61.
gögerçin- güvercin
tabışgan- tavşan
tengri- tanrı
tabışgan- tavşan
tengri- tanrı
devamını gör...
62.
alavan - timsah
divan-ı lügati't-türk'te timsahın türkçe karşılığı alavan olarak geçermiş.
divan-ı lügati't-türk'te timsahın türkçe karşılığı alavan olarak geçermiş.
devamını gör...
63.
bung:dert
edgü:iyi
tamu: cehennem
uçmağ:cennet
od: ateş
budun:halk
süçig: tatlı gibi sözcüklerdir.günümüzde bazısı ses değişikliği yoluyla hala kullanılmaktadır.(edgü-eyü-iyi)
edgü:iyi
tamu: cehennem
uçmağ:cennet
od: ateş
budun:halk
süçig: tatlı gibi sözcüklerdir.günümüzde bazısı ses değişikliği yoluyla hala kullanılmaktadır.(edgü-eyü-iyi)
devamını gör...
64.
tengiz:deniz
devamını gör...
65.
müteşekkir:“teşekkür etme durumunda olan” kişiyi işaret eder.
namütenahi:“sonsuz, ucu bucağı ve nihayeti olmayan” demektir.
beynelmilel:“uluslararası” demenin eski söylenişidir.
namütenahi:“sonsuz, ucu bucağı ve nihayeti olmayan” demektir.
beynelmilel:“uluslararası” demenin eski söylenişidir.
devamını gör...
66.
dilhun : içi kan ağlayan, büyük üzüntü içinde olan.
devamını gör...
67.
tongus - domuz
devamını gör...
68.
evhenişer, mahviyetkâr.
devamını gör...
69.
seni seviyorum
uzun süredir duymuyorum tedavülden kalktı herhalde
uzun süredir duymuyorum tedavülden kalktı herhalde
devamını gör...
70.
eski türkçe deyince benim aklıma yaklaşık olarak göktürklerden karahanlılara kadar olan dönemde var olmuş türkçe geliyor. ancak bu çoğu yazarın aklına osmanlıca geliyor imiş.
devamını gör...
71.
diğerkâm.
köhnebahar.
şikeste.
kagir.
köhnebahar.
şikeste.
kagir.
devamını gör...
72.
munise.
devamını gör...
73.
mütehassıs
devamını gör...
74.
kasınçıgım: yavuklum
körtlem: güzelim
özkiyem: cancağızım
amrakım: sevgilim
bu kelimeler ilk türk lirik şiirinde geçiyor.
körtlem: güzelim
özkiyem: cancağızım
amrakım: sevgilim
bu kelimeler ilk türk lirik şiirinde geçiyor.
devamını gör...
75.
yazdıklarınızın arapça, farsça olması dışında sıkıntı yok :)
devamını gör...
76.
devamını gör...
77.
namütenahi. gerçi kökeni arapça-farsça ama olsun, eski bir kelime. hem söylemesi hem de anlamı hoş geliyor.
devamını gör...
78.
yazılan kelimelere şöyle bir bakındım büyük çoğunluğu arapça veya farsça. güzel türkçe kelime olarak şu örnekleri vermek isterim.
bala = küçük çocuk
çaşut = ajan, casus
gicik = sevimli
esrik = sarhoş, kendinden geçmiş kimse
genel olarak bunları söylemek hoşuma gidiyor, anlamlarına çok takılmayınız.
bala = küçük çocuk
çaşut = ajan, casus
gicik = sevimli
esrik = sarhoş, kendinden geçmiş kimse
genel olarak bunları söylemek hoşuma gidiyor, anlamlarına çok takılmayınız.
devamını gör...
79.
(bkz: kadirşinas)
devamını gör...
80.
''yornuk'' : dinlenme ''kaya demiyor, çalı, taş demiyor koşuyordu. yornuğunu iyi almıştı.''
''karınca köresi'' : karınca kümesi ''sol yanında bir karınca köresi gördü. karıncalar iri iri. körenin ağzında cıvıl cıvıl kaynaşıyordu.''
''keklik zurbası'' : keklik alayı ''bir ara önünden bir keklik zurbası parladı. kekliklerin kalkışından irkildi.''
''köküç'' : çocukların ucu sivri değnekle oynadıkları eski bir oyun ''çocuklar bir gübreliğin üstünde köküç oynuyorlardı.''
''patanç'' : iki bacak arası ''bir tek de köpek gördü. kuyruğunu iki patancı arasına kıstırmış, korka korka bir duvarın dibinden yürüyordu.''
''firez'': ekinin biçilmesi ardından toprakta hâlen kalan sap-saman ''firezlerin arasından, karınca şeritleri geçip ta uzaklara gidiyorlardı.''
''şelek'': eskiden sırtta harman yerine taşınan desteli ekin ''sonra harman yapmak için anasıyla birlikte şelek çekti.''
''çokuşmak'' : birikmek, yığılmak, toplanmak ya da yığılmak ''gözlerine sinekler çokuşuyordu.''
''çımgışma'' : ürpermek, tüylerin diken diken olması, aşka gelmek ''tir tir titriyordu. her bir yanı ateşe kesmişti. bedeninde çımgışmalar oluyordu.''
''satlıcan'' : zatürreye benzer belirtileri olan bir soğuk algınlığı rahatsızlığı ''soyun da yavrum, bunları giy'' dedi, ''sonra satlıcan olursun''
''şayak'' : dayanıklı yün kumaş '' önlerinden, dağ kolu insanlarının el dokuması, şayak bir ceket giymiş biri, hızla yürüyordu.''
''kutnu'' : pamuk ile ipeğin karışımından veya sadece pamuktan mâmûl, kalınca kumaş ''bir yanda kutnu kumaşçılar, bir yanda saraçlar, bir yanda bakırcılar...''
''maltız'' : içinde genellikle odun kömürü yakılan ve yemek pişirmek, su ısıtmak için eskiden evlerde kullanılan ızgaralı, ayaklı, bir yerden bir yere taşımaya müsait mangal. ''hatçe dışarda, maltızına bulgur çorbası vurdu pişirdi. soğan, acı yağ kokan çorbayı içeri aldı.'' ''maltıza kömür doldurdu, yellemeye başladı.'' ''küçücük kalaylı tenceresine suyu doldurdu, maltıza vurdu.''
''kalaklamak'' : içi içine sığmaksızın, sükûna ermeden acele etmek ''memedin içine bir ateş düştü. yerinde duramaz oldu. bir an önce köye varmak için, içi kalaklıyordu.''
''cehennemin zıbarası'' : beddualarda kullanılan bir söz, cehennemin en tantanalı orta yeri '''git' dedi, 'cehennemin zıbarasına'''
''domur domur'' : iri tane ya da damlacıkları anlatan bir ikileme ''atın tüyleri domur domur olmuştu. ıslanmıştı.''
''tömtömüleşmek'' : yaşlanmak, güçten düşmek, kaddi bükülmek ''ama kara ibrahim, eski kara ibrahim değil! tömtömüleşmiş! bunamış.''
''göceklenmek'' : övünmek, süslenmek, bitkinin belli bir boya erişmesi ''sülemiş tepesi sırtları, yerde göceklenmiş, pençe pençe toprağa yapışmış mersinlerle doludur.''
''çiğir'' : hayvanların devamlı gelip geçmeleri nedeniyle oluşan engebeli, ince bir yol ''çiçeklideresinin tepesine doğru incecik bir çiğirden çıkıyorlardı.''
''nagant'' : tabanca çeşididir. 5-6 fişek kapasiteli toplu haznenin yana açılanı olduğu gibi, namlunun üstü kırılmak suretiyle de haznesi açılan tabancalara bu isim verilirdi. ''beyaz saplı nagant tabancası, sağ yanında kuşağının içine sokuluydu.''
''kantarma'' : at gemlerinde yer alan ve vahşi atları hâkimiyet altına almak için dillerine baskı uygulayan demir bir aparat. ''atının kantarması köpük içindeydi. çarşının ortasında attan indi.''
(kelimeleri ve kelimelerin kullanıldığı örnek cümleleri yaşar kemal'in ''ince memed'' isimli romanından tespit etmiştim.)
''karınca köresi'' : karınca kümesi ''sol yanında bir karınca köresi gördü. karıncalar iri iri. körenin ağzında cıvıl cıvıl kaynaşıyordu.''
''keklik zurbası'' : keklik alayı ''bir ara önünden bir keklik zurbası parladı. kekliklerin kalkışından irkildi.''
''köküç'' : çocukların ucu sivri değnekle oynadıkları eski bir oyun ''çocuklar bir gübreliğin üstünde köküç oynuyorlardı.''
''patanç'' : iki bacak arası ''bir tek de köpek gördü. kuyruğunu iki patancı arasına kıstırmış, korka korka bir duvarın dibinden yürüyordu.''
''firez'': ekinin biçilmesi ardından toprakta hâlen kalan sap-saman ''firezlerin arasından, karınca şeritleri geçip ta uzaklara gidiyorlardı.''
''şelek'': eskiden sırtta harman yerine taşınan desteli ekin ''sonra harman yapmak için anasıyla birlikte şelek çekti.''
''çokuşmak'' : birikmek, yığılmak, toplanmak ya da yığılmak ''gözlerine sinekler çokuşuyordu.''
''çımgışma'' : ürpermek, tüylerin diken diken olması, aşka gelmek ''tir tir titriyordu. her bir yanı ateşe kesmişti. bedeninde çımgışmalar oluyordu.''
''satlıcan'' : zatürreye benzer belirtileri olan bir soğuk algınlığı rahatsızlığı ''soyun da yavrum, bunları giy'' dedi, ''sonra satlıcan olursun''
''şayak'' : dayanıklı yün kumaş '' önlerinden, dağ kolu insanlarının el dokuması, şayak bir ceket giymiş biri, hızla yürüyordu.''
''kutnu'' : pamuk ile ipeğin karışımından veya sadece pamuktan mâmûl, kalınca kumaş ''bir yanda kutnu kumaşçılar, bir yanda saraçlar, bir yanda bakırcılar...''
''maltız'' : içinde genellikle odun kömürü yakılan ve yemek pişirmek, su ısıtmak için eskiden evlerde kullanılan ızgaralı, ayaklı, bir yerden bir yere taşımaya müsait mangal. ''hatçe dışarda, maltızına bulgur çorbası vurdu pişirdi. soğan, acı yağ kokan çorbayı içeri aldı.'' ''maltıza kömür doldurdu, yellemeye başladı.'' ''küçücük kalaylı tenceresine suyu doldurdu, maltıza vurdu.''
''kalaklamak'' : içi içine sığmaksızın, sükûna ermeden acele etmek ''memedin içine bir ateş düştü. yerinde duramaz oldu. bir an önce köye varmak için, içi kalaklıyordu.''
''cehennemin zıbarası'' : beddualarda kullanılan bir söz, cehennemin en tantanalı orta yeri '''git' dedi, 'cehennemin zıbarasına'''
''domur domur'' : iri tane ya da damlacıkları anlatan bir ikileme ''atın tüyleri domur domur olmuştu. ıslanmıştı.''
''tömtömüleşmek'' : yaşlanmak, güçten düşmek, kaddi bükülmek ''ama kara ibrahim, eski kara ibrahim değil! tömtömüleşmiş! bunamış.''
''göceklenmek'' : övünmek, süslenmek, bitkinin belli bir boya erişmesi ''sülemiş tepesi sırtları, yerde göceklenmiş, pençe pençe toprağa yapışmış mersinlerle doludur.''
''çiğir'' : hayvanların devamlı gelip geçmeleri nedeniyle oluşan engebeli, ince bir yol ''çiçeklideresinin tepesine doğru incecik bir çiğirden çıkıyorlardı.''
''nagant'' : tabanca çeşididir. 5-6 fişek kapasiteli toplu haznenin yana açılanı olduğu gibi, namlunun üstü kırılmak suretiyle de haznesi açılan tabancalara bu isim verilirdi. ''beyaz saplı nagant tabancası, sağ yanında kuşağının içine sokuluydu.''
''kantarma'' : at gemlerinde yer alan ve vahşi atları hâkimiyet altına almak için dillerine baskı uygulayan demir bir aparat. ''atının kantarması köpük içindeydi. çarşının ortasında attan indi.''
(kelimeleri ve kelimelerin kullanıldığı örnek cümleleri yaşar kemal'in ''ince memed'' isimli romanından tespit etmiştim.)
devamını gör...