helikopterden helikoptere atlarken yılan kızartıp kurbağa yiyordum.
devamını gör...
şimdi hangi birini anlatayım bilemedim ki. kısa ve çok yankı uyandıran bir anım var, onu anlatayım.

askerliğimi gazino çavuşu olarak * yaptım. bir gün tatbikat yapılacak dediler. tabi gazinocu olarak ben katılmayacağımı düşünüyordum ki öyleydi. sonra alay komtanı o da gelsin demiş. ben de gittim. sadece orada kamuflaj giydim. neyse efenim tatbikatın konusu "dağ başında düşman avı" gazinocu olarak benim görevim ise dağ başındaki askerlere ünimog römorkunda su satmak...

işte burada flash tv gerçek kesit fon müziği çalmaya başlıyor. unimog'u şöfor bir yere çekti. ben de römortka girdim hazırlık yapıyorum filan derken sonra bi baktım karşıdan askerler geliyor. kolaylık olsun diye römorkun çeki demiri tarafında olan suları römorkun kapı ağzına taşıdım.

tabi o sırada römork, unimog'a bağlı diye biliyordum. römork'un kapı ağzına suları taşıyınca yorgunluktan başım dönüyor sanıyordum. sonra tam römorktan inecekken, toprak birden bana doğru yaklaştı, yani römorkun önü havaya kaltı ben de sularla birlikte yere yapıştım.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel *

römork aldı başını gitti * * * alay ve tabur komutanından yiyeceğim fırçayı düşünerek yerden kalktım. bi baktım römork hiç görünmüyor ortalıklarda. gitmiş, nereye gittiği belli değil. yani askerliğim yandı bittim derken komutanlar benim anlatış tarzımdan dolayı olayı komik buldular. ceza vermediler. ama çok güldüler. sonra römorku 2 gün gece gündüz aradılar. bayağı aşağıda buldular.

ceza ünimog şoförüne kesildi. römork'u ünimogdan sökünce neden altına takoz koymadın ve neden uykusuz'a bunu söylemedin diyerek ona fırça attılar.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel *
devamını gör...
benim olsaydı muhakkak anlatırdım. hepsini anlatmadan da terketmezdim bu başlığı. ancak hiçbirisini okumuyorum fakat eminim, anlatırdım.
devamını gör...
kara kuvvetleri komutanlığı denetlemesi sırasında eğitim alanına korgeneral gelmişti.nasıl bir rütbe olduğunu anlamak için...
(bkz: tüm rütbelilerin susup sadece o'nun konuşması)
(bkz: hayatın durması)
(bkz: bir ay öncesinden başlayan sıkı hazırlık)
(bkz: batarya komutanının verdiği gök gürültüsünü andıran tekmil)
devamını gör...
bir ramazan gecesi. oruç tutanlara sahur yemeği geliyor. o saatte karakol'a en uzak noktada ki nöbetçi oruç tutacak yemek yemesi lazım. karakol eski bir rum köyü terkedilmiş. yatakhanin yanında bir kilise var ve köyün girişinde bir mezarlık. sağlam kalan bir kaç evi kullanıyoruz. evler kerpiçten tek katlı köy evleri. diğer evler sanki yedek parça gibi kullanılmış sadece duvarları dutuyor. gece karanlıkta bütün evler perili ev gibi.
sahur vaktinde oruç tutatacak olan nöbetçi er bana ricada bulunuyor. karakol'da herkes müslüman tek materyalist benim.kimseden de saklamıyorum. nöbet yerine yemek getirmemi istiyor. ama neden ben? diye sorunca onların böyle bir şey yapmayacağını sadece bana güvendiğini söylüyor.
sabahın 3'ünde uyanabilmek için alarmı kurup yatıyorum. saat geldiğinde nöbetçinin yemeklerini sefer tasına koyup yola düşüyorum. üzerimde eşofman, kulağımda ki walkman de ahmet kaya' nın son çıkan kasetinde ki lili marlen türküsü...
yol çok uzun ama mezarlıktan geçmek yolu oldukça kısaltacak. bulutlu bir gece göz gözü görmüyor. mezarlıktan korkacak bir durum yok yok ama yinede ufak bir yusuf durumu var. mezarlıkta çok uzun yürüyürü bitmiyor. ortasına anca gelmişim ama tam o sırada arkamda bir ayak sesi duymaya başladım. dönüp baksam belki sorun kalmayacak ama bakmaktansa nüziğin sesini biraz daha açıp sesi duymamayı tercih ediyorum. müzik son ses ama ses hala duyuluyor ve bu sefer çok yakınımda. üzerimde silah olarak kullanabileceğim hiç bir şey yok dönüp bakmayada cesaretim. koşmak geldi aklıma nöbetçide dolu silah var arkamdan gelen her ne ise o bunu halledebilir. kısa mesafe koşucusuydum askerden önce lisanslarımdan biri atlatizm üzerine. 100 metrede derecem var. nasıl bir depar attım anlatamam. bold gelse yetişemez. ama ses hala çok yakınımda. durmaktan başka çarem kalmadı. her ne olursa olsun yüzleşmem gerek çünkü materyalistim inanmadığım bir şeyden kaçamam.
birden durdum ve durur durmaz bacaklarıma yumuşacık bir şey temas etti. yoksa inançlı mı olsaydım belki birkaç dua ederdim. beynimden parmak uçlarıma kadar titreme geldi tüylerim diken diken olmuştu hala bakamıyordum. sonunda bakacak cesareti buldum ve baktım.
karakol'da beslediğim bir köpek vardı. meğer o takılmış peşime boşuna korkmuşum. neredeyse kelimeyi şaadet getirecektim....
devamını gör...
askere gitsem kamil olurdum yeminle. ne nöbeti cidden gece gece.
devamını gör...
şimdi öncelikle hiçbir kadın erkeklerin askerlik anılarını dinlemeyi sevmez bu 1.
askerlik anısı dediğin şey küfürsüz anlatılmaz bu 2.
önce hanımları sonra moderatörleri dışarı alalım sonra ohho neler var neler. bu da 3 amk.
devamını gör...
hey gidi günler. şunu 15 ay taşıdım boynumda. bugün bulunca uzun uzun baktım sözlük.
ne anılar, ne acılar taşıdım bu künyemle.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
askerliğin 3. ayı falandı, bölük komutanı çağırdı, albay seni çağırıyor yürü hadi dedi...haydaaaa olum albay beni niye çağırsın??? neysee gittim yanına, emredin komutanımmmmm. sen hangisisin lan!!!!! dedi. nasıl yani komutanım ? dedim. olum sizin bölükten 3 arızalı var, sen hangisisin dedi? komutanım ben bir şey anlamadım dedim. önündeki kağıtlara baktı, hmmmm kelenderis dhkp-c sempatizanı dedi. haydaaaaa, topu topu bir kere 1 mayıs'a katılmıştım. kalk sittir git çarşıya 6 tane vesikalık çektir gel dedi.
el sonuç: ertesi gün silahımı aldılar, ömür boyu fişlenmiş oldum.
dip: diğer 2 kişi pkk ve hizbullah mış .............
devamını gör...
askerlik bittikten sonra, aylarca askerlik muhabbeti yapmadım. o derece kötü geçti yani.
devamını gör...
mersinli bir tertibim vardı murat adında. burnu sürekli akardi. karakolun en bakımsız askeriydi. allah affetsin birazda semeydi. gerçi salak mıydı salağa mı yatardı kimse bilmezdi. her denetlemede karakol komutanı "murat'ı depoya kilitleyin" derdi. çocuğu depoya götürüp üzerine kapıyı kilitleyip " murat alay komutanı içeri girdiğinde rafları duzeltiyormuş gibi yap"derdik. o da bir şeyler gevelerdi ama ne dediğini ne anlardik ne de anlamaya çalışırdık. bir gün nöbet yerinde g3 piyade tüfeğiyle kazayla vuruyordum çocuğu. mermi kafasının bir karış üzerinden gitti. ne korkmuştum ya. hala tüylerim diken diken olur o anı düşününce.
devamını gör...
bazen filmlerde bazen de kitaplarda yaptım ben. hepsinde de savaş vardı.
en kötüsü "kızıl kahkaha" kitabındaydı. ince olmasına rağmen çoğu kişi yarıda kesmiş. ben ise okurken neredeyse bitirene kadar nefesimi tutmuş gibiydim. ince ama altını çizdirdiği çok yer vardı...

kendi hayatımda deneyimlemek istediğim bir süreçti. bilmiyorum ama her şeye rağmen ilgimi çekiyor. bir de vatanı savunma olayının cinsiyete bakma durumundan hoşlanmıyorum. savaş çıktığını düşünün bizler silah tutmayı bile bilemeyeceğiz? hadi diyelim silah tutamıyoruz peki yakın dövüşle birini indirme şansımız, o da yok. geçmişe bakınca böyle çıt kırıldım kadınlardan gelmişiz hissi veriliyor ama öyle değil. kadın hükümdarlar da vardı, kendine birlik oluşturmuş kadınlar da vs.
bu benim gözümde büyük bir eksiklik. olabilecek her ihtimal göz önünde bulundurulmalı. savaş çıkınca kadın ve erkek kimliğini bırakıp asker kimliğine bürünme şansımız yok. asker sayılabilecekken çocuk veya yaşlılar gibi himaye altına alınacaklar arasına gireceğiz. niye sağlığımız mı el vermedi, fiziksel gücümüz mü yetmedi?
bir kadının ülkesi için yapabilecekleri himaye altına alınmasını gerektirecek kadar hiç olmamalıydı. bunun gözüme ne kadar basit ve itici geldiğini anlatamam.
çocukluktan yana her şey maddi duruma bakmasa veya bakması sıkıntı yaratmayacak olsaydı birçok alanda kendimi geliştirmiştim. ama benim istediklerim hiç olmaz ve olmuyor da. bir de daha o zamandan "sen erkek misin, niye dövüş kursuna gitmek istiyorsun? otur evde."
evin çok öğretici bir yanı var. (: mesela istediğim o tarz hobileri ev bana öğretti (!). beni yollasalardı canımı sıktıklarında öğrendiklerimi kullanmaktan çekinmeyeceğimi bilip yollamayı tercih etmediler sanırım. bir de "o kadar erkeğin içinde ben kız başıma ne yapacağım?" (: başka kızların da aynı istekte oldukları niye akıllarına gelmedi bilmiyorum.
bu istek ve ikna çabalarım ben ilkokula giderken vardı. ortaokula kadar sürdü sonra çabam bitti. youtube'den medet umup oradan öğrenmek istedim ama o da çok verimli olmadı. çünkü yanlış yaptığım şeyler doğrusuyla düzeltilmiyordu. zaten yanlış olduğu ayrımını çok yapabilseydim öğrenirdim. öğrenmeye çalıştığım da kick boks'tu. biz tabi ilk bokstan gidiyorduk.
videoları kaliteli bir eğitmene denk gelmiştim. ama aile evinde olup düzen tutturmakta zor ve tek olmanın sıkıcılığı da vardı. ve gıcık ebeveynlerim ben o kadar isterken beni yollamadı ama abilerimi tanıdık birinin karete kursuna yazdırmışlardı. "abilerinle seni de yazdırdık." veya "abilerini yazdırıyoruz sen de gitmek ister misin?"
hiç bilmiyormuş gibi davranıp sormalarını bile beklemiştim ama hiçbir şey denmedi. birkaç gün sonra birikip patladım ve evde terör estirdim. "sizden nefret ediyorum. ne kadardır istiyorum ama hiç oralı olmadınız. şimdi abileri yazdırıp beni yazdırmadınız öyle mi?! kaç gündür gelip benle konuşmanızı bekledim ama yapmadınız! size inat öğreneceğim. ve ileride böyle ayrımcılıklarınız da sizi dövmekten de çekinmeyeceğim tamam mı?! bir kızın elinde kaldığınızı da herkese yayacağım ne de olsa utanç verici olur değil mi?!" gibisinden laflar etmiştim. bu sefer ben ortaokuldaydım. abilerimden birine "orada ne öğreniyorsan bana da öğreteceksin. yoksa bundan sonra abim değilsin. onlara benzersen hiçbir şeyim olamazsın anladın mı, düşman bile kesilmem sana." deyince "ağlayıp cırlarken daha çok çirkin oluyorsun ağlama artık ve bağırma. sesin normalinden daha çirkin çıkmaya başladı. ayrıca sana öğretmek için gidiyorum zaten. yoksa istemiyordum tamam mı abisinin kıvırcığı?" deyince normal moduma dönmüştüm ama "yemin et, öğreneceksin diye senden korkacağımı sanma. evin içinde uygun anını bulmam zor olmaz. o yüzden kandırırsan pişman ederim." deyince abim hafiften gülüp hemen ciddiyetini toplamıştı. beni kandırmamıştı. birkaç şey öğretmişti ki adam kursu kapattı. daha gideli 1-1.5 ay olmuştu. -_-
normalde kimsenin önünde ağlamam ama çok zoruma giden bir şeyde canımın acısından ağladığımı bile fark etmiyordum. veya etsem de diyeceklerim vardı. o yüzden kendimi sıkıp sesim de titremesin diye bağırırdım. bağırmasam hıçkıra hıçkıra ağlayacağım. bu ağlarken konuşmaktan daha berbat. o yüzden boğazımın birkaç gün acımasına göz yummuştum. abimde çok karşı gelemiyordu çünkü 1.5 yıl var aramızda. kendi giderken çok üzülüyordu çünkü ben evde kalıyordum. bir defasında beni ağlatmıştı. "ne salak çocuksun, rahat rahat gitsene. ben gitmene üzülmüyorum. gittiğin için mutluyum, sadece ayrımcılık canımı sıkıyor. ve bu küçük emrah bakışlarıyla gidersen dersten bir halt öğrenemezsin. sonra bana da öğretemezsin. ve en son seni döverim. o yüzden mutlu mutlu git çünkü ben gelişini mutlulukla bekliyorum. -bacağına hafif tekme atıp- bir daha da beni duygulandırma. biri varken ağlamayı sevmiyorum." deyip gülmüştüm. sonra o da gülmüştü şak diye kapıyı suratına kapatmıştım. gülümsemesini bozmadan.
normalde hakaret etmem ama o durumdan nefret ediyorum. ve ciddi ya da kırıcı bir şekilde demiyorum. över gibi diyorum.
öncesinde "1.5 yıl var yani bu ikizler arasında 1.5 saniye gibi. o yüzden abi demeyeceğim. neredeyse aynı boydayız bir de." gibisinden laflar ederdim ama o zamandan beri kendileri abim. :) çünkü cidden abi gibi abiydi. hakkı yenemez. <3
o dönemlerde bile ona kök söktürmüşüm ve beni güzel idare etmiş. (çok cins birine dönüşebiliyorum bazen.) ve yeri bende apayrı. (bir zahmet öyle olsun değil mi? (: öyle ama hiç zahmet olmadı. :)) böyle cici biri anca lütuf.
üniv.'i bitince o gidecek askere. bunun gururu ve ağırlığı olacak. o anlatırken bozulmuş sahtelikle "biraz sen mi dinleme moduna geçsen acaba?" diyeceğim. "niye sen ne anlatacaksın? pubg maceralarını mı?" deyip alayla güler büyük ihtimalle (çünkü anlatırdım önceden (:) "ha ha ha, gülerken düştüm koltuktan. -ciddileşip- sana birinin evdeki askerliğindeki kahramanını anlatacağım. tanımazsın o yüzden tanıtayım, cıvırsan kafanı ısırırım!" büyük ihtimalle meraklanacak ve kahramanı kendim sanacak. çünkü onu normal övmeme alışık değil. (:
"bu sefer kendini övecek hangi anıyı ısıtıp önüme koyacaksın merak ediyorum. evdeki askerliğini anlatacak şuna bak." deyip "ya kızım bir an normal ol bari yeterrr." bakışı ve gülüşü olur. ama bu olaya gireceğim aklına gelmez.
ben o olayı güzel bir anıya dönüştüreceğim. başkası olarak anlatırken kendi anlayacak zaten sonra son sözler ve mutlu son.
"kafamı ısırman için burada olmanı çok isterdim." der büyük ihtimalle. bundan nefret eder gibi yapar ama çok özleyince böyle söyler. ben ise araya yanaklarını katmaya çalışacağım tabi ki. evet bunda fırsatçıyım çünkü yanaklarını tuhaf sevmemden pek haz etmiyor. başını 3-4 kez ısırtır ama oranın ısırılmama olayı var. nadiren de olsa izin koparabiliyorum. tabi sonra yanağını. çünkü ilkte "allah'ım mutluluğa bak, yavru köpek bakışlarıyla nasıl mutlu ve masum görünüyor." der bu yüzden kıyamayıp az ısırırım sonrasında "asra sormadım ama aşıların tam mıydı?" der pislik ve bu yüzden ikinci de acıtır "maalesef, kuduz olacaksın. ve seni hastaneye götürmek yerine evde işini bitirmeyi düşünüyorum abicim(!)." deyip sinsi, pislik, şirin ve tehlikeli bir gülümseme ile ona bakarım. "şöyle bakmayı kes, chucky'nin kız versiyonu gibisin. cidden korkunç bakıyorsun." diye cevap verip ona diktiğim bakışlarım yüzünden eliyle yüzümü ittirmeye çalışır.
uzakta normal insanlar gibiyiz ama yakınken kedi köpek. bir de o da burnumu sıkıyor. ben de bundan nefret ediyorum. bunu kim çıkardı ya? burnumun şeklini bozarsa yanaklarını sarkıtacak kadar çok ve sert sıkacağımı bildiği için nahif davransa da bir erkeğin elinin nahiflin anlayışı ne kadar olabilir ki?..
devamını gör...
yedek subay olarak yaşadığım şehirde askerlik yapıyordum. servisle gidiyordum görev yaptığımız tugaya. her sabah servisi beraber bekleyip gidip geldiğim yeni mezun genç bir astsubay çocuk vardı. temiz yüzlü, sakin ve saygılı biriydi. gözlerinin altı mor ve oldukça zayıftı. fazla konuşmazdı. bir süredir sıkıntılı olduğu belliydi yüzünden. nedenini sorduğumda kendi taburunda amiri olan bir binbaşının uzun bir süredir ona kötü davrandığını, psikolojik şiddet uyguladığını, bazı zamanlar fiziki özellikleriyle ve hatta ismiyle bile dalga geçtiğini söylemişti. şikayet edebileceği bir yer varsa çok geçmeden başvurmasını söylemiştim. yakışık olmayacağını söyleyip yapmamıştı. belki de korkuyordu başına bir şey gelebileceğinden. bir daha da bu mevzuyla alakalı bir şey soramamıştım...

mesai bitimine yakın bir vakitti. hava kararmaya başlamıştı. revirden tabura doğru yürüyordum. henüz servisler gelmemişti. 100 metre kadar ötemde, içtima alanında bir bağırış duydum. bir adam diğerini kovalıyordu. kim olduklarını seçemiyordum. kovalayan kişi silahını çekti ve tüm şarjörü ötekinin üzerine boşaltıverdi. gözlerimin önünde bir cinayet işlenmişti. yaşadığım şaşkınlık, korku ve telaşa rağmen deli bir cesaretle yavaşça yanlarına gittim. maalesef genç astsubay arkadaşım cinnet geçirmiş ve binbaşıyı öldürmüştü. ölünün yanında yere çömelmiş, başını ellerinin arasına almış ağlıyordu. ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. sadece ne yaptın sen diyebilmiştim. aldığım tek cevap “ben bittim...” olmuştu.

uzun bir süre boyunca o acı görüntü zihnimden silinmemiş, kabuslarıma girmişti.
devamını gör...
ermenistan sınırında yaptım askerliğimi. ermenistan sınır karakoluyla aramızda aras nehri vardı. iki ülkenin askerleri birbirlerini görecek mesafede. bizim zamanimizda ermensitan sınırını hem ermeni hem de ruslar korurdu. ermeni askerleriyle pek aramız yoktu. onlar süleyman demirel'e söverdi biz de robert kocaryan'a. rus askerlerinden biriyle ahbap olmuştum. yarım yamalak ingilizcemle sabaha kadar sohbet ettiğim (akşam yediden sabah yediye kadar nöbet tutardik) nikolay adında krasnodar'da hukuk okuyan bir asker vardı. o bana kaliteli vodkalar verirdi ben ona ığdır'dan kavanoz kavanoz nutella. aslında dostluğumuz şöyle başladı; nöbet yerini terk edip karpuz tarlasına gittiğim kavurucu yaz sıcaklarının birinde nikolay "soldier, come back, commander is coming" diye bağırmışti. bunu duyan ben var gücümle koşup mevziye girmiştim. o gün hayatımın en zor günlerinden biri olabilirdi zira bölük komutanı acımasız bir adamdı. nikolay'a teşekkür edip ona nutella hediye edip 10 dolar da para vermiştim. çocuğun yüzündeki mutluluğu hala hatırlarım. sonra ahbap olduk, askerlik bitti, o zamanlar internet cep telefonu sosyal medya bu kadar yaygın değildi. bir şekilde mektup arkadaşlığı yaptık sonra birbirimizi kaybettik. bir gün yolum krasnodar'da düşerse kendisini oradaki hukuk bürolarından ya da adliyesinde bulurum diye düşünüyorum :)
devamını gör...
#2846487

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
plağımız diko ve nikolay için dönüyor*; elton john - nikita
devamını gör...
istanbul'un göbeğinde yedek subaylık yaparken kimilerine göre şanslı, kışlanın içerisinde neler yaşayabileceğini bilenlere göre de epey şanssız lakin bir o kadar da komik ve eğlenceli bir dönemdi. silahlar ve üniformayla pek barışık olmayan, özgürlüğüne düşkün, arıza ve ortam için epey aykırı bir kişi için oldukça tuhaf zamanlardı. nisan sonunda yapılacak ordu denetlemesi için kasım ayından itibaren yoğun çalışmalara başlamıştık. 5 günlük salak saçma bir olay için 5 ay çalışmak başlı başına komediydi de zavallı askerlerin hafta sonlarını dahi piç etmek, ruhlarını yorduğumuz kadar bedenlerini de yormak fazlasıyla canımı sıkıyordu. yağmurlu bir gündü ve yine böyle bir hazırlık için toplanmıştık. tabur olarak 3 kilometrelik koşu yapacaktık. üstelik üzerimizde kamuflajlar, kompozit başlıklar ve silahlarla; tam teçhizatlı! bırakın 3 kilometre teçhizatlı koşmayı feci sıkıştığımda 30 metre ötedeki tuvalete gidip işemeye üşenen, sporla arası hiçbir zaman barışık olmayan benim gibi kedi ruhlu bir miskin için oldukça büyük bir eziyetti. bölük içerisinde kendi askerlerimi hazırladığım zamanlar koşulardan yırtmayı başarabiliyordum da bu kez bunu yapabilmem namümkündü. zira tabur komutanı da dahil olmak üzere taburun tüm rütbeli personeli bu eğitime katılmak zorundaydı. koşu başladı. parmak kadar yağmur damlalarından göz gözü görmüyor, yetmiyormuş gibi yere düşen damlalarla sulardan seken ve yanıbaşınızdan uçup gidenlerin postallarından fırlayan çamurlarla görebildiğiniz yegane şey buğulu silüetler oluyor, gözlerden ziyade kulaklara iş düşüyordu. öyle sanıyorum ki 10 dakika çoktan geçmişti ve ben daha 15 dakikada bitirilmesi gereken o koca yolun yarısına bile gelememiştim. oflaya puflaya ilerlerken benim çok gerimde olmasına rağmen iman gücüyle mi yoksa korkudan mı bilemiyorum, bir anda fırlayıp geçerek gözden kaybolan askerleri motive etmek için bağırıyordum arada bir. böyle tin tin giderken az ilerimde zar zor ilerleyen, kıçı başı sallanan eğri bir asker gördüm. sanki altına etmiş de pantolonunu doldurmuş gibi bacaklarını fazla açmadan utana sıkıla ilerliyordu. bir anda gaza gelip hızımı arttırarak bağıra çağıra yanına doğru yaklaştım. yağmur damlalarından gözlerimi doğru düzgün açamadığımdan kim olduğunu seçememiştim. yüzüne bakma gerekisinimi duymadan sırtına birkaç kez sağlam şekilde vura vura yanında ilerledim ve onu gaza getirmeye çalıştım...

"ne duruyorsun aslanım, koşsana! koş koş! hadi, fırlaaaaa!..."

"..."

"hadi bitirebilirsin, az kaldı, koooooooooooş!"

"beni bırak da sen koş asteğmenim!!! biraz daha durursan sonun pek parlak olmayacak... hızlan!!"

"ne, ne diyorsun? kimsin sen ya, bakayım?.. komutanım!!!!..."

meğer benim o er diye sırtına vurduğum kişi tabur komutanımmış! üzerindeki hücum yeleği yağmurun da etkisiyle rütbelerini görmeme engel olmuş... göt korkusunun tetiklediği gaz ile patlama yapan enerjim nasıl bir etki gösterdiyse öyle bir uçmuşum ki önümdeki birçok askeri hızla geçerek koşuyu hedeflenen sürenin altında bitirmişim. neyse ki o olaydan sonra ciddi bir ceza almadım. ama sağ olsun tabur komutanım bu hikayeyi terhisime kadar yüzüme vurmuştu. o gün orada nasıl koşmuşsam artık eskisinden daha bir miskinim ve ömrümün ondan sonraki kısmının yarı enerjisini tüketmişim sanki.
devamını gör...
asteğmendim ve kurban bayramının birinci günüydü. 2 uzman çavuş ve bir astsubayla beraber şehit-gazi ailelerini ziyaretle görevlendirilmiştik. gittiğimiz son evde şehit eşi, anne babası ve kızı vardı. onlara destek olmaya ve yaralarını sarmaya çalışıyorduk. gözlerinden tek bir damla yaş dahi akmıyordu. öylesine güçlü ve gururlu görünüyorlardı ki bize hiç ihtiyaçları yokmuş gibiydi. şehidin 5-6 yaşlarındaki küçük kızı salona gelip bizi gördüğü ilk an şu cümleyi söylemişti: "asker amca siz babamın arkadaşları mıydınız? ben onu bir daha hiç göremeyecekmişim. babamı çok özledim ama ağlamayacam, anneme söz verdim... "

uzun bir süre hiçbir şey söyleyemedik. dört tane koca adam, kapıdan çıkıp araca bindikten sonra tugaya dönene kadar susup hiç konuşmadan ağlamıştık.
devamını gör...
tas kafalı bir alay dızzz ile aynı koğuşu paylaşmak.

sağa dön deyince soluna dönen bebeler yüzünden iki saat uygun adım yürümek.

karavana candır ama bak, 90 kilo olduydum.

elinde bir poşet anti depresanla gelen uzun dönemi ertesi gün banyoda heryeri jiletli kanlar içinde bulmamız.

izmirdeki efso çarşı günlerimiz.
devamını gör...
çavuşu tokatladığım o günler ah ah...
devamını gör...
gülkan vadisinde, şemdinli çayını takip ederek gerçekleştirdiğimiz bir operasyon intikalinde bizden habersiz çayın karşısına geçen iki gkk'lıya* ateş açmıştık.*
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"yazarların askerlik anıları" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim