101.
soğuk gece, dinlenme tesisi, tost, bayat çay, sigara, sıcakcık otobüs içi..
devamını gör...
102.
ben otobüs kelimesini duyunca kusacak olan insanlardanım. ancak, sosyalleşebildiğim her yeri de zorlarım. şöyle 2 saati aşmayacak olan yolculuklar yapılabilir. bana yeter de artar.
napayım yani sevmiyorum arkadaşım yalnız seyahat etmeyi.
edit: sırf eğlenceli oluyor diye hiç ihtiyacım olmamasına rağmen ara da sıra da şehir içi otobüs ile sağ sola giden bir tipim. salça oluyorum bazen birilerine evet. iyi oluyor. gülüyoruz, bakışıyoruz, tanışıyoruz falan.*
napayım yani sevmiyorum arkadaşım yalnız seyahat etmeyi.
edit: sırf eğlenceli oluyor diye hiç ihtiyacım olmamasına rağmen ara da sıra da şehir içi otobüs ile sağ sola giden bir tipim. salça oluyorum bazen birilerine evet. iyi oluyor. gülüyoruz, bakışıyoruz, tanışıyoruz falan.*
devamını gör...
103.
sakin ve tek başına çıkıp birçok şeyi deneyimlemek en iyilerinden biridir. bir de tren yolculuğu harikadır.
devamını gör...
104.
koltuk aralığına ve yol uzunluğuna göre eğlenceli dahi olabilecek aktivite. bir de otobüste çocuk yoksa tadından yenmez. arabayı altıma çektikten sonra hiç yapmadım ulan. kısa süre içinde biricik arkadaşım için yaklaşık 6 saat yol çekip istanbula gidicem. garip gureba olaylar olursa aktarırım tırırırım.
devamını gör...
105.
uçak biletiyle aynı seviyeye geldiğinden beri kullanmadığım yolculuk şekli.
devamını gör...
106.
bir tutkudur.
devamını gör...
107.
uzun boylular için eziyettir. hele önünde koltuğunu ağzına kadar yatırmaya çalışan birisi varsa kan çıkartacak seviyelere gelebildiğin bir saçmalıktır.
bir ara blabla'ya sarayım dedim. öyle feci bir şekilde insan sevmiyormuşum ki onu da kullanamıyorum. hayatım edirne - kırklareli - istanbul arasında geçtiği için uçak gibi de bir tercih hakkım yok. tren var ama bineni s*****ler , **k yolunda ölmeye gelmedim bu hayata. bir de n'abayım halkalı'da ben allah aşkına.
bir ara blabla'ya sarayım dedim. öyle feci bir şekilde insan sevmiyormuşum ki onu da kullanamıyorum. hayatım edirne - kırklareli - istanbul arasında geçtiği için uçak gibi de bir tercih hakkım yok. tren var ama bineni s*****ler , **k yolunda ölmeye gelmedim bu hayata. bir de n'abayım halkalı'da ben allah aşkına.
devamını gör...
108.
bir cocuk "bir koylu guzeli" nin ilk otobus yolculugunda o masumiyet, o heves, o merak, biraz da telasla nasıl hulyalara daldıgını anlatmıstı.
benim kalbim de orada kaldı.
benim kalbim de orada kaldı.
devamını gör...
109.
yolculuğunuz iki üç saatlikse en fazla 8 saat ise ve gündüz ise tanımlarda anlatılan yol romantizmini yaşayabilirsiniz.
ama 13 saat üzeri ise işte o zaman diyorsunuz ki tamam ben canımı burada veriyorum. bir yolculuğum 21 saat sürmüştü 2 gün sadece sıvı tüketebilmiştim...
özetlersek. yolculuk kısa süreli ise nimet uzun süreli ise azaptır.
ama tabii bir uyku hapı içerseniz ya da yolda sizi uyutacak bir şey hiç bir şeyin farkında olmazsınız.
ama 13 saat üzeri ise işte o zaman diyorsunuz ki tamam ben canımı burada veriyorum. bir yolculuğum 21 saat sürmüştü 2 gün sadece sıvı tüketebilmiştim...
özetlersek. yolculuk kısa süreli ise nimet uzun süreli ise azaptır.
ama tabii bir uyku hapı içerseniz ya da yolda sizi uyutacak bir şey hiç bir şeyin farkında olmazsınız.
devamını gör...
110.
111.
ikram faslı başladı. hiç oralı değilmişim gibi yapmam lazım biraz heyacan yaptım. uzun zamandır otobüse binmemistim . ağlayan çocuklar falan var ideal bir otobüs gibi duruyor. yanımdaki çocukla çok yüz göz olmamaliyim daha sonra beni arkadaşı sanıp sabah kadar rehin alıp uyku uyutmamasi muhtemel .
devamını gör...
112.
17 saat yol ne ya, ne akla hizmet kendime güvenip de uçak değil de 17 saatlik yolu seçtim. mis gibi 1 saatlik yol. azıcık para vermemek adına gittim 17 saati tercih ettim.
düzenleme: henüz daha yarısı bitti.
düzenleme: henüz daha yarısı bitti.
devamını gör...
113.
son on (belki onbeş) yıldır yaşayamadığım bir keyif.. özleniyor muş..
devamını gör...
114.
terapi niyetine ihtiyacım var şu an.
rastgele bir yere bilet alıp, cama vuran damlaları seyrede seyrede, efkarımı dandik filmlere gömerek, uzun bir yolculuk.
sonrasında tertemiz bir çarşaf, beyaz sabun kokulu, mis gibi bir uyku.
rastgele bir yere bilet alıp, cama vuran damlaları seyrede seyrede, efkarımı dandik filmlere gömerek, uzun bir yolculuk.
sonrasında tertemiz bir çarşaf, beyaz sabun kokulu, mis gibi bir uyku.
devamını gör...
115.
uzun ya da kısa farketmez. her türlüsü rezilliktir. kullanılan firmaya göre yer yer artabilen rezilliktir. rahatınıza düşkünseniz asla. araçta kendinden başkası yokmuşçasına gürültü yapan, yanındakine ve çevredeki insanlara rahatsızlık verenler mi dersin zırlayan veletler mi dersin. bu gözler neler gördü neler. en son hareket halinde kapalı araçta bebek bezi değiştirildiğine şahittim.
devamını gör...
116.
uzak bir lokasyona gidilecekse hayattan soğutan bir seyahattir aynı zamanda. topkek meyve suyu kombinasyonu bile güzelleştirmiyor uzun yolu. max 6 saat sonrası tatsız.
devamını gör...
117.
genelde uyuyarak geçirdiğim bir süreçtir.
hiç unutmam bir gün varacağım yerde uyandığımda sen de ne çok uyudun diye muavin azarı yemiştim.
hiç unutmam bir gün varacağım yerde uyandığımda sen de ne çok uyudun diye muavin azarı yemiştim.
devamını gör...
118.
eğer ankara'dan muş'a gidecekseniz eziyet gibidir. koltuklar rahat değil, uzunsanız zaten daha felaket. gece molaları çok değişik. bir de bizim gece molaları genelde sivas gürün'de oluyordu, yaz sıcağında donuyorduk valla.
devamını gör...
119.
playlistini açarsın ya da spotify sana ne önerirse uzaklara dalarsın.. hayaller kurarsın, uygun yollu terapi işte
devamını gör...
120.
insanı hayattan soğutmaya yeminli çok oturgaçlı götürgeçtir*. neyse, tdk müdür/iyeleri nickaltıma sıva-bakım çalışmasına girişmeden dedikoduma başlayayım.
firma işi önemli ama yine de aşırı şans işi bir olay bu. yani ne yaparsan yap, tanrılar sana deyneğin boklu ucunu layık görmüşse, ıkınmayı bırakıp gevsemen lâzım*, acı çekme, sallll.
hep deyneğin boklu ucunu tutan bu kardeşinizin kıssalarıdir buradan sonrası*.
işbirliği değildir!
fethiye'de iken osmaniye'ye gitmek için ani bir karar verdim ve aynı akşama olan üç otobüsten en makul saatlisini aldım. metro turizm. pek iyi bir firma değil biliyorum ama amaç yarın osmaniye'de olmak ve bir gün kazanmak fazladan. aldığım koltuk ikilide cam kenarı bir koltuk, en arkalarda. otobüse binince baktım numaralar değişmiş ve benim koltuk tekli olmuş. en arkanın önündeki ilk tekli koltuk. sorgulamadim, umurumda değil. ama sorgulayanlar oldu ve tartışma çıktı. hanımefendinin biri koltuğum da teklim diye otobüsü inletiyor
*.
neyse o beyin emcükleyen dipsiz kuyu gibi tartışma, yardımsever bir beyefendinin, kendi tekli koltuğunu hanımefendiye terk etmesi ile yatıştı. hanımefendi tekli koltuğa, beyefendi de yanındaki çiftli koltuğa geçti ve 2 sıra önümdeler.
bu defa da sohbete ve giybete başladılar, susmuyorlar. feysbuk film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. orta yaş gruplarda paylaşımın altına yapılan "iyi akşamlar emel hanım" ile başlayıp, "haklısın emel hanım" ile devam eden yorumlar minvalinde.
sonra allah'ını seven muavinlerden biri üzerinize çay-kahve-kek attı da ağzımız oyalandı*.
arkamdaki koltuğa sığmıyor ama dizi hep belimde. ağırlığının üçte biri benim bel çukurunda, arada sırtıma doğru çıkıyor. bir türlü yerlesemiyor. bir iki pis bakış attım arkamı dönüp, o da duruldu neyse.
hiçbir mola yerinde inmedim, amacım uyumak ve bir an önce vakti bitirmek. zaten insem ne yapacağım, yemek desen yenecek gibi değil, tuvalet tamamen şans anasını*...
sabah mersin civarı uyandım, patır kütür mod açıldı çünkü. poşet sesleri, homur homur replikler vs derken artık uyumak mümkün değil. açtım müziği, devam. arkamdaki çocuğun sesini duydum. kulağımda kulaklık var ama hala konuşmanın replikleri adana şivesi ile kazılı zihnime... acil bir görüşme de değil. araç kiraladığı yeri anlatıyor, memnuniyetini. ama bitmiyor. biterdi bitmezdi derken dayanamadım arkama döndüm ve dedim ki "biz sizi rahatsız etmiyoruz inşallah, konuşma özelse inelim?".
tam bir 01 ana kadro profili ama karşımdaki. baktı baktı baktı.... sonra da "teessüf ederim, senden hiç beklemezdim" anlamında başını aşağıya sallayarak "tamam abla, anladım" diye trip attı.
öyle böyle bitirdik onu.
dönüş günüm belli olmadığı için yine gitmeden bir gün önce bilet aldım bu sefer şansıma bana uygun olan siirt petrol turizm *. umurumda değil, işim görülsün. orada da arkamdaki yolcu video izliyor. dizi yine bel çukurrumda, sırtımda dolanıyor anasını. öfledim anlamadı, pöfledim anlamadı, kalktım tekrar oturdum koltuğa tık yok*. tehlikeli zamanlardayiz, kimseyle yüz göz olma derdim yok. tam muavin* yanımdan geçerken, "afedersiniz, bu sesler nereden geliyor?" dedim, biraz kaş kaldırarak.
dilim kopsaydı. arkamdaki adama baktı dedi ki;
"abi acık gıs sesini, bak şabgalı abla bana kızıyür, döveceh gibi bakıyür."
taktı o dakikadan sonra, geliyor gidiyor diyor ki "şabgalı abla çok sinirli, gızmış bize vs" .
adamın video izlemesi daha iyiydi. tam uyuyacağım yanımdan gecerken gene başlıyor. sinirden gülüyorum, diyor ki "şabgalı abla çok hööykeli. çalacaam o sabgayı..." çattık.
hasbel kader uyudum ama bir kıyamet uyandığımda antalya'nın bol virajlı yollarında hayatta kalmaca oynuyoruz. kavga çıkmış bağır çağır. sesler, keskin virajlar... korku tüneli gibi. bir önceki durakta inmesi gereken adam uyumuş, muavin de takip etmemiş. adam mahkummus ve izne gelmiş. kıyameti koparıyor. kara gümrük yanıyor anasını. bir ara arbede çıktı, şoför kaza yaptı yapacak bekliyorum, adam en önde ve şoföre de hakaretler tehditler gırla. sonra öndeki diğer yolcular araya girdi. bir şekilde bitti ama ömrümden ömür gitti. yol gözümde canlandı şu an.
neyse adamı bir şekilde gitmesi gereken yere gönderdiler. bı rahatladım o ara.
bu defa da öndeki yolcular, muavin, şoför bir oldu adamın dedikodusunu yapmaya başladılar. muavin diyo ki "baağne ben mi bakacaam sağa, bırahmadınız beni, yoksa yapaca biliyürdüm". ya pardon da adam tepkisinde haklı, tavrında haksız... aloo? kadın diyo ki, "ama ben konuşunca bı geri adım attı" bu cümleyi 3-4 kere vurguladı ama*. matine gibi bir ortam oldu, konuşuyorlar, gülüyorlar... saat gecenin dördü... susmuyorlar asla.
dayanamadım dedim ki, "artık biraz sessiz olabilir misiniz?" bu cümle ile o lümpen ortamda o kadar sırıttım ki kabak gibi, ben bile kendime ikna olamadım. kafese kapatılmış şirk hayvanı gibi hissettim ve böylece süreç boyunca beni unutmuş olan muavine kendimi tekrar hatırlattım. başarmıştım, herkes susmustu ama bu ele avuca sığmaz, zirzop muavini eylemek de yine bana kalmıştı.
fethiye'de inene kadar şabgalı ablalar, paso uyuyon sizdeler, aha gızdı geneler... mehh.
neyse, sezon bitti. istanbul'a döneceğim. rahat rahat seçme şansım var. girdim internete varan turizmden, yanımdaki koltuğun da yol boyunca boş olabileceğini de tahmin ederek ikili koltuktan birini aldım. öyle de oldu. o kadar temiz, o kadar sakin, yolcu kitlesi bile iskandinavya gibi cool bir şirket. oh be dedim. oh be.
erken konuştum tabii. denizli'de bir hanım bindi, yanında 4 küçük çocuk var. en küçüğü kucağında, en büyüğü 5 yaşlarında. geldi onumdeki koltuğa oturdu bebek ve bir çocukla. iki büyüğü de yan tarafımızdaki ard arda iki tekliye yerleştirdi*. cips paketi hışırtıları, ortamı saran mısır cipsi kokusu, baş edilemeyen minnaklar, dar alanda kısa paslaşmalar derken yüceler yücesi muavin geldi dedi ki, "hanımefendi, cips yemek yasak, lütfen kaldırın". allah'ım muasır medeniyetler seyiyesi repliği bu...
tabii gizli gizli bu kacamaklara devam etti anne. bir taraftan bakıyorum, benden en az 14 yaş küçük, bu hâlde yola cikmasindaki amacı, bu hale gelmesindeki etkenleri, ülkeyi filan derken öndeki yolcuya "düğüne gidiyoruz istanbul'a, eşimin işi vardı, gelmedi o" diyor....
çocuklar yerlerde uyumaya başladı sonra. bir ara dizlerim uyuştu, öne doğru uzattım ayaklarımı koltuğun altından, bir şeye çarptım. bir baktım bebek olanın bir büyüğü ayak ucuma kadar gelmiş... "insan kendine bunu neden yapar?"diye sordum, "başka çaresi yoktu ya da olanın farkında değildi" diye cevapladım kendi kendime. o çocukların ağızlarından ve burunlarindan giren tozlardaki mikeları düşündüm, sonra otogar tuvaletlerini...
bir gram uyumadım yine, yurdumun insanının derdi beni gerdi... hem üzüldüm hem kızdım hem acıdım hem çocukların hiçbir şeyden haberi olmayan bakışları içimi burktu. karışık düşünce ve duygularla esenler'e kadar sırt sırta olmasa da uç uca geldik.yine deyneğin boklu ucunu tutmuş ama bu defa rahat koltuklarda ve beyefendi bir ekiple beraberdim.
neyse işte, aslında o günlerde buradaki ırk tartışmalarında vs falan da hep bu aileyi düşündüm.
burada çoğu kişi kendini karar mercii sanıp sağa sola saldırıyor, ırk diyor, siyaset diyor, ot diyor, bok diyor, ekşi diyor, tatlı diyor... herkes her şeyi biliyor ya hani....
sizi yonetenleri bu aile seçiyor. kendisi bile hangi seçeneklere sahip olduğunu bilmeyen bu aile. işte anadolu da bu, ırk da bu...
bu ülke kocaman bir köy. okutulmamis kız çocukları ve onların yetiştirdiği erkeklerden oluşan bir köy.
"intihal" edilmiş hayatlar anasını...
edit: yazım ve klavye hataları.
firma işi önemli ama yine de aşırı şans işi bir olay bu. yani ne yaparsan yap, tanrılar sana deyneğin boklu ucunu layık görmüşse, ıkınmayı bırakıp gevsemen lâzım*, acı çekme, sallll.
hep deyneğin boklu ucunu tutan bu kardeşinizin kıssalarıdir buradan sonrası*.
işbirliği değildir!
fethiye'de iken osmaniye'ye gitmek için ani bir karar verdim ve aynı akşama olan üç otobüsten en makul saatlisini aldım. metro turizm. pek iyi bir firma değil biliyorum ama amaç yarın osmaniye'de olmak ve bir gün kazanmak fazladan. aldığım koltuk ikilide cam kenarı bir koltuk, en arkalarda. otobüse binince baktım numaralar değişmiş ve benim koltuk tekli olmuş. en arkanın önündeki ilk tekli koltuk. sorgulamadim, umurumda değil. ama sorgulayanlar oldu ve tartışma çıktı. hanımefendinin biri koltuğum da teklim diye otobüsü inletiyor
*.
neyse o beyin emcükleyen dipsiz kuyu gibi tartışma, yardımsever bir beyefendinin, kendi tekli koltuğunu hanımefendiye terk etmesi ile yatıştı. hanımefendi tekli koltuğa, beyefendi de yanındaki çiftli koltuğa geçti ve 2 sıra önümdeler.
bu defa da sohbete ve giybete başladılar, susmuyorlar. feysbuk film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. orta yaş gruplarda paylaşımın altına yapılan "iyi akşamlar emel hanım" ile başlayıp, "haklısın emel hanım" ile devam eden yorumlar minvalinde.
sonra allah'ını seven muavinlerden biri üzerinize çay-kahve-kek attı da ağzımız oyalandı*.
arkamdaki koltuğa sığmıyor ama dizi hep belimde. ağırlığının üçte biri benim bel çukurunda, arada sırtıma doğru çıkıyor. bir türlü yerlesemiyor. bir iki pis bakış attım arkamı dönüp, o da duruldu neyse.
hiçbir mola yerinde inmedim, amacım uyumak ve bir an önce vakti bitirmek. zaten insem ne yapacağım, yemek desen yenecek gibi değil, tuvalet tamamen şans anasını*...
sabah mersin civarı uyandım, patır kütür mod açıldı çünkü. poşet sesleri, homur homur replikler vs derken artık uyumak mümkün değil. açtım müziği, devam. arkamdaki çocuğun sesini duydum. kulağımda kulaklık var ama hala konuşmanın replikleri adana şivesi ile kazılı zihnime... acil bir görüşme de değil. araç kiraladığı yeri anlatıyor, memnuniyetini. ama bitmiyor. biterdi bitmezdi derken dayanamadım arkama döndüm ve dedim ki "biz sizi rahatsız etmiyoruz inşallah, konuşma özelse inelim?".
tam bir 01 ana kadro profili ama karşımdaki. baktı baktı baktı.... sonra da "teessüf ederim, senden hiç beklemezdim" anlamında başını aşağıya sallayarak "tamam abla, anladım" diye trip attı.
öyle böyle bitirdik onu.
dönüş günüm belli olmadığı için yine gitmeden bir gün önce bilet aldım bu sefer şansıma bana uygun olan siirt petrol turizm *. umurumda değil, işim görülsün. orada da arkamdaki yolcu video izliyor. dizi yine bel çukurrumda, sırtımda dolanıyor anasını. öfledim anlamadı, pöfledim anlamadı, kalktım tekrar oturdum koltuğa tık yok*. tehlikeli zamanlardayiz, kimseyle yüz göz olma derdim yok. tam muavin* yanımdan geçerken, "afedersiniz, bu sesler nereden geliyor?" dedim, biraz kaş kaldırarak.
dilim kopsaydı. arkamdaki adama baktı dedi ki;
"abi acık gıs sesini, bak şabgalı abla bana kızıyür, döveceh gibi bakıyür."
taktı o dakikadan sonra, geliyor gidiyor diyor ki "şabgalı abla çok sinirli, gızmış bize vs" .
adamın video izlemesi daha iyiydi. tam uyuyacağım yanımdan gecerken gene başlıyor. sinirden gülüyorum, diyor ki "şabgalı abla çok hööykeli. çalacaam o sabgayı..." çattık.
hasbel kader uyudum ama bir kıyamet uyandığımda antalya'nın bol virajlı yollarında hayatta kalmaca oynuyoruz. kavga çıkmış bağır çağır. sesler, keskin virajlar... korku tüneli gibi. bir önceki durakta inmesi gereken adam uyumuş, muavin de takip etmemiş. adam mahkummus ve izne gelmiş. kıyameti koparıyor. kara gümrük yanıyor anasını. bir ara arbede çıktı, şoför kaza yaptı yapacak bekliyorum, adam en önde ve şoföre de hakaretler tehditler gırla. sonra öndeki diğer yolcular araya girdi. bir şekilde bitti ama ömrümden ömür gitti. yol gözümde canlandı şu an.
neyse adamı bir şekilde gitmesi gereken yere gönderdiler. bı rahatladım o ara.
bu defa da öndeki yolcular, muavin, şoför bir oldu adamın dedikodusunu yapmaya başladılar. muavin diyo ki "baağne ben mi bakacaam sağa, bırahmadınız beni, yoksa yapaca biliyürdüm". ya pardon da adam tepkisinde haklı, tavrında haksız... aloo? kadın diyo ki, "ama ben konuşunca bı geri adım attı" bu cümleyi 3-4 kere vurguladı ama*. matine gibi bir ortam oldu, konuşuyorlar, gülüyorlar... saat gecenin dördü... susmuyorlar asla.
dayanamadım dedim ki, "artık biraz sessiz olabilir misiniz?" bu cümle ile o lümpen ortamda o kadar sırıttım ki kabak gibi, ben bile kendime ikna olamadım. kafese kapatılmış şirk hayvanı gibi hissettim ve böylece süreç boyunca beni unutmuş olan muavine kendimi tekrar hatırlattım. başarmıştım, herkes susmustu ama bu ele avuca sığmaz, zirzop muavini eylemek de yine bana kalmıştı.
fethiye'de inene kadar şabgalı ablalar, paso uyuyon sizdeler, aha gızdı geneler... mehh.
neyse, sezon bitti. istanbul'a döneceğim. rahat rahat seçme şansım var. girdim internete varan turizmden, yanımdaki koltuğun da yol boyunca boş olabileceğini de tahmin ederek ikili koltuktan birini aldım. öyle de oldu. o kadar temiz, o kadar sakin, yolcu kitlesi bile iskandinavya gibi cool bir şirket. oh be dedim. oh be.
erken konuştum tabii. denizli'de bir hanım bindi, yanında 4 küçük çocuk var. en küçüğü kucağında, en büyüğü 5 yaşlarında. geldi onumdeki koltuğa oturdu bebek ve bir çocukla. iki büyüğü de yan tarafımızdaki ard arda iki tekliye yerleştirdi*. cips paketi hışırtıları, ortamı saran mısır cipsi kokusu, baş edilemeyen minnaklar, dar alanda kısa paslaşmalar derken yüceler yücesi muavin geldi dedi ki, "hanımefendi, cips yemek yasak, lütfen kaldırın". allah'ım muasır medeniyetler seyiyesi repliği bu...
tabii gizli gizli bu kacamaklara devam etti anne. bir taraftan bakıyorum, benden en az 14 yaş küçük, bu hâlde yola cikmasindaki amacı, bu hale gelmesindeki etkenleri, ülkeyi filan derken öndeki yolcuya "düğüne gidiyoruz istanbul'a, eşimin işi vardı, gelmedi o" diyor....
çocuklar yerlerde uyumaya başladı sonra. bir ara dizlerim uyuştu, öne doğru uzattım ayaklarımı koltuğun altından, bir şeye çarptım. bir baktım bebek olanın bir büyüğü ayak ucuma kadar gelmiş... "insan kendine bunu neden yapar?"diye sordum, "başka çaresi yoktu ya da olanın farkında değildi" diye cevapladım kendi kendime. o çocukların ağızlarından ve burunlarindan giren tozlardaki mikeları düşündüm, sonra otogar tuvaletlerini...
bir gram uyumadım yine, yurdumun insanının derdi beni gerdi... hem üzüldüm hem kızdım hem acıdım hem çocukların hiçbir şeyden haberi olmayan bakışları içimi burktu. karışık düşünce ve duygularla esenler'e kadar sırt sırta olmasa da uç uca geldik.yine deyneğin boklu ucunu tutmuş ama bu defa rahat koltuklarda ve beyefendi bir ekiple beraberdim.
neyse işte, aslında o günlerde buradaki ırk tartışmalarında vs falan da hep bu aileyi düşündüm.
burada çoğu kişi kendini karar mercii sanıp sağa sola saldırıyor, ırk diyor, siyaset diyor, ot diyor, bok diyor, ekşi diyor, tatlı diyor... herkes her şeyi biliyor ya hani....
sizi yonetenleri bu aile seçiyor. kendisi bile hangi seçeneklere sahip olduğunu bilmeyen bu aile. işte anadolu da bu, ırk da bu...
bu ülke kocaman bir köy. okutulmamis kız çocukları ve onların yetiştirdiği erkeklerden oluşan bir köy.
"intihal" edilmiş hayatlar anasını...
edit: yazım ve klavye hataları.
devamını gör...