ruanda soykırımı
bazı hutu kadınlar, tutsi erkekleri ile evli olduğu için, doğan çocukları yarı tutsi denilerek, büyük kazanlarda su kaynatılmış ve çocuklar vücudunun yarısına kadar kaynar suya batırılmıştır.
insanım diyenin yapamayacağı, görenin dayanamayacağı zulümler olmuş, sadece üç hafta gibi bir sürede, bir milyona yakın insan ölmüştür.
insanım diyenin yapamayacağı, görenin dayanamayacağı zulümler olmuş, sadece üç hafta gibi bir sürede, bir milyona yakın insan ölmüştür.
devamını gör...
kadir mısıroğlu
çaycım yapmam.
devamını gör...
iç anadolu denince yazarların aklına gelen şeyler
aşırı şekilde dümdüz olup ufuk çizgisi ile birleşen bir konya ovası.
devamını gör...
sözlüğe hiçbir katkısı olmayan adamların trollere laf etmesi
başlıkla alakalı bir tanım olmayacak ama bu tanım için ayrı başlık açmak istemedim...
sadece yazılan tanımları okuyarak birbirleriyle atışan yazarları, çekirdek çitleyip, cennet mahallesindeki milyarlık çekyattaki düşüş sahnelerini izler gibi takip ediyorum... sadece şunu düşünüyorum her seferinde; yüzyüze görüşse ya da tanışsa kanka olabilecek potansiyel görüyorum ben bu yazarlar arasında. kim bilir belki bir gün öbüşüb barışırsınız??
sadece yazılan tanımları okuyarak birbirleriyle atışan yazarları, çekirdek çitleyip, cennet mahallesindeki milyarlık çekyattaki düşüş sahnelerini izler gibi takip ediyorum... sadece şunu düşünüyorum her seferinde; yüzyüze görüşse ya da tanışsa kanka olabilecek potansiyel görüyorum ben bu yazarlar arasında. kim bilir belki bir gün öbüşüb barışırsınız??
devamını gör...
hede
sözlük jargonunda ''şey'' yerine kullanılan kelime.
devamını gör...
ağır roman
metin kaçan'ın türk yeraltı edebiyatına adını altın harflerle yazdırdığı, kolera mahallesinde çete savaşlarını ve yoksul roman halkını sınırları kaldırarak, açık açık kurgulayan eserdir.
daha sonraları mustafa altıoklar'ın yönetmenliğini yaptığı başrollerinde okan bayülgen (gıli gıli salih) ve müjde ar'ın (hayat kadını) devleştiği, müziklerini attila özdemiroğlu'nun yaptığı filme uyarlanmıştır. şahanedir.
daha sonraları mustafa altıoklar'ın yönetmenliğini yaptığı başrollerinde okan bayülgen (gıli gıli salih) ve müjde ar'ın (hayat kadını) devleştiği, müziklerini attila özdemiroğlu'nun yaptığı filme uyarlanmıştır. şahanedir.
devamını gör...
çocukken yaşanan hayal kırıklıkları
birleşmiş milletler ıyi niyet elçisi olacak insanım, tipsizim diye yapmıyorlar galiba?
angelina jolie'den neyim eksik?
aslında iyi niyetim falan yerinde hani...*
alti yaşındaydım, yaz tatilinde bildiğimiz tek tatil köyü köyümüze gittik. amcamın benimle yaşıt olan oğlu kucağında sürekli kundağıyla geziyor.
gece gündüz nereye gitse o kundak elinde...
ben de başladım küçük bir battaniye ile gezmeye, herkes onu taklit ettigimi, hatta kıskandığımi sanmış olacak ki kimse;
-"o battaniye neden her dakika senin kucağında?"diye sormuyor.
....
benim birilerini kıskandığım doğruydu,
sadece amcaoğlumu kiskansam yine iyi... tüm köyün çocuklarını, hatta tavuklarını kıskanıyordum.*
ne olur sanki bir civcivim olsa? herkes köye gelen civcivciden rengarenk civcivler aldı. annem kardeşime aldı ama bana almadı. neymiş; evi iki kere su doldurmuşum,cezalıymışım...
....
baktım ki oluru yok, ahıra gittim ve bir yumurta aldım . evden eski küçük bir bebek battaniyesi alıp sardım. kucağımda sımsıkı sarılıp onunla yaşamaya başladım. gece gündüz sürekli benimle...
herkes kuzenimi kıskandığımı düşünedursun ,ben aslinda kuluçkadayım kimsenin haberi yok. *
kırılır üşür korkusuyla ona öyle sarılıyorum ki, yemek yerken, oyun oynarken ( ki tek oyunum kuluckadaki tavuk olmaktı o dönem) nereye gidersem gideyim yumurtam hep benimle...
tam anlami ile gezen organık tavuk oldum.
....
sımsıkı sarılmaktan akşamları yatağa yattığımda kollarım ağrıyordu. yine de ona sarılıp uyumanın onunla yaşayacağımız şeyleri hayal etmenin mutluluğuyla o yorgunluğu görmezden geliyordum. en büyük arzum onun simsiyah bir civciv olmasıydı.
ben nice hayallerle yaşarken annemin;
-" ver bakayım o battaniyeyi! leş gibi de olmuş ,elinden biraktigin yok ki."diyerek birden battaniyeyi elimden çekmesiyle ben bebeğimi düşürdüm.
size göre düşük yaptığımi düşünmem abartı olabilir ama benim o an hissettigim duygu buydu. nasıl kahroldum anlatamam.
.....
aradan çok gecmedi, daha bir hafta önce "yavruuuum! civciviiim!"diye ağıtlar yakan ben, birden yumurta katili olup çıkmıştım. yalnız hep iyi niyetimden bu cinayetler. *
ahırdan yumurta çalıp önceleri babaannemin kedisine, sonra baktım aç kedi çok. gördüğüm tüm kedilere çiğ yumurta yedirmeye başladım. tabi eksilen onca yumurta dikkatlerden kaçmadı.
dedem, ahıra hırsız dadandığı fikrikrinde ısrarcı, buna rağmen babaannem sansardan şüpheleniyor.
ben ikisini de tutuyorum...
bence ahıra sansar kılıklı bir hırsız dadandi. *
neyse ki bu vakamdan kimseler haberdar olmadan kurtuldum. kabul civcive anne olmayi başaramadım ama kedilere anne olamayacağımı kim demiş?
bu da bir nevi koruyucu annelik.*
angelina jolie'den neyim eksik?
aslında iyi niyetim falan yerinde hani...*
alti yaşındaydım, yaz tatilinde bildiğimiz tek tatil köyü köyümüze gittik. amcamın benimle yaşıt olan oğlu kucağında sürekli kundağıyla geziyor.
gece gündüz nereye gitse o kundak elinde...
ben de başladım küçük bir battaniye ile gezmeye, herkes onu taklit ettigimi, hatta kıskandığımi sanmış olacak ki kimse;
-"o battaniye neden her dakika senin kucağında?"diye sormuyor.
....
benim birilerini kıskandığım doğruydu,
sadece amcaoğlumu kiskansam yine iyi... tüm köyün çocuklarını, hatta tavuklarını kıskanıyordum.*
ne olur sanki bir civcivim olsa? herkes köye gelen civcivciden rengarenk civcivler aldı. annem kardeşime aldı ama bana almadı. neymiş; evi iki kere su doldurmuşum,cezalıymışım...
....
baktım ki oluru yok, ahıra gittim ve bir yumurta aldım . evden eski küçük bir bebek battaniyesi alıp sardım. kucağımda sımsıkı sarılıp onunla yaşamaya başladım. gece gündüz sürekli benimle...
herkes kuzenimi kıskandığımı düşünedursun ,ben aslinda kuluçkadayım kimsenin haberi yok. *
kırılır üşür korkusuyla ona öyle sarılıyorum ki, yemek yerken, oyun oynarken ( ki tek oyunum kuluckadaki tavuk olmaktı o dönem) nereye gidersem gideyim yumurtam hep benimle...
tam anlami ile gezen organık tavuk oldum.
....
sımsıkı sarılmaktan akşamları yatağa yattığımda kollarım ağrıyordu. yine de ona sarılıp uyumanın onunla yaşayacağımız şeyleri hayal etmenin mutluluğuyla o yorgunluğu görmezden geliyordum. en büyük arzum onun simsiyah bir civciv olmasıydı.
ben nice hayallerle yaşarken annemin;
-" ver bakayım o battaniyeyi! leş gibi de olmuş ,elinden biraktigin yok ki."diyerek birden battaniyeyi elimden çekmesiyle ben bebeğimi düşürdüm.
size göre düşük yaptığımi düşünmem abartı olabilir ama benim o an hissettigim duygu buydu. nasıl kahroldum anlatamam.
.....
aradan çok gecmedi, daha bir hafta önce "yavruuuum! civciviiim!"diye ağıtlar yakan ben, birden yumurta katili olup çıkmıştım. yalnız hep iyi niyetimden bu cinayetler. *
ahırdan yumurta çalıp önceleri babaannemin kedisine, sonra baktım aç kedi çok. gördüğüm tüm kedilere çiğ yumurta yedirmeye başladım. tabi eksilen onca yumurta dikkatlerden kaçmadı.
dedem, ahıra hırsız dadandığı fikrikrinde ısrarcı, buna rağmen babaannem sansardan şüpheleniyor.
ben ikisini de tutuyorum...
bence ahıra sansar kılıklı bir hırsız dadandi. *
neyse ki bu vakamdan kimseler haberdar olmadan kurtuldum. kabul civcive anne olmayi başaramadım ama kedilere anne olamayacağımı kim demiş?
bu da bir nevi koruyucu annelik.*
devamını gör...
saatleri ayarlama enstitüsü
bu yazıyı yazmaya başladığım şu anda cep telefonumun saati 09:32, bilgisayarımın saati 09:34, trt’nin saati 09:30 ve kol saatim inadına 09:35… allahım bu ne büyük bir azaptır, bundan bir kurtuluş yok mudur? hangisine inanayım? hangi saate güveneyim? kaybettiğim bu kadar zamanın vebalinin altından nasıl kalkarım? bu kadar büyük bir karmaşadan beni kurtaracak bir halit ayarcı’ya şu an bile ne kadar da ihtiyacım var!
saat deyip geçmeyiniz efendim saatler zamanın bizimle konuşma organıdır. onlar olmasa birçok şeyden mahrum kalırdık ya da en azından yarım yamalak yapardık yaptığımız şeyleri. “allah’ı bulmanın en kolay yolu saattir.” ezan, ramazanda oruç hep saatle. işimizde gücümüzde insanlarız ya, nasıl bileceksin ne zaman nereye gideceğini, ne zaman bitirceğini. ahmet hamdi tanpınar olmasaydı, hayri irdal ve halit ayarcı da olmayacaktı ve o zaman biz zamana ihanetimizin farkında olmadan, kaybettiğimiz onca zamanın günahıyla yaşayıp gidecektik. halit ayarcı’nın keskin zekasının ürünü olan saatleri ayarlama enstitüsü lağvedilmeseydi eğer, şimdi zaman karmaşası yaşamayacaktık. onun önce bir isim bulup sonra içini doldurma fikri bana şu sözü hatırlattı nedense;
“nerde ki kavram yoktur, tam zamanında bir kelime imdada yetişir.kelimelerle mükemmel tartışılabilir. sistemler kurulabilir. kelimeye pek ala iman edilebilir. ve ondan bir tek harf çıkarılamaz.” hatırladınız mı eski dostumuz mefisto’yu. saatleri ayarlama ensitütüsünün kendisinin, böümlerinin, müdürlüklerinin ve diğer bütün parçalarının mefisto’nun bu sözünden etkilenilmiş gibi ortaya çıkması size de ilginç gelmedi mi? doğrusu odur ki s.a.e. nin çalışanları ayarcı ve irdal’ın akrabalarından, eşinden, dostundan ve dahi diğer tavsiyelerden saçilmeliydi, öyle de oldu. fakirlikten bir anda sıyrılıp erfaha eren insanlar, ölümden dönen, mezardan çıkanlar, bir anda gerçek aşkı bulanlar o zamana kadar manasız gördükleri enstitüye aşkla bağlandılar. ey mübarek sen olmasaydın, ahmet zamani efendi de olmayacaktı, enstitünün yeni binası senin kendine güvenli sesin, mağrur duruşunla var oldu. sen öyle bir saattin ki her evde bir tane olmalı, gençler bayram sabahları elini öpmeli ,sana adaklar adamalıdır. hayri irdal senin alelade bir aat olduğunu düşünmüş olabilir bir zamanlar ama inandıktan sonra o da emin olmasa da kabul etmiş görünmedi mi senin kerametlerini?
avrupa’dan amerika’dan gelen heyetler bu ne yaptığı tam belli olmayan enstitüye hayran kaldıkları anda artık dünüşü olmayan bir yola giren enstitü, herkesi şaşırtma, imkansıza yönelme yoluna girdiğinde elleri alkışlamaktam kızaranlar arasında sen değilsen bile dedelerinden bir yok muyu ey okur!
tatlı bir kızın yolda seni durdurup saatini ayarlmasını istemez misin içinde bulunduğumuz şu sanal yüzyılda bile.
ahmet hamdi tanpınar üstün bir zeka ürünün oalrak saatleri ayarlama enstitüsü koymamış olsaydı bu başyapıtın adını böyle bir fikir deler miydi zihnimizi?
bu yazıyı bitirmeye hazırlandığım şu anda cep telefonumun saati 09:51, bilgisayarımın saati 09:53, trt’nin saati 09:39 ve kol saatim inadına 09:54… ne kadar sürede yazdım bu yazıyı bilemiyorum, bu sabah kaçta uyandım, ne kadar zaman yitirdim daha sabahın bu vakitlerinde? çıldırmak işten değil!!!
pazar gecesi saatlerinizi 1 saat geri almayı unutmayın! hayri irdal ve halit ayarcı yoksa da artık, saatleri ayarlama enstitüsü lağvedilmiş olsa da, mübarek’in kerametleri sorgulanmakta olsa da, ben fahri bir s.a.e. çalışanı olarak nakdi ceza uygulamak için sizi kontrole geliyor olacağım…
saat deyip geçmeyiniz efendim saatler zamanın bizimle konuşma organıdır. onlar olmasa birçok şeyden mahrum kalırdık ya da en azından yarım yamalak yapardık yaptığımız şeyleri. “allah’ı bulmanın en kolay yolu saattir.” ezan, ramazanda oruç hep saatle. işimizde gücümüzde insanlarız ya, nasıl bileceksin ne zaman nereye gideceğini, ne zaman bitirceğini. ahmet hamdi tanpınar olmasaydı, hayri irdal ve halit ayarcı da olmayacaktı ve o zaman biz zamana ihanetimizin farkında olmadan, kaybettiğimiz onca zamanın günahıyla yaşayıp gidecektik. halit ayarcı’nın keskin zekasının ürünü olan saatleri ayarlama enstitüsü lağvedilmeseydi eğer, şimdi zaman karmaşası yaşamayacaktık. onun önce bir isim bulup sonra içini doldurma fikri bana şu sözü hatırlattı nedense;
“nerde ki kavram yoktur, tam zamanında bir kelime imdada yetişir.kelimelerle mükemmel tartışılabilir. sistemler kurulabilir. kelimeye pek ala iman edilebilir. ve ondan bir tek harf çıkarılamaz.” hatırladınız mı eski dostumuz mefisto’yu. saatleri ayarlama ensitütüsünün kendisinin, böümlerinin, müdürlüklerinin ve diğer bütün parçalarının mefisto’nun bu sözünden etkilenilmiş gibi ortaya çıkması size de ilginç gelmedi mi? doğrusu odur ki s.a.e. nin çalışanları ayarcı ve irdal’ın akrabalarından, eşinden, dostundan ve dahi diğer tavsiyelerden saçilmeliydi, öyle de oldu. fakirlikten bir anda sıyrılıp erfaha eren insanlar, ölümden dönen, mezardan çıkanlar, bir anda gerçek aşkı bulanlar o zamana kadar manasız gördükleri enstitüye aşkla bağlandılar. ey mübarek sen olmasaydın, ahmet zamani efendi de olmayacaktı, enstitünün yeni binası senin kendine güvenli sesin, mağrur duruşunla var oldu. sen öyle bir saattin ki her evde bir tane olmalı, gençler bayram sabahları elini öpmeli ,sana adaklar adamalıdır. hayri irdal senin alelade bir aat olduğunu düşünmüş olabilir bir zamanlar ama inandıktan sonra o da emin olmasa da kabul etmiş görünmedi mi senin kerametlerini?
avrupa’dan amerika’dan gelen heyetler bu ne yaptığı tam belli olmayan enstitüye hayran kaldıkları anda artık dünüşü olmayan bir yola giren enstitü, herkesi şaşırtma, imkansıza yönelme yoluna girdiğinde elleri alkışlamaktam kızaranlar arasında sen değilsen bile dedelerinden bir yok muyu ey okur!
tatlı bir kızın yolda seni durdurup saatini ayarlmasını istemez misin içinde bulunduğumuz şu sanal yüzyılda bile.
ahmet hamdi tanpınar üstün bir zeka ürünün oalrak saatleri ayarlama enstitüsü koymamış olsaydı bu başyapıtın adını böyle bir fikir deler miydi zihnimizi?
bu yazıyı bitirmeye hazırlandığım şu anda cep telefonumun saati 09:51, bilgisayarımın saati 09:53, trt’nin saati 09:39 ve kol saatim inadına 09:54… ne kadar sürede yazdım bu yazıyı bilemiyorum, bu sabah kaçta uyandım, ne kadar zaman yitirdim daha sabahın bu vakitlerinde? çıldırmak işten değil!!!
pazar gecesi saatlerinizi 1 saat geri almayı unutmayın! hayri irdal ve halit ayarcı yoksa da artık, saatleri ayarlama enstitüsü lağvedilmiş olsa da, mübarek’in kerametleri sorgulanmakta olsa da, ben fahri bir s.a.e. çalışanı olarak nakdi ceza uygulamak için sizi kontrole geliyor olacağım…
devamını gör...
ilk başta sevilmeyip zamanla alışılan şeyler
aşure
devamını gör...
sarhoşken yapılan saçmalıklar
sokaktaki dubaları ve kapalı olan manavın meyve sebze kasalarını eve götürmüştük.
devamını gör...
abd'liler bizdeki hastaneleri görünce geri kalmışız diyor
nitelik ve nicelik nedir bilmeyen cumhurbaşkanı fıkrası. ne kadar bina yaparsak o kadar iyidir kafasıyla yaşıyor.
abi bunu da demezsin artik ya. adam gözümüzün içine baka baka dalga geçiyor lan.
abi bunu da demezsin artik ya. adam gözümüzün içine baka baka dalga geçiyor lan.
devamını gör...
yaprak sarma
yapımı zor, tüketimi kolaydır. bazı kişiler tarafında dolma olarak adlandırılmasını bir türlü anlayamıyorum.
devamını gör...
john stamos
spontaneous woman ukdesidir.
john stamos yunan asıllı amerikalı oyuncu ve müzisyendir. müzisyenliği ile ilgili pek bir malumatım yok ama oyunculuğunu türkiye’nin belli bir döneminde yaşamış olan herkes yakından bilir. ben de öyle.

bir dönem kaçırmadan izlediğimiz hepsi ailemizin birer ferdi haline gelmiş olan full house karakterlerinden jesse rolüyle tanıyoruz john stamos’u.
dizinin yakışıklı ve sevilen amcası rolünde bence oldukça başarılı olan jesse, benim o zamanlar diziyi izleme nedenlerimden biri olan rebecca ile nişanlıdır. aynı evde yaşayan 2 amca, 1 baba ve üç çocuktan oluşan bu dopdolu evde jesse evin bıçkın delikanlısı idi.

jesse’in en önemli özelliği ise saçlarına asla dokundurmamasıydı. saçların ne kadar önemli bir aksesuar olduğunu biz john stamos’tan öğrendik.

john stamos ara ara başka yapımlarda da karşımıza konuk oyuncu olarak çıksa da benim dikkatimi yeniden netflix dizisi olan you ile çekti. yıllardır karşılaşmadığın bir arkadaşını gördüğün an gibi bir andı ama john stamos’u bu dizide görünce hakan peker sendromu yaşadım. çünkü çok büyük değişiklikler yoktu abimizde.

şu sıralar gelirini bir hayır kurumuna bağışladığı kendi mücevher markası ile uğraşmakta bildiğim kadarıyla.
john stamos yunan asıllı amerikalı oyuncu ve müzisyendir. müzisyenliği ile ilgili pek bir malumatım yok ama oyunculuğunu türkiye’nin belli bir döneminde yaşamış olan herkes yakından bilir. ben de öyle.

bir dönem kaçırmadan izlediğimiz hepsi ailemizin birer ferdi haline gelmiş olan full house karakterlerinden jesse rolüyle tanıyoruz john stamos’u.
dizinin yakışıklı ve sevilen amcası rolünde bence oldukça başarılı olan jesse, benim o zamanlar diziyi izleme nedenlerimden biri olan rebecca ile nişanlıdır. aynı evde yaşayan 2 amca, 1 baba ve üç çocuktan oluşan bu dopdolu evde jesse evin bıçkın delikanlısı idi.

jesse’in en önemli özelliği ise saçlarına asla dokundurmamasıydı. saçların ne kadar önemli bir aksesuar olduğunu biz john stamos’tan öğrendik.

john stamos ara ara başka yapımlarda da karşımıza konuk oyuncu olarak çıksa da benim dikkatimi yeniden netflix dizisi olan you ile çekti. yıllardır karşılaşmadığın bir arkadaşını gördüğün an gibi bir andı ama john stamos’u bu dizide görünce hakan peker sendromu yaşadım. çünkü çok büyük değişiklikler yoktu abimizde.

şu sıralar gelirini bir hayır kurumuna bağışladığı kendi mücevher markası ile uğraşmakta bildiğim kadarıyla.
devamını gör...
bir insanın boş biri olduğunu anlama yöntemi
çok sık kendinden bahsedip övünüyorsa, karşısındakini dinlemeden sürekli konuşmaya çalışıyorsa bir de çok fazla konuşuyorsa öyle izlenim oluşuyor.
devamını gör...
sezen aksu şarkılarında geçen mükemmel sözler
şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
haydi içelim.
devamını gör...
yüzyüzeyken konuşuruz
şarkılarının yağmurlu istanbul öğlenden sonralarını hatırlattığı, en sevdiğim şarkısı da ateş edecek misin? olan grup.
“yarın sabah
geri gelmeyecek misin
ben mi kalkayım yoksa
çayı sen demleyecek misin
madem öyle
lafı uzatmaya gerek yok
ben mi öleyim yoksa
ateş edecek misin”
“yarın sabah
geri gelmeyecek misin
ben mi kalkayım yoksa
çayı sen demleyecek misin
madem öyle
lafı uzatmaya gerek yok
ben mi öleyim yoksa
ateş edecek misin”
devamını gör...
türkiye'de bilimin ilgi görmeme nedeni
ilgi gösteren insanların beyin göçüne zorlanmasıdır. daha sonra yurt dışındaki türklerin başarılarını görüp halkımız gururlanır fakat aslında düşünmek lazım neden bu insanlar bu ülkeyi bırakıp gidiyor, bu durumu nasıl değiştirebiliriz diye.
devamını gör...
sevgiyi bir cümleyle tanımla
sevgi, oksijensiz de nefes alabilmektir..
devamını gör...
doğum gününü kutlayan herkesi instagram hikayesinde paylaşan insanlar
seri halde kitap sayfası çevirir gibi geçin gidin.
zira ben öyle yapıyorum.
(bkz: işte bunlar hep gösteriş ve ilgi eksikliği)
zira ben öyle yapıyorum.
(bkz: işte bunlar hep gösteriş ve ilgi eksikliği)
devamını gör...
en sevilen özlü sözler
“yaşaması kolay değil ki, anlatması kolay olsun.”
vedat türkali.
vedat türkali.
devamını gör...