101.
ahmet telli/ su çürüdü.
küçük iskender/ sacrifice.
attila ilhan/ 5 dakika bekle git, üçüncü şahsın şiiri, telsizci hamdi...
sessiz gemi.
ataol behramoğlu/ aşk iki kişiliktir, annem yok artık.
didem madak/ ahlar ağacı.
onur ünlü/ ah o gemide ben de olsaydım.
....
küçük iskender/ sacrifice.
attila ilhan/ 5 dakika bekle git, üçüncü şahsın şiiri, telsizci hamdi...
sessiz gemi.
ataol behramoğlu/ aşk iki kişiliktir, annem yok artık.
didem madak/ ahlar ağacı.
onur ünlü/ ah o gemide ben de olsaydım.
....
devamını gör...
102.
adnan yücel - yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
devamını gör...
103.
ben bakmaya kıyamazdım,
korkar da incinirsin diye,
sen 3 kuruşa sattın,
kahpelik olsun diye.
-lazkopeyyydo
korkar da incinirsin diye,
sen 3 kuruşa sattın,
kahpelik olsun diye.
-lazkopeyyydo
devamını gör...
104.
benim tüm varlığım
seni kendinde tekrarlayarak
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine
götürecek
karanlık bir âyettir
ben bu âyette sana âh çektim, âh
ben bu âyette seni
ağaçla, suyla ve ateşle bütünleştirdim
hayat belki
bir kadının her gün filesiyle geçtiği uzun bir caddedir
hayat belki
bir adamın kendini dala astığı bir iptir
hayat belki
okuldan dönen bir çocuktur
hayat belki
iki sevişme arası rehavette yakılan bir sigaradır
ya da yoldan geçen bir başkasına
şapkasını kaldırarak
anlamsız bir tebessümle "günaydın" diyen adamın
dalgınca yolun karşısına geçmesidir
hayat belki de
bakışlarımın senin gözbebeklerinde kendini yok ettiği
o örtülü andır
ve bunda
ayın özünü ve karanlığın anlamını harmanlayacağım bir his vardır
bir yalnızlık büyüklüğünde odada
bir aşk büyüklüğünde kalbim
kendi mutluluğunun yalın bahanelerine
vazodaki çiçeklerin güzelliğinin yok oluşuna
evimizin bahçesine diktiğin fidana
ve kanaryaların
bir pencere büyüklüğündeki
şarkısına bakıyor
âh
bana düşen budur
bana düşen budur
bana düşen
asılan bir perdenin benden aldığı gökyüzüdür
bana düşen
terk edilmiş bir merdivenden aşağı inmek
ve yalnızlık içinde çürüyen bir şeye ulaşmaktır
bana düşen
hatıralar bahçesinde hüzne dalıp dolaşmak
ve "ellerini seviyorum" diyen sesin
kederinde can vermektir
ellerimi ekiyorum bahçeye
biliyorum yeşereceğim
biliyorum
biliyorum
ve kırlangıçlar
mürekkepli parmaklarımın arasına bırakacaklar
yumurtalarını
iki çift kırmızı kirazdan
küpe takıyorum kulaklarıma
ve tırnaklarıma yıldızçiçeği yaprakları yapıştırıyorum
bir sokak var orada
çocuklarının bir zamanlar bana âşık olduğu
ki hâlâ dağınık saçları
ince boyunları
ve sıska bacaklarıyla
bir gece vakti rüzgârın yanına alıp götürdüğü küçücük kızın
masum gülücüklerini düşünürler
bir sokak var
kalbimin
çocukluğumun mahallelerinden çaldığı
zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu
ve gebe bırakması bir oyluma zamanın kısır çizgisini
bir aynanın misafirliğinden dönen
bilinçli bir imgenin oylumuyla...
ve işte böyledir
biri ölür
biri kalır
hiçbir avcı
çukura dökülen küçücük bir derede
inci aramaz
hüzünlü
küçük bir peri tanıyorum ben
okyanusta yaşayan
yüreğini ahşap neyde
usul usul üfleyen
hüzünlü
küçük bir peri
gece bir öpücükle ölen
ve seher vakti bir öpücükle doğacak olan
...
yeniden doğuş//furûğ ferruhzâd
seni kendinde tekrarlayarak
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine
götürecek
karanlık bir âyettir
ben bu âyette sana âh çektim, âh
ben bu âyette seni
ağaçla, suyla ve ateşle bütünleştirdim
hayat belki
bir kadının her gün filesiyle geçtiği uzun bir caddedir
hayat belki
bir adamın kendini dala astığı bir iptir
hayat belki
okuldan dönen bir çocuktur
hayat belki
iki sevişme arası rehavette yakılan bir sigaradır
ya da yoldan geçen bir başkasına
şapkasını kaldırarak
anlamsız bir tebessümle "günaydın" diyen adamın
dalgınca yolun karşısına geçmesidir
hayat belki de
bakışlarımın senin gözbebeklerinde kendini yok ettiği
o örtülü andır
ve bunda
ayın özünü ve karanlığın anlamını harmanlayacağım bir his vardır
bir yalnızlık büyüklüğünde odada
bir aşk büyüklüğünde kalbim
kendi mutluluğunun yalın bahanelerine
vazodaki çiçeklerin güzelliğinin yok oluşuna
evimizin bahçesine diktiğin fidana
ve kanaryaların
bir pencere büyüklüğündeki
şarkısına bakıyor
âh
bana düşen budur
bana düşen budur
bana düşen
asılan bir perdenin benden aldığı gökyüzüdür
bana düşen
terk edilmiş bir merdivenden aşağı inmek
ve yalnızlık içinde çürüyen bir şeye ulaşmaktır
bana düşen
hatıralar bahçesinde hüzne dalıp dolaşmak
ve "ellerini seviyorum" diyen sesin
kederinde can vermektir
ellerimi ekiyorum bahçeye
biliyorum yeşereceğim
biliyorum
biliyorum
ve kırlangıçlar
mürekkepli parmaklarımın arasına bırakacaklar
yumurtalarını
iki çift kırmızı kirazdan
küpe takıyorum kulaklarıma
ve tırnaklarıma yıldızçiçeği yaprakları yapıştırıyorum
bir sokak var orada
çocuklarının bir zamanlar bana âşık olduğu
ki hâlâ dağınık saçları
ince boyunları
ve sıska bacaklarıyla
bir gece vakti rüzgârın yanına alıp götürdüğü küçücük kızın
masum gülücüklerini düşünürler
bir sokak var
kalbimin
çocukluğumun mahallelerinden çaldığı
zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu
ve gebe bırakması bir oyluma zamanın kısır çizgisini
bir aynanın misafirliğinden dönen
bilinçli bir imgenin oylumuyla...
ve işte böyledir
biri ölür
biri kalır
hiçbir avcı
çukura dökülen küçücük bir derede
inci aramaz
hüzünlü
küçük bir peri tanıyorum ben
okyanusta yaşayan
yüreğini ahşap neyde
usul usul üfleyen
hüzünlü
küçük bir peri
gece bir öpücükle ölen
ve seher vakti bir öpücükle doğacak olan
...
yeniden doğuş//furûğ ferruhzâd
devamını gör...
105.
seni düşünmek
seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum...
nazım hikmet ran
lavinia
sana gitme demeyeceğim.
üşüyorsun ceketimi al.
günün en güzel saatleri bunlar.
yanımda kal.
sana gitme demeyeceğim.
yine de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.
sana gitme demeyeceğim,
ama gitme, lavinia.
adını gizleyeceğim
sen de bilme, lavinia.
özdemir asaf
bir gün baksam ki gelmişsin
bir gün baksam ki gelmişsin...
bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar.
gözlerinde bir bitmez, bir tükenmez güzellik
saçlarında ilkbahar...
bir gün baksam ki gelmişsin...
gülüşünde taze serin bir rüzgar
ellerin yine eskisi kadar güzel
çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar...
bir gün baksam ki gelmişsin...
hasretin içimde sonsuzluk kadar.
şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz.
dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.
bir gün baksam ki gelmişsin...
ne yüzünde bir gölge, ne dilinde sitem var.
tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm
benim olmuş dünyalar...
yavuz bülent bakiler
seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum...
nazım hikmet ran
lavinia
sana gitme demeyeceğim.
üşüyorsun ceketimi al.
günün en güzel saatleri bunlar.
yanımda kal.
sana gitme demeyeceğim.
yine de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.
sana gitme demeyeceğim,
ama gitme, lavinia.
adını gizleyeceğim
sen de bilme, lavinia.
özdemir asaf
bir gün baksam ki gelmişsin
bir gün baksam ki gelmişsin...
bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar.
gözlerinde bir bitmez, bir tükenmez güzellik
saçlarında ilkbahar...
bir gün baksam ki gelmişsin...
gülüşünde taze serin bir rüzgar
ellerin yine eskisi kadar güzel
çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar...
bir gün baksam ki gelmişsin...
hasretin içimde sonsuzluk kadar.
şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz.
dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.
bir gün baksam ki gelmişsin...
ne yüzünde bir gölge, ne dilinde sitem var.
tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm
benim olmuş dünyalar...
yavuz bülent bakiler
devamını gör...
106.
" hangi şairlerin hangi şiirlerinde buldum kendimi, birini seçip en sevdiğim desem şiirler kınar beni" demiş öyle pek bilinmeyen bir şair..
devamını gör...
107.
umit yaşar oğuzcan'ın sevi şiiri.
devamını gör...
108.
(bkz: sebeb-i telif)
devamını gör...
109.
şu an dışarda sağanak yağmur var, o yüzden şimdilik en sevdiğim şiir bu:
bu yağmur bu saatte nasıl davetkar
sızdıkça camdan ev önündeki kaldırıma
uyunur mu hiç?
bu senin uzaktan güzelliğin
ev içleri gibi darlayan içimi
senin de camından süzülüyor mu diye
kalkıp geleyim diyorum
ilk ayakkabıyla evinin önüne
ama bende bu talih varken
yarı yolda yağmur kesilir
sen uyursun
iyisi mi
yağmur dursun..
bu yağmur bu saatte nasıl davetkar
sızdıkça camdan ev önündeki kaldırıma
uyunur mu hiç?
bu senin uzaktan güzelliğin
ev içleri gibi darlayan içimi
senin de camından süzülüyor mu diye
kalkıp geleyim diyorum
ilk ayakkabıyla evinin önüne
ama bende bu talih varken
yarı yolda yağmur kesilir
sen uyursun
iyisi mi
yağmur dursun..
devamını gör...
110.
ezbere bildiğim tek şiir olmasından ötürü, sabahattin ali'nin kurbağaya mersiyesidir:
sevgilim bak bu gece
kırık kalbine ince
bir ok saplı kurbağa
ölüvermiş gizlice
benzi aydan da sarı
görmeden bak ilk karı
dudakları kitlendi
suya düştü kitarı
yıllarca vaklamıştı
neler araklamıştı
öteki şairlerden
aşkını saklamıştı
boyundan büyük sazı
mest etmişti bin kazı
dayandı her kahra da
çekemedi son nazı
daha pek genç yaşında
bin dert vardı başında
kitarası kırıldı
kendi mezar taşında
çık onu ez sevgilim
üstünde gez sevgilim
ayağın kirlenirse
işte bir bez sevgilim
sevgilim bak bu gece
kırık kalbine ince
bir ok saplı kurbağa
ölüvermiş gizlice
benzi aydan da sarı
görmeden bak ilk karı
dudakları kitlendi
suya düştü kitarı
yıllarca vaklamıştı
neler araklamıştı
öteki şairlerden
aşkını saklamıştı
boyundan büyük sazı
mest etmişti bin kazı
dayandı her kahra da
çekemedi son nazı
daha pek genç yaşında
bin dert vardı başında
kitarası kırıldı
kendi mezar taşında
çık onu ez sevgilim
üstünde gez sevgilim
ayağın kirlenirse
işte bir bez sevgilim
devamını gör...
111.
yaşanmışlıklar değiştikçe sevdiklerimizde değişiyor.
kemal sayar- senden sonra
birini kaybetmenin acısını hissettiriyor, merhametle.
burada da dursun.
senden sonra
senden sonra çok yağmur yağdı.
çok insanlar geldi, anlatıp gittiler. bir tarafımda eksik bir şeyler, her sızıda varlığını duyurdu. senden sonra ruhum hep aksayarak yürüdü. bu gurbetin bir gün biteceği hakikati içime ağır bir taş gibi çöreklenip kaldı. hayatın daimi bir daüssıla, sevmenin özlemek olduğu bilinci ruhuma otağ kurdu.
senden sonra ağız dolusu kahkaham kalmadı, her gülüşe bir ucundan, bu dünyada bir daha seni göremeyecek olmanın kekre tadı karıştı. senden sonra çok yağmur yağdı.
“biraz yağmur kimseyi incitmez”. her insan kendi masalının peşinde koşuyor. koca bir ömrü bir hikâye kurmak için yaşıyoruz. anlatacak bir şeylerimiz olsun, bizden geriye bir hoş seda kalsın istiyoruz. sevenlerin kalbine çarparak çoğalacak bir büyük hece, sadece sevginin telleriyle titreşecek bir cümle.
senden geriye, senin güzelliğine, doğruluk ve iyiliğine tanıklık eden sözler kaldı. zaten bir söz, iyiliğe tanıklık etmiyorsa neye yarar ki? senden sonra üstümüze çok yağmurlar yağdı, olmadık zamanlarda bir üşüme tuttu bizi ve dedik ki “biraz yağmur kimseyi incitmez”.
torunların bir yaş daha büyüdü. dört mevsim daha. büyük oğlan arada seni düşünüp ağlasa da senin can arkadaşın, küçük sarı adam bir daha seni sormadı. ona “deden uzak ülkede” dedik. sustu ve bir daha seni sormadı. yeryüzünde onu bu kadar karşılıksız seven, parklara, hayata, börtü böceğe onunla ilk merhabasını verdiği arkadaşının, birden sırra kadem basmasını anlayamadı. aslına bakarsan, biz de hâlâ tam anlamış değiliz. çocukluğun ılık hatıraları rüyalarımıza sızdıkça, dünya bizi hırpaladıkça, sıkı sıkıya elini tutmak, senden emniyet almak istiyoruz. kalbimizi serinleten inancımız olmasa, karanlık bir ormanda uğultuların peşi sıra kaybolur giderdik.
torunların bir yaş daha büyüdü. dört mevsim daha.
sessizlik kendini öğretti.
“bize bunca sessizliği öğretebilmek için / çok yalnız kalmış olmalı atalarımızdan biri”. gidişin bana sessizliği öğretti. nicedir talim ediyordum da sırrına âgâh olamamıştım. senden sonra aradan başka hayatlar geçti. sessizlik kendini öğretti.
her oğul babasının gölgesidir. kaç zamandır bir mektup yazmayı kuruyorum sana. sadece, kalbimin derinliklerinde konuşmak istiyorum. biliyorum melekler taşır oğulların sözünü. kelimelerim biner cebrail’in kanatlarına, o ışıksı varlık tamamlar sözümün eksiğini. bir oğul ancak babasını özlemekle çiçek açar. bir aydınlık vurur çehresine, özlemden söz açtığında.
her oğul babasının gölgesidir.
senden sonra çok yağmur yağdı. sarı torun, en çok ‘neden?’ diyor. bu sözcük ona çok yakışıyor. neden sorusunu sonsuza dek uzatmak hoşuna gidiyor. neden diye başlayan sonsuz sayıda cümle kurabilir. abisi çok tatlı bir genç adam olmaya gidiyor. sınıf birincisi değil ama insanların hallerini pek güzel seziyor. allah vergisi bir empati yeteneği var. onun merhametli kalbini seviyorum. dedesinden aldığı bir şey var.
senden sonra çok yağmur yağdı.
ben ki bir oğulum, senin kalıcılık yurduna kanat çırpmanla ben de yola çıkmış oldum. bir oğulum ve ben yaşarken sen bende yaşamaya devam ediyorsun. senden sonra çok yağmur yağdı. aradan çok hayatlar geçti.
sessizlik kendini öğretti.
sen de ben de en sevgili’nin oğullarıyız. onun gölgesiyiz, onun bendesiyiz. seni de çok özledik, selam üzerine olsun, onu da çok özledik!
kemal sayar- senden sonra
birini kaybetmenin acısını hissettiriyor, merhametle.
burada da dursun.
senden sonra
senden sonra çok yağmur yağdı.
çok insanlar geldi, anlatıp gittiler. bir tarafımda eksik bir şeyler, her sızıda varlığını duyurdu. senden sonra ruhum hep aksayarak yürüdü. bu gurbetin bir gün biteceği hakikati içime ağır bir taş gibi çöreklenip kaldı. hayatın daimi bir daüssıla, sevmenin özlemek olduğu bilinci ruhuma otağ kurdu.
senden sonra ağız dolusu kahkaham kalmadı, her gülüşe bir ucundan, bu dünyada bir daha seni göremeyecek olmanın kekre tadı karıştı. senden sonra çok yağmur yağdı.
“biraz yağmur kimseyi incitmez”. her insan kendi masalının peşinde koşuyor. koca bir ömrü bir hikâye kurmak için yaşıyoruz. anlatacak bir şeylerimiz olsun, bizden geriye bir hoş seda kalsın istiyoruz. sevenlerin kalbine çarparak çoğalacak bir büyük hece, sadece sevginin telleriyle titreşecek bir cümle.
senden geriye, senin güzelliğine, doğruluk ve iyiliğine tanıklık eden sözler kaldı. zaten bir söz, iyiliğe tanıklık etmiyorsa neye yarar ki? senden sonra üstümüze çok yağmurlar yağdı, olmadık zamanlarda bir üşüme tuttu bizi ve dedik ki “biraz yağmur kimseyi incitmez”.
torunların bir yaş daha büyüdü. dört mevsim daha. büyük oğlan arada seni düşünüp ağlasa da senin can arkadaşın, küçük sarı adam bir daha seni sormadı. ona “deden uzak ülkede” dedik. sustu ve bir daha seni sormadı. yeryüzünde onu bu kadar karşılıksız seven, parklara, hayata, börtü böceğe onunla ilk merhabasını verdiği arkadaşının, birden sırra kadem basmasını anlayamadı. aslına bakarsan, biz de hâlâ tam anlamış değiliz. çocukluğun ılık hatıraları rüyalarımıza sızdıkça, dünya bizi hırpaladıkça, sıkı sıkıya elini tutmak, senden emniyet almak istiyoruz. kalbimizi serinleten inancımız olmasa, karanlık bir ormanda uğultuların peşi sıra kaybolur giderdik.
torunların bir yaş daha büyüdü. dört mevsim daha.
sessizlik kendini öğretti.
“bize bunca sessizliği öğretebilmek için / çok yalnız kalmış olmalı atalarımızdan biri”. gidişin bana sessizliği öğretti. nicedir talim ediyordum da sırrına âgâh olamamıştım. senden sonra aradan başka hayatlar geçti. sessizlik kendini öğretti.
her oğul babasının gölgesidir. kaç zamandır bir mektup yazmayı kuruyorum sana. sadece, kalbimin derinliklerinde konuşmak istiyorum. biliyorum melekler taşır oğulların sözünü. kelimelerim biner cebrail’in kanatlarına, o ışıksı varlık tamamlar sözümün eksiğini. bir oğul ancak babasını özlemekle çiçek açar. bir aydınlık vurur çehresine, özlemden söz açtığında.
her oğul babasının gölgesidir.
senden sonra çok yağmur yağdı. sarı torun, en çok ‘neden?’ diyor. bu sözcük ona çok yakışıyor. neden sorusunu sonsuza dek uzatmak hoşuna gidiyor. neden diye başlayan sonsuz sayıda cümle kurabilir. abisi çok tatlı bir genç adam olmaya gidiyor. sınıf birincisi değil ama insanların hallerini pek güzel seziyor. allah vergisi bir empati yeteneği var. onun merhametli kalbini seviyorum. dedesinden aldığı bir şey var.
senden sonra çok yağmur yağdı.
ben ki bir oğulum, senin kalıcılık yurduna kanat çırpmanla ben de yola çıkmış oldum. bir oğulum ve ben yaşarken sen bende yaşamaya devam ediyorsun. senden sonra çok yağmur yağdı. aradan çok hayatlar geçti.
sessizlik kendini öğretti.
sen de ben de en sevgili’nin oğullarıyız. onun gölgesiyiz, onun bendesiyiz. seni de çok özledik, selam üzerine olsun, onu da çok özledik!
devamını gör...
112.
küçük iskender
sacrifice
sacrifice
devamını gör...
113.
popülarizme kurban gitmiş turgut abinin geyikli gece şiiridir.
devamını gör...
114.
devamını gör...
115.
dağlarının, dağlarının ardı,
nazlıdır.
uçurum kıyısında incecik bir yol
gider dolana dolana,
bir hastan vardır, umutsuz,
belki ayşe, belki elif
endamı kuytuda başak,
memesinin, memesinin altında,
bir sancı,
bir hayın bıçak...
ölüm bu,
fukara ölümü
geldim, geliyorum demez.
ya bir kuşluk vakti, ya akşamüstü,
ya da seher, mahmurlukta,
bakarsın, olmuş olacak.
bir hastan vardır umutsuz,
hayreti uykularda,
hayreti soğuk sularda.
gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
iki mavi, kocaman korku çiçeği,
açar, derin kuyularda...
dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
hiç akıl edip de düşünen var mı?
gün kimin hesabına tutar akşamı,
rahmetinden kim demlenir bulutun,
hayırlı evlat makina
nasıl canavar kesilir.
kurdun, karıncanın rızkını veren
toprak nasıl ayartılır,
yüz vermez topal öküze,
ve almaz koynuna kara sabanı.
sepetçioğlu'm bir kömür işçişidir,
mavzer değil, kürek tutar urfalı nazif
mal, haraç-mezattır,
can, pazar-pazar.
kırmızı, ak ve esmer,
yumuşak ve sert buğdayları
yaratan ellerin sahibidir bu,
kör boğaz, nafaka uğruna,
haldan düşmüş, tebdil gezer...
dağlarının, dağlarının ardı,
nasıl anlatsam...
ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
çırılçıplak,
vay kurban...
"kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
fedayı kabul etmektir,
cennet yapabilmek için seni,
yoksul ve namuslu halka.
bu'dur ol hikayet,
ol kara sevda.
seni sevmek,
felsefedir, kusursuz.
imandır, korkunç sabırlı.
ipin, kurşunun rağmına,
yürür, pervasız ve güzel.
sıradağları devirir,
akan suları çevirir,
alır yetimin hakkını,
buyurur, kitabınca...
gün ola, devran döne, umut yetişe,
dağlarının, dağlarının ardında,
değil öyle yoksulluklar, hasretler,
bir tek başak bile dargın kalmayacaktır,
bir tek zeytin dalı bile yalnız...
sıkıysa yağmasın yağmur,
sıkıysa uykudan uyanmasın dağ.
bu yürek, ne güne vurur...
kaçar damarlarından karanlık,
kaçar, bir daha dönemez,
sunar koynunda yatandan,
hem de mutlulukla sunar
beynimizin ışığında yeraltı.
her mevsim daha genç, daha verimli,
sunar, pırıl-pırıl, sebil,
ömrünün en güzel aşk hasadını,
elimizin hünerinde yeryüzü.
dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
şafakla doğan işgücü.
yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
ol kitapta böylece yazılıdır,
ol sevda, böyledir çünkü..
vay kurban-ahmet arif.
nazlıdır.
uçurum kıyısında incecik bir yol
gider dolana dolana,
bir hastan vardır, umutsuz,
belki ayşe, belki elif
endamı kuytuda başak,
memesinin, memesinin altında,
bir sancı,
bir hayın bıçak...
ölüm bu,
fukara ölümü
geldim, geliyorum demez.
ya bir kuşluk vakti, ya akşamüstü,
ya da seher, mahmurlukta,
bakarsın, olmuş olacak.
bir hastan vardır umutsuz,
hayreti uykularda,
hayreti soğuk sularda.
gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
iki mavi, kocaman korku çiçeği,
açar, derin kuyularda...
dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
hiç akıl edip de düşünen var mı?
gün kimin hesabına tutar akşamı,
rahmetinden kim demlenir bulutun,
hayırlı evlat makina
nasıl canavar kesilir.
kurdun, karıncanın rızkını veren
toprak nasıl ayartılır,
yüz vermez topal öküze,
ve almaz koynuna kara sabanı.
sepetçioğlu'm bir kömür işçişidir,
mavzer değil, kürek tutar urfalı nazif
mal, haraç-mezattır,
can, pazar-pazar.
kırmızı, ak ve esmer,
yumuşak ve sert buğdayları
yaratan ellerin sahibidir bu,
kör boğaz, nafaka uğruna,
haldan düşmüş, tebdil gezer...
dağlarının, dağlarının ardı,
nasıl anlatsam...
ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
çırılçıplak,
vay kurban...
"kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
fedayı kabul etmektir,
cennet yapabilmek için seni,
yoksul ve namuslu halka.
bu'dur ol hikayet,
ol kara sevda.
seni sevmek,
felsefedir, kusursuz.
imandır, korkunç sabırlı.
ipin, kurşunun rağmına,
yürür, pervasız ve güzel.
sıradağları devirir,
akan suları çevirir,
alır yetimin hakkını,
buyurur, kitabınca...
gün ola, devran döne, umut yetişe,
dağlarının, dağlarının ardında,
değil öyle yoksulluklar, hasretler,
bir tek başak bile dargın kalmayacaktır,
bir tek zeytin dalı bile yalnız...
sıkıysa yağmasın yağmur,
sıkıysa uykudan uyanmasın dağ.
bu yürek, ne güne vurur...
kaçar damarlarından karanlık,
kaçar, bir daha dönemez,
sunar koynunda yatandan,
hem de mutlulukla sunar
beynimizin ışığında yeraltı.
her mevsim daha genç, daha verimli,
sunar, pırıl-pırıl, sebil,
ömrünün en güzel aşk hasadını,
elimizin hünerinde yeryüzü.
dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
şafakla doğan işgücü.
yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
ol kitapta böylece yazılıdır,
ol sevda, böyledir çünkü..
vay kurban-ahmet arif.
devamını gör...
116.
(bkz: uykusunda)
melekler gibi öldü.
-melekler ölür mü hiç?
bilmem, ama ölürse mutlaka böyle ölür.
-yılmaz erdoğan.
melekler gibi öldü.
-melekler ölür mü hiç?
bilmem, ama ölürse mutlaka böyle ölür.
-yılmaz erdoğan.
devamını gör...
117.
selam oza.
devamını gör...
118.
devamını gör...
119.
dudak payı
çay bardağında bırakılan
dudak payı kadar bile
uzak kalamam gözlerine
yakın olsun isterim
ellerime ellerin
yanındaki beton binaya
yaslanması gibi
köhne bir evin
seni çivi gibi çaktım çünkü beynime
ve toplayıp bütün kerpetenleri
attım denize...
s.akın
çay bardağında bırakılan
dudak payı kadar bile
uzak kalamam gözlerine
yakın olsun isterim
ellerime ellerin
yanındaki beton binaya
yaslanması gibi
köhne bir evin
seni çivi gibi çaktım çünkü beynime
ve toplayıp bütün kerpetenleri
attım denize...
s.akın
devamını gör...
120.
seni dağladılar değil mi kalbim
her yanın su dolu kabarcık
her yanın su dolu kabarcık
devamını gör...