1.
göçmüş kediler bahçesi'ne yakın bir yerde yaşıyor o yazılar. fotoğrafı çekilememiş bir anın kayıp bekçilerine benziyorlar. biraz da sıkıcılar. aptallıktan yazılamamışlar. çirkinlikten solmuşlar. yeteneksizlikten ciğerleri ağızlarına gelmiş. sigarası bitmiş şeytanların aklına gelmiş, seni bu gece çok özledim cinlerinin kayıp hazineler diyarında unutulmuş, gıy gıy çalarak beyin üteleyen kemanlara karşı somurtmuş yazılar.
kadınlar yazılmamış hiçbir şeyden hoşlanmaz. erkeklerse sadece güler. bu sırada olan geceyi atlatamamış alkolik tanrılara olur ve tom robbins'in deyimiyle, "buda daima güme gider."
öyle de oldu, en çok güldüğümüz ve senin kahkaha attığın bölüm yazılamadan kaldı. düşündükçe saksağana benziyorum. yağmurun altında şeker kokuları eriyor, bitmiş sigara kutusunun üzerinde ölüm sinyalleri parıldıyor siren sirene, en çok da hala ağaçlara gülüyorum biraz. hormon patlaması yaşayan bir topraktan çıkanlara benziyorlar, yani anlayacağın sentetik, işin doğrusu organik. saksağanım dedim. organiğe alerjim var. ağaçtan kendimi aşağıya atıyorum. ölümün bile şimdi sıkıcı olacağını hatırlayınca son anda kanatlarımı açarak çimenlere sürtünüp geçip gidiyorum.
yazılamamış yazılarda bu gece can verenler arasında;
*masal anlatmayı unutmuş bir masalcı,
*büyü yapmakla suçlanan bir mezarcı,
*tavşan deliğinde sıkışacak can vermiş bir alice,
*kimsenin söylemeyeceği şarkılar besteleyen kötü sesli bir dilsiz,
ve not defterlerine düşülmüş ölümcül itiraflar yer alıyor.
ağzımı açtığımda cehennemin kapısı da açılıyor sanki. ağzımdan kükürt, duman ve şekerli kar kokuları yayılıyor, dinmeye yüz tutan yağmurun altında bir sis büyüyor, büyülerle büyülendirilmiş büyü daha çok büyü ve isa.. "bu akşam aranızdan birisi bana ihanet edecek" dediğinde isa kalbinde tam olarak nasıl bir his hissetmişti hep çok merak etmiştim. yüz ifadesi neye benziyordu? "aranızdan birisi bu gece bana ihanet edecek" derken hank moody gibi gözlerini kısmış ve dalgın dalgın ve hatta hafifçe alayla sırıtmış mıydı, yoksa karikatürlerdeki bruce wayne gibi kendi yere yatarak, "they kill my family!" diye feryat figan bağırmış mıydı?
bunların hepsi saçma, salakça ve yersiz konulardır. bu nedenle yazılmayan yazılar vardır. yazmazsın çünkü tersten de baksan aynadaki suratın ne yaparsan yap kendin olduğunu bilirsin. sigara izmaritinin ucundaki kömürleşmiş sigarayı kirpiklerini yakmamamaya çalışarak ateşlerken siyah beyaz bir fotoğrafa benzeyip benzemediğini merak eder, ayın gümüşten havuzlarına kıyısı olan şehirlerde altı çizilmiş cümle gibi yüzersin.
sen ne kadar çirkinsen yazı da o kadar çirkindir. ve her zaman "en iyi yazım, henüz yazmadığım yazımdır" diyen ahmaklardır, onlar henüz sınırsız bir akıllar sınırsız isteklerini ve kelimelere dahi dökemedikleri hislerini ne bugünde ne de yarında anlatamayacaklarını anlayamamamıştır. yazılmayan yazılar bu yüzden vardır. onlar vardır, ama tıklım tıklım kalabalık bir otobüste saldığın sessiz ve kokusuz bir osuruk gibidir, olayları budur, olay bu, daha neyi anlamaya çalışıyorsun? yazı bir şeyi anlatmıyor, bir şeylere dokunuyormuş, sanki bir derdi varmış gibi rol keserek yazanı ve okuyanı bir olay ufkunun, önemli bir aydınlanmanın içindeymiş gibi hissettirmeye çalışıyor.
ne derdim var bilmiyorum, bazen kendimi isa zannediyorum, beynimin içinde kuduz aşk melekleri dolaşıyor, ağızlarından mürekkep ve arpa damlıyor, havlamak hav rav haaav! işte böyle böyle asrın sonu geliyor.
duvarların üzerinde gecenin bir yarısı karanlıktaki balkonlarında kara sigaralar içen kara kara adamlar ve kara kara kadınlar geziniyor.
ve ben, "bu gece içinizden birisi bana ihanet edecek" derken isa'nın yüz ifadesi neye benziyordu, hala merak ediyorum. aynaya baktıkça başımın üstünde sarı bir hale bürünüyor ve işte hepsi bu.
kadınlar yazılmamış hiçbir şeyden hoşlanmaz. erkeklerse sadece güler. bu sırada olan geceyi atlatamamış alkolik tanrılara olur ve tom robbins'in deyimiyle, "buda daima güme gider."
öyle de oldu, en çok güldüğümüz ve senin kahkaha attığın bölüm yazılamadan kaldı. düşündükçe saksağana benziyorum. yağmurun altında şeker kokuları eriyor, bitmiş sigara kutusunun üzerinde ölüm sinyalleri parıldıyor siren sirene, en çok da hala ağaçlara gülüyorum biraz. hormon patlaması yaşayan bir topraktan çıkanlara benziyorlar, yani anlayacağın sentetik, işin doğrusu organik. saksağanım dedim. organiğe alerjim var. ağaçtan kendimi aşağıya atıyorum. ölümün bile şimdi sıkıcı olacağını hatırlayınca son anda kanatlarımı açarak çimenlere sürtünüp geçip gidiyorum.
yazılamamış yazılarda bu gece can verenler arasında;
*masal anlatmayı unutmuş bir masalcı,
*büyü yapmakla suçlanan bir mezarcı,
*tavşan deliğinde sıkışacak can vermiş bir alice,
*kimsenin söylemeyeceği şarkılar besteleyen kötü sesli bir dilsiz,
ve not defterlerine düşülmüş ölümcül itiraflar yer alıyor.
ağzımı açtığımda cehennemin kapısı da açılıyor sanki. ağzımdan kükürt, duman ve şekerli kar kokuları yayılıyor, dinmeye yüz tutan yağmurun altında bir sis büyüyor, büyülerle büyülendirilmiş büyü daha çok büyü ve isa.. "bu akşam aranızdan birisi bana ihanet edecek" dediğinde isa kalbinde tam olarak nasıl bir his hissetmişti hep çok merak etmiştim. yüz ifadesi neye benziyordu? "aranızdan birisi bu gece bana ihanet edecek" derken hank moody gibi gözlerini kısmış ve dalgın dalgın ve hatta hafifçe alayla sırıtmış mıydı, yoksa karikatürlerdeki bruce wayne gibi kendi yere yatarak, "they kill my family!" diye feryat figan bağırmış mıydı?
bunların hepsi saçma, salakça ve yersiz konulardır. bu nedenle yazılmayan yazılar vardır. yazmazsın çünkü tersten de baksan aynadaki suratın ne yaparsan yap kendin olduğunu bilirsin. sigara izmaritinin ucundaki kömürleşmiş sigarayı kirpiklerini yakmamamaya çalışarak ateşlerken siyah beyaz bir fotoğrafa benzeyip benzemediğini merak eder, ayın gümüşten havuzlarına kıyısı olan şehirlerde altı çizilmiş cümle gibi yüzersin.
sen ne kadar çirkinsen yazı da o kadar çirkindir. ve her zaman "en iyi yazım, henüz yazmadığım yazımdır" diyen ahmaklardır, onlar henüz sınırsız bir akıllar sınırsız isteklerini ve kelimelere dahi dökemedikleri hislerini ne bugünde ne de yarında anlatamayacaklarını anlayamamamıştır. yazılmayan yazılar bu yüzden vardır. onlar vardır, ama tıklım tıklım kalabalık bir otobüste saldığın sessiz ve kokusuz bir osuruk gibidir, olayları budur, olay bu, daha neyi anlamaya çalışıyorsun? yazı bir şeyi anlatmıyor, bir şeylere dokunuyormuş, sanki bir derdi varmış gibi rol keserek yazanı ve okuyanı bir olay ufkunun, önemli bir aydınlanmanın içindeymiş gibi hissettirmeye çalışıyor.
ne derdim var bilmiyorum, bazen kendimi isa zannediyorum, beynimin içinde kuduz aşk melekleri dolaşıyor, ağızlarından mürekkep ve arpa damlıyor, havlamak hav rav haaav! işte böyle böyle asrın sonu geliyor.
duvarların üzerinde gecenin bir yarısı karanlıktaki balkonlarında kara sigaralar içen kara kara adamlar ve kara kara kadınlar geziniyor.
ve ben, "bu gece içinizden birisi bana ihanet edecek" derken isa'nın yüz ifadesi neye benziyordu, hala merak ediyorum. aynaya baktıkça başımın üstünde sarı bir hale bürünüyor ve işte hepsi bu.
devamını gör...