mutfakta sinir eden durumlar
aradığım şeyin yerinin değişmesi.
arkadaş ! neyi kullandıysan sonra götür aynı yere koy. niye değiştirirsin arkadaş ?
eski bir şef olarak aklıma bu geldi.
arkadaş ! neyi kullandıysan sonra götür aynı yere koy. niye değiştirirsin arkadaş ?
eski bir şef olarak aklıma bu geldi.
devamını gör...
kendi kazandığın parayı harcamanın çok zor olması
belli bir yaşa kadar doğru olabilecek önerme. kendi ayakları üzerinde duracak yaş diye bilinen yaşlardan önce kendi kazandığın parayı harcamak anne-baba parasını harcamaktan oldukça güç oluyor.
1990'lı yılların ortasında kıt kanaat geçinen bir ailenin iki çocuğundan biri olan ben 13-15 yaşlarındayım. etrafımda bilgisayara sahip arkadaşlarım var ve biz bilgisayarı olmayan diğer çocuklar o arkadaşlarımızın evlerine gidip bilgisayarı görmek hatta oyun oynamak için yanıp tutuşuyoruz. tabii çoğunlukla bu isteğimiz gerçekleşmiyor. gerçekleşse dahi bilgisayar sahibi arkadaşımızın oynadığı oyunları seyredip başımızı öne eğip çıkıyoruz evden.
dayanamayıp annem ve babama bilgisayarım olmasını istediğimi dillendirdim. annem ev hanımı idi ve evin tek çalışanı babam mahçup bir tavırla bilgisayar alacak bütçemizin olmadığını, eğer daha çok para kazanabilirse bana bilgisayar alabileceğini söyledi. hayal kırıklığı yaşamadım değil ama ailemizin maddi olarak durumunu bildiğim için onlara da çok fazla bir şey söyleyemedim. önümüz yaz tatili idi ve okullar kapandığında para kazanmak için çalışmak istediğimi söyledim. para kazanıp bilgisayar alacağım dedim. ilk karşı çıkan annem oldu. sen daha çok küçüksün ne çalışması dedi.
bir süre sonra babam isten geldiğinde patronu ile konuştuğunu ve çalıştığı lokantada onunla birlikte çalışabileceğimi söyledi. o kadar mutlu olmuştum ki. çalışıp para kazanacak ve istediğim bilgisayarı kendi paramla alabilecektim. annemin yine pek rızası yoktu ama okulların kapandığı haftadan sonraki pazartesi günü babam ile sabah kalkıp işe gittim.
ufak tefek işler yaptırıyorlardı önce. bir süre sonra işi kavrayınca daha büyük ve ağır işlerde de kullanmaya başladılar. ne iş olsa yaparım abi diyen insanlar gibi ne iş verirlerse canla başla yapıyordum. bu arada babam ile baba oğul ilişkimiz iş yerinden içeri girince sona eriyordu. sanırım babam sen istedin der gibi ağır işlerin altında ezilmeme göz yumuyordu. bütün bir yaz uzun saatler haftanın yedi günü çalışarak epey para kazandım. kazandığım paraları anneme veriyordum. yaz tatilinin son günü işten eve döndüğümüzde babam, annem ve ben biriktirdiğim paraları saydık. bahşişler, haftalıklarım, babamın ve annemin de katkıları ile aşağı yukarı gazete ve televizyon reklamlarında gördüğüm casper marka bilgisayarı alacak kadar para biriktirmiştim.
ertesi gün gidip bilgisayar almak istiyordum. babam ben anlamam o işlerden amcanı ara onunla gidin alın dedi. amcamı aradım durumu anlattım. yarın gideriz dedi. o gece sevinçten uyuyamadım bile. bir an önce sabah olsa da artık bilgisayarıma kavuşsaydım. amcam ile birlikte mağazaya gidip bilgisayarlara baktık. paramın yeteceği bir model bilgisayar bulduk. amcam bunu alalım o zaman dedi.
işte tam burada bir aydınlanma yaşadım. 3 ay boyunca uzun saatler daha önce hiç yapmadığım işleri yaptım. sabahları yataktan kalkamadım yorgunluktan. bulaşık yıkamaya varana kadar her işi yaptım ve kazandığım parayı şimdi bu aptal alete verecektim. almayalım amca dedim ben vazgeçtim bilgisayar almaktan. neden oğlum dedi buna paran yetiyor işte. yok amca dedim gözlerimin önünden 3 ayda yaşadıklarım geçerken. vazgeçtim ben. peki dedi ve mağazadan çıkıp eve döndük.
babam işteydi. annem neden almadığımızı sordu. vazgeçtiğimi söyledim. 3 ay zorluklar çekerek kazandığım parayı harcayamamıştım. akşam babam geldiğinde de aynı diyaloglar geçti aramızda. kimseye parayı çok zor kazandığım için harcayamadığımı söylemedim ama anlamışlar sanırım.
bir hafta kadar sonra amcam bir akşam kucağında o gün baktığımız bilgisayar ile eve geldi. parayı harcamaya kıyamadığımı anlayıp benim parama dokunmadan kendileri alıp getirmişler bilgisayarı. o gün bugündür kazandığım her bir kuruşun kıymetini biliyorum. o yaz çalışıp ilk defa para kazanmak bana hala taşıdığım önemli bir özellik kazandırdı.
biraz uzun oldu. anlatımda da sıkıntılarım olabilir. vaktinizi ayırıp buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim. okunmasa da burada dursun da zaman zaman bakıp hatırlarım yine. *
1990'lı yılların ortasında kıt kanaat geçinen bir ailenin iki çocuğundan biri olan ben 13-15 yaşlarındayım. etrafımda bilgisayara sahip arkadaşlarım var ve biz bilgisayarı olmayan diğer çocuklar o arkadaşlarımızın evlerine gidip bilgisayarı görmek hatta oyun oynamak için yanıp tutuşuyoruz. tabii çoğunlukla bu isteğimiz gerçekleşmiyor. gerçekleşse dahi bilgisayar sahibi arkadaşımızın oynadığı oyunları seyredip başımızı öne eğip çıkıyoruz evden.
dayanamayıp annem ve babama bilgisayarım olmasını istediğimi dillendirdim. annem ev hanımı idi ve evin tek çalışanı babam mahçup bir tavırla bilgisayar alacak bütçemizin olmadığını, eğer daha çok para kazanabilirse bana bilgisayar alabileceğini söyledi. hayal kırıklığı yaşamadım değil ama ailemizin maddi olarak durumunu bildiğim için onlara da çok fazla bir şey söyleyemedim. önümüz yaz tatili idi ve okullar kapandığında para kazanmak için çalışmak istediğimi söyledim. para kazanıp bilgisayar alacağım dedim. ilk karşı çıkan annem oldu. sen daha çok küçüksün ne çalışması dedi.
bir süre sonra babam isten geldiğinde patronu ile konuştuğunu ve çalıştığı lokantada onunla birlikte çalışabileceğimi söyledi. o kadar mutlu olmuştum ki. çalışıp para kazanacak ve istediğim bilgisayarı kendi paramla alabilecektim. annemin yine pek rızası yoktu ama okulların kapandığı haftadan sonraki pazartesi günü babam ile sabah kalkıp işe gittim.
ufak tefek işler yaptırıyorlardı önce. bir süre sonra işi kavrayınca daha büyük ve ağır işlerde de kullanmaya başladılar. ne iş olsa yaparım abi diyen insanlar gibi ne iş verirlerse canla başla yapıyordum. bu arada babam ile baba oğul ilişkimiz iş yerinden içeri girince sona eriyordu. sanırım babam sen istedin der gibi ağır işlerin altında ezilmeme göz yumuyordu. bütün bir yaz uzun saatler haftanın yedi günü çalışarak epey para kazandım. kazandığım paraları anneme veriyordum. yaz tatilinin son günü işten eve döndüğümüzde babam, annem ve ben biriktirdiğim paraları saydık. bahşişler, haftalıklarım, babamın ve annemin de katkıları ile aşağı yukarı gazete ve televizyon reklamlarında gördüğüm casper marka bilgisayarı alacak kadar para biriktirmiştim.
ertesi gün gidip bilgisayar almak istiyordum. babam ben anlamam o işlerden amcanı ara onunla gidin alın dedi. amcamı aradım durumu anlattım. yarın gideriz dedi. o gece sevinçten uyuyamadım bile. bir an önce sabah olsa da artık bilgisayarıma kavuşsaydım. amcam ile birlikte mağazaya gidip bilgisayarlara baktık. paramın yeteceği bir model bilgisayar bulduk. amcam bunu alalım o zaman dedi.
işte tam burada bir aydınlanma yaşadım. 3 ay boyunca uzun saatler daha önce hiç yapmadığım işleri yaptım. sabahları yataktan kalkamadım yorgunluktan. bulaşık yıkamaya varana kadar her işi yaptım ve kazandığım parayı şimdi bu aptal alete verecektim. almayalım amca dedim ben vazgeçtim bilgisayar almaktan. neden oğlum dedi buna paran yetiyor işte. yok amca dedim gözlerimin önünden 3 ayda yaşadıklarım geçerken. vazgeçtim ben. peki dedi ve mağazadan çıkıp eve döndük.
babam işteydi. annem neden almadığımızı sordu. vazgeçtiğimi söyledim. 3 ay zorluklar çekerek kazandığım parayı harcayamamıştım. akşam babam geldiğinde de aynı diyaloglar geçti aramızda. kimseye parayı çok zor kazandığım için harcayamadığımı söylemedim ama anlamışlar sanırım.
bir hafta kadar sonra amcam bir akşam kucağında o gün baktığımız bilgisayar ile eve geldi. parayı harcamaya kıyamadığımı anlayıp benim parama dokunmadan kendileri alıp getirmişler bilgisayarı. o gün bugündür kazandığım her bir kuruşun kıymetini biliyorum. o yaz çalışıp ilk defa para kazanmak bana hala taşıdığım önemli bir özellik kazandırdı.
biraz uzun oldu. anlatımda da sıkıntılarım olabilir. vaktinizi ayırıp buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim. okunmasa da burada dursun da zaman zaman bakıp hatırlarım yine. *
devamını gör...
yazarların ilk girişimcilik denemeleri
apartmanımızın çoğunluğu yaşlılardan oluştuğu için onların yerine markete, bakkala, fırına gidiyor ve karşılığında onlardan onlar için küçük ama benim için büyük bahşişler alıyordum.
şimdi getir'i çıkmış, yemeği sepeti çıkmış...
hepsi beni örnek aldı*.
şimdi getir'i çıkmış, yemeği sepeti çıkmış...
hepsi beni örnek aldı*.
devamını gör...
öz saygın ve birine duyduğun sevgi arasında kalmak
aşırı duygusal biri olsam da mantığım hep ağır basar, belki biraz da ağır basan şey gurur da. o yüzden bu arada kalmışlıklarda hep özsaygıyı tercih ederim.
devamını gör...
yazarların olmak istedikleri film karakterleri
american beauty filmindeki ricky fitts (wes bentley). olası değilse vhs videoda yel istikametinde öylece uçup duran ve hayatın anlamsızlığına işaret eden siyah, plastik poşet.
adi bir poşet deyip geçmeyin duruşuyla yılların figüranlarına ve hatta jeun geçinenlere bile taş çıkartır.
adi bir poşet deyip geçmeyin duruşuyla yılların figüranlarına ve hatta jeun geçinenlere bile taş çıkartır.
devamını gör...
sevişmek isteyen kızlar
o değilde başlığı açan 24 saat içinde uçurulmuş, gerçekten etkileyici bir performans.
devamını gör...
eşyaların eskimesi
kapitalizmin sürekli tüketimi teşvik etmek adına, ürünü aldıktan 1 sene bile geçmeden beynimize empoze ettiği düşünce. genellikle telefon modellerinde yaygın olsada, tüm ürünlerde bunu hissetmek mümkün.(bkz: tükettiğim kadar varım)
devamını gör...
tiktokçu kekolar vs eski kekolar
eski kekolar tiktokçu oldu işte, nesini anlamıyorsunuz?
(bkz: fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır)
(bkz: fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır)
devamını gör...
kısaltılan ders adları
dino: dinamik,
muko: mukavemet,
termo: termodinamik,
makel: makine elemanları,
ticit: türkiye cumhuriyeti inkilap tarihi.
muko: mukavemet,
termo: termodinamik,
makel: makine elemanları,
ticit: türkiye cumhuriyeti inkilap tarihi.
devamını gör...
narcissos
doğru yazılışı nergistir. kışın en güzel kokan çiçeği olmakla birlikte hikayesi şöyledir;
narcissos bir peri ile insanın kendini beğenmiş oğludur.
dağ perilerinden ekho ona aşık olur, fakat aşkını ifade etmesine imkan yoktur.
işte böylesine umutsuz bir aşka tutulur
ekho hiçbir zaman kendi konuşamamakta ; ancak, uzaktan, kendisi gözükmeden
söylenenlerin son kelime veya hecesini tekrarlayabilmektedi r.
narkissos arkadaşlarını ararken, “biri var mı burada” diye sorunca, ekho da “burada”diye cevap verir. bunun üzerine narkissos da “gel” diye yanıtlar. zavallı ekho, umut ve sevgi içinde “gel” diyerek ortaya çıkar; fakat kendini beğenmiş narcissos her halde ekho’yu beğenmemiş olacak ki, pek yüz vermez ve çekip gider…
ekho kırgın, üzgün, umutsuz bir halde dağlardaki mağaralara sığınır ve şöyle der:
“dilerim oda sevsin benim gibi ve sevdiğine kavuşamasın.”
acılar ekho ‘yu yer bitirir, sonunda taşa dönüşür. sadece sesi kalır.
ekho ‘nun dileğinin gerçekleşmesi narcissos için uzak görünmektedir. nergis çiçeğinin mitolojik hikayesi çünkü kendini beğenmişin başka birini gerçekten sevmesi olanaksızdır. ama adalet er geç yerini bulacaktır.
bir gün narcissos dağlarda dolaşırken ağaç ve yeşillikler içinde, kaybolmuş bir pınara rastlar; eğilip su içmek istediğinde suda gördüğü hayali beğenip ona aşık olur.
narcissos bu sefer gerçekten sevmiştir, ellerini bu kusursuz! güzelliğe doğru uzatır ama dokunamaz. tıpkı ekho gibi, sevmiştir ama sevdiğini elde edemez. zaten kıvılcım elden uzak olduğunda ateşe dönüşmüyor mu?
sevdiğini elde edememenin ağırlığı altında sararıp solar ve ölür. daha sonra periler narcissos ’un cesedinin yerinde bir çiçek bulurlar: nergis. o günden bu yana nergis kendini beğenmişliğin sembolüdür.
orman tanrıçaları; narcissos ‘un kendi yansımasını gördüğü su pınarını gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulurlar.
tanrıçalar pınara neden ağladıklarını sorarlar.
-narcissos için ağlıyorum, diye yanıtlamış göl.
-ne var bunda şaşılacak, demiş bunun üzerine orman tanrıçaları. bizler ormanlarda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk, ama onun güzelliğini yalnızca sen görebildin yakından.
-narcissos yakışıklı bir genç miydi? diye sormuş göl.
-bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karşılık vermiş iyice şaşıran tanrıçalar. hergün senin kıyılarına gelip sularına bakıyordu. göl bir süre sessiz kalmış. sonra şöyle konuşmuş:
-narcissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç fark etmedim ben. narcissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.
kelimenin ismi de buradaki karakterden gelmektedir.
edit : başlık sahibi arkadaş bana kopyala yapıştırdı demiş özelden hahaha. 1 sene önce hikayesini anlattım buyruk link vereyim.
buradan
narcissos bir peri ile insanın kendini beğenmiş oğludur.
dağ perilerinden ekho ona aşık olur, fakat aşkını ifade etmesine imkan yoktur.
işte böylesine umutsuz bir aşka tutulur
ekho hiçbir zaman kendi konuşamamakta ; ancak, uzaktan, kendisi gözükmeden
söylenenlerin son kelime veya hecesini tekrarlayabilmektedi r.
narkissos arkadaşlarını ararken, “biri var mı burada” diye sorunca, ekho da “burada”diye cevap verir. bunun üzerine narkissos da “gel” diye yanıtlar. zavallı ekho, umut ve sevgi içinde “gel” diyerek ortaya çıkar; fakat kendini beğenmiş narcissos her halde ekho’yu beğenmemiş olacak ki, pek yüz vermez ve çekip gider…
ekho kırgın, üzgün, umutsuz bir halde dağlardaki mağaralara sığınır ve şöyle der:
“dilerim oda sevsin benim gibi ve sevdiğine kavuşamasın.”
acılar ekho ‘yu yer bitirir, sonunda taşa dönüşür. sadece sesi kalır.
ekho ‘nun dileğinin gerçekleşmesi narcissos için uzak görünmektedir. nergis çiçeğinin mitolojik hikayesi çünkü kendini beğenmişin başka birini gerçekten sevmesi olanaksızdır. ama adalet er geç yerini bulacaktır.
bir gün narcissos dağlarda dolaşırken ağaç ve yeşillikler içinde, kaybolmuş bir pınara rastlar; eğilip su içmek istediğinde suda gördüğü hayali beğenip ona aşık olur.
narcissos bu sefer gerçekten sevmiştir, ellerini bu kusursuz! güzelliğe doğru uzatır ama dokunamaz. tıpkı ekho gibi, sevmiştir ama sevdiğini elde edemez. zaten kıvılcım elden uzak olduğunda ateşe dönüşmüyor mu?
sevdiğini elde edememenin ağırlığı altında sararıp solar ve ölür. daha sonra periler narcissos ’un cesedinin yerinde bir çiçek bulurlar: nergis. o günden bu yana nergis kendini beğenmişliğin sembolüdür.
orman tanrıçaları; narcissos ‘un kendi yansımasını gördüğü su pınarını gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulurlar.
tanrıçalar pınara neden ağladıklarını sorarlar.
-narcissos için ağlıyorum, diye yanıtlamış göl.
-ne var bunda şaşılacak, demiş bunun üzerine orman tanrıçaları. bizler ormanlarda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk, ama onun güzelliğini yalnızca sen görebildin yakından.
-narcissos yakışıklı bir genç miydi? diye sormuş göl.
-bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karşılık vermiş iyice şaşıran tanrıçalar. hergün senin kıyılarına gelip sularına bakıyordu. göl bir süre sessiz kalmış. sonra şöyle konuşmuş:
-narcissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç fark etmedim ben. narcissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.
kelimenin ismi de buradaki karakterden gelmektedir.
edit : başlık sahibi arkadaş bana kopyala yapıştırdı demiş özelden hahaha. 1 sene önce hikayesini anlattım buyruk link vereyim.
buradan
devamını gör...
yazarların en dindar özelliği
çalmıyorum.
yalan söylemiyorum.
hak yemiyor, adil olmaya özen gösteriyorum.
yalan söylemiyorum.
hak yemiyor, adil olmaya özen gösteriyorum.
devamını gör...
dondurmada en iyi ikili
kakao- vanilya. tamam karamele de bayılırım ama bu ikiliyi hiçbir şey yenemez.
devamını gör...
yağmura en çok yakışan şey
müzik eşliğinde düşünerek uzun uzun yürüyüş yapmak.
devamını gör...
cinsiyetçi başlık açanlar uçurulsun kampanyası
+1
çok çok fazla haklı bulduğum, katıldığım kampanyadır. yoksa burası da değerini kaybedecek.
çok çok fazla haklı bulduğum, katıldığım kampanyadır. yoksa burası da değerini kaybedecek.
devamını gör...
i. justinianus
flavius petrus sabbatius iustinianus, ya da iustinianus * magnus; 4.yüzyılda değil 6.yüzyılda yaşamış olan bizans imparatoru. pek çok açıdan ilginç bir şekilde diğer bir büyük kayser-i rum olan kanuni sultan süleyman'la pek çok benzerlik gösterir. örneğin süleyman gibi iustinianus da seferlerle, savaşlarla parayı bitirmiş ve geride neredeyse tamtakır bir hazine bırakmıştır. ikisinin de muhteşem sanat eserleri olan büyük ibadethaneleri istanbul'da bütün ihtişamalrıyla boy gösterir. birisi theodora'nın, diğeri hürrem sultan'ın pençelerinden kurtulamamışlardır.
iustinianus'un ilk sınavı 532 yılında yaşanan nika ayaklanması'ydı. hipodrom'daki mavi ve yeşil takımların taraftarları olan maviler ve yeşiller'in liderlerinden bazılarının idam edilmesi hiç görülmemiş bir olaya sebep oldu ve iki taraftar grubu güçlerini birleştirdi. nika* sloganları atarak konstantinopolis şehir merkezini yakıp yıkan isyancılar imparator ii. theodosius'un yaptırdığı anıtsal ayasofya kilsiesi'ni* de yerle bir ettiler. daha sonra hipodrom'a girerek yarışçılardan birine imparator olarak taç giydirdiler. isyan o kadar büyüdü ki iustinianus şehirden kaçmak için hazırlıklarını yaptı. ancak eşi theodora bunu reddederek imparator gitse bile tahtı bırakmayacağını ve sonuna kadar savaşacağını söyleyip kocasını kalmaya ikna etti. komutan belisarius çağrıldı ve lejyonuyla hipodroma giren komutan çıkışları kapatarak içerideki otuz bin isyancıyı kılıçtan geçirdi. isyan böylece bastırıldı ve yakılan ayasofya'nın yerine iustinianus sanat ve mimarlık tarihinin en önemli yapılarından biri olan bugünkü ayasofya'yı inşa ettirdi.*
doğu roma imparatorluğu'nun büyük bir ideali vardı, renovatio imperii. yani imparatorluğun barbarların eline geçmiş olan batı yakasını tekrar ele geçirerek imparatorluğun restorasyonunu sağlamak, doğu ve batı'yı tekrar birleştirmek. bu ideali gerçekleştirmeye en çok yaklaşan da iustinianus olmuştur. sasani imparatorluğu'ya yapılan savaşın sonunda sonsuz bir barış imzalayıp yüzünü batıya dönen imparator, ilk olarak vandalların kralı hilderic'i devirerek tahta geçen gelimer'e karşı kuzey afrika seferine çıktı. belisarius komutasındaki bizanslılar tunus, sardinya, korsika ve balear adalarını ele geçirerek 534 yılında vandal yönetimine tamamen son verdiler. bu sefer imparatorluğa yaklaşık elli ton altına mal oldu. prokopius'un dediğine inanacak olursak can kaybı ise beş milyondu.
535 yılında yine belisarius komutasındaki başka bir ordu ostrogotların egemenliğindeki italya'ya çıktı. sicilya'dan başlayarak kuzeye ilerleyen belisarius, 536 yılında neapolis* ve roma'yı ele geçirdi. 538 yılına dek ostrogotlar roma'yı kuşattılarsa da alamadılar. daha sonra iustinianus narses isimli başka bir komutanla takviye birlikler gönderdi ancak belisarius ve narses'in anlaşmazlığı yüzünden narses geri çağırıldı. 540 yılında bizanslılar ostrogotların başkenti ravenna'ya ulaştılar. ostrogotlar belisarius'a batı roma imparatoru ünvanını teklif ettiklerinde belisarius teklifi kabul etmi gibi görünerek başkente girdi ve italya'daki ostrogot yönetimi bitirilmiş oldu. hemen ardından belisarius, iustinianus tarafından konstantinopolis'e çağırıldı ve sefer sonlandı. 541'de ostrogotların tekrar italya'ya saldırması ve sicilya'ya kadar ilerlemesi sonucu ikinci sefere çıkıldı ancak pek çok savaş, kentlerin sürekli el değiştirmesi ve frank kabilelerinin istilasının engellenmesinden sonra 554 yılında italya tam olarak romalıların hakimiyetine girdi. bu seferlerin maliyeti ise yaklaşık yüz elli ton altın ve yine prokopius'a inanırsak yüz elli milyon got'un öldürülmesiydi. bu arada hispania'ya düzenlenen seferler sonucu iber yarımadasının güneyi de tekrar imparatorluğa dahil olmuştu.
daha hakkında anlatılacak çok şey var ancak benim klavyem bu adama yetmez. ölümünden kısa bir süre sonra ele geçirdiği yerlerin çoğu tekrar barbarların eline geçti, renovatio imperii bir hayal olarak kaldı. döneminde latincenin yerini attika yunancasının almaya başlamasıyla roma imparatorluğu, bizans imparatorluğu'na dönüşmeye başladı; iki yüz yıl süren tarihin ilk hıyarcıklı veba* salgını gerçekleşti; anthiokheia* kenti yağmalanıp yıkıldı, baştan sona tekrar inşa edildi ve depremde tekrar yıkıldı; codex iustinianus olarak da bilinen, o zamana kadarki en kapsamlı kanunname olan corpus iuris civilis hazırlandı. hazineyi dibine kadar bitirse de tarihe çok şey kattı bu zat. 565 yılında öldüğünde apostoleion'a* defnedildi, bugünkü fatih camii. o yüzden yattığı yerde dinlensin de diyemiyoruz. neyse. okuduğunuz için teşekkürler. 555 yılının sınırlarını gösteren harita ektedir, saygılar.
iustinianus'un ilk sınavı 532 yılında yaşanan nika ayaklanması'ydı. hipodrom'daki mavi ve yeşil takımların taraftarları olan maviler ve yeşiller'in liderlerinden bazılarının idam edilmesi hiç görülmemiş bir olaya sebep oldu ve iki taraftar grubu güçlerini birleştirdi. nika* sloganları atarak konstantinopolis şehir merkezini yakıp yıkan isyancılar imparator ii. theodosius'un yaptırdığı anıtsal ayasofya kilsiesi'ni* de yerle bir ettiler. daha sonra hipodrom'a girerek yarışçılardan birine imparator olarak taç giydirdiler. isyan o kadar büyüdü ki iustinianus şehirden kaçmak için hazırlıklarını yaptı. ancak eşi theodora bunu reddederek imparator gitse bile tahtı bırakmayacağını ve sonuna kadar savaşacağını söyleyip kocasını kalmaya ikna etti. komutan belisarius çağrıldı ve lejyonuyla hipodroma giren komutan çıkışları kapatarak içerideki otuz bin isyancıyı kılıçtan geçirdi. isyan böylece bastırıldı ve yakılan ayasofya'nın yerine iustinianus sanat ve mimarlık tarihinin en önemli yapılarından biri olan bugünkü ayasofya'yı inşa ettirdi.*
doğu roma imparatorluğu'nun büyük bir ideali vardı, renovatio imperii. yani imparatorluğun barbarların eline geçmiş olan batı yakasını tekrar ele geçirerek imparatorluğun restorasyonunu sağlamak, doğu ve batı'yı tekrar birleştirmek. bu ideali gerçekleştirmeye en çok yaklaşan da iustinianus olmuştur. sasani imparatorluğu'ya yapılan savaşın sonunda sonsuz bir barış imzalayıp yüzünü batıya dönen imparator, ilk olarak vandalların kralı hilderic'i devirerek tahta geçen gelimer'e karşı kuzey afrika seferine çıktı. belisarius komutasındaki bizanslılar tunus, sardinya, korsika ve balear adalarını ele geçirerek 534 yılında vandal yönetimine tamamen son verdiler. bu sefer imparatorluğa yaklaşık elli ton altına mal oldu. prokopius'un dediğine inanacak olursak can kaybı ise beş milyondu.
535 yılında yine belisarius komutasındaki başka bir ordu ostrogotların egemenliğindeki italya'ya çıktı. sicilya'dan başlayarak kuzeye ilerleyen belisarius, 536 yılında neapolis* ve roma'yı ele geçirdi. 538 yılına dek ostrogotlar roma'yı kuşattılarsa da alamadılar. daha sonra iustinianus narses isimli başka bir komutanla takviye birlikler gönderdi ancak belisarius ve narses'in anlaşmazlığı yüzünden narses geri çağırıldı. 540 yılında bizanslılar ostrogotların başkenti ravenna'ya ulaştılar. ostrogotlar belisarius'a batı roma imparatoru ünvanını teklif ettiklerinde belisarius teklifi kabul etmi gibi görünerek başkente girdi ve italya'daki ostrogot yönetimi bitirilmiş oldu. hemen ardından belisarius, iustinianus tarafından konstantinopolis'e çağırıldı ve sefer sonlandı. 541'de ostrogotların tekrar italya'ya saldırması ve sicilya'ya kadar ilerlemesi sonucu ikinci sefere çıkıldı ancak pek çok savaş, kentlerin sürekli el değiştirmesi ve frank kabilelerinin istilasının engellenmesinden sonra 554 yılında italya tam olarak romalıların hakimiyetine girdi. bu seferlerin maliyeti ise yaklaşık yüz elli ton altın ve yine prokopius'a inanırsak yüz elli milyon got'un öldürülmesiydi. bu arada hispania'ya düzenlenen seferler sonucu iber yarımadasının güneyi de tekrar imparatorluğa dahil olmuştu.
daha hakkında anlatılacak çok şey var ancak benim klavyem bu adama yetmez. ölümünden kısa bir süre sonra ele geçirdiği yerlerin çoğu tekrar barbarların eline geçti, renovatio imperii bir hayal olarak kaldı. döneminde latincenin yerini attika yunancasının almaya başlamasıyla roma imparatorluğu, bizans imparatorluğu'na dönüşmeye başladı; iki yüz yıl süren tarihin ilk hıyarcıklı veba* salgını gerçekleşti; anthiokheia* kenti yağmalanıp yıkıldı, baştan sona tekrar inşa edildi ve depremde tekrar yıkıldı; codex iustinianus olarak da bilinen, o zamana kadarki en kapsamlı kanunname olan corpus iuris civilis hazırlandı. hazineyi dibine kadar bitirse de tarihe çok şey kattı bu zat. 565 yılında öldüğünde apostoleion'a* defnedildi, bugünkü fatih camii. o yüzden yattığı yerde dinlensin de diyemiyoruz. neyse. okuduğunuz için teşekkürler. 555 yılının sınırlarını gösteren harita ektedir, saygılar.

devamını gör...
toplu taşıma araçlarında gıcık olunan tipler
aslında görgü kurallarına uymayıp bacaklarını açarak oturan, yüksek sesle konuşan ve özel hayatın gizliliğinden bihaber olup telefonunuza gözlerini diken tipler diyecektim ancak hepsi dendiği için bir tip daha eklemek isterim;
özellikle ön sıralara oturduysanız size muavin gibi davranan tiplerdir.
"şuradan bir kişi uzatır mısın?"
"buradan da iki kişi bir öğrenci"
"şoför beye söyler misin köşede inicem"
"benim para üstü gelmedi neden acaba" (yedim çünkü)
özellikle ön sıralara oturduysanız size muavin gibi davranan tiplerdir.
"şuradan bir kişi uzatır mısın?"
"buradan da iki kişi bir öğrenci"
"şoför beye söyler misin köşede inicem"
"benim para üstü gelmedi neden acaba" (yedim çünkü)
devamını gör...