1.
millet yada milletler bütünlüğünün oluşturmuş olduğu tüzel aygıt.
devamını gör...
2.
bahçeli soyadlı siyasetçinin adı.
devamını gör...
3.
toplumun siyasal olarak bütün kollarda örgütlenişidir.
devamını gör...
4.
insanlar henüz yeterince ahlaklı olmadığı için ihtiyaç duyulan bir kurum.
devamını gör...
5.
platonun kitabının da ismidir aynı zamanda.
devamını gör...
6.
t.c.'ye gelirsek,
1930larda halk, devletini hak etmiyordu. b*ktan kanaat önderleri ve jakoben türk devrimi, halkından kopuk bir yüksek kültür yaratma derdindeki devlet ile, en ufak bir yükselme kıvılcımına düştüğü b*k çukurundaki metan gazı tutuşur diye fevri tepki veren halk arasındaki zıtlığa sebep olmuştu. bu muzır bir durumdu, devletin amaçları ne kadar müspet olursa olsun.
2000lerde devlet, halkını hak etmiyor. çizmemi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin diyen ölümden dönmüş işçiyi, devletin teröre terk ettiği güneydoğudan hala gelen şehit ve gazileri "vatan sağolsun" diyerek karşılayan anne babayı, "lan mı? canın sağolsun" diyen terbiyeli çiftçiyi hak etmiyor devlet.
1930larda halk, devletini hak etmiyordu. b*ktan kanaat önderleri ve jakoben türk devrimi, halkından kopuk bir yüksek kültür yaratma derdindeki devlet ile, en ufak bir yükselme kıvılcımına düştüğü b*k çukurundaki metan gazı tutuşur diye fevri tepki veren halk arasındaki zıtlığa sebep olmuştu. bu muzır bir durumdu, devletin amaçları ne kadar müspet olursa olsun.
2000lerde devlet, halkını hak etmiyor. çizmemi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin diyen ölümden dönmüş işçiyi, devletin teröre terk ettiği güneydoğudan hala gelen şehit ve gazileri "vatan sağolsun" diyerek karşılayan anne babayı, "lan mı? canın sağolsun" diyen terbiyeli çiftçiyi hak etmiyor devlet.
devamını gör...
7.
bir alıntı ile tanımlamak istediğim.
”''insanlar, aşağılık, sahtekar, dikkatsiz olduklarından birini diğerinden, güçsüzü güçlüden korumak amacıyla bir takım kurallar koymak gerekmekteydi. böylelikle güç bir elde toplanacak ve güçsüz ile güçlü dengesini sağlayacaktı. işte "devlet" böyle kuruldu.''ancak ilk cümle unutulmuştu devlet yasa koyan bir mafya haline gelmişti. ''devlet, soğuk canavarların en soğuğudur. kılı kıpırdamadan yalan söyler; şu yalan dökülür ağzından: "ben, devlet, halkın kendisiyim." yalan! halkları insanlar yarattı, üzerilerine bir inançla bir sevgi astılar. hayata da böyle hizmet ettiler. fakat yıkıcılar kalabalığa tuzaklar kuruyorlar; bunun adına da devlet diyorlar. kalabalığın, üzerine bir kılıçla yüz arzu asıyorlar.”
”''insanlar, aşağılık, sahtekar, dikkatsiz olduklarından birini diğerinden, güçsüzü güçlüden korumak amacıyla bir takım kurallar koymak gerekmekteydi. böylelikle güç bir elde toplanacak ve güçsüz ile güçlü dengesini sağlayacaktı. işte "devlet" böyle kuruldu.''ancak ilk cümle unutulmuştu devlet yasa koyan bir mafya haline gelmişti. ''devlet, soğuk canavarların en soğuğudur. kılı kıpırdamadan yalan söyler; şu yalan dökülür ağzından: "ben, devlet, halkın kendisiyim." yalan! halkları insanlar yarattı, üzerilerine bir inançla bir sevgi astılar. hayata da böyle hizmet ettiler. fakat yıkıcılar kalabalığa tuzaklar kuruyorlar; bunun adına da devlet diyorlar. kalabalığın, üzerine bir kılıçla yüz arzu asıyorlar.”
devamını gör...
8.
hukuka dayanmadığı ve hukukla sınırlanmadığı sürece çetedir, mafyadır.
devamını gör...
9.
bizim halkımız hep zulüm gördüğünden genelde 'dövlet' derler devlete'
(ilyas salman)
(ilyas salman)
devamını gör...
10.
sosyalistlerin baba, komünistlerin eşit pay edici, liberallerin özgür amerikan babası olarak gördüğü yapı.
devamını gör...
11.
türkiye cumhuriyetinde, devlet hanedanın ortak malıdır
devamını gör...
12.
franz oppenheimer'a göre devlet şu şekilde meydana gelmiştir;
tarım devrimi ile birlikte yerleşik hayata geçen topluluklar tarım ve bunun yanı sıra hayvancılık ile uğraşmaya başladılar. buna rağmen kimi topluluklar yerleşik hayata geçmeyip sadece hayvanları evcilleştirdiler ve göçebe yaşamı sürdürdüler. yerleşik hayata geçmeyen bu topluluklar doğanın kendileri için hazırladıkları sürprizler ve salgın hastalıklar nedeniyle sık sık gıda sorunu ile baş başa kaldılar ve böyle zamanlarda yerleşik olan topluluklara saldırmaya başladılar. bu saldırılardan bıkan yerleşik hayata geçmiş topluluklar zamanla bir hayvancı toplulukla onlara vergi ya da haraç vermek karşılığında anlaştılar ve onlara topraklarından arazi verdiler. böylece tarihin ilk orduları da ortaya çıkmaya başladı. hayvancı topluluklar ellerindeki gücü kullanarak yerleşik hayata geçmiş toplumlar üzerinde otorite kurmaya başladılar. tahsildar ya da vergi işiyle uğraşan aracılar kullanmayan, yerleştikleri yerleşik toplumla kız alıp vermeye başlayan hayvancı topluluklar zamanla bu yerleşik toplulukla karışıp kendileri de yerleşik hayata geçmiş topluluklar haline geldi ve süreç bu toplumlarda başa döndü. araya aracılar koyan ve hatta bir değil birden fazla yerleşik hayata geçmiş topluluğu koruyan hayvancı topluluklar ise zamanla krallık/imparatorluk seviyesine gelmiş ve tarihin ilk sınıflı topluluklarıyla birlikte devleti hayatımıza sokmuşlardır.
tarım devrimi ile birlikte yerleşik hayata geçen topluluklar tarım ve bunun yanı sıra hayvancılık ile uğraşmaya başladılar. buna rağmen kimi topluluklar yerleşik hayata geçmeyip sadece hayvanları evcilleştirdiler ve göçebe yaşamı sürdürdüler. yerleşik hayata geçmeyen bu topluluklar doğanın kendileri için hazırladıkları sürprizler ve salgın hastalıklar nedeniyle sık sık gıda sorunu ile baş başa kaldılar ve böyle zamanlarda yerleşik olan topluluklara saldırmaya başladılar. bu saldırılardan bıkan yerleşik hayata geçmiş topluluklar zamanla bir hayvancı toplulukla onlara vergi ya da haraç vermek karşılığında anlaştılar ve onlara topraklarından arazi verdiler. böylece tarihin ilk orduları da ortaya çıkmaya başladı. hayvancı topluluklar ellerindeki gücü kullanarak yerleşik hayata geçmiş toplumlar üzerinde otorite kurmaya başladılar. tahsildar ya da vergi işiyle uğraşan aracılar kullanmayan, yerleştikleri yerleşik toplumla kız alıp vermeye başlayan hayvancı topluluklar zamanla bu yerleşik toplulukla karışıp kendileri de yerleşik hayata geçmiş topluluklar haline geldi ve süreç bu toplumlarda başa döndü. araya aracılar koyan ve hatta bir değil birden fazla yerleşik hayata geçmiş topluluğu koruyan hayvancı topluluklar ise zamanla krallık/imparatorluk seviyesine gelmiş ve tarihin ilk sınıflı topluluklarıyla birlikte devleti hayatımıza sokmuşlardır.
devamını gör...
13.
öncü not: -yazar burada "özet geç p.ç" ekolünü benimsemiş fraksiyonlara ve "okumam yazarım hacoli" mottosuna gönül vermiş insanlara sesleniyor- sevgili arkadaşlar, müteakip nesir birey-toplum ilişkileri bazında yönetim şekillerine çeşitli edebi referanslar vererek genel ve subjektif bir bakış olarak neşredilmiştir. haliyle, yazarken kendisine bir hayli kafa patlatılmış olup, okunması esnasında da aynı şekilde beyni ziyadesiyle kullanmak gerekecektir.
inanılan varoluş süreci çok önemli olmamakla birlikte, fertlerin insan tarihi başlangıcından itibaren bir toplum oluşturacak şekilde yaşamlarını sürdürdükleri bilinen bir durumdur. toplum olma ihtiyacı, bireyin temel olarak zayıflıklarını giderip gereksinimlerine ulaşmada kolaylık sağlama dürtülerinden ötürü ortaya çıkar. bireyler toplum olmak suretiyle kaotik bir var oluş biçemi olarak gördükleri yalnızlıktan kaçarlar, dışarıya yaptıkları projeksiyonlarla başkaları üzerinden kendilerini algılarlar. yani, temelde var olmak için varlıklarının kabul edilmesine, varlıklarının kabul edilmesi için de başkalarına ihtiyaç duyarlar. bu noktadaki psikolojik açmazdan izolasyonu reddederek kurtulan bireyler birleşip bir toplum oluşturduklarında, ister istemez bir tüzel kişiliği, bir rejimi talep ederler. bu rejim, bir yönetim şekli olmaktan ziyade bir devlet formudur. hiyerarşi usulüne bağlı olsun yahut olmasın, bu form bireyleri birlikte tutan bir yapıcı bağa dönüşerek, onların topluluk içinde güvenli bir şekilde yaşama, güvenliğinin ve özgürlüğünün baki olduğunu düşünme eğilimlerine hizmet eder.
taslak oluşturulduktan sonra, sıra en önemli sorulara gelir: hiyerarşik düzen olacak mıdır? olacaksa nasıl olacaktır? varoluş sürecinde kendi içgüdülerini doyurmak amacıyla birleşen bireyler bu doyuma ulaşmak adına ne gibi özgürlüklerinden feragat edeceklerdir? yani, temel olarak, nasıl yönetileceklerdir?
tarih sürecinde pek çok düşünürün ve siyasetçinin kafasını kurcalayan sorun da tam olarak budur. insanlara/toplumlara uyacak yönetim şekli ne olmalıdır? kronolojik olarak incelendiği takdirde, bilinen (ve buluntulardan yola çıkılarak tahmin edilen) tarih baz alındığında ilk yönetim biçiminin teokrasi / monarşi karışımı bir rejim olduğu rahatlıkla söylenebilir. devamında değişik coğrafyalarda, değişik anlayışlarla yaşamlarını sürdüren toplumların ihtiyaç farklılıklarından doğan taleplerden ötürü, farklı rejimler tatbik edilmiştir. yazının bulunmasından önce oligarşinin de birkaç toplumda uygulandığı bilinmektedir. akabinde, yazının da icadı ile bazı toplumlar ilkel de olsa demokrasiye benzer bir rejimi uygulamıştır. *
devamı ise herkesin bildiği hikaye: şehir devletleri, derebeylikleri, tekrar mutlakiyetler, -demokratik- nasyonalizm, -demokratik-komünizm, -demokratik- nasyonal sosyalizm, -yarı demokratik- meşrutiyet, ölü doğmuş anarşizm, -çoğunlukla demokratik- federatif ve konfederatif birlikler, en sonunda cumhuriyet ve demokrasinin kendisi. (elbette değişik coğrafyalarda teokratik ve monarşik düzenlerin batılı kaşifler tarafından el değmediği müddetçe yürürlükte kaldığı aşikar. lakin burada fikir/uygulama bakımından dünyanın lokomotifi olma misyonunu üstlenmiş olan asya-avrupa-afrika sistemleri ele alınmıştır)
sistemler arası geçiş süreçleri sancılı olmuştur elbet, lakin sonuçta ortaya çıkan demokrasi, genel geçerde en iyi sistem olmakla birlikte en çok kabul gören rejimdir. fakat, yıllarca kümülatif olarak gelen birikim, başka sistemlerin de ele alınmasını ve incelenmesini zorunlu kılar.
başlangıçta, platon'un ortaya atmış bulunduğu ideal devlet sistemi -hiç kabul görmemiş olsa dahi- okuyan ve kendince araştıran yeni yetmelerin hemen hepsinin göz bebeği olur. bu sisteme göre, belirli aralıklarla halkın arasından seçilen bilge kişiler bir meclis oluşturur (ki bunu parlementer sistemle benzeştirebiliriz) ve bu meclis kendine belirli periyotlarla bir başkan seçer. başkan ve meclis birbirlerinin aksiyonlarını denetlemekle mükellef olup, istişare usulü ile karar/yaptırım süreçlerini işletirler. bu rejim, aslen demokrasinin bir benzeridir, lakin oligarşik bir yarı monarşiye de benzemektedir. lakin sistem ütopiktir, çünkü platon bu sistemi tasarlarken "baştaki" bilge kişinin gerçekten "bilge" olacağını tahayyül etmiştir. eski yunan'da olduğu gibi, şimdilerde de böylesine bir "bilge"nin bulunması pek olası değildir, ancak bu hayali sürdürmeye kararlı olan karl marx, das kapital isimli bir kitap -hayır, kendisi bir roman değil, fikri eserdir- yazarak proleteryan eksenli, din/dil/ırk ayırmadan herkesin eşit olduğu bir sistemin temellerini ortaya atar. bu sisteme göre, herkes eşit şekilde temsil edilecek, herkesin sözü en üst düzeye değin duyulacak ve yönetim bilfiil halkın istediğine göre yapılandırılacaktır. başta kusursuz görünen bu sistemde, yine "bilge" bir kişiye ihtiyaç vardır; tıpkı platon'da olduğu gibi. özgürlük şarkıları avrupa'yı kasıp kavururken, fransız ihtilalinin tetiklediği nasyonalizm rüzgarları sertçe esmeye başlar. fizik kurallarının bir raddeye kadar toplumsal bazda kabul gördüğünü kabulle, etki-tepki prensibinden ötürü komünizm gelişip serpildikçe nasyonel sosyalizm ve kapitalizm -elbette gelişimlerin kendi içinde başka sebepleri de vardır, lakin süper güç olma yarışı ile fikriyat da kendini evrimleştirebilir- kayda değer gelişimler gösterirler.
marx'ın sanayi devriminden sonra üretici güç olan işçileri ana eksen kabul edip onların üzerine inşa ettiği sistem, kendi içinde ve kendi zamanında tutarlı ve mantıklıdır. zira, o sıralar burjuvazi ve kapitalist sistem işçi sınıfını köle gibi çalıştırmakta, onlar zenginleşirken esas sayısal çoğunluğu oluşturan kesim hızla fakirleşmektedir. marx bunu "emek hırsızlığı" olarak nitelendirir, "evrensel kardeşlik" esası ile barışçıl bir toplumsal yaşam hedefler. lakin komünizm sonradan gelişen memur sınıfının çoğunluk konumuna ortak olması, işçilerin üretimdeki payının modernizasyon ve otomasyon sonucunda azalması ve toplum içindeki gücünü kaybetmesi gibi olaylar sonucunda günümüz şartlarında ehemmiyetini kaybetmek durumunda kalmıştır. ayrıca kapitalizmin aşırı güçlenmesi ve komüner yapının ihtiyaç duyduğu "bilge" kişi ve kişilere sahip olamaması sistemi çöküşe zorlamıştır. bireyler kardeşliği reddederek kendi statü ele etme çabalarının ardına düşüp sistemi içten içe kemirmişler, çöküşünü hızlandırmışlardır. bir müddet sonra sosyalist enternasyonel toplantılarında dahi büyük milliyet kavgaları çıkmış, komüner yapı tamamen bir monarşiye dönüşmüştür. * *
"dünyanın bütün işçileri birleşin" sloganı ise hiçbir derde derman olmayan silik bir fısıltı olmaktan öteye gidememiştir.
tam bu noktada, yukarda verilen savlar tüm inanışları ve yönetim sistemlerini reddeden anarşizm'in hiçbir zaman kabul görmeyecek oluşunun sebepleri olarak sıralanabilir. zira büyük ölçüde mihail bakunin tarafından bütünleştirilen bu sistem, genel ölçekte insanların toplumsal düzende herhangi bir statükoya yahut doktrine ait olmadan yaşayabileceklerini iddia ederken, tüm otoriteleri reddeder. anarşizme göre, birey özgürdür ve bu özgürlük hiçbir şekilde yadsınamaz, sınırlandırılamaz. anarşizmin önemli düşünürlerinden olan ve kuvvetle muhtemel 20. yüzyılın yetiştirdiği en zeki kadın olan ursula k. leguin, anarşizmi bir bütün olarak alıp izole edilmiş bir dünyada insanlara uygular. ** başlangıçta bu şekilde ütopyanın sağlanabileceği ve insanların bir adım öteye gidip "herkes herkesindir" mottosunu kabulleneceği fikriyle yola çıkar, ancak kendi tanımıyla yarattığı bu "ikircikli ütopya"nın sonucunda anarşizmin hiçbir zaman uygulanamayacağını kabullenir. çünkü fyodor ilyiç dostoyevski'nin babalar ve oğullar isimli kitabında belirtmiş olduğu üzere, maddi yahut manevi bağımsızlık bir insan ruhu için mümkün değildir. ayrıca, anarşizmin hakim olduğu bir sistemde esas olan her daim sistemsizlik olmalıdır, koordinasyon yahut eş güdüm dahil kimse istemediği herhangi bir göreve/işe zorlanmamalı, tüm mal varlığı herkese dağıtılmalıdır. aldous huxley de böyle bir ütopyanın olabilmesinin ancak insan duygularının öldürülmesiyle mümkün olduğunu anlatır cesur yeni dünya'sında.* futuristlere ve ütopyacılara tepki burada bitmemiştir elbet, distopya kavramına hizmet edenlerden biri de insanın özündeki kötülüğe ve güç olgusuna çocuklar üzerinden hitap eden william golding'tir. sineklerin tanrısı*, iyi terbiye almış elit bir grup çocuğun düştüğü adada toplumsal vahşet öğesine salt güç ve kişilik üzerinden teşbihler yaparak fertlerin içinde iyi kadar kötü olduğunu, kötüye yatkınlığın da zannedilenden çok yüksek olduğunu belirtir. elbette bu noktada george orwell ve hayvan çiftliği'ni* es geçmek mümkün değildir, ezilen domuzlar yönetimi ele geçirdikten sonra daha dominant bir dikta rejimi kurmuşlardır.
karl marx ve friedrich engels, mihail bakunin'i enternasyonel birliğinden sille tokat afaroz ederken kuvvetle muhtemel fertlerin toplumsal yaşamda içgüdü ve hırslarının ancak bir kısmından feragat edebileceklerini anlamışlar ve davalarını bu eksende devam ettirmeye çalışmışlardır. çünkü o noktada oluşabilecek bir güç ayrılığı, yeni filizlenen komüner düşünce sistemini çökertmeye muvaffak olacaktı. lakin, onların öngörüleri de tutmamış, fertler toplumsal yaşam bazında o günkü ve sonraki koşullarda sahip oldukları dürtülerin çok azından feragati kabullenmişlerdir ancak.
adolf hitler'in geç kalmış fantazyalar diyarından nükseden mein kampf*'ı ve nasyonel sosyalizm, olaylara biraz daha realist yaklaşır. fertlerin ancak ve ancak ortak paydaları olursa başarılı ve yükselen bir devlet teşekkül edecekleri varsayımından yola çıkan bu hareket, katliamlara cevaz verirken bir an olsun gözünü kırpmamıştır. zira her ne kadar fertleri ortak bir gaye ile çalıştırmak ve geliştirmek fikri nasyonel tabana oturtulduğunda başarılı gibi görünse de, insanoğlunun deliliği yine durmamış, richard wagner'in ride of the valkyries'i arka planda çalarken milyonlarca insanın hayatı sona ermiştir.
federatif ve konfederatif birlikler önceki imparatorluklardan örnekler çıkararak güç dengesi yöntemleriyle kendilerini ayakta tutarken, bazısı temel prensip olarak demokrasiyi baz almış, bazısı da monarşik bir yönetimi esas alarak varlığını devam ettirmeye çalışmıştır. -bir dönem için- roma imparatorluğu, osmanlı devleti ve amerika birleşik devletleri gibi örneklerle güçlendirilebilecek olan bu yönetimler, hüküm sürme ve devamlılık bakımından yeryüzünde en kudretli konumlara gelmişlerdir. bunun temel sebebi güçlerin dengesi usulüne dayanan bu sistemde demokratik bir düzen olsun yahut olmasın, birlik unsuru ve özgürlük esasları daha yüksek standartlarla halk içinde benimsenmesidir. elbette, osmanlı'nın federatif/konfederatif bir yapıya sahip olmadığı okuyucular tarafından iddia edilebilir, o okuyuculara yazar tarafından verilebilecek en iyi tavsiye okumaya devam etmeleri ve bir kısım da olsa düşünmeye başlamalarıdır. zira kendilerine verilen kalıplar her zaman doğru olmayabilir.
demokrasi ise, ingilizlerin magna carta libertatum'undan beri sürüklenip serpilen (modern dünyada) ve sonunda kullanılmaya başlayan bir düzen olarak, başlarda yüksek kalite ve yaşam şartları sunsa da, bireylerin bilinçsizliği, kavram karmaşası ve düşünce kısırlığı gibi sebeplerden ötürü yalapşap bir kaideye oturmuştur. bunu da en güzel jose saramago anlatır, önce körlük'ünde, sonra görmek'inde. demokrasinin ancak özgürlük yalanlarıyla bezenmiş bir sistemsizlik olduğuna işaret eden saramago haklıdır, zira demokratik rejim ancak tamamı bilge olan kişilerin oluşturduğu topluluklarda tüm işlevlerini yerine getirebilecektir.
devletleri yönetebilecek tek bilgenin bile bulunamadığı dönemlerde ise tüm halkın bilinçlendirilip bilgeleştirilebileceğine inanmak kaf dağının ardındaki hurilere inanmaktan daha az saçma değildir.
inanılan varoluş süreci çok önemli olmamakla birlikte, fertlerin insan tarihi başlangıcından itibaren bir toplum oluşturacak şekilde yaşamlarını sürdürdükleri bilinen bir durumdur. toplum olma ihtiyacı, bireyin temel olarak zayıflıklarını giderip gereksinimlerine ulaşmada kolaylık sağlama dürtülerinden ötürü ortaya çıkar. bireyler toplum olmak suretiyle kaotik bir var oluş biçemi olarak gördükleri yalnızlıktan kaçarlar, dışarıya yaptıkları projeksiyonlarla başkaları üzerinden kendilerini algılarlar. yani, temelde var olmak için varlıklarının kabul edilmesine, varlıklarının kabul edilmesi için de başkalarına ihtiyaç duyarlar. bu noktadaki psikolojik açmazdan izolasyonu reddederek kurtulan bireyler birleşip bir toplum oluşturduklarında, ister istemez bir tüzel kişiliği, bir rejimi talep ederler. bu rejim, bir yönetim şekli olmaktan ziyade bir devlet formudur. hiyerarşi usulüne bağlı olsun yahut olmasın, bu form bireyleri birlikte tutan bir yapıcı bağa dönüşerek, onların topluluk içinde güvenli bir şekilde yaşama, güvenliğinin ve özgürlüğünün baki olduğunu düşünme eğilimlerine hizmet eder.
taslak oluşturulduktan sonra, sıra en önemli sorulara gelir: hiyerarşik düzen olacak mıdır? olacaksa nasıl olacaktır? varoluş sürecinde kendi içgüdülerini doyurmak amacıyla birleşen bireyler bu doyuma ulaşmak adına ne gibi özgürlüklerinden feragat edeceklerdir? yani, temel olarak, nasıl yönetileceklerdir?
tarih sürecinde pek çok düşünürün ve siyasetçinin kafasını kurcalayan sorun da tam olarak budur. insanlara/toplumlara uyacak yönetim şekli ne olmalıdır? kronolojik olarak incelendiği takdirde, bilinen (ve buluntulardan yola çıkılarak tahmin edilen) tarih baz alındığında ilk yönetim biçiminin teokrasi / monarşi karışımı bir rejim olduğu rahatlıkla söylenebilir. devamında değişik coğrafyalarda, değişik anlayışlarla yaşamlarını sürdüren toplumların ihtiyaç farklılıklarından doğan taleplerden ötürü, farklı rejimler tatbik edilmiştir. yazının bulunmasından önce oligarşinin de birkaç toplumda uygulandığı bilinmektedir. akabinde, yazının da icadı ile bazı toplumlar ilkel de olsa demokrasiye benzer bir rejimi uygulamıştır. *
devamı ise herkesin bildiği hikaye: şehir devletleri, derebeylikleri, tekrar mutlakiyetler, -demokratik- nasyonalizm, -demokratik-komünizm, -demokratik- nasyonal sosyalizm, -yarı demokratik- meşrutiyet, ölü doğmuş anarşizm, -çoğunlukla demokratik- federatif ve konfederatif birlikler, en sonunda cumhuriyet ve demokrasinin kendisi. (elbette değişik coğrafyalarda teokratik ve monarşik düzenlerin batılı kaşifler tarafından el değmediği müddetçe yürürlükte kaldığı aşikar. lakin burada fikir/uygulama bakımından dünyanın lokomotifi olma misyonunu üstlenmiş olan asya-avrupa-afrika sistemleri ele alınmıştır)
sistemler arası geçiş süreçleri sancılı olmuştur elbet, lakin sonuçta ortaya çıkan demokrasi, genel geçerde en iyi sistem olmakla birlikte en çok kabul gören rejimdir. fakat, yıllarca kümülatif olarak gelen birikim, başka sistemlerin de ele alınmasını ve incelenmesini zorunlu kılar.
başlangıçta, platon'un ortaya atmış bulunduğu ideal devlet sistemi -hiç kabul görmemiş olsa dahi- okuyan ve kendince araştıran yeni yetmelerin hemen hepsinin göz bebeği olur. bu sisteme göre, belirli aralıklarla halkın arasından seçilen bilge kişiler bir meclis oluşturur (ki bunu parlementer sistemle benzeştirebiliriz) ve bu meclis kendine belirli periyotlarla bir başkan seçer. başkan ve meclis birbirlerinin aksiyonlarını denetlemekle mükellef olup, istişare usulü ile karar/yaptırım süreçlerini işletirler. bu rejim, aslen demokrasinin bir benzeridir, lakin oligarşik bir yarı monarşiye de benzemektedir. lakin sistem ütopiktir, çünkü platon bu sistemi tasarlarken "baştaki" bilge kişinin gerçekten "bilge" olacağını tahayyül etmiştir. eski yunan'da olduğu gibi, şimdilerde de böylesine bir "bilge"nin bulunması pek olası değildir, ancak bu hayali sürdürmeye kararlı olan karl marx, das kapital isimli bir kitap -hayır, kendisi bir roman değil, fikri eserdir- yazarak proleteryan eksenli, din/dil/ırk ayırmadan herkesin eşit olduğu bir sistemin temellerini ortaya atar. bu sisteme göre, herkes eşit şekilde temsil edilecek, herkesin sözü en üst düzeye değin duyulacak ve yönetim bilfiil halkın istediğine göre yapılandırılacaktır. başta kusursuz görünen bu sistemde, yine "bilge" bir kişiye ihtiyaç vardır; tıpkı platon'da olduğu gibi. özgürlük şarkıları avrupa'yı kasıp kavururken, fransız ihtilalinin tetiklediği nasyonalizm rüzgarları sertçe esmeye başlar. fizik kurallarının bir raddeye kadar toplumsal bazda kabul gördüğünü kabulle, etki-tepki prensibinden ötürü komünizm gelişip serpildikçe nasyonel sosyalizm ve kapitalizm -elbette gelişimlerin kendi içinde başka sebepleri de vardır, lakin süper güç olma yarışı ile fikriyat da kendini evrimleştirebilir- kayda değer gelişimler gösterirler.
marx'ın sanayi devriminden sonra üretici güç olan işçileri ana eksen kabul edip onların üzerine inşa ettiği sistem, kendi içinde ve kendi zamanında tutarlı ve mantıklıdır. zira, o sıralar burjuvazi ve kapitalist sistem işçi sınıfını köle gibi çalıştırmakta, onlar zenginleşirken esas sayısal çoğunluğu oluşturan kesim hızla fakirleşmektedir. marx bunu "emek hırsızlığı" olarak nitelendirir, "evrensel kardeşlik" esası ile barışçıl bir toplumsal yaşam hedefler. lakin komünizm sonradan gelişen memur sınıfının çoğunluk konumuna ortak olması, işçilerin üretimdeki payının modernizasyon ve otomasyon sonucunda azalması ve toplum içindeki gücünü kaybetmesi gibi olaylar sonucunda günümüz şartlarında ehemmiyetini kaybetmek durumunda kalmıştır. ayrıca kapitalizmin aşırı güçlenmesi ve komüner yapının ihtiyaç duyduğu "bilge" kişi ve kişilere sahip olamaması sistemi çöküşe zorlamıştır. bireyler kardeşliği reddederek kendi statü ele etme çabalarının ardına düşüp sistemi içten içe kemirmişler, çöküşünü hızlandırmışlardır. bir müddet sonra sosyalist enternasyonel toplantılarında dahi büyük milliyet kavgaları çıkmış, komüner yapı tamamen bir monarşiye dönüşmüştür. * *
"dünyanın bütün işçileri birleşin" sloganı ise hiçbir derde derman olmayan silik bir fısıltı olmaktan öteye gidememiştir.
tam bu noktada, yukarda verilen savlar tüm inanışları ve yönetim sistemlerini reddeden anarşizm'in hiçbir zaman kabul görmeyecek oluşunun sebepleri olarak sıralanabilir. zira büyük ölçüde mihail bakunin tarafından bütünleştirilen bu sistem, genel ölçekte insanların toplumsal düzende herhangi bir statükoya yahut doktrine ait olmadan yaşayabileceklerini iddia ederken, tüm otoriteleri reddeder. anarşizme göre, birey özgürdür ve bu özgürlük hiçbir şekilde yadsınamaz, sınırlandırılamaz. anarşizmin önemli düşünürlerinden olan ve kuvvetle muhtemel 20. yüzyılın yetiştirdiği en zeki kadın olan ursula k. leguin, anarşizmi bir bütün olarak alıp izole edilmiş bir dünyada insanlara uygular. ** başlangıçta bu şekilde ütopyanın sağlanabileceği ve insanların bir adım öteye gidip "herkes herkesindir" mottosunu kabulleneceği fikriyle yola çıkar, ancak kendi tanımıyla yarattığı bu "ikircikli ütopya"nın sonucunda anarşizmin hiçbir zaman uygulanamayacağını kabullenir. çünkü fyodor ilyiç dostoyevski'nin babalar ve oğullar isimli kitabında belirtmiş olduğu üzere, maddi yahut manevi bağımsızlık bir insan ruhu için mümkün değildir. ayrıca, anarşizmin hakim olduğu bir sistemde esas olan her daim sistemsizlik olmalıdır, koordinasyon yahut eş güdüm dahil kimse istemediği herhangi bir göreve/işe zorlanmamalı, tüm mal varlığı herkese dağıtılmalıdır. aldous huxley de böyle bir ütopyanın olabilmesinin ancak insan duygularının öldürülmesiyle mümkün olduğunu anlatır cesur yeni dünya'sında.* futuristlere ve ütopyacılara tepki burada bitmemiştir elbet, distopya kavramına hizmet edenlerden biri de insanın özündeki kötülüğe ve güç olgusuna çocuklar üzerinden hitap eden william golding'tir. sineklerin tanrısı*, iyi terbiye almış elit bir grup çocuğun düştüğü adada toplumsal vahşet öğesine salt güç ve kişilik üzerinden teşbihler yaparak fertlerin içinde iyi kadar kötü olduğunu, kötüye yatkınlığın da zannedilenden çok yüksek olduğunu belirtir. elbette bu noktada george orwell ve hayvan çiftliği'ni* es geçmek mümkün değildir, ezilen domuzlar yönetimi ele geçirdikten sonra daha dominant bir dikta rejimi kurmuşlardır.
karl marx ve friedrich engels, mihail bakunin'i enternasyonel birliğinden sille tokat afaroz ederken kuvvetle muhtemel fertlerin toplumsal yaşamda içgüdü ve hırslarının ancak bir kısmından feragat edebileceklerini anlamışlar ve davalarını bu eksende devam ettirmeye çalışmışlardır. çünkü o noktada oluşabilecek bir güç ayrılığı, yeni filizlenen komüner düşünce sistemini çökertmeye muvaffak olacaktı. lakin, onların öngörüleri de tutmamış, fertler toplumsal yaşam bazında o günkü ve sonraki koşullarda sahip oldukları dürtülerin çok azından feragati kabullenmişlerdir ancak.
adolf hitler'in geç kalmış fantazyalar diyarından nükseden mein kampf*'ı ve nasyonel sosyalizm, olaylara biraz daha realist yaklaşır. fertlerin ancak ve ancak ortak paydaları olursa başarılı ve yükselen bir devlet teşekkül edecekleri varsayımından yola çıkan bu hareket, katliamlara cevaz verirken bir an olsun gözünü kırpmamıştır. zira her ne kadar fertleri ortak bir gaye ile çalıştırmak ve geliştirmek fikri nasyonel tabana oturtulduğunda başarılı gibi görünse de, insanoğlunun deliliği yine durmamış, richard wagner'in ride of the valkyries'i arka planda çalarken milyonlarca insanın hayatı sona ermiştir.
federatif ve konfederatif birlikler önceki imparatorluklardan örnekler çıkararak güç dengesi yöntemleriyle kendilerini ayakta tutarken, bazısı temel prensip olarak demokrasiyi baz almış, bazısı da monarşik bir yönetimi esas alarak varlığını devam ettirmeye çalışmıştır. -bir dönem için- roma imparatorluğu, osmanlı devleti ve amerika birleşik devletleri gibi örneklerle güçlendirilebilecek olan bu yönetimler, hüküm sürme ve devamlılık bakımından yeryüzünde en kudretli konumlara gelmişlerdir. bunun temel sebebi güçlerin dengesi usulüne dayanan bu sistemde demokratik bir düzen olsun yahut olmasın, birlik unsuru ve özgürlük esasları daha yüksek standartlarla halk içinde benimsenmesidir. elbette, osmanlı'nın federatif/konfederatif bir yapıya sahip olmadığı okuyucular tarafından iddia edilebilir, o okuyuculara yazar tarafından verilebilecek en iyi tavsiye okumaya devam etmeleri ve bir kısım da olsa düşünmeye başlamalarıdır. zira kendilerine verilen kalıplar her zaman doğru olmayabilir.
demokrasi ise, ingilizlerin magna carta libertatum'undan beri sürüklenip serpilen (modern dünyada) ve sonunda kullanılmaya başlayan bir düzen olarak, başlarda yüksek kalite ve yaşam şartları sunsa da, bireylerin bilinçsizliği, kavram karmaşası ve düşünce kısırlığı gibi sebeplerden ötürü yalapşap bir kaideye oturmuştur. bunu da en güzel jose saramago anlatır, önce körlük'ünde, sonra görmek'inde. demokrasinin ancak özgürlük yalanlarıyla bezenmiş bir sistemsizlik olduğuna işaret eden saramago haklıdır, zira demokratik rejim ancak tamamı bilge olan kişilerin oluşturduğu topluluklarda tüm işlevlerini yerine getirebilecektir.
devletleri yönetebilecek tek bilgenin bile bulunamadığı dönemlerde ise tüm halkın bilinçlendirilip bilgeleştirilebileceğine inanmak kaf dağının ardındaki hurilere inanmaktan daha az saçma değildir.
devamını gör...
14.
türklerde devlet baba gibidir ama günümüzdeki haliyle çocuklarını sevmeyen bir baba olduğunu söyleyebiliriz.
devamını gör...
15.
normal şartlarda vatandaşlarını ve onların haklarını koruması gereken kurum.güzide ülkemde ise kendini, üç beş leş kargası ve yardakçılarını koruyan kurum.
devamını gör...
16.
köken olarak arapçadır ve "dwl" kökünden türemiştir. bu kelime de döngü, deveran, baht, kısmet, iktidar, servet gibi anlamlara gelmektedir. ingilizce karşılığı "state", türkçe karşılığı ise "il" kelimesidir.
(bkz: ilig)
platon'un politeia adlı kitabının türkçe'ye çevrilen adıdır aynı zamanda.
(bkz: ilig)
platon'un politeia adlı kitabının türkçe'ye çevrilen adıdır aynı zamanda.
devamını gör...
17.
kısa anlatmak gerekirse toplumumuzun en büyük sorunu/yanlışı devlet ve hükümet kavramını bir tutmasıdır. devlet, halktır, millettir, polis, asker ve o ülkenin toprağının üzerinde yaşayan bütün vatandaşlardır, devlet denilen kavram sistematik bir şekilde kendi himayesi altında olduğu vatandaşların huzurunu, güvenini yani kısacası yaşamını güvence alan bir yapıdır. devlet hata yapmaz, yıkılmaz ve düşmezdir. devlet kimsesizlerin kimsesi, her daim vatandaşının yanında olandır.
hükümetler halk tarafından demokratik bir ortamda o ülkenin vatandaşlarının oy kullanmasıyla devleti anayasanın verdiği süre boyunca kendilerine doğan hakla yönetenlerdir. kısacası devlet bir mekanizmadır hükümetl ise o mekanizmayı halk tarafından alınan hakla belirli bir süre boyunca yönetendir. hükümetler düşer, yıkılır, hata yapar ve yok olur ama devlet ilelebet payidar olan, her türlü iç ve dış tehdite karşı kendini muhafaza eden yegane yapıdır.
hükümetler halk tarafından demokratik bir ortamda o ülkenin vatandaşlarının oy kullanmasıyla devleti anayasanın verdiği süre boyunca kendilerine doğan hakla yönetenlerdir. kısacası devlet bir mekanizmadır hükümetl ise o mekanizmayı halk tarafından alınan hakla belirli bir süre boyunca yönetendir. hükümetler düşer, yıkılır, hata yapar ve yok olur ama devlet ilelebet payidar olan, her türlü iç ve dış tehdite karşı kendini muhafaza eden yegane yapıdır.
devamını gör...
18.
1933 montevideo sözleşmesi ile sahip olması gereken özelliklerin belirlendiği kavram. buna göre devlet, bir ülke üzerinde ve orada yaşayan nüfus üzerinde otorite kuran (uluslararası ilişkiler kurma becerisine sahip) bağımsız siyasi yapıdır
devamını gör...
19.
varlığı bir dert,
yokluğu yara.
yokluğu yara.
devamını gör...
20.
bir ülkede kuralları koyan ve denetleyen, en temel olarak vatandaşlarının can ve mal güvenliğini, asayişi sağlamakla yükümlü mekanizma/aygıt.
devamını gör...
"devlet" ile benzer başlıklar
devlet bahçeli
267