale getiren taraftar bozuntularından. beni futboldan tiksindirdiler.
devamını gör...
modern insanın en büyük problemi
kendi isteğiyle seçmediği bir hayat düzeniyle yaşamak zorunda kalmasıdır.
devamını gör...