çok fena cehaletin döndüğü düşünülen yerler
mümkün olduğunca uzak durulması gerekilen yerlerdir. unutmayın ki cehalet bulaşıcıdır.
devamını gör...
öğretmenin trip atıp dersten çıkması
online eğitim döneminde bazı derslerde yapasım geliyor. öğrencilerin hiçbir tepki vermemesi bir noktadan sonra bizi zorlayabiliyor
devamını gör...
karaçalı
underground rap sanatçısı. şimdi git zombi, mezar virtiözü, battle royal gibi sıkı albümleri bizlere hediye etmiştir. uzun süredir yeni şarkı çıkarmaması hayranlarını çok üzmektedir. sesindeki haziran şarkısı çok sevilir. fakülte çıkışı yaktığım sigaraydın der. benim için en iyi şarkısı kesinlikle defolu caddelerde fotomontajdır. tiyatro oynayarak şarkı yapmıştır. --- alıntı ---
"kapanan gözlerde sen hep
bir başka resim üzerine
fotomontajdın azizim"
--- alıntı ---
"kapanan gözlerde sen hep
bir başka resim üzerine
fotomontajdın azizim"
--- alıntı ---
devamını gör...
amat
ihsan oktay anarın 2005 yılında yayımlanan kitabıdır. yazarın benim için en iyi 3 kitabından birisidir.
17.yüzyılda geçen bir hikayeyi okuruz istanbuldan hareket eden bir geminin adıdır amat.
kitap son derece zor ve felsefi ibareler bulunduran bir kitaptır. ama bir sınır vardır o zorluğu aşarsanız eğer kitaptan alacağınız keyif yazıyla tarif edilemeyecek kadar büyüktür.
iddia ediyorum bu kitabı yabancı bir yazar yazsaydı bütün dünya konuşuyor olurdu evet coğrafya aynen anladınız demi.
peki neden bu kitap kusursuza yakın diye soracak olursanız sebeplerini saymaya çalışayım elimden geldiğince.
ilk olarak ihsan oktay anar mükemmel bir şekilde zaman döngüsünü aktarmıştır okurken şaşırır kalırsınız.
ikincisi ise dini göndermeler kuranı kerimden incile kadar göndermeler bulunur.
üçüncü olarak ihsan hoca insan ve şeytan tanrı arasındaki önemli noktaları çok ama çok güzel anlatmıştır.
dördüncü olarak kurmaca kısmına girelim istiyorum ihsan oktay anar ilk sayfadan itibaren sizi denizin derinliklerine bırakıveriyor ve keyifle kapılıp gidiyorsunuz.
beşinci olarak hayali unsurlar çok fazla ve çok keyifli ihsan hocanın poposundan uydurduğu ama gerçeğe yakın kaynaklar o kadar keyifli ki anlatamam.
daha saymakla bitmeyecek kadar sebep var lakin benim kapasitem bu kadar.
adettendir deyip sevdiğim alıntılara notlara geçelim.
--- alıntı ---
ilk kez öldürdüğünde bir değil sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da zavallı bir kadının kocasını da, savaş giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... bütün bu kişileri öldürmüş olursun. ikinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
ganimet alırsak nasip, ölürsek de kısmet deriz .
--- alıntı ---
--- alıntı ---
siz siz olun, sakın ola ki intikam peşinde koşan bir reisin gemisine yazılmayın. çünkü böyle biri, ele geçirmek değil, gemiyi batırmak ister. kendi şahsi öfkesi uğruna ganimetin canına okur. denizcinin ekmeğiyle oynar.
--- alıntı ---
17.yüzyılda geçen bir hikayeyi okuruz istanbuldan hareket eden bir geminin adıdır amat.
kitap son derece zor ve felsefi ibareler bulunduran bir kitaptır. ama bir sınır vardır o zorluğu aşarsanız eğer kitaptan alacağınız keyif yazıyla tarif edilemeyecek kadar büyüktür.
iddia ediyorum bu kitabı yabancı bir yazar yazsaydı bütün dünya konuşuyor olurdu evet coğrafya aynen anladınız demi.
peki neden bu kitap kusursuza yakın diye soracak olursanız sebeplerini saymaya çalışayım elimden geldiğince.
ilk olarak ihsan oktay anar mükemmel bir şekilde zaman döngüsünü aktarmıştır okurken şaşırır kalırsınız.
ikincisi ise dini göndermeler kuranı kerimden incile kadar göndermeler bulunur.
üçüncü olarak ihsan hoca insan ve şeytan tanrı arasındaki önemli noktaları çok ama çok güzel anlatmıştır.
dördüncü olarak kurmaca kısmına girelim istiyorum ihsan oktay anar ilk sayfadan itibaren sizi denizin derinliklerine bırakıveriyor ve keyifle kapılıp gidiyorsunuz.
beşinci olarak hayali unsurlar çok fazla ve çok keyifli ihsan hocanın poposundan uydurduğu ama gerçeğe yakın kaynaklar o kadar keyifli ki anlatamam.
daha saymakla bitmeyecek kadar sebep var lakin benim kapasitem bu kadar.
adettendir deyip sevdiğim alıntılara notlara geçelim.
--- alıntı ---
ilk kez öldürdüğünde bir değil sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da zavallı bir kadının kocasını da, savaş giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... bütün bu kişileri öldürmüş olursun. ikinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
ganimet alırsak nasip, ölürsek de kısmet deriz .
--- alıntı ---
--- alıntı ---
siz siz olun, sakın ola ki intikam peşinde koşan bir reisin gemisine yazılmayın. çünkü böyle biri, ele geçirmek değil, gemiyi batırmak ister. kendi şahsi öfkesi uğruna ganimetin canına okur. denizcinin ekmeğiyle oynar.
--- alıntı ---
devamını gör...
16 şubat 2021 doğan cüceloğlu'nun evinde ölü bulunması
üniversiteden beri çıkan her kitabını okuduğum, 2 sene önce ankara palas buluşmaları'nda yanına gidip sohbet etme imkanı bulduğum, kendi tabiriyle cana iyi gelen, tatlı dilli, insana insanı en anlaşılır şekilde anlatan yazara,
allah'tan rahmet dilememe
ruhuna fatiha okumama sebep olan haber.
allah'tan rahmet dilememe
ruhuna fatiha okumama sebep olan haber.
devamını gör...
sayı olmayan sıfır sayısı
sıfır sayısının aslında olmayan yalnızca ve yalnızca hayal ürünü, fiktif bir sayı olduğunun aslında biraz üstünde düşününce anlaşılabilecek bir gerçek midir? evet öyledir.
sıfır aslında yoktur, elde olmayandır... ''yok'' ya da elde olmayanı bir rakamı, sayı düzeninin içine dahil etmiş olmak ise mantıksızlığın aslında en saf halinden başka bir şey değildir.
yukarıda yazılanlar okuyanlara son derece gülünç, eğlenceli gelebilir ancak asıl gülünç olan, aslında hiç var olmayan, var olmamış ve var olmayacak, düş ürünü bir sayıyla bize ilkokulun ilk günlerinden beri hesap/ölçüm yaptırılması değil midir?
aslında sayıların isimleri ya da okunuşları konusunda temelde bir sıkıntı yok, sıkıntı numaralandırmada.
şu aslında bildiğimiz sayı sistemi:
0-sıfır
1-bir
2-iki
3-üç
4-dört
5-beş
6-altı
7-yedi
8-sekiz
9-dokuz
10-on
11-onbir...
20-yirmi
21-yirmi bir.
eh... madem sıfır sayısı diye bir şey yok sayı sistemi nasıl olmalı peki?
bugünkü rakamsal simgelerle aynen şöyle efendim:(tabi aslında bu sayı sistemine göre rakam simgeleri oluşturmak gerek te, aman... kim uğraşacak şimdi... )
sayı: bugünkü karşılığı:
11... 1
21... 2
31... 3
41... 4
51... 5
61... 6
71... 7
81... 8
91... 9
12... 10
22... 11
32... 12
42... 13
52... 14
62... 15
72... 16
82... 17
92... 18
13... vs 19
tarih içinde insanın her şeyi basitleştirme içgüdüsünden doğan kolaycılığın, millattan sonra sıfır sayısının da devreye girmesiyle sayı sistemi tamamen başka mecralara girmiş, bu nedenle de kimbiir neleri yanlış hesaplanmış, sıfırlı sayı sistemi düşünce yapılarımızı (pozitif ya da negatif olduğuna bakmaksızın) kim bilir nasıl değiştirdi... kim bilir?
neyse, nasılsa kimse bildiğimiz sayı sistemini bir kenara bırakıp ta, bir yukarıdaki sayı sistemini kullanmaya yeltenecek değil fakat, böyle de bir şey olabileceğini hatırlatalım dedik.
sıfır aslında yoktur, elde olmayandır... ''yok'' ya da elde olmayanı bir rakamı, sayı düzeninin içine dahil etmiş olmak ise mantıksızlığın aslında en saf halinden başka bir şey değildir.
yukarıda yazılanlar okuyanlara son derece gülünç, eğlenceli gelebilir ancak asıl gülünç olan, aslında hiç var olmayan, var olmamış ve var olmayacak, düş ürünü bir sayıyla bize ilkokulun ilk günlerinden beri hesap/ölçüm yaptırılması değil midir?
aslında sayıların isimleri ya da okunuşları konusunda temelde bir sıkıntı yok, sıkıntı numaralandırmada.
şu aslında bildiğimiz sayı sistemi:
0-sıfır
1-bir
2-iki
3-üç
4-dört
5-beş
6-altı
7-yedi
8-sekiz
9-dokuz
10-on
11-onbir...
20-yirmi
21-yirmi bir.
eh... madem sıfır sayısı diye bir şey yok sayı sistemi nasıl olmalı peki?
bugünkü rakamsal simgelerle aynen şöyle efendim:(tabi aslında bu sayı sistemine göre rakam simgeleri oluşturmak gerek te, aman... kim uğraşacak şimdi... )
sayı: bugünkü karşılığı:
11... 1
21... 2
31... 3
41... 4
51... 5
61... 6
71... 7
81... 8
91... 9
12... 10
22... 11
32... 12
42... 13
52... 14
62... 15
72... 16
82... 17
92... 18
13... vs 19
tarih içinde insanın her şeyi basitleştirme içgüdüsünden doğan kolaycılığın, millattan sonra sıfır sayısının da devreye girmesiyle sayı sistemi tamamen başka mecralara girmiş, bu nedenle de kimbiir neleri yanlış hesaplanmış, sıfırlı sayı sistemi düşünce yapılarımızı (pozitif ya da negatif olduğuna bakmaksızın) kim bilir nasıl değiştirdi... kim bilir?
neyse, nasılsa kimse bildiğimiz sayı sistemini bir kenara bırakıp ta, bir yukarıdaki sayı sistemini kullanmaya yeltenecek değil fakat, böyle de bir şey olabileceğini hatırlatalım dedik.
devamını gör...
karamanoğulları
melih gökçek'ten evvel ankara'yı yöneten beylik.
gökçek; " enkaz devraldık" derken bunu kast ediyor ki bence haklı (!)
gökçek; " enkaz devraldık" derken bunu kast ediyor ki bence haklı (!)
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
bu haftanın konseptiyle yaşadığımız, yaşamak istediğimiz ya da bir zmanlar yaşarken sevdiğimiz şehirleri anıyoruz demek...
çoğu kişinin yine ciğeri dağlanacak gibi geliyor bana, hayırlısı...
çoğu kişinin yine ciğeri dağlanacak gibi geliyor bana, hayırlısı...
devamını gör...
suçlular aramızda
1964 yapımı bir metin erksan filmi başrollerde tamer yiğit, ekrem bora ve belgin doruk oynar.
suçlular aramızda filminin konusuna gelecek olursak;
istanbul'un zengin bir ailesinin konağında oldukça kıymetli olduğu söylenen bir kolye çalınır. hırsızın evin içinden bir kişi olduğu düşünülmektedir. ancak şüphelerde sınıf farkları hemen göze çarpar. işin ilginci kolye sahtedir. bu öğrenildikten sonra olan sınıf farklılıklarının çatışması diyebiliriz.
hırsızların kolyenin sahte oldukları anda aileyi tehdit etmesi ayrı bir ironi ve aile şerefine leke gelmemesi için oluşan cinayet örgüsü filme ayrı bir hava katmaktadır.
hele final sahnesinde güce tapanların kural tanımazlığının, gücü kaybettiklerinde ellerinde yaşamaya değer bir şey kalmayıp canlarının bile değersizleşmesini anlatır.
filmde olan bir çılgın siyahi abimiz var ki... alakasız dansları ile renk katar.
rahmetli ekrem bora'nın bu filmde olan oyunculuğu efsaneden de ötedir. tamer yiğit acemiliği belli olsa da sırıtmaz. belgin doruk ise pek bir güzeldir bu filmde.
izmir uluslararası fuarı 1. film şenliğinde en iyi yönetmen ödülü almıştır.
milano film festivali(1965) en iyi sosyal konulu yabancı film ödüllerini almıştır.
suçlular aramızda filminin konusuna gelecek olursak;
istanbul'un zengin bir ailesinin konağında oldukça kıymetli olduğu söylenen bir kolye çalınır. hırsızın evin içinden bir kişi olduğu düşünülmektedir. ancak şüphelerde sınıf farkları hemen göze çarpar. işin ilginci kolye sahtedir. bu öğrenildikten sonra olan sınıf farklılıklarının çatışması diyebiliriz.
hırsızların kolyenin sahte oldukları anda aileyi tehdit etmesi ayrı bir ironi ve aile şerefine leke gelmemesi için oluşan cinayet örgüsü filme ayrı bir hava katmaktadır.
hele final sahnesinde güce tapanların kural tanımazlığının, gücü kaybettiklerinde ellerinde yaşamaya değer bir şey kalmayıp canlarının bile değersizleşmesini anlatır.
filmde olan bir çılgın siyahi abimiz var ki... alakasız dansları ile renk katar.
rahmetli ekrem bora'nın bu filmde olan oyunculuğu efsaneden de ötedir. tamer yiğit acemiliği belli olsa da sırıtmaz. belgin doruk ise pek bir güzeldir bu filmde.
izmir uluslararası fuarı 1. film şenliğinde en iyi yönetmen ödülü almıştır.
milano film festivali(1965) en iyi sosyal konulu yabancı film ödüllerini almıştır.
devamını gör...
yemek için yaşamak vs yaşamak için yemek
yaşamak için yemek gerektiğini biliyorum, hatta yaşamak için yeterli olan miktarın ne kadar az olduğunu da çok iyi biliyorum, ama çocukluktan verilmiş bize karbonhidrat zehiri, özellikle tatlı, bilinçaltımızda ödül kategorisine kaydedilmiş, çay sofrası, pasta kutlaması, pizza partisi filan, bizi mutlu eden esas şey yediklerimiz değil aslında, önceliklerimizi değiştirmemiz lazım, başka kavramlara odaklanmamız lazım, böyle yazması kolayda işte, o kafalara gelmeye yetmiyor, bülent ortaçgil inde dediği gibi "anlamak çözmeye yetmiyor" maalesef.
devamını gör...
eve hiçbir zaman boş dönmeyen erkek
babam buu. her akşam elleri poşet dolu olur. hatta tek başına yukarı çıkaramaz hepimiz iner bir iki bişi alır çıkartırız. o poşetleri açması da çok heyecanlı oluyor. insan merak ediyor acaba bana ne aldı diyee.*
devamını gör...
online listesi aslında bir yalan mı sorunsalı
valla sık sık hissettiğim durumdur.
yahu kardeşim hep aynı yüzler artı oy veriyor bu nedir ya.
farklı tipler nerede alooo.
yahu kardeşim hep aynı yüzler artı oy veriyor bu nedir ya.
farklı tipler nerede alooo.
devamını gör...
makinist ile son istasyon radyo yayını
özenle hazırlandığını bildiğimiz bir program daha. içerik ne acaba? bize bile söylemedi. * beklemedeyiz son istasyonu!
devamını gör...
anksiyete bozukluğu
zaman zaman kapımı çalan ama kendisini alt etmekte uzmanlaştığım, bozukluk.
devamını gör...
the devil’s advocate
-sana tanrı hakkında içeriden bir bilgi vereyim.
tanrı izlemeyi sever! şakacının tekidir! bi düşün, sana güdüyü veriyor, sana bu sıradışı hediyeyi veriyor ve sonra ne yapıyor biliyor musun? sırf kozmik bir komiklik olsun diye bunu kullanmaman için kurallar koyuyor.
tanrı izlemeyi sever! şakacının tekidir! bi düşün, sana güdüyü veriyor, sana bu sıradışı hediyeyi veriyor ve sonra ne yapıyor biliyor musun? sırf kozmik bir komiklik olsun diye bunu kullanmaman için kurallar koyuyor.
devamını gör...
yüz felci
ortaokulda geçirdiğim hastalık. banyodan çıkınca saçımı kurutmak yerine önce acıkan karnımı doyurmak istemem arasında yaptığım seçimin de sonucudur aynı zamanda.* sen git bir tabak makarnayla açık pencerenin önünde ıslak saçların havluya sarılmış otur. aman tanrım ne feci bir histi, o yaşta tabi. evde de yalnızım, anlamlandırmaya çalışıyorum olan biteni.
bir iki saat içinde yüzümde değişiklikler hissetmeye başladım mesela göz kapağımın biri daha yavaş kapanıyordu sanki, gülmeye çalışıyorum yüzümün bir tarafı kıpırdamıyor derken komşumuza fırlayıp gittim. durumu anlattım hemen fark etti, annem babam işteydiler, çağırıldılar ve hemen doktora gidildi. yüz felci. duyma kaybı var mı diye de bakıldı, nedendir bilmem. doktor beni tembihledi sakız çiğneyeceksin hep, ne kadar çok çiğnersen o kadar iyi. o zamanlar küçük olduğumdan ne kadar sürede geçti tam hatırlamıyorum ama ortaokulda fen öğretmeninin yüzümü fark edip beni tahtaya kaldırmasını net hatırlıyorum.
şimdiki çocuklar gibi değildi o zaman çocuklar ya da ben mi çok şanslıydım bilmiyorum ama akran şiddetine maruz bırakmadılar beni hiç, sadece o öğretmenin yaptığına çok kızıyorum dönüp düşününce.
neyse işte ana fikir hemen doktora gidin ve sabah akşam sakız çiğneyin. benimki tamamen geçti ama kalıcı olanlar da var.*
bir iki saat içinde yüzümde değişiklikler hissetmeye başladım mesela göz kapağımın biri daha yavaş kapanıyordu sanki, gülmeye çalışıyorum yüzümün bir tarafı kıpırdamıyor derken komşumuza fırlayıp gittim. durumu anlattım hemen fark etti, annem babam işteydiler, çağırıldılar ve hemen doktora gidildi. yüz felci. duyma kaybı var mı diye de bakıldı, nedendir bilmem. doktor beni tembihledi sakız çiğneyeceksin hep, ne kadar çok çiğnersen o kadar iyi. o zamanlar küçük olduğumdan ne kadar sürede geçti tam hatırlamıyorum ama ortaokulda fen öğretmeninin yüzümü fark edip beni tahtaya kaldırmasını net hatırlıyorum.
şimdiki çocuklar gibi değildi o zaman çocuklar ya da ben mi çok şanslıydım bilmiyorum ama akran şiddetine maruz bırakmadılar beni hiç, sadece o öğretmenin yaptığına çok kızıyorum dönüp düşününce.
neyse işte ana fikir hemen doktora gidin ve sabah akşam sakız çiğneyin. benimki tamamen geçti ama kalıcı olanlar da var.*
devamını gör...
güvercin
ölümünden önceki son zamanlarında nikola tesla'cığımın en yakın dostu olan hayvan.
tesla sürekli parktaki güvercinleri besler, kaldığı otelin penceresi önüne gelenleri de ihmal etmezdi. yaralı olanları odasına getirip iyileştirirdi.
“yıllardır güvercinleri besliyorum. binlercesini besledim, kim bilir ne için… ama aralarında bir tanesi vardı ki… çok güzel bir güvercindi. bembeyazdı, yalnız kanatlarında gri benekçikler vardı. o farklıydı. bir dişiydi. onu her yerde ayırt edebilirdim.
nerede olursam olayım bu güvercin beni bulurdu. ne zaman onu yanımda istesem umutla seslenirdim, uçarak çıkar gelirdi. o beni anlardı, ben de onu…
o güvercine aşıktım. evet bir erkeğin bir kadını sevdiği gibi severdim onu ve o da beni. hasta olduğu zaman hemen haberim olurdu; odama gelirdi ve ben de günlerce onunla kalırdım. onu iyileştirirdim. o güvercin hayatımın neşe kaynağıydı. bana ihtiyacı olduğunda başka hiçbir şey umurumda olmazdı. benimle olduğu sürece hayatımın bir anlamı, amacı olurdu.
bir gece karanlıkta yatağıma uzanmıştım, zihnim problemler çözmekle meşguldü, sık sık yaptığı gibi uçarak penceremden içeri süzüldü ve masamın üstüne kondu. beni istediğini biliyordum, bana önemli bir şeyler anlatmak istiyordu. yanına gittiğimde anladım ki bana ölmek üzere olduğunu söylemek istiyordu. mesajını aldığımda gözleri ışıldadı, güçlü ışık demetleri yayılıyordu gözlerinden.
evet bu, gerçek bir ışıktı. güçlü, göz kamaştırıcı, kör edici bir ışıktı. laboratuvarımda lambalarımla elde edebildiğim tüm ışıklardan daha güçlüydü. o güvercin ölünce hayatımdan da bir şeyler eksildi. o zamana dek, ne kadar yoğun çalışmam gerekirse gereksin işimi tamamlamam gerektiğini düşünürdüm, bunu yapabileceğimden emindim her zaman için ama o hayatımdan çıkıp gittikten sonra artık yaşamım boyunca süren çalışmanın da sonunun geldiğini anlamıştım. evet, yıllar boyunca güvercinleri besledim. binlercesini… ve beslemeye de devam edeceğim, kim bilir ne diye?”
insanokur. org'dan alıntıdır.
tesla sürekli parktaki güvercinleri besler, kaldığı otelin penceresi önüne gelenleri de ihmal etmezdi. yaralı olanları odasına getirip iyileştirirdi.
“yıllardır güvercinleri besliyorum. binlercesini besledim, kim bilir ne için… ama aralarında bir tanesi vardı ki… çok güzel bir güvercindi. bembeyazdı, yalnız kanatlarında gri benekçikler vardı. o farklıydı. bir dişiydi. onu her yerde ayırt edebilirdim.
nerede olursam olayım bu güvercin beni bulurdu. ne zaman onu yanımda istesem umutla seslenirdim, uçarak çıkar gelirdi. o beni anlardı, ben de onu…
o güvercine aşıktım. evet bir erkeğin bir kadını sevdiği gibi severdim onu ve o da beni. hasta olduğu zaman hemen haberim olurdu; odama gelirdi ve ben de günlerce onunla kalırdım. onu iyileştirirdim. o güvercin hayatımın neşe kaynağıydı. bana ihtiyacı olduğunda başka hiçbir şey umurumda olmazdı. benimle olduğu sürece hayatımın bir anlamı, amacı olurdu.
bir gece karanlıkta yatağıma uzanmıştım, zihnim problemler çözmekle meşguldü, sık sık yaptığı gibi uçarak penceremden içeri süzüldü ve masamın üstüne kondu. beni istediğini biliyordum, bana önemli bir şeyler anlatmak istiyordu. yanına gittiğimde anladım ki bana ölmek üzere olduğunu söylemek istiyordu. mesajını aldığımda gözleri ışıldadı, güçlü ışık demetleri yayılıyordu gözlerinden.
evet bu, gerçek bir ışıktı. güçlü, göz kamaştırıcı, kör edici bir ışıktı. laboratuvarımda lambalarımla elde edebildiğim tüm ışıklardan daha güçlüydü. o güvercin ölünce hayatımdan da bir şeyler eksildi. o zamana dek, ne kadar yoğun çalışmam gerekirse gereksin işimi tamamlamam gerektiğini düşünürdüm, bunu yapabileceğimden emindim her zaman için ama o hayatımdan çıkıp gittikten sonra artık yaşamım boyunca süren çalışmanın da sonunun geldiğini anlamıştım. evet, yıllar boyunca güvercinleri besledim. binlercesini… ve beslemeye de devam edeceğim, kim bilir ne diye?”
insanokur. org'dan alıntıdır.
devamını gör...
hint dizileri saçmalıkları
tokat yiyen kızın perdeyle kendini boğması
devamını gör...