ezekiel 25:17
quentin tarantino' nun pulp fiction filminde samuel l. jackson'un repliği .
jackson' un müthiş aksanı ile dinlemesi bana büyük keyif veren şey.
"the path of the righteous man is beset on all sides by the inequities of the selfish and the tyranny of evil men. blessed is he who, in the name of charity and good will, shepherds the weak through the valley of the darkness. for he is truly his brother's keeper and the finder of lost children. and ı will strike down upon thee with great vengeance and furious anger those who attempt to poison and destroy my brothers. and you will know ı am the lord when ı lay my vengeance upon you."
furious anger kısmında furious kısmını uzatarak ağdalı bir şekilde fiuuuuuriyusss şeklinde söyleşini çok severim. ezekiel 25:17, eski ahitin bir pasajıdır, ancak quentin tarantino onu pulp fiction için yeniden yazmıştır. filmde üç ayrı yerde geçer. jules winnfield öldürmek üzere olduğu her insana bu dizeyi anlatır, çünkü kurbanlarına söylemenin soğukkanlı bir şey olacağını düşünmüştür.bunu da filmde bir yerde şöyle söyleyerek açıklar:
"...i been sayin' that shit for years. and if you ever heard it, it meant your ass. i never really questioned what it meant. i thought it was just a cold-blooded thing to say to a motherfucker 'fore you popped a cap in his ass..."
jackson' un müthiş aksanı ile dinlemesi bana büyük keyif veren şey.
"the path of the righteous man is beset on all sides by the inequities of the selfish and the tyranny of evil men. blessed is he who, in the name of charity and good will, shepherds the weak through the valley of the darkness. for he is truly his brother's keeper and the finder of lost children. and ı will strike down upon thee with great vengeance and furious anger those who attempt to poison and destroy my brothers. and you will know ı am the lord when ı lay my vengeance upon you."
furious anger kısmında furious kısmını uzatarak ağdalı bir şekilde fiuuuuuriyusss şeklinde söyleşini çok severim. ezekiel 25:17, eski ahitin bir pasajıdır, ancak quentin tarantino onu pulp fiction için yeniden yazmıştır. filmde üç ayrı yerde geçer. jules winnfield öldürmek üzere olduğu her insana bu dizeyi anlatır, çünkü kurbanlarına söylemenin soğukkanlı bir şey olacağını düşünmüştür.bunu da filmde bir yerde şöyle söyleyerek açıklar:
"...i been sayin' that shit for years. and if you ever heard it, it meant your ass. i never really questioned what it meant. i thought it was just a cold-blooded thing to say to a motherfucker 'fore you popped a cap in his ass..."
devamını gör...
atlas silkindi
türkçeye “ atlas vazgeçti” diye de çevrilen ayn rand üçlemesidir.
“kimse için yaşamayacağım ve kimsenin benim için yaşamasını istemeyeceğim.”
bu yemini yüksek sesle tekrar ettikten sonra bu yazıyı okumaya başlayabilirsiniz. zira bundan sonra okuyacağınız satırlar tamamıyla bu yeminin dayandığı felsefe üzerinedir. tam 1500 sayfalık bir seyahat “atlas silkindi”. bu zamana kadar yapılmamış bir edebiyat olayı, ya da bu zamana kadar bu kadar etkili olamamış.”atlas silkindi” bir destan sanki ama bu zamana kadar anlatılanların aksine bir yolda yürümekte kahramanlar, bir tersine destan.
hep jack london’ın mücadele eden, savaşan, ezilen insanları anlattığı romanlarını okuduk ve işçi sınıfına büyük bir sempati ve yakınlık duyarken işverenleri, sanayicileri, fabrikatörleri kan emici yarasalar olarak gördük. emile zola ütopik-sosyalist romanı “emek”te herkesin dostça kardeşçe yaşadığı, herkesin ihtiyacı kadarını alıp, yeteneği kadarını topluma hediye ettiği bir ülkeyi anlattı bize. b.traven, ezilen insanların hikayelerine o kadar inanmıştı ki ömrünü onların arasında geçirdi ve sadece onların hikayelerini anlattı. yani onlara göre zenginler kötü fakirler iyiydi, işverenler bencil işçiler çalışkan ve bonkördü, fabrikatörler sömüren fabrika çalışanları sömürülendi. ama ayn rand bunları hepsine itiraz etti, tümünü reddetti.
ona göre zenginler toplumun emniyet subabıydı. onlar olmazsa toplum ayakta kalamazdı. sömürülen kısım işçiler değil işverenlerdi. onlar zekalarını ortaya koyup bir servet üretiyor ve işçiler bundan en büyük payı kapmak için haksız bir mücadele veriyorlardı. “herkese ihtiyacı kadar herkesten yeteneği kadar” ilkesini en ağır biçimde eleştirirken, bunun toplumun temellerindeki dinamit olduğunu söylemekten kaçınmıyor.
bir insan sırf ihtiyaç duyduğu için ve hele de yeteneği kısıtlıysa neden daha yetenekli bir insandan fazla kazanmak durumunda kalsın ki? yani benim ihtiyacım olan şey sadece 10 dolarsa ve arkadaşımın ihtiyacı olan şey 1000 dolarsa ve arkadaşım yetenek fukarasıysa, onun ihtiyacını karşılamak için kaç gece fazla mesai yapmam gerekecek? komşumun ayağı kırılırsa onun yerine ne kadar daha çalışmam istenecek benden? işte sosyalizmin şiarı olan cümle bu sorularla sarsılıyor ayn rand tarafından. kitabın kahramanlarıın tümü fiziksel olarak yunan heykellerini andıran insanlar. zekaları ne kadar parlaksa vücutları da o kadar çarpıcı.
hank rearden, francisco d’anconia, ragnar danneskjöld… bu üç isim yakışıklı oldukları kadar zeki adamlar, son ikisi john galt’ın sınıf arkadaşları; hocaları hugh akstonla birlikte emin adımlarla yürümekteler ve karşılarında olanlardan biri de diğer hocaları dr. robert stadler. stadler kendi yaptığı makinenin kurbanı olanlardan. hugh akston fikirlerini sonuna kadar savunanlardan. ve dagny taggart… kuş gibi vücuduyla kendinden emin tavırları onu dünyanın en güzel kadını yapmaya yetecektir elbette ama o bunla yetinmeyip dev tren şirketi kompleksli kardeşi jim’e rağmen yönetmeye çalışır. bütün büyük adamlar ona aşıktır. hatta john galt bile.
ama john galt kim ki? bu bir soru değil, bu bir yakarı, bu çaresizlik bildiren bir deyim, bu herşeyin sonu, bu dünyanın motorlarını durduran adamın adı. dahi bir mühendis john galt ve new york’u karanlıklara gömecek zekaya sahip bir adam. sonunda sizi beklenmedik bir finale sürekleyecek olan adam.
george orwell hem “1984”te hem de “hayvan çiftliği”nde sosyalizmin uygulanış biçimini eleştirmişti, aynı şeyi zamyatin “biz”de yaptı ve ursula k. leguin “mülksüzler”de ama onlar sosyalizmi değil onun uygulanışını eleştirdiler ama ayn rand sosyalizmin dibine koymaya çalıştığı bombanın pimini bu kitapla çekmeyi kafaya koymuş bir yazardı. söylediklerinin tek kelimesine katılmadan okudum romanı, zira bir tek yeri kabul etmeye kalksaydım amansız bir kapitalist olabilirdim.
“kimse için yaşamayacağım ve kimsenin benim için yaşamasını istemeyeceğim.”
bu yemini yüksek sesle tekrar ettikten sonra bu yazıyı okumaya başlayabilirsiniz. zira bundan sonra okuyacağınız satırlar tamamıyla bu yeminin dayandığı felsefe üzerinedir. tam 1500 sayfalık bir seyahat “atlas silkindi”. bu zamana kadar yapılmamış bir edebiyat olayı, ya da bu zamana kadar bu kadar etkili olamamış.”atlas silkindi” bir destan sanki ama bu zamana kadar anlatılanların aksine bir yolda yürümekte kahramanlar, bir tersine destan.
hep jack london’ın mücadele eden, savaşan, ezilen insanları anlattığı romanlarını okuduk ve işçi sınıfına büyük bir sempati ve yakınlık duyarken işverenleri, sanayicileri, fabrikatörleri kan emici yarasalar olarak gördük. emile zola ütopik-sosyalist romanı “emek”te herkesin dostça kardeşçe yaşadığı, herkesin ihtiyacı kadarını alıp, yeteneği kadarını topluma hediye ettiği bir ülkeyi anlattı bize. b.traven, ezilen insanların hikayelerine o kadar inanmıştı ki ömrünü onların arasında geçirdi ve sadece onların hikayelerini anlattı. yani onlara göre zenginler kötü fakirler iyiydi, işverenler bencil işçiler çalışkan ve bonkördü, fabrikatörler sömüren fabrika çalışanları sömürülendi. ama ayn rand bunları hepsine itiraz etti, tümünü reddetti.
ona göre zenginler toplumun emniyet subabıydı. onlar olmazsa toplum ayakta kalamazdı. sömürülen kısım işçiler değil işverenlerdi. onlar zekalarını ortaya koyup bir servet üretiyor ve işçiler bundan en büyük payı kapmak için haksız bir mücadele veriyorlardı. “herkese ihtiyacı kadar herkesten yeteneği kadar” ilkesini en ağır biçimde eleştirirken, bunun toplumun temellerindeki dinamit olduğunu söylemekten kaçınmıyor.
bir insan sırf ihtiyaç duyduğu için ve hele de yeteneği kısıtlıysa neden daha yetenekli bir insandan fazla kazanmak durumunda kalsın ki? yani benim ihtiyacım olan şey sadece 10 dolarsa ve arkadaşımın ihtiyacı olan şey 1000 dolarsa ve arkadaşım yetenek fukarasıysa, onun ihtiyacını karşılamak için kaç gece fazla mesai yapmam gerekecek? komşumun ayağı kırılırsa onun yerine ne kadar daha çalışmam istenecek benden? işte sosyalizmin şiarı olan cümle bu sorularla sarsılıyor ayn rand tarafından. kitabın kahramanlarıın tümü fiziksel olarak yunan heykellerini andıran insanlar. zekaları ne kadar parlaksa vücutları da o kadar çarpıcı.
hank rearden, francisco d’anconia, ragnar danneskjöld… bu üç isim yakışıklı oldukları kadar zeki adamlar, son ikisi john galt’ın sınıf arkadaşları; hocaları hugh akstonla birlikte emin adımlarla yürümekteler ve karşılarında olanlardan biri de diğer hocaları dr. robert stadler. stadler kendi yaptığı makinenin kurbanı olanlardan. hugh akston fikirlerini sonuna kadar savunanlardan. ve dagny taggart… kuş gibi vücuduyla kendinden emin tavırları onu dünyanın en güzel kadını yapmaya yetecektir elbette ama o bunla yetinmeyip dev tren şirketi kompleksli kardeşi jim’e rağmen yönetmeye çalışır. bütün büyük adamlar ona aşıktır. hatta john galt bile.
ama john galt kim ki? bu bir soru değil, bu bir yakarı, bu çaresizlik bildiren bir deyim, bu herşeyin sonu, bu dünyanın motorlarını durduran adamın adı. dahi bir mühendis john galt ve new york’u karanlıklara gömecek zekaya sahip bir adam. sonunda sizi beklenmedik bir finale sürekleyecek olan adam.
george orwell hem “1984”te hem de “hayvan çiftliği”nde sosyalizmin uygulanış biçimini eleştirmişti, aynı şeyi zamyatin “biz”de yaptı ve ursula k. leguin “mülksüzler”de ama onlar sosyalizmi değil onun uygulanışını eleştirdiler ama ayn rand sosyalizmin dibine koymaya çalıştığı bombanın pimini bu kitapla çekmeyi kafaya koymuş bir yazardı. söylediklerinin tek kelimesine katılmadan okudum romanı, zira bir tek yeri kabul etmeye kalksaydım amansız bir kapitalist olabilirdim.
devamını gör...
düşündüğümüz değişik bir diyalog
masada oturuyorum, garson geldi, soruyor
-ne siparişi vermek istiyorsunuz efendim?
-bir porsiyon iki çift saran, sıcacık kollardan var mı?
-niçin efendim?
-sarılmak için istiyorum.
-ne siparişi vermek istiyorsunuz efendim?
-bir porsiyon iki çift saran, sıcacık kollardan var mı?
-niçin efendim?
-sarılmak için istiyorum.
devamını gör...
forrest gump
baştan bir uyarı yapmak isterim, spoiler içeren uzun bir yazı okuyacaksınız. filmi izlemeyen kişiler lütfen okumasın, teşekkürler.
yılların eskitemediği, birden çok izlenebilecek nadir filmlerden biri.
filmi izlemeye başladığım ilk anda, yani filmle ilgili henüz hiçbir fikrim yokken, o minik kuş tüyünün forrest'ın ayağının ucuna düşmesi ve onu alıp elindeki çantasına koyması bana kendi anı kutumu hatırlatmıştı. bir gün ben de önüme çıkan her şeyi saklayan biri olur muyum diye düşünmüştüm. o kuş tüyünün neyi ifade ettiğini filmin sonunda anladım, üzücüydü.
jenny ile arasındaki ilişki bana herkesin herkese öğretebileceği bir şeylerin olabileceğini düşündüren ilk deneyimlerimden biriydi sanırım, deneyim denirse tabii. herkes birilerinden bir şey öğrenebilir ve bence insanlar bir şeyler öğrendikleri ve öğretebildikleri kişilerin yanında daha huzurlu ve mutludur.
forrest'ın koşmaya başladığı ilk anda insanların hayatında her zaman var olan ama farkında olamadıkları engeller geliyor akla. bu engelleri görmek bazen uzun yıllar sürüyor, bazen hiç göremiyoruz. engellerden kurtulmak, özgür olmak için bazen çok sevdiğimiz ya da bizi çok seven birinin iki kelimesi ya da minicik bir dokunuşu yeterli olabiliyor.
jenny'nin forres'ta sen sevgi nedir bilmiyorsun dediği an sevgiyi bilmeyen forrest mı yoksa kendini normal olarak addeden bizler miyiz diye düşünmeden edemiyor insan. çünkü sanırım çoğu insan saf sevgiyi genç yaşında unutmaya başlıyor. hem zeki bir adam olmasa da sevginin ne olduğunu çok iyi biliyor forrest.
forrest'ın bubba'yı bulmak için koşup durması, hedefe kitlenme şekli ve çoğu insanın herhangi bir hedefinin bile olmaması. bubba'nın son sözleri... "eve gitmek istiyorum."
forrest'ın kendisine yapılan zorbalıkları algılamıyor olması, dünya üzerinde kötü denen şeyden haberdar olmaması ne kadar güzel ama hüzünlü. keşke ben de bazı kötülükleri anlamasaydım, keşke kötü diye bir şey hiç olmasaydı.
kaçımız verdiğimiz sözleri gerçekten tutabiliyoruz hayatta? forrest tuttu, forrest her şeye rağmen karides teknesi kaptanı olmayı başardı, forrest pek çok şey başardı.
"hayat bir kutu çikolataya benzer forrest, içinden ne çıkacağını bilemezsin." annesi gerçekten de bir şeyleri forrest'ın anlayacağı şekilde anlatmayı çok güzel başarıyordu.
tüm bunlar olurken, hayatı değişirken, bir sürü paranın içinde yüzerken bile her şeye rağmen jenny'yi düşünmeye devam etmek. sevgi ya da aşk, adı neyse işte, sanırım böyle bir şey.
bazen yeterince taş bulunmuyor...
neden döndüğünü bilmiyordum ama umurumda değildi diyor ya forrest, bunun sevince olduğundan çok eminim.
'beni neden sevmiyorsun jenny? zeki bir adam değilim ama sevmenin ne olduğunu biliyorum.'
koşmak, koşmak ve koşmak. her şeye rağmen hiçbir şey bilmeden ve bir sürü insana umut olarak koşmak. "hayatta devam edebilmek için geçmişi arkada bırakmak gerekir."
"babasının adı da mı forrest" saflık böyle bir şey mi? çocuğuyla ilgili sorduğu ilk sorunun "zeki mi yoksa..." diye başlaması...
annesinin yattığı o yatakta aynı şekilde jenny'yi görmek kim bilir neler hissettirmiştir. ölüm de hayatın bir parçası ve jenny bir kuş olmayı başardı sonunda. bir tüy olup ayakucuna kondu ve bir tüy hafifliğinde savrulup gitti.
yılların eskitemediği, birden çok izlenebilecek nadir filmlerden biri.
filmi izlemeye başladığım ilk anda, yani filmle ilgili henüz hiçbir fikrim yokken, o minik kuş tüyünün forrest'ın ayağının ucuna düşmesi ve onu alıp elindeki çantasına koyması bana kendi anı kutumu hatırlatmıştı. bir gün ben de önüme çıkan her şeyi saklayan biri olur muyum diye düşünmüştüm. o kuş tüyünün neyi ifade ettiğini filmin sonunda anladım, üzücüydü.
jenny ile arasındaki ilişki bana herkesin herkese öğretebileceği bir şeylerin olabileceğini düşündüren ilk deneyimlerimden biriydi sanırım, deneyim denirse tabii. herkes birilerinden bir şey öğrenebilir ve bence insanlar bir şeyler öğrendikleri ve öğretebildikleri kişilerin yanında daha huzurlu ve mutludur.
forrest'ın koşmaya başladığı ilk anda insanların hayatında her zaman var olan ama farkında olamadıkları engeller geliyor akla. bu engelleri görmek bazen uzun yıllar sürüyor, bazen hiç göremiyoruz. engellerden kurtulmak, özgür olmak için bazen çok sevdiğimiz ya da bizi çok seven birinin iki kelimesi ya da minicik bir dokunuşu yeterli olabiliyor.
jenny'nin forres'ta sen sevgi nedir bilmiyorsun dediği an sevgiyi bilmeyen forrest mı yoksa kendini normal olarak addeden bizler miyiz diye düşünmeden edemiyor insan. çünkü sanırım çoğu insan saf sevgiyi genç yaşında unutmaya başlıyor. hem zeki bir adam olmasa da sevginin ne olduğunu çok iyi biliyor forrest.
forrest'ın bubba'yı bulmak için koşup durması, hedefe kitlenme şekli ve çoğu insanın herhangi bir hedefinin bile olmaması. bubba'nın son sözleri... "eve gitmek istiyorum."
forrest'ın kendisine yapılan zorbalıkları algılamıyor olması, dünya üzerinde kötü denen şeyden haberdar olmaması ne kadar güzel ama hüzünlü. keşke ben de bazı kötülükleri anlamasaydım, keşke kötü diye bir şey hiç olmasaydı.
kaçımız verdiğimiz sözleri gerçekten tutabiliyoruz hayatta? forrest tuttu, forrest her şeye rağmen karides teknesi kaptanı olmayı başardı, forrest pek çok şey başardı.
"hayat bir kutu çikolataya benzer forrest, içinden ne çıkacağını bilemezsin." annesi gerçekten de bir şeyleri forrest'ın anlayacağı şekilde anlatmayı çok güzel başarıyordu.
tüm bunlar olurken, hayatı değişirken, bir sürü paranın içinde yüzerken bile her şeye rağmen jenny'yi düşünmeye devam etmek. sevgi ya da aşk, adı neyse işte, sanırım böyle bir şey.
bazen yeterince taş bulunmuyor...
neden döndüğünü bilmiyordum ama umurumda değildi diyor ya forrest, bunun sevince olduğundan çok eminim.
'beni neden sevmiyorsun jenny? zeki bir adam değilim ama sevmenin ne olduğunu biliyorum.'
koşmak, koşmak ve koşmak. her şeye rağmen hiçbir şey bilmeden ve bir sürü insana umut olarak koşmak. "hayatta devam edebilmek için geçmişi arkada bırakmak gerekir."
"babasının adı da mı forrest" saflık böyle bir şey mi? çocuğuyla ilgili sorduğu ilk sorunun "zeki mi yoksa..." diye başlaması...
annesinin yattığı o yatakta aynı şekilde jenny'yi görmek kim bilir neler hissettirmiştir. ölüm de hayatın bir parçası ve jenny bir kuş olmayı başardı sonunda. bir tüy olup ayakucuna kondu ve bir tüy hafifliğinde savrulup gitti.
devamını gör...
yazarların eş cinsel çocuğu ile yapacağı ilk konuşma
kocaman sarılırdım öncelikle. ben zaten anlamışımdır ama onun söylemesini beklemisimdir. bu yüzden uzun uzadıya konuşmalar yapmaya gerek yok. eğer ilerde bir çocuğum olur ve bana bunu söylerse her an yanında olduğumu hissettirim. ve en önemlisi hastalıklı, nefret kusan insanlardan korurum onu. bu onu farklı birisi yapmıyor ve hoşlandığı cinsiyet yüzünden kendini kötü hissetmesini sağlatmam kimseye. annene bak ve örnek al çocuğum. ılişki deneyimlerimi anlatırım hem sana.
devamını gör...
nasıl sevilmek isterdiniz sorunsalı
bir gölge gibi sevilmek isterdim. böyle ihtiyacım olan paylaşmak istediklerimi paylaşabilecegim belki kollarında ağlamak isteyecegim anda hep ardımda oldugunu bilerek sevilmek isterdim. ardımda derken her zaman mesafe olarak degil varlığını hissettigim sürece uzakta olsak ardımda olur zaten.
devamını gör...
pika sendromu
pika sendromu (yabancı madde yeme alışkanlığı) olarak adlandırılan toprak, kağıt, saç, boya, kül, kil vb. gıda olmayan maddeleri bir aydan uzun süre boyunca yeme alışkanlığıdır. kimi zaman gerçekten vücuttaki bir vitamin eksikliğinden kimi zaman da psikolojik sorunlardan kaynaklanıyor. ancak nörolojik şikayetlerde pika sendromunun sebepleri arasında yer alıyor.
devamını gör...
zamanın hükmü
necip mahfuz'un 1982 yılında yayınladığı bu kitap 1930'lar ile 1970'ler arasındaki mısır'ı anlatıyor. mısır'da yaşayan hamid burhan ve ailesi kitabın merkezinde yer alıyor. mutlu bir aile fotoğrafıyla başlıyor ve gelişen olaylar ile o fotoğraftaki bireylerin yaşadığı mutluluk ve hüzünleri, birbirlerinden kopuşları,kuşak çatışması ve ev motifi işleniyor. mısırdaki devrimler, savaşlar, işgaller bu aile üzerinden anlatılıyor. yazar, mısırlı kadınların toplumsal rollerini, zamanla yaşanan modernlik algısının farklılaşmasını da ustaca aktarmış.
3 nesil boyunca yaşanan siyasi yönelim ve fikir farklılıkları oldukça dikkat çekici.
yazarın daha önce kaleme aldığı ve en meşhur eseri olan kahire üçlemesi ile benzerlikleri bulunuyor. fakat onun kadar kapsamlı bir kitap değil. basit ve akıcı bir anlatıma sahip. detaya inmeden üç nesil ile o dönemleri oldukça güzel aktarmış. ama eseri tam olarak anlayabilmek ve sindirebilmek için mısır'ın o dönemine ait siyasi ve sosyal olaylara hakim olmak gerekli. yoksa kitaptan edindiğimiz çıkarımlar biraz havada kalıyor.
mısır'ın devrimine ve toplumsal tarihine şahitlik eden bu üç neslin hayatını anlatan necip mahfuz, 1988 yılında nobel edebiyat ödülünün de sahibi olmuştur.
3 nesil boyunca yaşanan siyasi yönelim ve fikir farklılıkları oldukça dikkat çekici.
yazarın daha önce kaleme aldığı ve en meşhur eseri olan kahire üçlemesi ile benzerlikleri bulunuyor. fakat onun kadar kapsamlı bir kitap değil. basit ve akıcı bir anlatıma sahip. detaya inmeden üç nesil ile o dönemleri oldukça güzel aktarmış. ama eseri tam olarak anlayabilmek ve sindirebilmek için mısır'ın o dönemine ait siyasi ve sosyal olaylara hakim olmak gerekli. yoksa kitaptan edindiğimiz çıkarımlar biraz havada kalıyor.
mısır'ın devrimine ve toplumsal tarihine şahitlik eden bu üç neslin hayatını anlatan necip mahfuz, 1988 yılında nobel edebiyat ödülünün de sahibi olmuştur.
devamını gör...
her lisan bir insan
insan insandır lisan babandır duyarcılarının hâlâ gelmediğine şaşırdığım başlıktır.
devamını gör...
ukrayna'daki manitaları sınırdan almaya gidiyoruz
allah korusun ama aynı durum türkiye'de yaşansa ve herhangi bir milletin erkeklerinin "türk manitaları almaya sınıra gidiyoruz" dediğini duysa sinirden gözü kararacak tiplerin, iş başka milletlerin kadınlarına gelince ş***fsizlik yapmayı kendine hak görmesi durumu.
işte savaşlarda kadın olmak bu tipler yüzünden erkek olmaktan daha beter oluyor bazen çünkü böyle bir düşman askerine denk gelseniz, başınıza tecavüzden işkenceye kadar her şey gelecek demektir.
bunların da, bunları yetiştiren ana babaların da belasını allah versin! sizin topluma kazandırdığınız evlatları s**sinler!
işte savaşlarda kadın olmak bu tipler yüzünden erkek olmaktan daha beter oluyor bazen çünkü böyle bir düşman askerine denk gelseniz, başınıza tecavüzden işkenceye kadar her şey gelecek demektir.
bunların da, bunları yetiştiren ana babaların da belasını allah versin! sizin topluma kazandırdığınız evlatları s**sinler!
devamını gör...
hasan sabbah
iran’ın kum şehirlerinden birinde dünyaya gelmiştir ki bu da iran devletinin başlama noktasıdır. 17 yaşına kadar astronomi, matematik, metafizik gibi birçok ilim dersi alır. hayatı boyunca evlenmemiş ve küçük yaşlardan itibaren ileri zekalı biri olarak görülmüştür. o kadar egolu ve hırslı biridir ki kendisine “ el-muntakım” yani bedel ödeten, zarar veren demeyi seçmiştir. bilinenin aksine akımına da haşhaşiler adını düşmanları vermiştir asıl ismi nizârilerdir.
sabbah kendisine kartal yuvası da denilen 2000 metre yüksekliğindeki alamut kalesini seçer. burada öğrencilerine hem savaş hem de ilmi dersler verir. sadece suikast için yetiştirmez öğrencilerini.
burada müritlerine uyuşturucu falan verdiği, onlara cenneti gösterdiği gibi şeyler düşmanları tarafından uydurulmuş söylemlerdir. zira bu konuda hiçbir kanıt yoktur. alamut kalesi yıkıldığında bahsi geçen ırmaklara, şelalelere veya uyuşturuculara rastlanmamıştır. sadece tam disiplinli bir eğitim almışlardır. bugün kendini patlatan ölüme giden insanlarda mı içiyor veya cenneti görüyor? hayır beyni yıkanıyor. beyin en iyi din ve etnik köken ile yıkanır.
sabbah öyle müritler yetiştirmişlerdir ki bugünkü en iyi ajanlara taş çıkartır. zira suikast işleyen kişiler kaçmaz ve yerlerinde beklerlermiş. biz ölümden korkmuyoruz mesajı verip ayrıca korku salarlarmış. ramiz dayının da dediği gibi “ öldürmeye gelen öldürmeden dönebilir ama ölmeye gelen ölmeden dönmez kardeş.”
1092 nizamılmülk, 1103 hums hükümdarı, 1108 ıshafan kadısını, 1113 mısır valisini, 1127 selçuklu vezirini, 1130 fatımi halifesini ( kendi halife’leri), 1200 harezm vezirini öldürürler. hristiyanların ünlü tapınak vezirleri de bu uzun listeye dahil edilebilir.
devamını gör...
bir sözlük yazarına aşık olmak
her zaman söylediğim gibi, normal durum.
--- alıntı ---
aşkı başlatan “şey” nedir? sadece karşıdaki kişinin çekiciliği, dış görünüşü veya davranış biçimi mi bunda etkili? yani aşık olmak için karşı tarafın yakışıklı veya güzel ve bunun yanında çekici olması gerekli mi?
son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalar, çiftlerin aşkın başlangıcında bunlardan çok ilk karşılaşmalarında elde ettikleri izlenimin ve duyguların çok önemli olduğunu gösteriyor. bu ilk karşılaşma sırasında her iki taraf da birbirini çocukluk çağında elde ettikleri ve artık bilinçaltında depolanmış bulunan kusursuz arkadaşın özellikleri ile karşılaştırır. bu kusursuz arkadaş özelliklerine bir uyum sağlandığında da aşkın ilk kıvılcımları oluşur.
(adapsikoloji .com'dan alıntıdır.)
--- alıntı ---
görüldüğü gibi aşık olmak sadece görmekle değil, beyninizde "aşık olacağım insan" tanımına uyan kriterleri ve o "kusursuz arkadaşlığı" bulmakla da ilgili. bir insanın yazdıklarından, onun bu tanıma uyan kişi olduğuna kendinizi ikna ederseniz, aşk ya da ona benzer duygular yaşamanız kaçınılmaz olur.
şu hayatta her şeyi yapın ama büyük konuşmayın.
ben böyle bir şey yaşamadım ama yaşayana da şaşırmam ya da onu eleştirmem.
--- alıntı ---
aşkı başlatan “şey” nedir? sadece karşıdaki kişinin çekiciliği, dış görünüşü veya davranış biçimi mi bunda etkili? yani aşık olmak için karşı tarafın yakışıklı veya güzel ve bunun yanında çekici olması gerekli mi?
son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalar, çiftlerin aşkın başlangıcında bunlardan çok ilk karşılaşmalarında elde ettikleri izlenimin ve duyguların çok önemli olduğunu gösteriyor. bu ilk karşılaşma sırasında her iki taraf da birbirini çocukluk çağında elde ettikleri ve artık bilinçaltında depolanmış bulunan kusursuz arkadaşın özellikleri ile karşılaştırır. bu kusursuz arkadaş özelliklerine bir uyum sağlandığında da aşkın ilk kıvılcımları oluşur.
(adapsikoloji .com'dan alıntıdır.)
--- alıntı ---
görüldüğü gibi aşık olmak sadece görmekle değil, beyninizde "aşık olacağım insan" tanımına uyan kriterleri ve o "kusursuz arkadaşlığı" bulmakla da ilgili. bir insanın yazdıklarından, onun bu tanıma uyan kişi olduğuna kendinizi ikna ederseniz, aşk ya da ona benzer duygular yaşamanız kaçınılmaz olur.
şu hayatta her şeyi yapın ama büyük konuşmayın.
ben böyle bir şey yaşamadım ama yaşayana da şaşırmam ya da onu eleştirmem.
devamını gör...
deliksiz uyku
yatmadan en az 2 saat önce teknolojik cihazlardan uzak durmanız, en az 2 saat önceden yemek yemeyi ve sıvı alımını kesmiş olmanız durumunda olabilecek olan durumdur. ha bir de karanlık ve sessiz bir ortam gerekir.
şartlarını sağlamak oldukça zor olsa da bir gecelik deliksiz uyku en az 4 gecelik bölünen uykuya denktir bence.
şartlarını sağlamak oldukça zor olsa da bir gecelik deliksiz uyku en az 4 gecelik bölünen uykuya denktir bence.
devamını gör...
seks yapmalık yazarlar veri tabanı
çok güzel kafa s..yorum. varsa dilimle bu şekilde kafasını şey ettirmek isteyen, yapıvereyim abime hemen bi seks.
devamını gör...
güney kıbrıs eğitim bakanlığının atatürk sayfasını yırtın skandalı
bunu ülkemizde de yapmak isteyenlerin hangi milliyetten olduklarına dair önemli bir kanıttır.
canını yakanı unutmak istersin çünkü hatırladığında acı verir.
bu vesileyle türkiye cumhuriyeti'nin kurucusu, ebedi başkomutanımız, başöğretmenimiz gazi mustafa kemal atatürk ve silah arkadaşlarını, kurmaylarını, onunla beraber bugünümüzü ilmek ilmek işleyen tüm geçmişlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum.
canını yakanı unutmak istersin çünkü hatırladığında acı verir.
bu vesileyle türkiye cumhuriyeti'nin kurucusu, ebedi başkomutanımız, başöğretmenimiz gazi mustafa kemal atatürk ve silah arkadaşlarını, kurmaylarını, onunla beraber bugünümüzü ilmek ilmek işleyen tüm geçmişlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum.
devamını gör...
normal sözlük yazarları edebiyat topluluğu
ayrıca (bkz: kafa sözlük sinema topluluğu) ya da
(bkz: kafa sözlük film topluluğu) da olabilir ilgililer için
diyerek desteklediğim topluluktur
aylar sonra gelen edit: tabi sözlüğün tekelinde olması şart değildi.
(bkz: kafa sözlük film topluluğu) da olabilir ilgililer için
diyerek desteklediğim topluluktur
aylar sonra gelen edit: tabi sözlüğün tekelinde olması şart değildi.
devamını gör...
yeni biriyle tanışmak
ilk başta biraz heyecanlı gibi oluyor ama sonrası malum.insan belli bir süre sonra kimsenin hayatını merak etmiyor ve kendi hayatını,yapacaklarını anlatmak istemiyor.bu içe çekilme gibi bir durum değil veya geçmiş tecrübelerden kaynaklı bir durumda değil.insan sosyal bir varlık evet ama,kaliteli bir yalnızlık,bir çok insan tanımaya bedel.yapacaklarınız ve yapmak istediklerinize odaklı olursanız,maslow’un hiyerarşisine göre kendinizi gerçekleştirme evresine gelirseniz,ilişkilerinizde kaliteli oluyor ve devamlılığı sağlayabiliyorsunuz.diğer türlü hayatta aradığınızı bulamamışsanız,hayatta ona göre insanlar karşınıza çıkartıyor.insan tanımak güzeldir ama bir çok insanı tanımak güzel değildir.yetiştirdiğiniz karakterinize bağlı olarak özel olan kişi elbet sizinle tanışacaktır.
devamını gör...


