41.
müzik;ruhun gıdasıdır.
sinirliyken içindeki acılara hitap eden
mutluyken keyiflendiren
bulaşık yıkarken yine keyiflendiren
her türlü ruhuna hitap eden bir alemdir.
sinirliyken içindeki acılara hitap eden
mutluyken keyiflendiren
bulaşık yıkarken yine keyiflendiren
her türlü ruhuna hitap eden bir alemdir.
devamını gör...
42.
kaçarken sığındığım ilk şey. müzik olmasa gerçekten nasıl bir hayat olurdu merak ediyorum bazen. iyi ki var.
devamını gör...
43.
hayati yaşanabilir kılan ender öğelerden biri
devamını gör...
44.
dünyanın yükünü, duygusunu, düşüncesini, ruhunu, 3-4 dakikaya sığdıran aryalar bütünü.
devamını gör...
45.
anlı şanlı jaws. bütün karizması ne biliyor musunuz? müziği... meşhur jaws filminden müziği çıkart, dandirikten bi’ köpekbalığı kalıyor geriye. karizma sıfır. filmlerin olmazsa olmazı; müzikler. sadece filmler için geçerli değil. her alanda gerekiyor. atatürk, müziksiz devrim olmaz diyor.
hakikaten; kulaklığı takıp, 15 – 20 dakika mehter marşı dinleyin. sonra aniden sakarya marşı’na geçin. hani kış günü hamamdan çıkınca suratınıza bir serinlik çarpar ya... o tarz bir değişim oluyor mehter sonrası sakarya marşı’nda... her neyse biz filmlere dönelim.
en sevdiğiniz film hangisi? atalım kafadan godfather. çıkarın meşhur müziğini? ne kaldı geriye?
“a man who doesn’t spend time with his family; can never be a real man!”
güzel metin; afferim.
meşhur çağrı filmi vardır; anthony quinn’in hz. hamza rolünü canlandırdığı. o rolle o kadar bütünleşmiştir ki, türk halkı anthony quinn’in hakkaten hz. hamza olduğuna inanmıştır uzun bir süre. hatta zorba isimli filmde anthony quinn’i gören türk halkı şöyle demiştir:
“ana?! ne işi var lan hz. hamza’nın bu filmde?!”
çağrı isimli filmde savaş müziği sahnesi vardır. bedir savaşı kazanılmak üzere, müslümanlar mekkeliler’i tepeliyorlar, fona müzik girer. çıkar müziği, kuru gürültü. kılıç ve kalabalık insan sesleri.
gerçek hayatta da öyle... malazgirt savaşı’nda duyulan sesler; kılıç, nara ve feryat seslerinden ibaretti. masalsı bir müzik yoktu ortada. osmanlı’nın mehter’i biraz kafa yormuş üzerinde, ama o da hep aynı; hücum marşı. her filme aynı müziği koymak gibi. yeniçeri epey sıkılmış olsa gerek.
gladyatör isimli film var mesela. baba oğul arasında geçen sahne. hani öz evladı tarafından öldürülen imparator var ya...
“commodus; your faults as a son, is my faillure as a father.”
çıkar o sahneden müziği, so what der adam babasına. zaten gerçek hayatta fonda müzik falan çalmadığı için, commodus da so what diyerekten gırtlaklamış babasını; gavat!
enteresan yapısı var müziğin. kitleleri motive ediyor. hayal satıyor belki; bilemiyorum. din kitaplarını düşünün. allah kelamı sözler, hep belli bir ezgiyle söyleniyor. herhalde allah, o sözleri ezgiyle bildirmedi peygamberlere. ve lakin tanrının, ya da tek tanrılı dinlerden önce tanrıların, müzik sevdiğine dair yaygın bir inanış var insan türü arasında. şamanizm’de de ritim eşliğinde ayin yapılıyor misal. dinden bahsetmişken, misal, kandil günlerinde camide kur’an okunurken, hocanın belli bir ezgiyle islam hukuku’nda miras sisteminden bahsettiği bir sırada, ağlamaklı bir ifadeyle “allaaaaah!” çeken arkadaşın gözünden süzülen yaşın sebebi de ezgi. arapça bilmemesi ikincil bir etken. çünkü aynı hoca, söz konusu bilgileri ezgi olmaksızın okusa, onu dinleyen kişi ağlamak yerine amin diyerek geçiştiriyor durumu.
bilim dünyası son yıllarda bebeklerin gelişimiyle ilgili de enteresan şeyler söylüyor. anne karnında müzik dinleyen bebeğin gelişimi daha sağlıklı oluyormuş. doğduktan sonra bebek, odasında çalacak olan müzik eşliğinde uyursa, beyni daha iyi gelişiyormuş vs...
sevgilisinden ayrılanlar teselliyi müzikte buluyorlar, yeni ilişkiye başlayanlar müzikle coşuyorlar... sevgilisinden özür dileyen bazıları, müzik ya da şarkı ile özür diliyor. serenatlar apayrı dünya...
ülkemiz insanı, bir arkadaşını telefonda işletirken sadece müzik dinletebiliyor; çok zekice olduğunu düşünerek.
belki de dinden sonra en büyük motivasyon aracı müzik; toplumsal motivasyon için.
“music; makes the people, come together”
diyor madonna hazretleri... türkiye’den örnek vermek gerekirse, milli marşlar gösterilebilir. mesela futbolda milli marşlar, sadece milli maçlardan önce söylenir. ve lakin pkk terörü nedeniyle, bir milli motivasyon unsuru olarak her maçtan önce istiklal marşı söylenir olmuştur ülkemizde. mazisi çok değil; 20 – 30 sene...
emekli tümgeneral osman pamukoğlu’nun unutulanlar dışında yeni bir şey yok isimli, pkk ile ilgili anılarını anlattığı kitabında da müzik unsuruna rastlıyoruz. paşa, dev amfiler getirtmiş hakkari’nin dağına vs... elalem ne yapacak diye beklerken, büyük bir çatışma anında, dev kolonlardan 10. yıl marşını çaldırmış. arazi yapısı nedeniyle, yankılana yankılana ses çıkarmış dev kolonlar. paşa, pkk’nın bu sebeple epey motivasyon kaybına uğradığını anlatıyor kitabında; telsiz istihbaratından hareketle.
sadece müzik de yetmiyor. iyi müzik yapmak lazım. mesela heavy metal türü müzik kaliteli değilse, saçını uzatmış kurabiye canavarlarına saçlarını sallatamıyorsunuz. türk sanat müziği kaliteli değilse, göbekli kellere rakı içirtip şarkıya eşlik ettiremiyorsunuz. kemençe dandikse, horon teptiremiyorsunuz. söyleyen kargaysa, zeybek’e eşlik eden çıkmıyor. filmde de geçerli. öyle ya, jaws diye girdik tanıma; köpekbalığının yüzgeci göründüğü an fonda “ran ran! ran ran!” diye müzik çalmasa; yerine “sabahtan gördüm seni, çok beyaz geldin bana. boyaya mı büründün, oy oy emine?” diye müzik girse, jaws isimli film, ne kadarlık bir gişe hasılatı elde ederdi dersiniz?
müziğin emperyal bir tarafı da var. kültür yayıyor müzik dediğiniz. hem de işin ustasıysanız, çaktırmadan yapıyor sunu. misal we are the world isimli meşhur parça.
beste çok güzel di’ mi? hele ki sözleri... ne diyor özet olarak? mahsun kırmızıgül söylese yüzüne bakmayacağınız sözler; hepimiz kardeşiz, bu öfke ne diye. inanalım, başarırız gardaşlar; keza tanrı taşı ekmeğe dönüştürerek bize göstermedi mi bazı şeyleri alla’ sen?! inanırsan her şey olur, inanmazsan nah olur. dünyanın öte ucundaki insanları mutlu et; bak allah ad verdim.
eee? dünyanın geri kalanı niye aç? rahmetli michael jackson ve ray charles... rahmetsiz tina turner, steve wonder; şarkıyı söylerken insanları duygulandırdılar da, esasında adama demezler mi dünyanın geri kalanını senin ülken sömürdü de ondan açlar diye? müzik başarılı olunca, işin beri tarafını sorgulamıyorsunuz işte. abd “we are the world” kampanyasıyla 1 koyduysa, 1500 aldı ülke tanıtımı ve kültür emperyalizmi açısından. dünya da alkışladı.
düşünün; cadde ortasında, pamuk isminde beyaz bir kediyi boğazlıyorsunuz. sonra başına geçip “kar beyazdır ölüm” diye şarkı çığırıyorsunuz ve caddeden geçenler sizi alkışlıyor. peh...
aç parantez, bestekarlık kadar zor bir meslek yok. tabi yeteneği olmayana göre... hep onu derim; allah göstermesin, shawshank hapishanesine düşsem ve tahliye şartı olarak benden beste isteseler, 40 yıl aslanlar gibi yatarım. o kadar da saygın tarafı var bestekarlığın. karizmatik tarafı da yok değil. büyük bestekar hacı arif bey, o karizma sayesinde padişahın hareminden hatun ayartmış. dönemden bahseden yazılar, gayet masumane şöyle der:
“padişah, hacı arif bey ile cariyeyi derhal evlendirmiş ve kendisine maaş bağlayarak saraydan çıkartmış...”
onun açıklaması şu: padişah, namusuna göz koyan hacı arif bey’i, ana avrat küfrederek saraydan kovmuş, ve lakin cariyesi aç açıkta kalmasın diye hacı arif bey’e maaş bağlamıştır.
yani “aaa sen benim hanımıma göz mü koydun; ah seni kerata; al peki senin olsun” durumu yok. padişahın karısını araklıyorsun; olay bu kadar hardcore. tabi söz konusu padişah, osmanlı’nın gerileme dönemine denk gelen bir padişah. aynısı fatih’in ya da yavuz’un ya da kanuni’nin cariyelerinden birini yaptığını düşünsene. idam kurtuluş olur. nasıl bir kreativiteyle işkence edilirdi tahmin bile edemiyorum. hacı arif bey, olurdu size hacı ayfer bey...
işin felsefi boyutunu da irdelemiş insanoğlu. bir yandan tekerleği icat ederken, diğer yandan hayatın ritmi var demiş. ritim bozulunca hayat bitiyor. güneş dan diye doğuyor, dun diye batıyor. dan dun dan dun... tık diye bahar geliyor, trak diye yaz; sonra yine tık diye sonbahar ve trak diye kış. tık trak tık trak... düm diye hayat başlıyor, tek diye hayat bitiyor kalbin teklemesinden. düm tek düm tek düm teke tek tek...
tabi dünyevi dertler bitmeyince, insan felsefi konuların derinlerine inecek motivasyona sahip olamıyor. mesela takılmış plak benzetmesi var insanların müzikle ilgili. daha doğrusu tekrar eden bir sözle ilgili olarak bu benzetme yapılır.
ne alaka derseniz... türkiye’nin son yıllardaki ritmi, takılmış plağa benziyor:
“fetö – suriyeliler – ekonomi”
bazen kanal değiştiresi geliyor insanın ama...
bütün kanallar aynı be.
hakikaten; kulaklığı takıp, 15 – 20 dakika mehter marşı dinleyin. sonra aniden sakarya marşı’na geçin. hani kış günü hamamdan çıkınca suratınıza bir serinlik çarpar ya... o tarz bir değişim oluyor mehter sonrası sakarya marşı’nda... her neyse biz filmlere dönelim.
en sevdiğiniz film hangisi? atalım kafadan godfather. çıkarın meşhur müziğini? ne kaldı geriye?
“a man who doesn’t spend time with his family; can never be a real man!”
güzel metin; afferim.
meşhur çağrı filmi vardır; anthony quinn’in hz. hamza rolünü canlandırdığı. o rolle o kadar bütünleşmiştir ki, türk halkı anthony quinn’in hakkaten hz. hamza olduğuna inanmıştır uzun bir süre. hatta zorba isimli filmde anthony quinn’i gören türk halkı şöyle demiştir:
“ana?! ne işi var lan hz. hamza’nın bu filmde?!”
çağrı isimli filmde savaş müziği sahnesi vardır. bedir savaşı kazanılmak üzere, müslümanlar mekkeliler’i tepeliyorlar, fona müzik girer. çıkar müziği, kuru gürültü. kılıç ve kalabalık insan sesleri.
gerçek hayatta da öyle... malazgirt savaşı’nda duyulan sesler; kılıç, nara ve feryat seslerinden ibaretti. masalsı bir müzik yoktu ortada. osmanlı’nın mehter’i biraz kafa yormuş üzerinde, ama o da hep aynı; hücum marşı. her filme aynı müziği koymak gibi. yeniçeri epey sıkılmış olsa gerek.
gladyatör isimli film var mesela. baba oğul arasında geçen sahne. hani öz evladı tarafından öldürülen imparator var ya...
“commodus; your faults as a son, is my faillure as a father.”
çıkar o sahneden müziği, so what der adam babasına. zaten gerçek hayatta fonda müzik falan çalmadığı için, commodus da so what diyerekten gırtlaklamış babasını; gavat!
enteresan yapısı var müziğin. kitleleri motive ediyor. hayal satıyor belki; bilemiyorum. din kitaplarını düşünün. allah kelamı sözler, hep belli bir ezgiyle söyleniyor. herhalde allah, o sözleri ezgiyle bildirmedi peygamberlere. ve lakin tanrının, ya da tek tanrılı dinlerden önce tanrıların, müzik sevdiğine dair yaygın bir inanış var insan türü arasında. şamanizm’de de ritim eşliğinde ayin yapılıyor misal. dinden bahsetmişken, misal, kandil günlerinde camide kur’an okunurken, hocanın belli bir ezgiyle islam hukuku’nda miras sisteminden bahsettiği bir sırada, ağlamaklı bir ifadeyle “allaaaaah!” çeken arkadaşın gözünden süzülen yaşın sebebi de ezgi. arapça bilmemesi ikincil bir etken. çünkü aynı hoca, söz konusu bilgileri ezgi olmaksızın okusa, onu dinleyen kişi ağlamak yerine amin diyerek geçiştiriyor durumu.
bilim dünyası son yıllarda bebeklerin gelişimiyle ilgili de enteresan şeyler söylüyor. anne karnında müzik dinleyen bebeğin gelişimi daha sağlıklı oluyormuş. doğduktan sonra bebek, odasında çalacak olan müzik eşliğinde uyursa, beyni daha iyi gelişiyormuş vs...
sevgilisinden ayrılanlar teselliyi müzikte buluyorlar, yeni ilişkiye başlayanlar müzikle coşuyorlar... sevgilisinden özür dileyen bazıları, müzik ya da şarkı ile özür diliyor. serenatlar apayrı dünya...
ülkemiz insanı, bir arkadaşını telefonda işletirken sadece müzik dinletebiliyor; çok zekice olduğunu düşünerek.
belki de dinden sonra en büyük motivasyon aracı müzik; toplumsal motivasyon için.
“music; makes the people, come together”
diyor madonna hazretleri... türkiye’den örnek vermek gerekirse, milli marşlar gösterilebilir. mesela futbolda milli marşlar, sadece milli maçlardan önce söylenir. ve lakin pkk terörü nedeniyle, bir milli motivasyon unsuru olarak her maçtan önce istiklal marşı söylenir olmuştur ülkemizde. mazisi çok değil; 20 – 30 sene...
emekli tümgeneral osman pamukoğlu’nun unutulanlar dışında yeni bir şey yok isimli, pkk ile ilgili anılarını anlattığı kitabında da müzik unsuruna rastlıyoruz. paşa, dev amfiler getirtmiş hakkari’nin dağına vs... elalem ne yapacak diye beklerken, büyük bir çatışma anında, dev kolonlardan 10. yıl marşını çaldırmış. arazi yapısı nedeniyle, yankılana yankılana ses çıkarmış dev kolonlar. paşa, pkk’nın bu sebeple epey motivasyon kaybına uğradığını anlatıyor kitabında; telsiz istihbaratından hareketle.
sadece müzik de yetmiyor. iyi müzik yapmak lazım. mesela heavy metal türü müzik kaliteli değilse, saçını uzatmış kurabiye canavarlarına saçlarını sallatamıyorsunuz. türk sanat müziği kaliteli değilse, göbekli kellere rakı içirtip şarkıya eşlik ettiremiyorsunuz. kemençe dandikse, horon teptiremiyorsunuz. söyleyen kargaysa, zeybek’e eşlik eden çıkmıyor. filmde de geçerli. öyle ya, jaws diye girdik tanıma; köpekbalığının yüzgeci göründüğü an fonda “ran ran! ran ran!” diye müzik çalmasa; yerine “sabahtan gördüm seni, çok beyaz geldin bana. boyaya mı büründün, oy oy emine?” diye müzik girse, jaws isimli film, ne kadarlık bir gişe hasılatı elde ederdi dersiniz?
müziğin emperyal bir tarafı da var. kültür yayıyor müzik dediğiniz. hem de işin ustasıysanız, çaktırmadan yapıyor sunu. misal we are the world isimli meşhur parça.
beste çok güzel di’ mi? hele ki sözleri... ne diyor özet olarak? mahsun kırmızıgül söylese yüzüne bakmayacağınız sözler; hepimiz kardeşiz, bu öfke ne diye. inanalım, başarırız gardaşlar; keza tanrı taşı ekmeğe dönüştürerek bize göstermedi mi bazı şeyleri alla’ sen?! inanırsan her şey olur, inanmazsan nah olur. dünyanın öte ucundaki insanları mutlu et; bak allah ad verdim.
eee? dünyanın geri kalanı niye aç? rahmetli michael jackson ve ray charles... rahmetsiz tina turner, steve wonder; şarkıyı söylerken insanları duygulandırdılar da, esasında adama demezler mi dünyanın geri kalanını senin ülken sömürdü de ondan açlar diye? müzik başarılı olunca, işin beri tarafını sorgulamıyorsunuz işte. abd “we are the world” kampanyasıyla 1 koyduysa, 1500 aldı ülke tanıtımı ve kültür emperyalizmi açısından. dünya da alkışladı.
düşünün; cadde ortasında, pamuk isminde beyaz bir kediyi boğazlıyorsunuz. sonra başına geçip “kar beyazdır ölüm” diye şarkı çığırıyorsunuz ve caddeden geçenler sizi alkışlıyor. peh...
aç parantez, bestekarlık kadar zor bir meslek yok. tabi yeteneği olmayana göre... hep onu derim; allah göstermesin, shawshank hapishanesine düşsem ve tahliye şartı olarak benden beste isteseler, 40 yıl aslanlar gibi yatarım. o kadar da saygın tarafı var bestekarlığın. karizmatik tarafı da yok değil. büyük bestekar hacı arif bey, o karizma sayesinde padişahın hareminden hatun ayartmış. dönemden bahseden yazılar, gayet masumane şöyle der:
“padişah, hacı arif bey ile cariyeyi derhal evlendirmiş ve kendisine maaş bağlayarak saraydan çıkartmış...”
onun açıklaması şu: padişah, namusuna göz koyan hacı arif bey’i, ana avrat küfrederek saraydan kovmuş, ve lakin cariyesi aç açıkta kalmasın diye hacı arif bey’e maaş bağlamıştır.
yani “aaa sen benim hanımıma göz mü koydun; ah seni kerata; al peki senin olsun” durumu yok. padişahın karısını araklıyorsun; olay bu kadar hardcore. tabi söz konusu padişah, osmanlı’nın gerileme dönemine denk gelen bir padişah. aynısı fatih’in ya da yavuz’un ya da kanuni’nin cariyelerinden birini yaptığını düşünsene. idam kurtuluş olur. nasıl bir kreativiteyle işkence edilirdi tahmin bile edemiyorum. hacı arif bey, olurdu size hacı ayfer bey...
işin felsefi boyutunu da irdelemiş insanoğlu. bir yandan tekerleği icat ederken, diğer yandan hayatın ritmi var demiş. ritim bozulunca hayat bitiyor. güneş dan diye doğuyor, dun diye batıyor. dan dun dan dun... tık diye bahar geliyor, trak diye yaz; sonra yine tık diye sonbahar ve trak diye kış. tık trak tık trak... düm diye hayat başlıyor, tek diye hayat bitiyor kalbin teklemesinden. düm tek düm tek düm teke tek tek...
tabi dünyevi dertler bitmeyince, insan felsefi konuların derinlerine inecek motivasyona sahip olamıyor. mesela takılmış plak benzetmesi var insanların müzikle ilgili. daha doğrusu tekrar eden bir sözle ilgili olarak bu benzetme yapılır.
ne alaka derseniz... türkiye’nin son yıllardaki ritmi, takılmış plağa benziyor:
“fetö – suriyeliler – ekonomi”
bazen kanal değiştiresi geliyor insanın ama...
bütün kanallar aynı be.
devamını gör...
46.
çok güçlü bir etkiye sahip, yeterince etkili kullanılırsa ideoloji değişikliğine bile götürür insanı.
devamını gör...
47.
iç sesin sanatla birleşimi
devamını gör...
48.
ilham perisi mousa'dan türetilen sözcük.
devamını gör...
49.
insanın boş bilgilerle dolmuş kafasını boşalta bileceği kimi zaman hüznünü kimi zaman neşesini kimi zaman derletlerleri paylaştığı aktivitedir müzik.müzik siz hayat olurmu derseniz sizi bilmem ama benim için asla müziksiz bir hayat olmaz müzik benim her anımda var ve umarım var olmaya devam eder umarım içimdeki müzik sevgisi hiçbir zaman sönmez
devamını gör...
50.
hayatımın anlamı.
yanında oturduğum pencereden gecenin laciverdini izlerken açtığım şarkılar, eğer o gece şansım yaver giderse tüm duyguların birleşip odama vuran dolunay ışığı gibi zihnimi aydınlatmasına sebep oluyor. öyle bir his ki, yeni kalbini kaptırdığın şarkıyı tekrar tekrar başa sarmak, doyamamak, her saniyesine aşık olup her notayı damarlarında akan sıcak kanda hissedebilmek. kederi, nefreti, umudu, özlemi, tutkuyu birkaç dakikaya sığdırıp ruhunu göklere yükseltmek, kalbinin atışlarına yansıtmak. hele hızını alamayıp kalemini dile getirmek, o ender rastlanan duygu cümbüşünü kağıdına dizeler olarak akıtmak, akıttıkça kendi içinde bir daha güneş gibi zihninin sokaklarına vuran o parlak ışıkları, hayattaki en büyük hazzını gönlünün derinliklerinde daha güçlü duyumsayabilmek, bir yandan da bu nadide duyguyu uzun bir süre daha tadamayacağının bilincinde olarak o mükemmel ana kendini daha sert bir şekilde kaptırmak... bağımlı olmak, bu döngünün bitmesini, içinde kıpraşan o tüm arzuların dinmesini istememek, sürüklendiğin nehrin akışında kendini bulmak... müziğin tetiğini çektiği o hayallerden çıkan kurşun olmak, havada süzülüp durdurulamamak. bana göre budur müzik, yüksek doz yaşam almak, hayatının her anını tek ana sığdırmak...
yanında oturduğum pencereden gecenin laciverdini izlerken açtığım şarkılar, eğer o gece şansım yaver giderse tüm duyguların birleşip odama vuran dolunay ışığı gibi zihnimi aydınlatmasına sebep oluyor. öyle bir his ki, yeni kalbini kaptırdığın şarkıyı tekrar tekrar başa sarmak, doyamamak, her saniyesine aşık olup her notayı damarlarında akan sıcak kanda hissedebilmek. kederi, nefreti, umudu, özlemi, tutkuyu birkaç dakikaya sığdırıp ruhunu göklere yükseltmek, kalbinin atışlarına yansıtmak. hele hızını alamayıp kalemini dile getirmek, o ender rastlanan duygu cümbüşünü kağıdına dizeler olarak akıtmak, akıttıkça kendi içinde bir daha güneş gibi zihninin sokaklarına vuran o parlak ışıkları, hayattaki en büyük hazzını gönlünün derinliklerinde daha güçlü duyumsayabilmek, bir yandan da bu nadide duyguyu uzun bir süre daha tadamayacağının bilincinde olarak o mükemmel ana kendini daha sert bir şekilde kaptırmak... bağımlı olmak, bu döngünün bitmesini, içinde kıpraşan o tüm arzuların dinmesini istememek, sürüklendiğin nehrin akışında kendini bulmak... müziğin tetiğini çektiği o hayallerden çıkan kurşun olmak, havada süzülüp durdurulamamak. bana göre budur müzik, yüksek doz yaşam almak, hayatının her anını tek ana sığdırmak...
devamını gör...
51.
kafamın içindeki sesleri,yüreğimde ki çığlıkları susturabilmek için açıyorum müziğin son sesini.bitkin düştüm artık ,bir gün o da çare olamayacak,ölümün kollarına bırakacak beni ,müziğin son sesi.
devamını gör...
52.
dünyadaki en güçlü silahlardan biridir.
devamını gör...
53.
birçok şeye tahammül süremi arttıran anlatma sanatı
devamını gör...
54.
ıyi ki vardır.
devamını gör...
55.
hayatı daha okey kıldığına eminim.
bizim bu simülasyonda
sokaklarda birbirine dümdüz söven insanlar, ivmeli gelen dayı balgamları, trafik, korna sesleri, bozuk kolonlardan gelen süpermarket açılış müzikleri arasında tak diye takıyorsun kulaklığını, kısmen de olsa seni başka bi' yerlere götürebiliyor.
misal dinliyorsun izlandalı bi' ablamızı
o an baya underground yerlerde hayal ediyorsun kendini, kırmızı ışıklar seri seri dolaşıyor
dıptıs dıptıs, güzel yani.
bizim bu simülasyonda
sokaklarda birbirine dümdüz söven insanlar, ivmeli gelen dayı balgamları, trafik, korna sesleri, bozuk kolonlardan gelen süpermarket açılış müzikleri arasında tak diye takıyorsun kulaklığını, kısmen de olsa seni başka bi' yerlere götürebiliyor.
misal dinliyorsun izlandalı bi' ablamızı
o an baya underground yerlerde hayal ediyorsun kendini, kırmızı ışıklar seri seri dolaşıyor
dıptıs dıptıs, güzel yani.
devamını gör...
56.
insanoğlunun geliştirdiği en süptil lisan
"kelimeler iletişimin çok az bir kısmını oluştururlar" der krishnamurti
sözlü müzikte kelimelerin taşımakta yetersiz kaldığı çok ince nüansları kelimelerin ifadelerini kat be kat güçlendirerek iletir.
müziğin anlattığı şeyi anlarız fakat ifade edemeyiz, en fazla hüzün, mutluluk, korku, delilik vs gibi kelimelere başvururuz ve bunlarda müziğin içimizde uyandırdığı duygular için oldukça kaba kalır.
tıpkı "seni seviyorum" cümlesinin tüm büyüyü bozması, gönlümüzdeki o dağları, ovaları, okyanusları anlatmaktan aciz kalması gibidir. gerçekte lisan birine bir şey anlatmak için çok kaba ve yetersizdir, aksi gerçek olsaydı herkes söyleme gelmiş bir cümleyi herkesin anladığı şekliyle anlardı.
müzik bir insanın bozulmuş, manipülasyona uğramış zihnini aşar, sözleri olduğu gibi değil, kendine göre yorumlayarak anlayan zihin müziği çarpıtamaz, olduğu şekliyle alır, müzik o bozuk algının duvarlarından su misali içeri sızar.
müzik; evrenin matematik insicamının ruh, beden ve bilinçteki yansımasını zaman ve mekanla bütünleşik bir halde dile getiren bir özgürlük alanıdır.
"kelimeler iletişimin çok az bir kısmını oluştururlar" der krishnamurti
sözlü müzikte kelimelerin taşımakta yetersiz kaldığı çok ince nüansları kelimelerin ifadelerini kat be kat güçlendirerek iletir.
müziğin anlattığı şeyi anlarız fakat ifade edemeyiz, en fazla hüzün, mutluluk, korku, delilik vs gibi kelimelere başvururuz ve bunlarda müziğin içimizde uyandırdığı duygular için oldukça kaba kalır.
tıpkı "seni seviyorum" cümlesinin tüm büyüyü bozması, gönlümüzdeki o dağları, ovaları, okyanusları anlatmaktan aciz kalması gibidir. gerçekte lisan birine bir şey anlatmak için çok kaba ve yetersizdir, aksi gerçek olsaydı herkes söyleme gelmiş bir cümleyi herkesin anladığı şekliyle anlardı.
müzik bir insanın bozulmuş, manipülasyona uğramış zihnini aşar, sözleri olduğu gibi değil, kendine göre yorumlayarak anlayan zihin müziği çarpıtamaz, olduğu şekliyle alır, müzik o bozuk algının duvarlarından su misali içeri sızar.
müzik; evrenin matematik insicamının ruh, beden ve bilinçteki yansımasını zaman ve mekanla bütünleşik bir halde dile getiren bir özgürlük alanıdır.
devamını gör...
57.
dedikleri gibi, müzik ruhun gıdasıdır.
her ruh halimize göre müzik türleri ve sözleri vardır.
ve hatta girmek istediğimiz ruh haline göre dinleyebileceğimiz müzikler vardır.
aslında söylenen sözlerin pek etkisi yoktur. çalan müzik, kullanılan enstrüman ve şarkıcının ses tonu bizi daha çok etkilemektedir.
her ruh halimize göre müzik türleri ve sözleri vardır.
ve hatta girmek istediğimiz ruh haline göre dinleyebileceğimiz müzikler vardır.
aslında söylenen sözlerin pek etkisi yoktur. çalan müzik, kullanılan enstrüman ve şarkıcının ses tonu bizi daha çok etkilemektedir.
devamını gör...
58.
düşüncelere ritim katma gücüne aşık olduğum makyajlı ses dalgası.
sessizlikte aklına gelmeyecek şeyler belli bir melodi eşliğinde kafana üşüşebiliyor, beynin kendi kendine bir slayt gösterisi hazırlıyor, hızını falan da ayarlıyor. bir şeyler hissediyorsun, sanki o an onu hissetmen gerekiyormuş gibi. müziği aniden durdur, o duygu kalmıyor mesela.
aynı müziğin zamanı aşan bir etkisi de oluyor. hayatının bambaşka evrelerinde dinliyorsun, hatırında kalan anılar farklı, hislerin farklı. sabit olan tek şey müzik. açıyorsun. beş yıl, on yıl... fark etmiyor. ne kadar zaman geçerse geçsin o şarkıyı ilk dinlediğin zamanlardaki "kendin" geliyor yanına, oturuyor. birbirinize bakıyorsunuz. bir şey demeden şarkıyı dinlemeye devam ediyorsunuz.
kimi geçmişteki yansımasını yadırgıyor. "bunu dinlerken uğruna ağladığın şey de dert miymiş be!" diyor. sanki gözyaşlarının bir fiyatı varmış da yıllar içinde enflasyona mağlup olmuş gibi.
ben diyemiyorum bunu. evet, on yıl önce dinlerken beni üzen şey de benim derdimdi, şu anki de benim derdim. doya doya üzülüyorum böyle. bütün yaşlarımda, hayatımın bütün gecelerinde senkronize hissediyorum o kederi.
iyi geliyor.
binaenaleyh, güzel şey.
sessizlikte aklına gelmeyecek şeyler belli bir melodi eşliğinde kafana üşüşebiliyor, beynin kendi kendine bir slayt gösterisi hazırlıyor, hızını falan da ayarlıyor. bir şeyler hissediyorsun, sanki o an onu hissetmen gerekiyormuş gibi. müziği aniden durdur, o duygu kalmıyor mesela.
aynı müziğin zamanı aşan bir etkisi de oluyor. hayatının bambaşka evrelerinde dinliyorsun, hatırında kalan anılar farklı, hislerin farklı. sabit olan tek şey müzik. açıyorsun. beş yıl, on yıl... fark etmiyor. ne kadar zaman geçerse geçsin o şarkıyı ilk dinlediğin zamanlardaki "kendin" geliyor yanına, oturuyor. birbirinize bakıyorsunuz. bir şey demeden şarkıyı dinlemeye devam ediyorsunuz.
kimi geçmişteki yansımasını yadırgıyor. "bunu dinlerken uğruna ağladığın şey de dert miymiş be!" diyor. sanki gözyaşlarının bir fiyatı varmış da yıllar içinde enflasyona mağlup olmuş gibi.
ben diyemiyorum bunu. evet, on yıl önce dinlerken beni üzen şey de benim derdimdi, şu anki de benim derdim. doya doya üzülüyorum böyle. bütün yaşlarımda, hayatımın bütün gecelerinde senkronize hissediyorum o kederi.
iyi geliyor.
binaenaleyh, güzel şey.
devamını gör...
59.
ruhumun karbonhidratıdır
devamını gör...
60.
ruhumuzun afrodizyaği ya da siyanürü olabilecek şey.
devamını gör...
"müzik" ile benzer başlıklar
metal müzik
71
klasik müzik
37