dedim ya,oturuyorum öylece.
iyiki etrafımda,kalbimi tanıyanlar yok.
devamını gör...

kuran da matematiksel hata yoktur burada yazdık hesapladık hiç bir durumda hata çıkmadı eğer hala var diyorsa yazar tanımın neresi hatalı bulsun.
kafasozluk.com/kuran-daki-m...
güneşin balçığa batması ile ilgili olan kısım zaman bükülmesi ile ilgilidir siyah balçık kara delikleri ifade eder dünyanın doğuşu ve kıyameti gören bir kişinin hikayesidir o sure. ilgisi olanlar carl justav jung'ın kuran çevirisine bakabilirler ki o surenin hepsi zamanda yolculuk yapan birini anlatır peygamber olup olmadığı tartışmalıdır.
devamını gör...

*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

"nahnü kasemna"

43 - zuhruf suresi 32. âyette geçen nahnü kasemnâ  tabiri  “tanrının kâinâtı yaratmadan
önce her kulun kısmetini belirlemiş olduğunu ve kimsenin rızkının kimseye gitmeyeceğini anlatır."

nahnü kasemnada taksimde mevla

bu noksan kısmeti bana mı verdin

aleme safalar eyledin ata

derd ile mihneti bana mı verdin    
---aşık dertli hayatı ve şairliği ( geredeli)

(link:
)
devamını gör...

aşkın üç rengi
bölüm 3

iki aşık, binbir çiçek desenli kıyafetini giymiş olan bahçede el ele yürüyorlardı ki prenses rozalin’i bulmak için çıktığı macerayı anlatmaya başladı. öyle heyecanlı anlatıyordu ki adeta küçücük bir kız çocuğu gibiydi. onun bu tavırlarını ve gözlerindeki ışıltıyı gören prens ise sadece hayran olmuş bir vaziyette izlemek ve dinlemekle yetiniyordu. aslında çok tehlikeli olan fakat prenses tarafından çok tatlı bir şekilde anlatılan bu masalı can kulağı ile dinlediği için hiç araya girmedi. heyecanlı bir ruh hali içinde dinliyordu ve içten içe böyle bir maceraya atıldığı için prensese kızıyordu. aynı zamanda prensesin ona hissettiği aşktan öylesine etkileniyordu ki kızgınlığı hemen geçiyordu. prensesi dinlerken kendi kendine acaba ben olsam ne yapardım diye de sormaktan geri kalmıyordu. cevabı ise hiç değişmiyordu: "bir nefes süresi kadar bile düşünmeden evet."

prenses, rozalin ile yaptığı anlaşmayı anlatmaya başladığında bir an için duraksadı. yüzünde bir hüzün, bir düşünme hali, bir umutsuzluk belirdi. prens ufak bir şaşkınlık anından sonra anlatmaya devam etmesini istedi. prenses hikayenin kalan kısmını bir solukta anlattı. prensesin anlaşma karşılığında rozalin’e 10 yılını verdiğini öğrenen prens adeta şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibiydi. ne diyeceğini ne düşüneceğini kestirememiş bir halde olduğu yere çöktü kaldı. gözleri her an patlamaya hazır fırtına bulutları gibi dolmuştu.

prensin bu kadar kahrolduğunu gören prenses hemen onun yanına çöktü ve ona: “sakın üzülme sevgilim. şayet oradan panzehir olmadan gelseydim, sana ve aşkımıza ihanet etmiş olacaktım. benim için seninle geçireceğim bir dakika, sensiz geçireceğim 10 yıldan daha değerlidir. ayrıca hem rozalin’e hem de melina’ya yardım etmiş oldum ki onlara borçlu kalmak istemezdim zira seni kurtarmamda çok fazla yardımları dokundu. ikisi de ziyadesiyle harikulade kadınlar, yapmış olduğum iyiliği sonuna kadar hak ediyorlar.”

prens: "seni anlayabiliyorum sevgilim. lakin senden uzakta bir saniye bile geçiremeyen beni, sensiz 10 yıl geçirme düşüncesi kahrediyor. sana bir şey olursa ben zaten artık yaşamıyor olurum. o andan itibaren yaşayan bir ölü olmaktansa o an seninle can vermeyi yeğlerim. nefes alıp yaşamamaktansa, nefes almayıp sonsuzlukta seninle yaşamayı tercih ederim."

prenses bu sözlere çok kızmıştı. kaşlarını çattı ve kollarını göğsünde birbirine bağlayarak arkasını döndü prense. birkaç dakika sonra konuşmaya başladı naz yapan küçük çocuklar gibi.

prenses: "lütfen böyle mesnetsiz ve mutsuzluk kokan sözler söylemeyin ömrümün emaneti. hem daha genciz, birlikte çok mutlu geçireceğimiz yıllarımız elbette ki olacaktır. 10 yıl dediğiniz nedir ki? sizin için tanrı’nın bana emaneti olan bütün ömrü verebilirim hiç düşünmeden. bu tanrı’ya ihanet edeceğim anlamına gelecek olsa bile. fakat prensim bir an önce bu krallıklardan ve ailelerden uzaklaşmamız gerekmektedir. başımıza gelen son olaydan sonra bir yenisinin olması sürpriz olmayacaktır. seni prenses melina ile evlendirmek için her şeyi yapacaklardır. zannımca bizimkiler de aynı şeyleri yapabilecek zihniyete sahiptirler. bu sebeple buralardan gitmemiz gerektiği kanaatindeyim."

prensin gözü uzaklara daldı. düşünceler deryasında çırpınmaya başladı. prenses sonuna kadar haklıydı. eğer mutlu olmak istiyorlarsa buralardan gitmeleri gerekiyordu.

prens: "canım prensesim, mühürlü kaderim. istediğin gibi olsun her şey, yarın gece buralardan ayrılalım, uzak diyarlara gidelim. terk edelim bu kötü insanların bulunduğu diyarı." dedi.

ertesi gece iki krallığın sınır bölgesinde buluşacaklarına dair sözleşerek ayrıldılar. yürekleri oluk oluk kanarcasına...
krallıklarına dönmeden önce son bir kez dönüp buluşturdular alev alev parlayan gözlerini karanlığın en koyu olduğu yerde. ertesi gece sözleştikleri vakitte buluştular ve kimseye görünmeden uzaklaştılar krallıklarından, uzaklara doğru. tek çarelerinin bu olduğunu biliyorlardı. bu teklifi kendisinin yapmasına rağmen prensesin yüzü yine de asıktı. prens yüzünün neden asık olduğunu sordu.

prenses: "ne kadar farkında olsam da çaresizliğimizin, yine de evimiz bildiğimiz yerden bir anda böyle kimseye haber vermeden kaçmak beni biraz üzdü. keşke her şey daha farklı olsaydı."

prens: “evet sevgilim doğru söylüyorsun ama saadetimiz için bunu yapmamız şart. hem melina biliyor gittiğimizi, ona veda edebildik en azından. o da kararımızı doğru buldu. senin yerinde olsa aynı şeyi yapacağını söylemedi mi? bu sebeple üzülmemelisin zamanımın anlamı. bizim için, sevgimiz ve mutluluğumuz için tek çaremiz bu.” dedi ve sarıldı prensese.

yaşanmışlıklarını, krallıklarını, ailelerini ve diğer tüm sevdiklerini geride bırakarak el ele tutuştular ve emin adımlarla yürümeye devam ettiler. çünkü onların dünyası birbirleri olmadan artık bir hiçti. her şeyi geride bırakarak daima beraber olabilecekleri yeni bir hayata doğru yol aldılar...
mutluluk artık onlar için bir hayal değildi.
onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine demeye hazırlanırken bizler,
gökten üç elma düş....




hayır yere düşen elmalar değildi, prensesti. prens bir anda elinin boşta kaldığını farketti. sımsıkı tuttuğu el aynı şekilde karşılık vermiyordu, tamamen tepkisizdi. kafasını yan tarafa çevirmeye korkuyordu. kalbi korkuyla çarpıyordu, içinde bir ürperme hissetti, tüyleri diken diken olmuştu. midesine kramplar giriyordu. o kısacık an sanki yıllarca sürmüştü ve yaşlandırmıştı ruhunu. yan tarafında dolunayın aydınlattığı çimenlerde yüreğinin artık çarpmadan uzanışını izliyordu. çok hızlı bir şekilde nefes alıp vermeye başladı, kalp krizi geçirecek gibiydi. bir eliyle hareketsiz avuçları sımsıkı tutuyordu, hiçbir zaman gitmesine izin vermeyecekmişçesine. diğer eliyle sıkışan kalbini tutuyordu, sökmek istermişçesine. prensesin hareketsiz kolunu sallamaya başladı ama tepki yoktu. kolu ne zaman yukarı kaldırsa bıraktığı anda aşağı düşüyordu, bir ağacın yaprağının sonbaharda toprakla buluşması gibi. kabullenemiyordu bu durumu, prensesin omuzlarından tuttu, silkelemeye başladı. prensesin kafası kontrolsüzce ileri geri hareket ediyordu. solmuş bir çiçeğin boynu gibi kenara düşüyordu. yavaş yavaş prensesin kalbine doğru uzandı ve dinlemeye başladı. hiçbir kuş sesi gelmiyordu. sanki ölüm sessizliği çökmüştü o kuş cenneti yüreğine. prensin aklı, kendisini teselli etmeye çalışan pervasız bir arkadaş gibi asla kabullenmek istemediği gerçeği haykırıyordu yüreğine. prens o kelimeyi söyleyemiyordu kendi kendine, asla kabul edemezdi bu durumu, daha çok uzun zamanlar beraber olacaklardı. hayalleri vardı, mutlu olacaklardı. bu düşünceler şu an yerde hareketsizce uzanan prensesin bedeni gibi hareketsizce uzanıyordu prensin zihin mezarlığında.

prensin elleri titremeye başladı, geriye doğru sendeledi, ayağa kalkamadan sırt üstü düştü. sıcaktan insanların uyuyamadığı o yaz gecesinde tir tir titremeye başladı, kutuplarda çıplak kalan bir insan gibi. durduramıyordu kendini, dişlerini sıkmıştı. o kadar çok sıktı ki dişlerini birkaçı kırıldı. prens öyle bir çığlık kopardı ki gökyüzündeki meleklerden yerin en dibindeki zebanilere kadar herkes bu çığlığı duymuştu. öyle hüzün dolu bir çığlıktı ki bulutlar bile gözyaşı dökmeye başladılar.

dünya onun için artık bir çukurdu ve o çukurun zemininde sırt üstü uzanıyordu. aklını kaybedeceğini düşündü ama bir türlü deliremiyordu. bu şekilde yaşayamayacağını da biliyordu. o an aslında hiçbir şey bilmiyordu, sadece sadece...
çılgınlar gibi ağlıyordu, bağırıyordu, tanrıya lanet ediyordu, rozalin’e lanet ediyordu, ona bu iksiri içirenlere lanet ediyordu. o anda nefreti öyle bir çoğaldı ki artık sevgi kalmamıştı bünyesinde. eğer sevgi varsa bile çok derinlere gömülmüştü. sadece nefret soluyor, damarlarında nefret dolanıyordu. nefret eğer bir insan olsaydı o an ki prens olurdu. gözleri öyle korkutucu bir hal almıştı ki onu gören vahşi hayvanlar bile ağaç kovuklarına, mağaralara saklanıyordu.

yağmura aldırış etmeden artık cansız bir bedenden başka varlığı olmayan sevdiği kadının alnına bir öpücük kondurduktan sonra eğilerek uzandığı yerden kucağına aldı ve ona bu kaderi yaşatanların yaşadığı bataklığa doğru yol almaya başladı. yani lanet olasıca krallıklarına. kaçmaya çalıştıkları bataklık onların peşini bırakmadığı gibi prensesi de içine çekmişti. prens bu bataklığa doğru ilerlemeye devam etti.

ayrılık zordu. ayrılık acıydı...
bir süre sonra krallığa ulaşmıştı. prensesi o çok sevdiği çiçek bahçesinin en güzel yerine yavaşça bıraktı. öptü alnından, okşadı o güzel yüzünü. tüm çiçeklerden, o geri dönene kadar prensese canları gibi bakacaklarına dair söz vermelerini istedi. prensin de artık içinde sevgi kalmamıştı. sevgisinin kaynağı olan biricik prensesinin ölümüne sebep olan herkes için küçücük bir merhamet bile beslemiyordu. o an yüreğindeki intikam ateşi alev alev yanmaya başladı. prensin kalbi de gözleri gibi ayrılığın siyahına bürünmüştü, kılıcını çekti ve onların hayatlarını çalanları, onların mutluluğunu yok edenleri, onlara bu acıları yaşatan herkesi öldürmeye doğru ilerlemeye başlamıştı ki bir esinti yüzünü okşadı. öyle yumuşaktı ki bu dokunuş, sanki prensesin dokunuşuydu. etrafına bakınmaya başlamıştı ki arkasından bir ses duydu: “seni her zaman seveceğim." dönüp baktığı zaman çiçeklerin içerisinde prensesin silüetini görür gibi oldu.

prenses bu diyarlardan gitmeden önce bir anlığına da olsa prensine göründü. nefretin ona hükmetmesini istemiyormuşçasına. prensesin ruhu öyle hüzün ve aşk dolu bir bakış bırakmıştı ki prensin yüreğine artık nefreti yok olmuştu prensin. sadece aşk kalmıştı. prensesin sevgi dolu sesi, bakışları, dokunuşları...

prens olduğu yerde dizlerinin üstüne çöktü, kılıcı elinden düştü. bağırmaktan sesi kısılmış olsa bile öyle sessiz bir şekilde çığlık atıyordu ki ona bu iksiri içirenlerin bile yüreği kan ağlıyordu bu sessiz çığlıklar nedeniyle.

içinizdeki o sevginin sahibi artık yoksa o sevginin de bir değeri kalmıyordu. o aşk da sevdiğiniz ile gidiyordu. yerini kaplayan mutsuzluk, hüzün o kadar büyük oluyordu ki nefes bile aldırmıyordu. haykırmak, bağırmak istersiniz de sesiniz çıkmaz ya, karanlıkların içindeki o ışık hüzmesine koşarsınız da o ışık bir anda kaybolur ya, bu da öyledir işte. yokluğunun ağırlığı omuzlarınıza çöktüğünde kaldıramazsınız. evet belki dışarıdan yaşıyormuş gibi görünebilirsiniz. ama gerçekten seven iki insandan biri ölürse öbürü de onunla ölür. sizi tamamlayan kişi artık yanınızda olmazsa bu dünyada yarım kalırsınız.

ne yapsanız hep eksik kalır. onsuzluk kalbinize saplanan bir hançer gibidir. kesik kesik soluk alırsınız ama acı dayanılmazdır. her bir solukta canınız daha da çok yanar. yaşamınızı güzelleştiren, aklınıza gelmesi bile sizi gülümseten, onun geleceği zamanı iple çektiğiniz, yanında özgür ama bir o kadar da ona bağlı hissettiğiniz o insan artık yoksa hayatınızda, yaşamanın da bir anlamı kalmaz aslında. aşk böyledir. varlığı sizi mutlu ve sevinçli yapar ama yokluğu da sizi mahveder.

dipsiz bir çukurdur aslında onsuzluk. düşersiniz, düşersiniz, daha da düşersiniz. ne tutunacak bir yer vardır ne de bir ışık. o sonsuz boşluğu dolduracak tek kişi de gittiyse eğer evet, işte o zaman o çukurdan çıkamazsınız. hüzün sanki kolları varmış gibi sizi sarar. bir zaman sonra boğulmaya başlarsınız. çırpınırsınız, kurtulmaya çalışırsınız ama sizi bırakmaz.

bir an sonra okyanusun altında gibi hissedersiniz. nefesiniz hızla tükenmektedir. yukarıya doğru yüzdüğünüzü zannedersiniz ama aslında daha da dibe battığınızı fark etmezsiniz. sonra pes edersiniz. size o soluğu tekrardan verebilecek olan tek kişi de yoktur artık. o okyanusun dibinde oturursunuz. onun yanına gitmek için beklersiniz. aklınızda, kalbinizde, tüm benliğinizde onun adı durmadan zuhur ederken siz sadece kavuşacağınız günü beklersiniz. acı sizi öldürür ama aynı zamanda da yaşatır. aşk gibidir işte. aşk da yaşatır lakin yeri geldiğinde sizi öldürmesini de çok iyi bilir.

ayrılık her zaman acıydı. prensin kalbi de prensesi ile beraber gitmişti. sevdiği olmadan bu dağ bu taş neye yarar. o yağmur ekinlere nasıl can verir. güneş yerküreyi yakar adeta, çekilen ızdırabın yüreği yaktığı gibi. sevdiği bu dünyadan göçmüşse, artık prens eski prens değildir. içindeki aşk sevdiği ile beraber gitmiştir.

aşık olduğunuzda ayrı düşmek aklınıza bile gelmez çünkü bilirsiniz ki seven iki insan için ayrılık olamaz. ölüm de olsa gerçek aşıklar için ayrılmak yoktur aslında çünkü ruhları bütünleşmiştir ve bu enerji asla kaybolmayacaktır.

elinizi uzattığınızda sevdiğinizin yüzü orada olsun istersiniz. gülüşünüz gülüşüne değsin, saçlarınız birbirine karışsın, gözleriniz hiç başka yere bakmasın istersiniz. fakat o canınızdan çok sevdiğiniz kişi artık yoksa elleriniz boşluğa düşüyorsa, gülüşünüz solmuşsa, saçlarınız sert rüzgarda savruluyorsa ve gözleriniz hep onu arıyorsa yaşanır mı bu dünyada diye düşünüyor olsanız da onun hatırasını yaşatmanız gerekmektedir. sizin mutlu olmanızı isterdi, o gitmiş olsa bile kalanlara birlikte geçirdiğiniz güzel anıları aktarmanızı ve yeni nesillere umut olmanızı isterdi. aşkın hiçbir zaman ölmeyeceğini öğretmenizi isterdi.

"seni her zaman seveceğim prensim, beni asla unutma fakat geleceği yaşamayı da aksatma.

elveda..."

edit: herkese merhabalarr. hikayemizin son bölümü de sizlerle. umarım beğenmişsinizdir. biz bu bölümde gerçekten çok hüzünlendik. ama prens ve prenses hep kalbimizde olacak. onların aşkları bize umut verecek. umarım bu hikaye size de bir şeyler katabilmiştir. bizi çok düşündürdü aslında çoğu zaman. sizleri de düşündürebilmiştir umarım. ilk hikayemiz "aşkın üç rengi" burada sona eriyor fakat zihnimizde onlar hep var olacaklar.
başka bir yazı ile ilerleyen günlerde görüşmek dileğiyle. ne olursa olsun aşk hep sizinle olsun...
devamını gör...

(bkz: çorba)
devamını gör...

yeryüzünün yalnızca belirli bölgelerinde yayılış gösteren (yaşam alanı belirli bir bölgeyle sınırlı) canlı tür ya da cinslerine endemik denir.

türkiye'de yaklaşık 3000 endemik tür vardır.

kasnak meşesi
en sık görüldüğü bölgeler konya, afyon, ısparta ve kütahya illeridir.

sığla ağacı
endemik bitkiler arasında bulunan sığla ağacı türkiye'de en sık muğla ve fethiye civarlarında görülür.

ispir meşesi
ispir meşesi yozgat, kastamonu ve doğu anadolu bölgesinin genelinde görülebilen bir türdür.

datça hurması
teke yarımadası ve datça’da yetişen bir bitkidir.

kazdağı göknarı
yalnızca kazdağı'nda görülebilen bu türün boyu yaklaşık olarak 30 metreye kadar uzayabilir.

anadolu glayölü
genellikle akdeniz ve ege bölgelerinde rastlanılan anadolu glayölü, kızılçam ormanları ve makilerde bahar ve yaz aylarında görülür. çok narin bir endemik bitki olan anadolu glayölü, hızlı azalma nedeniyle tamamen yok olma riskiyle karşı karşıya bulunuyor.

ters lale
anadolu'da hemen hemen her bölgede rastlanılan bu çiçek türü en çok hakkari ve van bölgelerinde yetişir. her dalında 6 yaprak bulunan ters lale'nin boyu yaklaşık 70 cm kadar uzar. genellikle 1000-3000 metre arasındaki rakımlarda görülür.

eber sarısı - piyam
türk botanikçiler tarafından 1982 yılında keşfedilen eber sarısı, dünyada yalnızca akşehir ve eber göllerinin yamaçlarında parçalı popülasyonlar halinde bulunmaktadır.

antalya çiğdemi
adından da anlaşılacağı gibi yalnızca antalya'da yetişen bir türdür.

zambakgiller
türkiye'de 430 farklı türü bulunan zambakgiller en sık manisa'da görülürler.

kral eğreltisi
başta karadeniz bölgesi olmak üzere ülkemizdeki nemli topraklarda görülür.

buradan
devamını gör...

umarım değişik sektörlerde meydana gelen tüm bu makineleşme/elektronikleşme olayının sonu kötü sonuçlara yol açmaz diyeceğim ama kendi yazdığıma kendim bile inanmıyorum.

gün geçtikçe pek çok sektörde insan gücüne olan ihtiyaç azalmaya başladı ve bazılarında komple ortadan kalkacak gibi görünüyor ne yazık ki.

önceden hemen herkesin yapabileceği bir şeyler vardı muhtemelen. yani en vasıfsızından bile olsa bir şekilde iş gücüne ihtiyaç vardı. bu da belirli şeyleri yapamayacak pek çok insanın bile hayatını idame ettirebilmesi için bir fırsat yaratıyordu.

ancak bu nitelikteki insanlara olan ihtiyacın giderek azaldığı bir ortamda bu grupta yer alan milyonlarca insan işsizlik, geçim sıkıntısı ve hatta yaşadıkları bölgelere göre temel insani gereksinimlerden yoksun kalma gibi çok çeşitli ve bir o kadar da ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalacak.

artık kontrolü nüfus artışı için bir çare mi bulunur ne yapılır bilmiyorum ama bu olaya bir çözüm bulunması gerekecek.
halihazırda gezegenin tükenen kaynakları mevcut nüfusa bile yetmezken bir de bu tür sorunların çıkması yeni ve büyük göç dalgaları ve çeşitli asayiş problemleri gibi çok büyük sıkıntıları da beraberinde getirir.

halihazırda maliyet düşüklüğü nedeniyle pek çok işletme, şirket vs. mümkün olduğunca az personel çalıştırabilecek yöntemleri tercih etmeye başladı bile...

tanım: derine inildiğinde hiç de hoş yerlere çıkmayan bir sürecin göstergesi olan durum.
devamını gör...

derin anlamlar içeren bir mevlevi selamıdır. "kendine bir hoşça bak çünkü alemin özüsün sen" anlamına gelir.
insan bazen kendini çok zayıf, güçsüz, umutsuz, yılgın hisseder, kendinde hiçbir işi yapacak kuvvet bulamaz. âdeta yıkık bir virane gibidir; fakat o, aslında böyle değildir. sadece içinde bulunan enerjiyi keşfedemeyişin uyuşukluğunu yaşamaktadır.
şeyh galip, hoşça bak zâtına derken insanın yaratılışı üzerine fikretmenin lüzumunu öğütlemekten başka, ümitsizliğe düşmenin, dünya dertlerinin altında ezilip kalmanın, mücadeleden vazgeçmenin de insan onuruna ve fıtratına yakışmayan bir davranış olduğunu ve hayata iyimser bir gözle bakmak gerektiğini söyler..
dünya bilakis senden ibaret. sende başlıyor yaşam ve yine kendinde nihayete eriyor; güzellik, çirkinlik, kötülük, iyilik, mutluluk, mutsuzluk, dürüstlük, riyakarlık, her şey.
şeyh galip'in insanın alemin özü olduğunu anlatan şiiri….
"kendine bir hoşça bak, alemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun.
yıkıksın, kırık döküksün ama tılsımlı bir definesin sen.
meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın, bildiğin gibi değil,
her varlıktan daha olgun daha ilerisin sen.
ruhsun, cebrail’in üfürmesiyle ikizsin, yaradan’ın sırrısın, meryem’in oğlu isa gibisin sen.
mertebeni adlarla sanma; adların sahibindedir.
dönüp varacağın yer her şeyi yaratandır, eşyaya gideceğini zannetme.
gördüğün gerçekleri rüya sanma, sen başka bir varlıksın;
kendini her sûreti kabul eden heyulanın büründüğü sûret zannetme.
keşifle gerçekliği meydana çıkan manayı dava sanma,
hakkında söylenen vasıfları gözüne girmek için söylenmiş sözler zannetme.
kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen; varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
sırrını inleyip de sakın ağyara açma;
bilmezlikle inkâr çukuruna düşmekten sakın.
ahların, sakın, sevgilinin kâkülüne değmesin, sonra mansur gibi dâra çıkarsın.
sakın yaradana incinip de sevgiliye aczini bildirmeye kalkışma;
çaresiz kişi bulduğun kadri yüce incileri sakın.
sevgi sırlarının mahzeni, o sırlar hazinelerinin konduğu yer sendedir, sende.
erlik, yiğitlik nurlarının madeni sendedir, sende.
gizli gizli daha nice ruh halleri var sende.
tanıyıp anlayış sende, hüner sende hakikât sende.
baksan görürsün ki yer de, gök de, cehennem de, cennet de sende, kürsî de sende, melek de elbet sendedir sende.
yazıktır, padişahken alemde yoksul olmayasın, ümit ve yalvarışla boz bulanık bir hale gelmeyesin.
yeis vadisine düşüp bir hiç olarak yok olmayasın, yolunu yitirip bela sahrasının yolunu tutmasayasın.
âdeme yapış ki gerçekten ayrılmayasın, secdeler et ki yaradan reddetmesin seni.
yaradan’dan gayri bütün varlıklardan, çakıp sönen, gelip giden bütün şimşekler gibi geç git.
üstüne takılan, konan çerçöpe aşk ateşini siper et.
gönül bağlanacak şeylerin eserleri, sakın, eteğini tutmasın.
şems gibi, mevlana’yı isteyerek yola koyul, yol almaya bak.
aynanı (gönlünü) arıt, bütün sûretler ona vursun, görünsün.
galip, hele bir duygularını derle, topla da bak.
kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.

orijinal hali….
ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen
gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen
secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen
bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen
rûhsun nefha-i cibril ile tev’emsin sen
sırr-ı hak’sın mesel-i isi-i meryem’sin sen
hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
merteben ayn-ı müsemmâdadır esmâ sanma
merciin hâlik-i eşyâdadır eşyâ sanma
gördüğün emr-i muhakkakları rü’yâ sanma
başkasın kendini sûretle heyûla sanma
keşf ile sâbit olan mâ’niyi dâ’vâ sanma
hakkına söylenen evsâfı müdârâ sanma
hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
inleyip sırrını fâşeyleme ağyâra sakın
düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın
değmesin âhların kâkül-i dildâra sakın
sonra mansûr gibi çıkman olur dâra sakın
arz-ı acz etmeyesin yâreden ol yâra sakın
bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın
hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende
sendedir mâ’den-i envâr-ı fütüvvet sende
gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende
ma’rifet sende hüner sende hakiykât sende
nazar etsen yer ü gök duzâh u cennet sende
arş u kürsiyy ü melek sendedir sende
hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
hayftır şâh iken âlemde gedâ olmayasın
keder-âlûde-i ümmîd ü recâ olmayasın
vâdî-i ye’se düşüp hiç ü hebâ olmayasın
yanılıp rehrev-i sahrâ-yı belâ olmayasın
âdeme muttasıl ol tâ ki cüdâ olmayasın
secdeler eyle ki merdûd-i hüdâ olmayasın
hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
merk-i hâtif gibi bu kayd-ı sivâdan güzer et
erişen hâr u hasa âteş-i aşkı siper et
dâmenin tutmaya âsâr-ı alâyık hazer et
şems veş hâhiş-i munlâ ile azm-i sefer et
sâf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et
hele bir cem’-i havâs eyle de gâlib nazar et
hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.
(şeyh galip)
o kadar manalı olan mevlevî selamı, galip'in bu beytindedir. insan insanda -daha doğrusu iki kaşının arasıda; çünkü oraya bakılır- allah'ı görür ve tebcil eder. şems-mevlânâ münasebetini hiçbir şey bu selâm kadar iyi izzah edemez..." ahmet hamdi tanpınar.
devamını gör...

leyla ile mecnun olma ihtimali yüksek. bir ismail abi kadar gamsız ya da erdal baggal kadar tirt bir karakter başka bir dizide yoktu.
devamını gör...

günaydın sözlük manzaram nasıl?
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bu yazarın yeri bende çok baska.* sözluge ilk geldigim dönemlerde tanisikligimiz, eski dosttur yani...oldukca vefalıdır ayrica. hayata bakisi, durusu, naifligi ve saygisiyla kendini bende cok farkla bir yere koydu. nicedir de kendisinin halini hatirini sormuyorum, kusuruma bakmasin mesguliyetlerime versin. bir de hep var olsun...
devamını gör...

hiç birinize pas vermem şu bendeki libido olmasa. kendimi (bkz: peygamber devesi) gibi hissediyorum aslında. ışim bitince basinizi koparmak istiyorum * .
devamını gör...

"gregor samsa bir sabah yatağında sıkıntılı rüyalarından uyandığında, kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu."

dönüşüm, franz kafka
devamını gör...

cihan ceylan tarafından çizilen karikatür kahramanı. zaman zaman kendime benzetirim.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

olsa bile pahalı. giymeyi en çok sevdiğim şey sweatshirt ama çok pahalı.

normal sözlük acilen yazarlara kapüşonlu dağıtmalı. arkasında normal sözlük logosu bulunsun giyelim takılalım. kış geliyor aloo.
devamını gör...

pegasus takımyıldızı içinde yer alan kuasar.

uzaklığı yaklaşık 8 milyar ışık yılı olan bu kuasara bakarken, kendisini doğrudan göremiyoruz çünkü önünde bir galaksi var. fakat kütle çekimsel mercek etkisi nedeniyle, kuasarın ışığı farklı yollardan bükülerek galaksinin etrafını dolaşmış ve kuasarın 4 ayrı görüntüsünü çıkarmış ortaya. hiç görmüyor olmamız gerekirken 4 tane görüyoruz.

kütle çekimsel mercek etkisi, albert einstein tarafından öngörülmüştü. ayrıca ortaya çıkan şekil de bir haçı andırdığından cisim bu ismi almış.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

70 dakika 10 kişi oynadığı maçı kazandı beşiktaş.

tebrik diyorum, keyfini sürsünler güzel galibiyet.

not: cimbomspor.
devamını gör...

söylersem suikaste hazırlıktan içeri alırlar üzgünüm sözlük.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim