121.
öyle dümdüz duruyorum.. biraz öfkeleyim ama olsun hayatta kendine bir çeki düzen versin..*
devamını gör...
122.
hayata karşı daima dik durmaktayım.yıkıldığın an tepene üşüşürler.
hayatın gerçeklerine inanıp yılmamak kaydıyla yaşamaya devam ediyorum.
hayatın gerçeklerine inanıp yılmamak kaydıyla yaşamaya devam ediyorum.
devamını gör...
123.
124.
yıkılmadım ama ayakta da değilim.
devamını gör...
125.
126.
dimdik, cesur, vicdanımı ve yüreğimin sesini dikkate alan bir duruş diyebilirim…
devamını gör...
127.
128.
129.
dik durma zorunluluğu görmeden bir gün düşmenin tasarısıyla her gün ayaktayım. düzenli olarak durmak lazım,karşısında mı eşlikçisi olarak mı bilemiyorum
devamını gör...
130.
131.
132.
esas duruş
devamını gör...
133.
çocukluğumdan beri hiçbir şey değişmedi. sadece alıştım. o kadar. nereye gidersem gideyim, aynı ait olmama hissi, sürekli ayrıksı olma durumu. hiç kimse ya da hiçbir yere ait değilim, çünkü sadece kendime aitim. kendin olmaya, kendini ortaya koymaya çalışmanın yüksek bedeli. sonunda hep tek başına kalma. yalnızlık başka bir şeydir, tek başına olmak bambaşka bir şeydir. yalnızlıkta sadece kendi başınasındır ama tek başına olduğunda karşında bir sürü insan vardır. hepsi de daha şimdiden seni sindirmek, benliğine, dolayısıyla ruhuna tecavüz etmek için her an hazır vaziyette beklemektedir. uygun anı kolluyorlardır. bütün ömrüm bu bedensel olandan bile daha iğrenç olan tecavüz türüne karşı koymaya çalışmakla geçti.
bazıları benliğine tecavüz etmek için şiddete başvurur. ama onlardan da kötü olanlar şefkat, sevgi maskesi takmış tecavüzcülerdir. namaz kılmadığım için dayak da yedim, kılmam için şefkat de gördüm. ikisi de aynı derecede tiksindiriciydi. okulda andımızı okumadığım için dayak da yedim, okumam için şefkat de gördüm. ikisi de aynı derecede tiksindiriciydi.
günler boyunca bir sıçan gibi gölgelerden süzüldüm. daha az görünür olmak için çabaladım ama bütün çabalarım boşuna. her yerde görünür oldum. göze battım. mesela gittiğim okulların bütün müdürleri hemen hemen kimseyi tanımazken beni tanırdı. odalarını çok ziyaret ediyordum çünkü. yine mi sen? yine mi sen? yine mi sen? yine mi? yine...
bunlar bitmek bilmiyordu. çocuksan, biraz yaramazlık yapma hakkın da olmalı sanki. gerçi ben yaramazlığı aşan boyutlara çıkıyordum çoğu zaman. ona rağmen derslerimin hepsi beşti bir yandan da. bunun da çok ceremesini çektim. çünkü bu sefer etrafında seni adam etmeye çalışanların sayısı birden bire artış gösteriyordu. bu çocuğu kazanalım diyorlardı. öyle olunca da fetöcüler mi el atmadı, süleymancılar mı, kemalistler mi, bunun sonu yok ki. yuvada artık hangilerinin kadroları varsa teker teker. hepsi başlangıçta sevecen, giderek artan dozda baskıcı.
mesela bir ara ankara'da yuvada kalırken fetöcüler dadanmıştı bana. 8-9 yaşlarındaydım. alıp, gezidiriyorlar, evlerine götürüyorlar, harçlık falan veriyorlardı. tabii ses çıkarmıyordum, ne de olsa yuvada kalıp, dayak yemekten iyiydi. başlarda öyle üstüme gelmiyorlardı. ben de onlara bir şey demiyordum. öyle güzelce takılıyorduk yani. ama nedense bir gün din iman meselelerini açaları tuttu. yani iman bir insanın içinde varsa vardır, yoksa yoktur. öyle değil mi? değil işte. kurandan ayetler havada uçuşmaya başladı. namaz kılmaya davet etmeler. yani ben mesela inanmadığım bir allah'a neden ibadet etmek zorunda olduğumu anlamıyordum. onlar ise neden ibadet etmemem gerektiğini anlamıyorlardı. sonuç olarak anlaşamıyorduk. ne kadar diretseler de namaz kılmaya yanaşmıyordum ama onlar da namaz kıla kıla iman sahibi olabileceğimi iddia ediyorlardı. daha o zamandan insanların ne kadar ahmak olduğuna dair fazlasıyla bilgiye sahiptim halbuki, daha fazlasına gerek yoktu.
bunların dört tane kızları vardı. hepsi de benden büyük. en küçükleri 11 yaşındaydı. sen de bizim oğlumuz ol, falan diyorlardı. ben kendi babamın bile oğlu olabilecek biri değildim. elbette babamın da kendine göre ideolojik safsataları vardı, o da komünistti mesela. komünizm propagandasıyla kafa sikiyordu. herkes bir şekilde kafa sikmenin yolunu bulmuştu zaten, o ya da bu şekilde.
sonunda bir gün bunlar 11 yaşındaki kızla beni evde bir başıma bırakıp, bir yerlere gittiler, gitmeleri gerekiyordu ama neden hatırlamıyorum. tabii 11 yaşındaki kız bana cinsel yönden salça olmaya başladı. ben ise henüz ergenliğe bile girmemiştim ve o işlerden o kadar da anlamıyordum. ne yapıyorsun yahu sen dedim. seni seviyorum falan dedi. öyle biraz didişirken biz, diğerleri geldi ve orospu ön almak için, benim ona saldırdığımı iddia etti. eh. öz kızları dururken, bana neden kim inansın? kadın beyanı esastır diye bir şeyler de yoktu o zamanlar. o halde? iyi oldu. onlardan öylece kurtulmuş oldum. zaten uzun bir süredir, şunlardan nasıl kurtulsam diye düşünmekten helak olmuştum.
hayatım upuzun bir insanlardan kurtulma çabasından ibaret. derslerim iyi olduğu için herkes benden büyük beklentiler içindeydi. doktor, hakim, milletvekili, bilmem ne olur bu çocuk. hiç ders çalışmıyordum da üstelik. ben zaten oldum olası çalışmayı hiç sevmedim. ama kolaydı işte o zımbırtıları, fenleri, matematikleri falan. diğer çocuklar neden o kadar zorlanıyorlardı, anlamıyordum. bu konuda da ayrıksı olmuştum. herkes vatana millete hayırlı birisi olmam konusunda hem fikirdi. ama ben neden bu kim olduğunu bilmediğim hayaletlere neden faydalı olmam gerektiğini bilmiyordum mesela. olmakta istemiyordum ayrıca. bana ne vatandan, milletten? herkes yakamı bıraksın istiyordum sadece.
liseyi sivas'ta okudum. sal'da o zamanşar sivas'taki en iyi liseydi. anadolu liselerinin anadolu lisesi olduğu zamanlar. okulda herkes oruç tutuyordu. ben tutmuyordum. o zaman da ülkücüler dadandı haliyle. en az haftada bir temiz dayağım vardı. hepsi bir, ben tek başıma. her zaman olduğu gibi. hep tek başıma. dinsiz olmanın en tehlikeli olduğu zamanlarda bile dinsiz olduğumu kimseden gizlemedim. yapamıyordum işte. kendim olarak var olmayacaksam neden gelmiştim ki dünyaya. bu bayağ bir sorun çıkardı bana hayat boyunca, hala da devam ediyor. karabasan gibi üstüme çöktü, kalkmıyor.
yurttaki piçler de menzil'e dadanmışlardı. ömürleri boyunca bulamadıkları o şefkati, sevgiyi falan, işte ne kadar boktan şey varsa güya orada bulmuşlardı. onlar da biliyorlardı tabii dinsiz olduğumu. cemaatin o kadar da büyük olmadığı zamanlardı. beni gavsa anlatmışlar, şöyle zeki, böyle akıllı, dersleri şöyle iyi, gavs'ta getirin demiş. hassiktir ya. bir, iki, üç, on beş, ısrardan vazgeçmiyor piçler. güya gavsları beni rüyasında görmüş, menzilde imana geliyormuşum falan. hep aynı teraneler. ankara'da da anıtkabire gidilince kemalist olunuyormuş zaten. az öyle aslanlı yolu arşınlamadım.
en sonunda gelip bana dediler; minibüs kaldırıyoruz, beleş, orada yeme içme de beleş, la olum, ne olacak, hiçbir şey olmasa yeni bir yer görmüş olursun. beleşçiliğin amk. düştüm. beleşçilik başa bela, insanın başına çok dert açar, kapatması zor olan cinslerden. benden söylemesi. bindik dolmuşa gittik. yolda ilahiler falan. hepsi öylece kendinden geçmiş trans halinde. lan nereye düştüm amk dedim, kendi kendime. yurttaki piçler hiçte tanıdığım tiplere benzemiyordu artık. yeni bir kişilik edinmişlerdi sanki. o küfürbaz yavşakların yerine mütedeyyin adamlar gelmişti. hay sokayım böyle işe diyordum kendi kendime, hay sokayım böyle işe. olan olmuştu bir kere. akılsız başın cezası. işte beleşe sandıklarının bedelini böyle ödetirler adama, hatta daha bile fazlasını.
gittik, çıktık gavs hazretlerinin huzuruna, herkes el pençe, etek öpüyorlar. ben öpmedim tabii. herkes tip tip bana bakıyor. yine ayrıksı olduk iyi mi? yine aynı felaket. dön dolaş, aynı yer. sokayım böyle işe.
bahsettiğiniz arkadaş bu demek dedi gavs hazretleri, biraz bozulmuş vaziyette. aklıma yatmayanları sorarken. aklıma "biz bu kitaptan, seni ve kavmini sorumlu tutacağız." ayeti geldi, ben arap değilim ki türk'üm dedim, yani kurandan sorumlu değilim. gavs; kelime-i şehadet getirip, müslüman olunca sen de ümmet olacaksın dedi. iyi de dedim, neden sorumlu olmadığım bir şeyden, sorumlu olmak için böyle bir şey yapayım ki? neden boş yere sorumluluk altına gireyim? ortalık buz kesti haliyle. bütün müritler gavs'tan bir şeyler bekliyor. o an hayatımı pamuk ipliğine bağlı hissettim. çünkü daha önce çorba içerken falan, birçoğu ile tanışmıştım. zaten o zamanlar küçük bir cemaatti. gavs bunu buraya gömün dese, mezarımı kaşıkla bile kazarlardı. ama derken o öyle demedi; bunun içi fesat, atın dergahımızın bereketini kaçırmasın. derken attılar beni camiilerinden. küçük yer olunca haber de hızlı yayıldı tabii. yanımdan geçen herkes tü tü tü falan yapıyordu. postu deldirmem an meselesi. yurttaki piçlere gittim, onlar da satmıştı beni, geri dönmek için minübüste bana yer yokmuş. gavs hazretleri bununla takılanın başı beladan kurtulmaz demiş. öylece komple bir başıma kaldım, her zaman olduğu gibi. adıyaman'a dolmuşlar vardı ama paramla bile olsa hiçbiri beni dolmuşa almıyordu. iki katı, üç katı, yok. öylece kala kaldım. herhalde menzilden çıkamayacağım diye düşünürken, öylece dolanıyordum, sikmeseler bari diye düşünerek. sonra jandarma karakolu mu, polis mi, ne, hatırlamıyorum, öyle bir şeye denk geldim. girdim içeri durumu anlattım. memur gülmekten öldü. adam bir türlü gülmekten konuşamıyordu. diğerlerini de çağırdı, tekrar anlattırdı, hepsi gülmekten yerlere yattı, eğleniyorlardı yani. oğlum sen yürek mi yedin falan diyorlardı bana. seni şuracıkta öldürüp, gömseler, kimse bulamaz lan diyorlardı. bir yandan da kahkahalar atıyorlardı.
derken birisi beni özel arabasıyla otogata götürdü, biletimi aldım, otobüs gelene kadar da beni tek bırakmadı. otobüse bindim, sivas'a döndüm. yine şansa yaşıyordum.
liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavına girmedim. hiç öyle üniversiteye gitme niyetim yoktu. liseye kadar bana yetmişti. zaten pek eğitilebilir nitelikte bir insan olamadım hiç. istesem de olmuyordu.
devlet iş verdi işte, memur oldum. herkes yalakalık yaparken amirlere, ben yine ayrıksı oldum. bu benim yazgım besbelli. öyle olunca da bayağ bir uğraşıyor herkes benimle.
ben kimseyle uğraşmak istemiyorum aslında, kimsenin o tiksinç göğsüne basmak, didişmek istemiyorum. ama karşılığında da rahat bırakılmak, uğraşılmamak istiyorum. her şey karşılıklı güzel değil mi yahu? bence öyle.
çocukluğumdan beri uğraştığım şeyler hep aynı. tiksinç şeyler. bende işte öyle kusa kusa geziyorum ortalıkta.
ben sadece sahip olduğum en değerli şeyi, benliğimi korumaya çalıştım. ne gerekiyorsa onu yaptım.
bazıları benliğine tecavüz etmek için şiddete başvurur. ama onlardan da kötü olanlar şefkat, sevgi maskesi takmış tecavüzcülerdir. namaz kılmadığım için dayak da yedim, kılmam için şefkat de gördüm. ikisi de aynı derecede tiksindiriciydi. okulda andımızı okumadığım için dayak da yedim, okumam için şefkat de gördüm. ikisi de aynı derecede tiksindiriciydi.
günler boyunca bir sıçan gibi gölgelerden süzüldüm. daha az görünür olmak için çabaladım ama bütün çabalarım boşuna. her yerde görünür oldum. göze battım. mesela gittiğim okulların bütün müdürleri hemen hemen kimseyi tanımazken beni tanırdı. odalarını çok ziyaret ediyordum çünkü. yine mi sen? yine mi sen? yine mi sen? yine mi? yine...
bunlar bitmek bilmiyordu. çocuksan, biraz yaramazlık yapma hakkın da olmalı sanki. gerçi ben yaramazlığı aşan boyutlara çıkıyordum çoğu zaman. ona rağmen derslerimin hepsi beşti bir yandan da. bunun da çok ceremesini çektim. çünkü bu sefer etrafında seni adam etmeye çalışanların sayısı birden bire artış gösteriyordu. bu çocuğu kazanalım diyorlardı. öyle olunca da fetöcüler mi el atmadı, süleymancılar mı, kemalistler mi, bunun sonu yok ki. yuvada artık hangilerinin kadroları varsa teker teker. hepsi başlangıçta sevecen, giderek artan dozda baskıcı.
mesela bir ara ankara'da yuvada kalırken fetöcüler dadanmıştı bana. 8-9 yaşlarındaydım. alıp, gezidiriyorlar, evlerine götürüyorlar, harçlık falan veriyorlardı. tabii ses çıkarmıyordum, ne de olsa yuvada kalıp, dayak yemekten iyiydi. başlarda öyle üstüme gelmiyorlardı. ben de onlara bir şey demiyordum. öyle güzelce takılıyorduk yani. ama nedense bir gün din iman meselelerini açaları tuttu. yani iman bir insanın içinde varsa vardır, yoksa yoktur. öyle değil mi? değil işte. kurandan ayetler havada uçuşmaya başladı. namaz kılmaya davet etmeler. yani ben mesela inanmadığım bir allah'a neden ibadet etmek zorunda olduğumu anlamıyordum. onlar ise neden ibadet etmemem gerektiğini anlamıyorlardı. sonuç olarak anlaşamıyorduk. ne kadar diretseler de namaz kılmaya yanaşmıyordum ama onlar da namaz kıla kıla iman sahibi olabileceğimi iddia ediyorlardı. daha o zamandan insanların ne kadar ahmak olduğuna dair fazlasıyla bilgiye sahiptim halbuki, daha fazlasına gerek yoktu.
bunların dört tane kızları vardı. hepsi de benden büyük. en küçükleri 11 yaşındaydı. sen de bizim oğlumuz ol, falan diyorlardı. ben kendi babamın bile oğlu olabilecek biri değildim. elbette babamın da kendine göre ideolojik safsataları vardı, o da komünistti mesela. komünizm propagandasıyla kafa sikiyordu. herkes bir şekilde kafa sikmenin yolunu bulmuştu zaten, o ya da bu şekilde.
sonunda bir gün bunlar 11 yaşındaki kızla beni evde bir başıma bırakıp, bir yerlere gittiler, gitmeleri gerekiyordu ama neden hatırlamıyorum. tabii 11 yaşındaki kız bana cinsel yönden salça olmaya başladı. ben ise henüz ergenliğe bile girmemiştim ve o işlerden o kadar da anlamıyordum. ne yapıyorsun yahu sen dedim. seni seviyorum falan dedi. öyle biraz didişirken biz, diğerleri geldi ve orospu ön almak için, benim ona saldırdığımı iddia etti. eh. öz kızları dururken, bana neden kim inansın? kadın beyanı esastır diye bir şeyler de yoktu o zamanlar. o halde? iyi oldu. onlardan öylece kurtulmuş oldum. zaten uzun bir süredir, şunlardan nasıl kurtulsam diye düşünmekten helak olmuştum.
hayatım upuzun bir insanlardan kurtulma çabasından ibaret. derslerim iyi olduğu için herkes benden büyük beklentiler içindeydi. doktor, hakim, milletvekili, bilmem ne olur bu çocuk. hiç ders çalışmıyordum da üstelik. ben zaten oldum olası çalışmayı hiç sevmedim. ama kolaydı işte o zımbırtıları, fenleri, matematikleri falan. diğer çocuklar neden o kadar zorlanıyorlardı, anlamıyordum. bu konuda da ayrıksı olmuştum. herkes vatana millete hayırlı birisi olmam konusunda hem fikirdi. ama ben neden bu kim olduğunu bilmediğim hayaletlere neden faydalı olmam gerektiğini bilmiyordum mesela. olmakta istemiyordum ayrıca. bana ne vatandan, milletten? herkes yakamı bıraksın istiyordum sadece.
liseyi sivas'ta okudum. sal'da o zamanşar sivas'taki en iyi liseydi. anadolu liselerinin anadolu lisesi olduğu zamanlar. okulda herkes oruç tutuyordu. ben tutmuyordum. o zaman da ülkücüler dadandı haliyle. en az haftada bir temiz dayağım vardı. hepsi bir, ben tek başıma. her zaman olduğu gibi. hep tek başıma. dinsiz olmanın en tehlikeli olduğu zamanlarda bile dinsiz olduğumu kimseden gizlemedim. yapamıyordum işte. kendim olarak var olmayacaksam neden gelmiştim ki dünyaya. bu bayağ bir sorun çıkardı bana hayat boyunca, hala da devam ediyor. karabasan gibi üstüme çöktü, kalkmıyor.
yurttaki piçler de menzil'e dadanmışlardı. ömürleri boyunca bulamadıkları o şefkati, sevgiyi falan, işte ne kadar boktan şey varsa güya orada bulmuşlardı. onlar da biliyorlardı tabii dinsiz olduğumu. cemaatin o kadar da büyük olmadığı zamanlardı. beni gavsa anlatmışlar, şöyle zeki, böyle akıllı, dersleri şöyle iyi, gavs'ta getirin demiş. hassiktir ya. bir, iki, üç, on beş, ısrardan vazgeçmiyor piçler. güya gavsları beni rüyasında görmüş, menzilde imana geliyormuşum falan. hep aynı teraneler. ankara'da da anıtkabire gidilince kemalist olunuyormuş zaten. az öyle aslanlı yolu arşınlamadım.
en sonunda gelip bana dediler; minibüs kaldırıyoruz, beleş, orada yeme içme de beleş, la olum, ne olacak, hiçbir şey olmasa yeni bir yer görmüş olursun. beleşçiliğin amk. düştüm. beleşçilik başa bela, insanın başına çok dert açar, kapatması zor olan cinslerden. benden söylemesi. bindik dolmuşa gittik. yolda ilahiler falan. hepsi öylece kendinden geçmiş trans halinde. lan nereye düştüm amk dedim, kendi kendime. yurttaki piçler hiçte tanıdığım tiplere benzemiyordu artık. yeni bir kişilik edinmişlerdi sanki. o küfürbaz yavşakların yerine mütedeyyin adamlar gelmişti. hay sokayım böyle işe diyordum kendi kendime, hay sokayım böyle işe. olan olmuştu bir kere. akılsız başın cezası. işte beleşe sandıklarının bedelini böyle ödetirler adama, hatta daha bile fazlasını.
gittik, çıktık gavs hazretlerinin huzuruna, herkes el pençe, etek öpüyorlar. ben öpmedim tabii. herkes tip tip bana bakıyor. yine ayrıksı olduk iyi mi? yine aynı felaket. dön dolaş, aynı yer. sokayım böyle işe.
bahsettiğiniz arkadaş bu demek dedi gavs hazretleri, biraz bozulmuş vaziyette. aklıma yatmayanları sorarken. aklıma "biz bu kitaptan, seni ve kavmini sorumlu tutacağız." ayeti geldi, ben arap değilim ki türk'üm dedim, yani kurandan sorumlu değilim. gavs; kelime-i şehadet getirip, müslüman olunca sen de ümmet olacaksın dedi. iyi de dedim, neden sorumlu olmadığım bir şeyden, sorumlu olmak için böyle bir şey yapayım ki? neden boş yere sorumluluk altına gireyim? ortalık buz kesti haliyle. bütün müritler gavs'tan bir şeyler bekliyor. o an hayatımı pamuk ipliğine bağlı hissettim. çünkü daha önce çorba içerken falan, birçoğu ile tanışmıştım. zaten o zamanlar küçük bir cemaatti. gavs bunu buraya gömün dese, mezarımı kaşıkla bile kazarlardı. ama derken o öyle demedi; bunun içi fesat, atın dergahımızın bereketini kaçırmasın. derken attılar beni camiilerinden. küçük yer olunca haber de hızlı yayıldı tabii. yanımdan geçen herkes tü tü tü falan yapıyordu. postu deldirmem an meselesi. yurttaki piçlere gittim, onlar da satmıştı beni, geri dönmek için minübüste bana yer yokmuş. gavs hazretleri bununla takılanın başı beladan kurtulmaz demiş. öylece komple bir başıma kaldım, her zaman olduğu gibi. adıyaman'a dolmuşlar vardı ama paramla bile olsa hiçbiri beni dolmuşa almıyordu. iki katı, üç katı, yok. öylece kala kaldım. herhalde menzilden çıkamayacağım diye düşünürken, öylece dolanıyordum, sikmeseler bari diye düşünerek. sonra jandarma karakolu mu, polis mi, ne, hatırlamıyorum, öyle bir şeye denk geldim. girdim içeri durumu anlattım. memur gülmekten öldü. adam bir türlü gülmekten konuşamıyordu. diğerlerini de çağırdı, tekrar anlattırdı, hepsi gülmekten yerlere yattı, eğleniyorlardı yani. oğlum sen yürek mi yedin falan diyorlardı bana. seni şuracıkta öldürüp, gömseler, kimse bulamaz lan diyorlardı. bir yandan da kahkahalar atıyorlardı.
derken birisi beni özel arabasıyla otogata götürdü, biletimi aldım, otobüs gelene kadar da beni tek bırakmadı. otobüse bindim, sivas'a döndüm. yine şansa yaşıyordum.
liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavına girmedim. hiç öyle üniversiteye gitme niyetim yoktu. liseye kadar bana yetmişti. zaten pek eğitilebilir nitelikte bir insan olamadım hiç. istesem de olmuyordu.
devlet iş verdi işte, memur oldum. herkes yalakalık yaparken amirlere, ben yine ayrıksı oldum. bu benim yazgım besbelli. öyle olunca da bayağ bir uğraşıyor herkes benimle.
ben kimseyle uğraşmak istemiyorum aslında, kimsenin o tiksinç göğsüne basmak, didişmek istemiyorum. ama karşılığında da rahat bırakılmak, uğraşılmamak istiyorum. her şey karşılıklı güzel değil mi yahu? bence öyle.
çocukluğumdan beri uğraştığım şeyler hep aynı. tiksinç şeyler. bende işte öyle kusa kusa geziyorum ortalıkta.
ben sadece sahip olduğum en değerli şeyi, benliğimi korumaya çalıştım. ne gerekiyorsa onu yaptım.
devamını gör...
134.
doğrusu aramızda diplomatik bir dostluk ve saygılı, mesafeye dayalı bir ilişki var denilebilir. ikimizde birbirimizin kırmızı çizgilerini biliyor ona uygun davranıyoruz.
şimdiye kadarkinden kendi adıma şikayetçi değilim.
bizimki seviyeli bi ilişki :)
şimdiye kadarkinden kendi adıma şikayetçi değilim.
bizimki seviyeli bi ilişki :)
devamını gör...
135.
üzgün olmak zorunda olduğum durumlardan daha fazla mutlu olmak zorundayım.
çünkü hayat kısa, değmez bir kıza.*
çünkü hayat kısa, değmez bir kıza.*
devamını gör...