121.
''dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz. bütün erkekler ve bütün kadınlar, sırası geldiğinde girerler ve çıkarlar bu oyun sahnesine.'' demiş hazret-i shakespeare.
güncel tarafından baktığın zaman geyik yapmış rahmetlik shakespeare diyorsun. entel dantel muhabbetler. so what? diyesi geliyor insanın. yanlış anlaşılmasın; adam ingiliz olduğu için... yoksa soru sormak ifadesini question etmek şeklinde telaffuz etmenin, boş burjuvaziye yatay geçiş yaptırdığını düşünenlerden değilim. geçiyorum... rahmetlinin vecizesini huysuz virjin söylese, zenne yerine koymazlar. nitekim o da ''dünya yuvarlaktır döner, sevda yalancıdır söner; dalavera'' diyor, gülüp geçiyorlar. shakespeare söylese, galileo galilei ile bir tutarlar.
zamane kızlarını düşünsene... ilk buluşmana çıkmışsın, mum ışığında yemek falan...
- hande?
+ efendim...
- dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz.
ikinci sahne... hande ve en yakın kız arkadaşı telefonda konuşuyorlar...
- eee? nasıl buldun hakan'ı?
+ aa yok... baygınlık geçiriyo'dum... hepimiz oyuncuymuşuz. kedi yavrusu muyuz biz?
mevlana boşuna dememiş; karşında derya deniz olsa, kabın kadar alırsın.
shakespeare’e gelince; tarihsevmezler, gerek olayları gerekse vecizeleri, yaşadıkları güne göre yorumlarlar. 2022 senesinden 1923’ü eleştirmek gibi... dünya bir tiyatro sahnesi, bizler birer oyuncuyuz ifadesi de aslında geyik bir ifade değil. aslında tiyatro sanatının temelini anlatıyor. o temel ne derseniz: ''çatışma!''
bir sinema ya da tiyatro oyununu seyretmeye tahammül edilmesinin sebebi, sonunda ne olacağının merak edilmesi. ortada bir merak varsa, bir de düğüm olması lazım. o düğüm nasıl çözülecek? çatışa çatışa... o düğümü yaratan şey çatışma. çatışacaksın ki, oyunun bir sonraki satırına geçmeye bahanen olsun. tiyatro oyunu düşünsene:
- salavat getir; vuracam seni...
+ eşhedü enlaaaa ilahe illallahü vahdehüla şerikeleh ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve resuluhu...
sahne kararır, oyun biter. hakan şükür’ün dünya kupasında attığı gol kadar kısa... ama makbul değil.
shakespeare de bunu demek istiyor. insan ortalama 70 – 80 sene yaşıyor. yaşamaya o kadar sene tahammül etmesinin, hatta mümkün olsa sonsuza kadar yaşamak istemesinin sebebi de çatışma. sonrasında ne olacak merakı. 6 yaşına kadar annenle babanla çatışırsın. seni terbiye ederler. sonra okula başlar arkadaşlarınla, öğretmeninle çatışırsın. büyümek istersin çatışırken. acaba büyüyünce ne olacak? merak işte... lise gelirsin, kız arkadaşınla çatışırsın. acaba bütün kızlar aynı mı? merak işte... üniversiteye gelirsin, polisle çatışırsın. acaba memleketi ben kurtarsam nasıl bir şey çıkar ortaya? merak işte. iş hayatında rakiplerinle ve patronla çatışırsın. çatışmayı kazanan yükselir. acaba yükselince ne olacak? evlenir miyim ki? çoluk çocuk? merak işte... çocuklar büyüyünce karınla çatışırsın. moğolistan'a kitabe görmeye mi gitsek, paris'e alışverişe mi? ikisi de cazip. merak işte. yaşlanınca kendinle çatışırsın. acaba kaç yaşına kadar yaşayacaksın? merak işte. gerçi hayatın finalinde pek de merak edecek bir şey olmadığını görürsün. ölerek... ne gelirse meraktan işte...
siyaseti atladık bak. o da aynı şey. çatışman lazım ki çözüme ulaşasın.
intihar edenleri sorduğunuzu duyar gibiyim. hatta ne gibisi? duyuyorum.
+ duyduğuna sevindim. eee? peki intihar edenler merak etmiyorlar mı geleceği; zeki şey seni?
- intihar edenler, ölündüğü zaman, dertlerden kurtulmanın çekiciliği nedeniyle intihar ediyorlar. gerçekten tatmin oluyorlar mı? bilemiyorum. bu da benim merak iştem olsun.
başarılı oyun metni demek, başarılı çatışma demek. bir sonraki repliği merak edeceksin. eğer yorucu bir iş gününün akşamına tiyatroya gittiğiniz zaman, oyunun ortalarında yorgunluktan göz kapaklarınız ağırlaşıyorsa, oyunun metnine konsantre olun; oyunculara değil. eğer hala göz kapaklarınız ağırlaşmaya devam ediyorsa, kötü bir oyuna gitmişsiniz demektir. horlamıyorsanız, uyumak serbest.
tabii bunu evde denemeye kalkmayın. eğer evliyseniz, eşinizle çatışmanız, yuvanızın selahiyeti açısından çok daha önemli. monoton çiftlerin boşanma talebi, çatışma içindeki çiftlerden çok daha fazladır; bilirsiniz. çünkü çatışma çözüm getirir. çatışma yoksa hayat yok. kadınları bilirsiniz; çatışma olmayan yerden kavimler göçü yaparlar.
- neden eve gelip bilgisayar başında vakit geçirdiğini anlamıyorum! zaten bütün gün iş yerinde bilgisayarın başındasın! bunun tek bir sebebi olabilir! evet evet tek bir sebebi var! ya hayatında başka biri var ya da evlilikten artık eskisi gibi hoşnut değilsin! konuşsana! bi' şey söylesene! heeey! kime diyorum?!
çatışmadan kasıt, oyuncuların karşılıklı birbirlerini boğazlaması değil elbette. gerçi günlük hayatta bunu, anlam olarak olduğu gibi alan insanlar var ama onlar konumuz dışında. çatışmadan kasıt, farklı eğitimleri ve dünya görüşleri olan insanların fikir teatisine girmesi. fiziki hareketlerle desteklenebilir. ve adam vurma, yaralama hiç olmayacak diye bir kural da yok. paragraf başındaki ifademiz yanlış anlaşılmasın. genelleme çıkarmamak gerek, bütün söylediğim o.
sahneye geçecek olursak; çatışmayı, yani oyunu destekleyici her sahne dekorunun bir sebebi olacak ve çatışmadaki yerini alacak. vazoda çiçek varsa, o çiçek ya kadın tarafından adamın kafasında paralanacak ya da çatışma yapan adamla bayan arasında barışma vesilesi olacak veya çiçek renkleri koyu ve açıksa adamın ve kadının karakterini sembolize edecek, vs vs vs...
sahnede tüfek varsa ya mutlaka patlayacak ya da karşı taraf tehdit edilecek veya o tüfeğin var oluş sebebi direkt veya dolaylı olarak izleyiciye anlatılacak; öyle ya adam katil mi avcı mı yoksa koleksiyoner mi?
dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz. öyle ya... padişahlar bile oyuncu. misal ıv. murat... birini cellata verirken katı ruhlu, akşam olduğunda şehzadesine karşı şefkatli, eşine karşı sevecen. sadr-ı azam'ına karşı duyarlı... al sana farklı alanlarda farklı oyun alanları. ve elbette farklı çatışmalar.
esasında shakespeare azrail’e gönderme yapıyor. gönderme yaparken de kendiyle çatışıyor. ''sıramız geldiğinde sahneden çekileceğiz.'' belki de gizli saklı, bizim bilmediğimiz bir günah işledi shakespeare. belki teyze oğlunun kulağına zehirli damla damlattı. yaş kemale erince de öteki tarafı düşünerek... anladınız işte... günümüzde vergi kaçıran, yalan söyleyen, tecavüz eden vs insanlar var. hani yaşlandıklarında hac'ca giderek tövbe eden tiplemeler. kim yiyecekse yukarıdan?! shakespeare bey hac'ca gitse olmaz; kraliçe bir daha mahallesine uğramaz, cenazesine gelmez. ne etsin de ruhunu ferahlatsın?
dünya bir oyun sahnesi, shakespeare bir oyuncu. sırası geldiğinde girdi oyun sahnesine ve çıktı oyun sahnesinden.
çıkmaz mı bir tiyatro konusu?
tez anti tez.
maksat çatışma olsun.
güncel tarafından baktığın zaman geyik yapmış rahmetlik shakespeare diyorsun. entel dantel muhabbetler. so what? diyesi geliyor insanın. yanlış anlaşılmasın; adam ingiliz olduğu için... yoksa soru sormak ifadesini question etmek şeklinde telaffuz etmenin, boş burjuvaziye yatay geçiş yaptırdığını düşünenlerden değilim. geçiyorum... rahmetlinin vecizesini huysuz virjin söylese, zenne yerine koymazlar. nitekim o da ''dünya yuvarlaktır döner, sevda yalancıdır söner; dalavera'' diyor, gülüp geçiyorlar. shakespeare söylese, galileo galilei ile bir tutarlar.
zamane kızlarını düşünsene... ilk buluşmana çıkmışsın, mum ışığında yemek falan...
- hande?
+ efendim...
- dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz.
ikinci sahne... hande ve en yakın kız arkadaşı telefonda konuşuyorlar...
- eee? nasıl buldun hakan'ı?
+ aa yok... baygınlık geçiriyo'dum... hepimiz oyuncuymuşuz. kedi yavrusu muyuz biz?
mevlana boşuna dememiş; karşında derya deniz olsa, kabın kadar alırsın.
shakespeare’e gelince; tarihsevmezler, gerek olayları gerekse vecizeleri, yaşadıkları güne göre yorumlarlar. 2022 senesinden 1923’ü eleştirmek gibi... dünya bir tiyatro sahnesi, bizler birer oyuncuyuz ifadesi de aslında geyik bir ifade değil. aslında tiyatro sanatının temelini anlatıyor. o temel ne derseniz: ''çatışma!''
bir sinema ya da tiyatro oyununu seyretmeye tahammül edilmesinin sebebi, sonunda ne olacağının merak edilmesi. ortada bir merak varsa, bir de düğüm olması lazım. o düğüm nasıl çözülecek? çatışa çatışa... o düğümü yaratan şey çatışma. çatışacaksın ki, oyunun bir sonraki satırına geçmeye bahanen olsun. tiyatro oyunu düşünsene:
- salavat getir; vuracam seni...
+ eşhedü enlaaaa ilahe illallahü vahdehüla şerikeleh ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve resuluhu...
sahne kararır, oyun biter. hakan şükür’ün dünya kupasında attığı gol kadar kısa... ama makbul değil.
shakespeare de bunu demek istiyor. insan ortalama 70 – 80 sene yaşıyor. yaşamaya o kadar sene tahammül etmesinin, hatta mümkün olsa sonsuza kadar yaşamak istemesinin sebebi de çatışma. sonrasında ne olacak merakı. 6 yaşına kadar annenle babanla çatışırsın. seni terbiye ederler. sonra okula başlar arkadaşlarınla, öğretmeninle çatışırsın. büyümek istersin çatışırken. acaba büyüyünce ne olacak? merak işte... lise gelirsin, kız arkadaşınla çatışırsın. acaba bütün kızlar aynı mı? merak işte... üniversiteye gelirsin, polisle çatışırsın. acaba memleketi ben kurtarsam nasıl bir şey çıkar ortaya? merak işte. iş hayatında rakiplerinle ve patronla çatışırsın. çatışmayı kazanan yükselir. acaba yükselince ne olacak? evlenir miyim ki? çoluk çocuk? merak işte... çocuklar büyüyünce karınla çatışırsın. moğolistan'a kitabe görmeye mi gitsek, paris'e alışverişe mi? ikisi de cazip. merak işte. yaşlanınca kendinle çatışırsın. acaba kaç yaşına kadar yaşayacaksın? merak işte. gerçi hayatın finalinde pek de merak edecek bir şey olmadığını görürsün. ölerek... ne gelirse meraktan işte...
siyaseti atladık bak. o da aynı şey. çatışman lazım ki çözüme ulaşasın.
intihar edenleri sorduğunuzu duyar gibiyim. hatta ne gibisi? duyuyorum.
+ duyduğuna sevindim. eee? peki intihar edenler merak etmiyorlar mı geleceği; zeki şey seni?
- intihar edenler, ölündüğü zaman, dertlerden kurtulmanın çekiciliği nedeniyle intihar ediyorlar. gerçekten tatmin oluyorlar mı? bilemiyorum. bu da benim merak iştem olsun.
başarılı oyun metni demek, başarılı çatışma demek. bir sonraki repliği merak edeceksin. eğer yorucu bir iş gününün akşamına tiyatroya gittiğiniz zaman, oyunun ortalarında yorgunluktan göz kapaklarınız ağırlaşıyorsa, oyunun metnine konsantre olun; oyunculara değil. eğer hala göz kapaklarınız ağırlaşmaya devam ediyorsa, kötü bir oyuna gitmişsiniz demektir. horlamıyorsanız, uyumak serbest.
tabii bunu evde denemeye kalkmayın. eğer evliyseniz, eşinizle çatışmanız, yuvanızın selahiyeti açısından çok daha önemli. monoton çiftlerin boşanma talebi, çatışma içindeki çiftlerden çok daha fazladır; bilirsiniz. çünkü çatışma çözüm getirir. çatışma yoksa hayat yok. kadınları bilirsiniz; çatışma olmayan yerden kavimler göçü yaparlar.
- neden eve gelip bilgisayar başında vakit geçirdiğini anlamıyorum! zaten bütün gün iş yerinde bilgisayarın başındasın! bunun tek bir sebebi olabilir! evet evet tek bir sebebi var! ya hayatında başka biri var ya da evlilikten artık eskisi gibi hoşnut değilsin! konuşsana! bi' şey söylesene! heeey! kime diyorum?!
çatışmadan kasıt, oyuncuların karşılıklı birbirlerini boğazlaması değil elbette. gerçi günlük hayatta bunu, anlam olarak olduğu gibi alan insanlar var ama onlar konumuz dışında. çatışmadan kasıt, farklı eğitimleri ve dünya görüşleri olan insanların fikir teatisine girmesi. fiziki hareketlerle desteklenebilir. ve adam vurma, yaralama hiç olmayacak diye bir kural da yok. paragraf başındaki ifademiz yanlış anlaşılmasın. genelleme çıkarmamak gerek, bütün söylediğim o.
sahneye geçecek olursak; çatışmayı, yani oyunu destekleyici her sahne dekorunun bir sebebi olacak ve çatışmadaki yerini alacak. vazoda çiçek varsa, o çiçek ya kadın tarafından adamın kafasında paralanacak ya da çatışma yapan adamla bayan arasında barışma vesilesi olacak veya çiçek renkleri koyu ve açıksa adamın ve kadının karakterini sembolize edecek, vs vs vs...
sahnede tüfek varsa ya mutlaka patlayacak ya da karşı taraf tehdit edilecek veya o tüfeğin var oluş sebebi direkt veya dolaylı olarak izleyiciye anlatılacak; öyle ya adam katil mi avcı mı yoksa koleksiyoner mi?
dünya bir oyun sahnesi, bizler birer oyuncuyuz. öyle ya... padişahlar bile oyuncu. misal ıv. murat... birini cellata verirken katı ruhlu, akşam olduğunda şehzadesine karşı şefkatli, eşine karşı sevecen. sadr-ı azam'ına karşı duyarlı... al sana farklı alanlarda farklı oyun alanları. ve elbette farklı çatışmalar.
esasında shakespeare azrail’e gönderme yapıyor. gönderme yaparken de kendiyle çatışıyor. ''sıramız geldiğinde sahneden çekileceğiz.'' belki de gizli saklı, bizim bilmediğimiz bir günah işledi shakespeare. belki teyze oğlunun kulağına zehirli damla damlattı. yaş kemale erince de öteki tarafı düşünerek... anladınız işte... günümüzde vergi kaçıran, yalan söyleyen, tecavüz eden vs insanlar var. hani yaşlandıklarında hac'ca giderek tövbe eden tiplemeler. kim yiyecekse yukarıdan?! shakespeare bey hac'ca gitse olmaz; kraliçe bir daha mahallesine uğramaz, cenazesine gelmez. ne etsin de ruhunu ferahlatsın?
dünya bir oyun sahnesi, shakespeare bir oyuncu. sırası geldiğinde girdi oyun sahnesine ve çıktı oyun sahnesinden.
çıkmaz mı bir tiyatro konusu?
tez anti tez.
maksat çatışma olsun.
devamını gör...
122.
kitaplarının hiçbirini okumadığım ancak okumuşum gibi bildiğim yazar.
devamını gör...
123.
(bkz: to be or not to be)
işte bütün mesele bu !
işte bütün mesele bu !
devamını gör...
124.
madame bovary'de zengin, emma'yı elde etmek için, onu kandırıp cinsel ihtiyaçlarını gidermek, gönül eğlendirmek için planlar yapan adamın "benim olacaksın!" diye kendi kendine sinirlenmesini, bağırmasını anlatan sahne vardır. oradaki sahneyi çok cringe bulur, gülerek karşılar ve sayfaları çevirmeye devam edersiniz. gülerek karşılama sebebiniz ise, bu sahneyi 6-7 yaşınızdan itibaren yüzlerce medyada görmenizdir. bütün o seyrettiğiniz klişe sahnelerin( bir eserde, genç kızın kendinden bahsedilirken eliyle yüzünü kapatması ya da kendini yatağa atan genç kızın yüzükoyun yatarak yumrukları ile yatağı dövmesi vs. gibi) bu roman sahnelerinden alıntı olduğunu, edebi eserleri okuduğunuzda anlarsınız.
edebiyatta en güzel şekilde bürokrasi hicvi yapan ve bunu dönemin rus bürokrasisi içerisinde harika anlatan gogol'ün sonrasında tolstoy ıvan ilyiç'in ölümü'nde biraz, franz kafka ise gerek dava gerek şato'da nefis işler. her bir newton'ın, yeni nesilde bir einstein'ı olduğu gibi, gogol'ü de bu anlamda ya biraz ya daha da şiddetli şekilde destekleyen tolstoy, kafkalar vardır.
william shakespeare de, bütün edebi metinlerin, tiyatro oyunlarının, orada olması dışında ayrıca nesilden nesile daha güçlü kalması, popülerleşmesi konusunda en büyük sayılır. aslında kurucu baba olarak görülen fakat takdir edersiniz ki bir shakespeare olmayan geoffrey chaucer bu yüzden shakespeare kadar güçlü bir işim olmaz. bu durum, tamamen birebir denilecek şekilde aleksandr puşkin'in kurucu baba olmasına rağmen modern rus edebiyatının lideri olarak, en en büyük olarak lev nikolayeviç tolstoy ve fyodor mihayloviç dostoyevski'in görülmesi ile aynı durum diyebiliriz. tam da bu yüzden tarihi karakterlerin, popüler olmaları ve en büyük addedilmelerinde aslında karizmalarının, yazılı ve görsel medyanın, dönemin şartlarının ne kadar önemli olduğunu ve sadece kurucu ya da öncü olmanın en büyük olmaya tek başına yeterli olmadığını görüyoruz.
shakespeare, sahne sanatının, kadın erkek ilişkilerinin ve psikolojisinin ve özellikle ihtiras ve entrika gibi, bütün literatürü tanımlayan ve su gibi, ekmek gibi literatürün temelini oluşturan öğeleri sahneye yansıtan insandır. yukarıdaki yaptığım albert einstein ve isaac newton benzetmesine yapma sebebim tam olarak budur. kendisinden 100 küsur yıl önce yaşamış bir insandan daha önde görülme sebebi dehasının yanında, tarihi karakterin benimsenmesidir. artık siz buna deha mı dersiniz, şeytan tüyü mü dersiniz, orası size kalmış.
giuseppe verdi'nin macbeth'ini yıllar önce ilk dinlediğimde macbeth'in ne olduğuna bakarken, bir shakespeare şaheseri de olduğunu anlayıp, bir eserin, bir sanatçının nasıl denizleri, okyanusları, yüz yılları aşabildiğini bu iki eseri benimseyerek anlamıştım.
william shakespeare sanat, büyük insan, figür, deha ve daha bir sürü kelime, sıfatın açık ve net karşılığıdir.
edebiyatta en güzel şekilde bürokrasi hicvi yapan ve bunu dönemin rus bürokrasisi içerisinde harika anlatan gogol'ün sonrasında tolstoy ıvan ilyiç'in ölümü'nde biraz, franz kafka ise gerek dava gerek şato'da nefis işler. her bir newton'ın, yeni nesilde bir einstein'ı olduğu gibi, gogol'ü de bu anlamda ya biraz ya daha da şiddetli şekilde destekleyen tolstoy, kafkalar vardır.
william shakespeare de, bütün edebi metinlerin, tiyatro oyunlarının, orada olması dışında ayrıca nesilden nesile daha güçlü kalması, popülerleşmesi konusunda en büyük sayılır. aslında kurucu baba olarak görülen fakat takdir edersiniz ki bir shakespeare olmayan geoffrey chaucer bu yüzden shakespeare kadar güçlü bir işim olmaz. bu durum, tamamen birebir denilecek şekilde aleksandr puşkin'in kurucu baba olmasına rağmen modern rus edebiyatının lideri olarak, en en büyük olarak lev nikolayeviç tolstoy ve fyodor mihayloviç dostoyevski'in görülmesi ile aynı durum diyebiliriz. tam da bu yüzden tarihi karakterlerin, popüler olmaları ve en büyük addedilmelerinde aslında karizmalarının, yazılı ve görsel medyanın, dönemin şartlarının ne kadar önemli olduğunu ve sadece kurucu ya da öncü olmanın en büyük olmaya tek başına yeterli olmadığını görüyoruz.
shakespeare, sahne sanatının, kadın erkek ilişkilerinin ve psikolojisinin ve özellikle ihtiras ve entrika gibi, bütün literatürü tanımlayan ve su gibi, ekmek gibi literatürün temelini oluşturan öğeleri sahneye yansıtan insandır. yukarıdaki yaptığım albert einstein ve isaac newton benzetmesine yapma sebebim tam olarak budur. kendisinden 100 küsur yıl önce yaşamış bir insandan daha önde görülme sebebi dehasının yanında, tarihi karakterin benimsenmesidir. artık siz buna deha mı dersiniz, şeytan tüyü mü dersiniz, orası size kalmış.
giuseppe verdi'nin macbeth'ini yıllar önce ilk dinlediğimde macbeth'in ne olduğuna bakarken, bir shakespeare şaheseri de olduğunu anlayıp, bir eserin, bir sanatçının nasıl denizleri, okyanusları, yüz yılları aşabildiğini bu iki eseri benimseyerek anlamıştım.
william shakespeare sanat, büyük insan, figür, deha ve daha bir sürü kelime, sıfatın açık ve net karşılığıdir.
devamını gör...
125.
“ en kara günahları işletecekleri zaman şeytanlar bunu önce sevap diye yutturmaya kalkarlar; tıpkı benim yaptığım gibi”
othello/ıago
othello/ıago
devamını gör...
126.
tolstoy'a göre sahip olduğu şöhreti pek de hak etmeyen ingiliz şair ve oyun yazarıdır.
tolstoy, küçük yaşlarda shakespeare'i okumaya başlamıştı fakat hem çocukluğunda hem de yetişkinliğinde, onun eserlerinde, bu denli şöhreti hak edecek bir içerik göremiyordu. dahası, turgenyev gibi ilişkili olduğu yazarlara da shakespeare ile ilgili ne düşündüklerini sorduğunda doyurucu cevaplar alamamıştı.
tolstoy'a göre, shakespeare'in karakterleri, kendi karakter yapılarına dahi sadık kalamadan incil'dekine benzer büyük tinsel değişimlere uğrayan, derinliksiz karakterlerdi.
aslında tolstoy'un; shakespeare'de, hepimizde de görülebilen kendi edebiyat öznesini aradığını düşünüyorum. tolstoy gibi salt gerçekçi ve düşünce yönü ağır basan bir yazarın, shakespeare gibi duygu yükselişleriyle coşumcu karakterlere sahip bir yazarda, kendi beğenilerine hitap edebilecek anlatı ögelerine rastlayamaması çok olağan.
diğer taraftan shakespeare, tarihi süreçten gelen bir şöhrete sahip. yani aslında onun şöhretinin gerçek mimarları, shakespeare'in kendi döneminde, algı, zevk ve beklentilerine göre ona bu şöhreti teslim etmiş okur kitlesidir.
bugün tiyatro ve edebiyatta, adaptasyon denilen bir tür bile bu ihtiyaçtan doğmuştur. yani bir metnin düz bir çeviri yerine, başka dil ve kültür algılarına da hitap edebilecek düzeyde, yeniden yorumlanarak yapılan çeviri yazımı.
bu açıdan, okuduğumuz bazı çeviri kitaplarda karşılaştığımız türkçe deyimler, bizi şaşırtmamalı; aksine, bir çaba olarak takdir edilmeli. ya da herkesin bilebileceği bir örnekle, buz devri animasyon serisinin bir bölümündeki dublajına "oğlum bak git!" esprisinin konulması... tüm bu dokunuşlar, ürünlerin tüm niyet ve algısıyla, başka kültürel dil algısına sahip alıcılara hitap edebilecek bir forma bürünmesinde çok önemli ve etkili.
shakespeare de tolstoy'un kendi ana dilinde ve yaşadığı dönemin kültürel özelliklerine uygun yazsaydı, tolstoy açısından değişen bir şey olur muydu bilinmez ama o eserler adına bir fark ortaya çıkabileceği de kesin.
tolstoy, küçük yaşlarda shakespeare'i okumaya başlamıştı fakat hem çocukluğunda hem de yetişkinliğinde, onun eserlerinde, bu denli şöhreti hak edecek bir içerik göremiyordu. dahası, turgenyev gibi ilişkili olduğu yazarlara da shakespeare ile ilgili ne düşündüklerini sorduğunda doyurucu cevaplar alamamıştı.
tolstoy'a göre, shakespeare'in karakterleri, kendi karakter yapılarına dahi sadık kalamadan incil'dekine benzer büyük tinsel değişimlere uğrayan, derinliksiz karakterlerdi.
aslında tolstoy'un; shakespeare'de, hepimizde de görülebilen kendi edebiyat öznesini aradığını düşünüyorum. tolstoy gibi salt gerçekçi ve düşünce yönü ağır basan bir yazarın, shakespeare gibi duygu yükselişleriyle coşumcu karakterlere sahip bir yazarda, kendi beğenilerine hitap edebilecek anlatı ögelerine rastlayamaması çok olağan.
diğer taraftan shakespeare, tarihi süreçten gelen bir şöhrete sahip. yani aslında onun şöhretinin gerçek mimarları, shakespeare'in kendi döneminde, algı, zevk ve beklentilerine göre ona bu şöhreti teslim etmiş okur kitlesidir.
bugün tiyatro ve edebiyatta, adaptasyon denilen bir tür bile bu ihtiyaçtan doğmuştur. yani bir metnin düz bir çeviri yerine, başka dil ve kültür algılarına da hitap edebilecek düzeyde, yeniden yorumlanarak yapılan çeviri yazımı.
bu açıdan, okuduğumuz bazı çeviri kitaplarda karşılaştığımız türkçe deyimler, bizi şaşırtmamalı; aksine, bir çaba olarak takdir edilmeli. ya da herkesin bilebileceği bir örnekle, buz devri animasyon serisinin bir bölümündeki dublajına "oğlum bak git!" esprisinin konulması... tüm bu dokunuşlar, ürünlerin tüm niyet ve algısıyla, başka kültürel dil algısına sahip alıcılara hitap edebilecek bir forma bürünmesinde çok önemli ve etkili.
shakespeare de tolstoy'un kendi ana dilinde ve yaşadığı dönemin kültürel özelliklerine uygun yazsaydı, tolstoy açısından değişen bir şey olur muydu bilinmez ama o eserler adına bir fark ortaya çıkabileceği de kesin.
devamını gör...
127.
18.sone
seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
ışıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
gölgesindesin diye ecel caka satamaz
sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
insanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.
seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
ışıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
gölgesindesin diye ecel caka satamaz
sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
insanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.
devamını gör...
128.
the sandman dizisinde uyku tanrısının tanıştığı tarihi kişilik.
devamını gör...
129.
kaybettiğin yerde bekleme,
güçsüzler öyle yapar.
sana kapanan kapıyı bir daha çalma,
kapanan kapıyı acizler çalar.
unutma ki bu aşağılık dünyadasın:
kötülüğü baş tacı edip,
iyiliği çılgınlık sayan dünyada.
şunu iyi bil ki,
işine geldiğinde,
şeytan da kutsal kitap’tan örnekler verebilir
ve cehennem boş,
şeytanların hepsi burada...
her düşünceni dile getirme,
sana yakışmayan hiçbir düşünceyi hayata geçirme.
samimi ol fakat asla basit davranma.
huzur ancak gökyüzünde vardır...
biz ise yeryüzündeyiz.
utan,
ey çağ!
soylu insan yetiştirmez oldun...
arama boşuna,
bulunmak istemeyeni.
insanlar göründükleri gibi olmalıdır.
eğer değillerse hiç görünmesinler daha iyi.
kader mi aşkı kovalar,
yoksa aşk mı kaderi,
kimseler çözemedi bu bilmeceyi..
hoşça kal!
değerin çok yüksek,
tutamam seni.
sen ancak görenleri seversin,
bense körüm
sen ne kadar kalsan da
geliyorsun benimle..
ben ne kadar gitsem de
kalıyorum seninle...
öğret bana,
nasıl unutulur düşünmek?
oysa benim ruhumda savaş var.
durmadan ölüyor içimdeki insanlar.
boğ kendini yüreğim;
dilimi tutmak gerek !
güçsüzler öyle yapar.
sana kapanan kapıyı bir daha çalma,
kapanan kapıyı acizler çalar.
unutma ki bu aşağılık dünyadasın:
kötülüğü baş tacı edip,
iyiliği çılgınlık sayan dünyada.
şunu iyi bil ki,
işine geldiğinde,
şeytan da kutsal kitap’tan örnekler verebilir
ve cehennem boş,
şeytanların hepsi burada...
her düşünceni dile getirme,
sana yakışmayan hiçbir düşünceyi hayata geçirme.
samimi ol fakat asla basit davranma.
huzur ancak gökyüzünde vardır...
biz ise yeryüzündeyiz.
utan,
ey çağ!
soylu insan yetiştirmez oldun...
arama boşuna,
bulunmak istemeyeni.
insanlar göründükleri gibi olmalıdır.
eğer değillerse hiç görünmesinler daha iyi.
kader mi aşkı kovalar,
yoksa aşk mı kaderi,
kimseler çözemedi bu bilmeceyi..
hoşça kal!
değerin çok yüksek,
tutamam seni.
sen ancak görenleri seversin,
bense körüm
sen ne kadar kalsan da
geliyorsun benimle..
ben ne kadar gitsem de
kalıyorum seninle...
öğret bana,
nasıl unutulur düşünmek?
oysa benim ruhumda savaş var.
durmadan ölüyor içimdeki insanlar.
boğ kendini yüreğim;
dilimi tutmak gerek !
devamını gör...
130.
şaka maka hamlet monologunu çok iyi oynarım.
devamını gör...
131.
açıkcası kendisini sevmem, çokta başarılı bulmam.bunu edebiyatçı kimliğimin yanında, standart bir okuyucu olarak dile getiriyorum.insanlarla ve insanların duyduğu duygularla dalga geçiyor ve bunu öylesine ince yapıyor ki herkes hayran olup, çok harika bir yazar olduğunu düşünüyor.
bir kere kaleme aldığı her şeyin finaline bakarsanız kadın-erkek arasında gelişen duygu bütünlüğüne daima saldırdığını görürsünüz.romeo-juliet'in sonu, lady macbeth ile eşinin diyalogları, hamlet'te, ophelia'nın sonu buna örnekler olarak verilebilinir.
bence ciddi şekilde ''aşk'' kavramına gıcığı var.. sürekli iki taraftan birini öldürüyor..tamamlanamıyorsunuz.. şimdi aşk yazarı böyle mi olur? -benim için hayır.
bir kere kaleme aldığı her şeyin finaline bakarsanız kadın-erkek arasında gelişen duygu bütünlüğüne daima saldırdığını görürsünüz.romeo-juliet'in sonu, lady macbeth ile eşinin diyalogları, hamlet'te, ophelia'nın sonu buna örnekler olarak verilebilinir.
bence ciddi şekilde ''aşk'' kavramına gıcığı var.. sürekli iki taraftan birini öldürüyor..tamamlanamıyorsunuz.. şimdi aşk yazarı böyle mi olur? -benim için hayır.
devamını gör...
132.
' othello ' kıskançlığın ve sessizliğin ne denli canlar yakacağını nelere mal olacağını anlatır.
devamını gör...
133.
üstad kadir mısıroğlu'nun (!) buyurmasına göre aslında türk olup, gerçek ismi şeyh pir olan bir osmanlı ajanı.
devamını gör...
134.
romeo & juliette eserinde işlenen insana dair duygu ve düşünce, günümüz insanında tıpatıp geçerlidir
devamını gör...
135.
yarayla alay edermiş
yararlanmamış olan ....
yararlanmamış olan ....
devamını gör...
136.
bir zamanların gözde oltalarına iğnelik etmiş sözlere sahiptir.*
devamını gör...
137.
foucault's pendulum (foucault sarkacı) romanında, umberto eco, shakespeare'in gerçek bir kişi olmadığını yazar.
pek çok araştırmacı da aynı fikirdedir.
bizde nasıl yunus emre çok sevilen bir halk ozanı olduğu için aynı 'mahlas'la, tıpkı onun gibi 'söyleyen' pek çok halk ozanı varsa, ingiltere'de de shakespeare'den sonra aynı adı kullanan pek çok oyun yazarı, benzer 'üslup'ta eser vermiş olabilir.
yalnız şunu da eklemeden geçmemeliyim; (daha önce yazılıp yazılmadığını araştırmadım ama) derler ki, dünya yüzünde yazılmış/yazılabilecek her konu ve duyguyu anlatmış kişidir, gerisi yalnızca çeşitlemelerdir. (yaşasın postmodernizm!)
pek çok araştırmacı da aynı fikirdedir.
bizde nasıl yunus emre çok sevilen bir halk ozanı olduğu için aynı 'mahlas'la, tıpkı onun gibi 'söyleyen' pek çok halk ozanı varsa, ingiltere'de de shakespeare'den sonra aynı adı kullanan pek çok oyun yazarı, benzer 'üslup'ta eser vermiş olabilir.
yalnız şunu da eklemeden geçmemeliyim; (daha önce yazılıp yazılmadığını araştırmadım ama) derler ki, dünya yüzünde yazılmış/yazılabilecek her konu ve duyguyu anlatmış kişidir, gerisi yalnızca çeşitlemelerdir. (yaşasın postmodernizm!)
devamını gör...
138.
edebiyat alanında eğitim almamasına karşın kendisine özgü bir stil geliştirerek sone türünde yüzlerce eseri olan, ingiliz edebiyatının mihenk taşı yazardır. tiyatro oyunlarının bu denli başarılı olmasının nedeni ise tiyatro hayatına yazar olarak değil oyuncu olarak başlamasıdır.
devamını gör...
139.
teveğine su yürüdüğünü asla kabul etmeyip romantizmi fışkırtmış sapkın ama da yürekli ingiliz şairidir. üç senemi verdim filolog olacağım diye, ne çektin be selaattin deyip kaçtım en sonunda ama da içimde uhde kaldı.
devamını gör...
140.
kadın düşmanı ingiliz tiyatro oyunu yazarı.
devamını gör...