341.
1-aşk gereksiz bir anlam atfedilmiş kimyasal bir reaksiyon ve biyolojik bir mekanizmanın tetikleyicisi olup, bizden çok daha hızlı ve çeşitli üreyen bakteri ve virüslere karşı bağışıklık sistemi en güçlü bebekleri dünyaya getirerek türün devamlılığını sağlamaya yönelik içgüdüsel bir çabanın insan zihni tarafından romantikleştirilmesidir. ( yani bilimin tanrı olduğu bir dünyada başka açıklamaya gerek olmazdı , hem aşırı derecede rahatlatıcı bir tarafı var, birincisi o kadar da bizlik bir durum yok bu bir tepkime, ikincisi bu reaksiyonu başlatacak ve sonlandıracak bir formül bulunabilir ve bunları ağrı kesici gibi çantanızda taşıyabilirsiniz, baktınız ki işler acayipleşmeye başladı , hapınızı alıp yolunuza devam edebilirsiniz, belkide bulunmuştur bile. maalesef ki tez sallantılı, üremek istemeyen ve üreme imkanı olmayan aşıklar ne olacak)
2- aşk insanların kendi benliklerini, özdeğerlerini , özsevgilerini, enletelektüel ve ahlaki gelişimlerini, kendi mutluluklarını inşa etmekle uğraşmak yerine bütün bunları bir insan üzerinden karşılama çabaları, o yüzden de çok sıkıntı yaratan bir durum.( kolay değil bir insanın kendini yetiştirip tam olması, o kadar zor ki hatta görüp öğrendiğimiz her şey tam tersini kafamıza kakarken. kolaya kaçtığı için kimseyi yargılamayalım hemen ama o yol bir yere varmıyor ama değil mi, söylesenize ya, ulan hepiniz oradaydınız be?)
*belki yüce bir anlam atfetmek gerekmiyor, belki bir oluş değil bir akış halidir, o zaman bunu reddedip de illa olmaya ve oldurmaya çabalarsak akış kesintiye uğrar herhalde. hem akamadığımız hem olamadığımızla kalırız, sonra efendim, "bir gecede cahil bırakıldık" diye kimseyi de suçlayamayız. o yüzden, bırak aksın mı acaba?
2- aşk insanların kendi benliklerini, özdeğerlerini , özsevgilerini, enletelektüel ve ahlaki gelişimlerini, kendi mutluluklarını inşa etmekle uğraşmak yerine bütün bunları bir insan üzerinden karşılama çabaları, o yüzden de çok sıkıntı yaratan bir durum.( kolay değil bir insanın kendini yetiştirip tam olması, o kadar zor ki hatta görüp öğrendiğimiz her şey tam tersini kafamıza kakarken. kolaya kaçtığı için kimseyi yargılamayalım hemen ama o yol bir yere varmıyor ama değil mi, söylesenize ya, ulan hepiniz oradaydınız be?)
*belki yüce bir anlam atfetmek gerekmiyor, belki bir oluş değil bir akış halidir, o zaman bunu reddedip de illa olmaya ve oldurmaya çabalarsak akış kesintiye uğrar herhalde. hem akamadığımız hem olamadığımızla kalırız, sonra efendim, "bir gecede cahil bırakıldık" diye kimseyi de suçlayamayız. o yüzden, bırak aksın mı acaba?
devamını gör...
342.
bir haftalık ömrü kalmış bir insanın "ya olursa, belki, hadi bakalım, bu sefer" yolluklarını da yanına alıp bir aylık yola düşmesi.
külliyen öldük.
külliyen öldük.
devamını gör...
343.
aşkı ruhsal düzlemde tanımlamak için tanımlarına da bakmak lazım. kitlelerde görülen lidere bağlılıkla duyulan aşk, dini lidere duyulan imani aşk ve sevgiliye duyulan libidinal aşk sözde ayrı olsa da ruhsal mekanizması açısından benzerdir.
freud bu aşk olayını benlik ve benlik ideali kavramlarıyla açıklamaya çalışmış.
benlik ideali de şu oluyor, kişinin ilk nesne ilişkileriyle yani oedipus kompleksi sonrasında özdeşleştiği ebeveyninin özelliklerini yüceleştirmesi sonucunda ulaşmak istediği, kusursuz olarak gördüğü ruhsal yapı, tabi bilinçdışı bir durum benlik ideali, kişi fark etmeden oluşan bir hal.
aşkta da aşık olunan kişiyi, hipnozdaki hipnoz eden kişiye benzetir freud, kişinin bu benlik idealine ulaşma ihtiyacından bahseder. yani kişi aşık olduğu kişiyi, o özdeşleştiği ilk bakımvericilerinin yerine sever, onu yüceleştirir, kusursuzlaştırır ve gelen eleştirilere de tepki gösterir. aslında bir yandan bunu kendi narsisizmi için yapar, onda görmek istediği özellikler aslında kendisinin oluşmak istediği idealdir. zeki bir kıza aşık olan, onun özelliklerini idealize eden bir erkek, kendisindeki zeki benlik idealini(artık annesi mi bu babası mı öğretmeni mi bilinmez) yakalamaya çalışır. düzenli, disiplinli bir erkeğe aşık olan kadın, belki de bilinçdışı olarak babasındaki o düzen aşkına tutkunluğu sebebiyle sevmiştir o erkeği, öte yandan da kendi olamadığı ama olmak istediği düzenliliğe sahip olduğu için de sevmiştir, kendi narsisizmini besler.
narsisistik uzantı da geliyor burada aklıma, çocuklarını yanında taşıyıp onun bilgiçliğiyle övünüp kendi narsisizmini besleyen anneler gibi misal. burada libidinal bir aşk yatırımı olmasa da kendi narsisizminin enerjisini, çocuğundan alır.
çok güzel bir kıza aşık olmakla, onunla birlikte olmakla övünür mesela bazı kişiler, belki de alt mesaj şudur, "işte ben buna layığım, başkası da düşünülemezdi, o bebeklikteki kusursuz annem gibi aşık olduğum kadın da harika güzellikte."
şimdi bir dönüp bakmak lazım o zaman, ben aşık olduğum ya da birlikte olduğum kişide kendimin hangi ihtiyacını gideriyorum veya benim geçmişimde nereye dokunuyor bu ilişkinin dinamiği de ben bu ilişkide kalmaya devam ediyorum? kopmak isterken kopamaz bazı çiftler, ne kadar sevmese de ebeveyninin o üzerine yapışan özelliklerinden kopamadığı gibi, belki sevdiği kişi de ona bir miras kalmıştır anne-babasından.
umarım doğru kişiyi bulursunuz veya hiç bulmadan mutlu bir hayat yaşarsınız, saygılarımla.
freud bu aşk olayını benlik ve benlik ideali kavramlarıyla açıklamaya çalışmış.
benlik ideali de şu oluyor, kişinin ilk nesne ilişkileriyle yani oedipus kompleksi sonrasında özdeşleştiği ebeveyninin özelliklerini yüceleştirmesi sonucunda ulaşmak istediği, kusursuz olarak gördüğü ruhsal yapı, tabi bilinçdışı bir durum benlik ideali, kişi fark etmeden oluşan bir hal.
aşkta da aşık olunan kişiyi, hipnozdaki hipnoz eden kişiye benzetir freud, kişinin bu benlik idealine ulaşma ihtiyacından bahseder. yani kişi aşık olduğu kişiyi, o özdeşleştiği ilk bakımvericilerinin yerine sever, onu yüceleştirir, kusursuzlaştırır ve gelen eleştirilere de tepki gösterir. aslında bir yandan bunu kendi narsisizmi için yapar, onda görmek istediği özellikler aslında kendisinin oluşmak istediği idealdir. zeki bir kıza aşık olan, onun özelliklerini idealize eden bir erkek, kendisindeki zeki benlik idealini(artık annesi mi bu babası mı öğretmeni mi bilinmez) yakalamaya çalışır. düzenli, disiplinli bir erkeğe aşık olan kadın, belki de bilinçdışı olarak babasındaki o düzen aşkına tutkunluğu sebebiyle sevmiştir o erkeği, öte yandan da kendi olamadığı ama olmak istediği düzenliliğe sahip olduğu için de sevmiştir, kendi narsisizmini besler.
narsisistik uzantı da geliyor burada aklıma, çocuklarını yanında taşıyıp onun bilgiçliğiyle övünüp kendi narsisizmini besleyen anneler gibi misal. burada libidinal bir aşk yatırımı olmasa da kendi narsisizminin enerjisini, çocuğundan alır.
çok güzel bir kıza aşık olmakla, onunla birlikte olmakla övünür mesela bazı kişiler, belki de alt mesaj şudur, "işte ben buna layığım, başkası da düşünülemezdi, o bebeklikteki kusursuz annem gibi aşık olduğum kadın da harika güzellikte."
şimdi bir dönüp bakmak lazım o zaman, ben aşık olduğum ya da birlikte olduğum kişide kendimin hangi ihtiyacını gideriyorum veya benim geçmişimde nereye dokunuyor bu ilişkinin dinamiği de ben bu ilişkide kalmaya devam ediyorum? kopmak isterken kopamaz bazı çiftler, ne kadar sevmese de ebeveyninin o üzerine yapışan özelliklerinden kopamadığı gibi, belki sevdiği kişi de ona bir miras kalmıştır anne-babasından.
umarım doğru kişiyi bulursunuz veya hiç bulmadan mutlu bir hayat yaşarsınız, saygılarımla.
devamını gör...
344.
aşk bir hastalıktır. kişinin kendi benliğini yok sayarak sadece karşı tarafa bağımlı olduğu bir haldir. aslında insanlar, çocukluklarında yaşadıkları travmaları onlara tekrardan yaşatacak olan kişilere aşık olurlar. o yüzden bilinçdışı olarak o kişiyi tanırlar ve aralarında güçlü bir çekim oluşur. sonra geçmişin hesaplarının olduğu defteri aşık olduğu kişinin önüne koyar, ondan hesabın tamamını ödemesini bekler ama bu, o kişi için çok ağır bir yüktür.. onda da dolu bir defter vardır. yani ödenmemiş hesaplar, karşılıklı psikolojik oyunlarla, manipülasyonlarla, tekrar ede ede ödenmeye çalışılır ama bu arada kişiler çok yıpranır. çünkü hiç kimse, bir başkasının geçmişten getirdiği hesapları ödeyemez. bu ilişki, iki şekilde sonlanır. ya kişiler artık geçmişten taşınan yükleri kaldıramayacak kadar tahammülsüz hale gelerek ayrılırlar ya da geçmişin hesabını bugüne taşımamayı öğrenirler, bu çok zorlu ama farkındalık dolu bir yoldur.. bunu becerebilenlerin ilişkisi, aşktan sevgiye doğru evrilir. artık iki yetişkin arasında sağlıklı bir ilişki kurulmuş olur…
devamını gör...
345.
tekrar yazacağım, buraya da yazayım.
"bir hüsranın avuntusu. bütün hüsranların avuntusu."
kişinin aşık olduğunu anladığı an
"bir hüsranın avuntusu. bütün hüsranların avuntusu."
kişinin aşık olduğunu anladığı an
devamını gör...
346.
yoktur öyle bir şeyler, inanma öyle şeylere. okuda uyu, bak unutacaksın.
devamını gör...
347.
o'nun adını yazardım şimdi buraya ama şov olmasın.
devamını gör...
348.
mağlubiyettir aşk… bir selamına bile yenilirsin, demiş sezen abla.
devamını gör...
349.
abartılıyor.
devamını gör...
350.
“-aşk mı?
+aşk
-memleket bu haldeyken”
+aşk
-memleket bu haldeyken”
devamını gör...
351.
aşk bir deliliktir.
devamını gör...
352.
biri çıkıyor, o ana kadar tanıyıp bize benzediğini düşündüğümüz tüm insanların aslında bir avuntu olduğunu fark ediyoruz. hemen ardından, dünya çok güzel bir hal alıyor. afrika'daki çocukların açlığı, ağaçsız kalan tepelerin çoraklığı, yalınayak yürüyen çocukların ayakları daha bir göze çarpar hale geliyor. renkler bile değişiyor. insan olduğumuzu ve yaşadığımızı hissediyoruz.
ne kadar kızsak, üzülsek de; sevmekten bir adım bile geri duramıyoruz. yanımızda olsun olmasın, başkasını sevsin ya da sevmesin bir şey değişmiyor. bir başkasının ellerini tuttuğu fikri başta göğsünüzü sıksa da, ona bile alışıyorsunuz.
ne kadar kızsak, üzülsek de; sevmekten bir adım bile geri duramıyoruz. yanımızda olsun olmasın, başkasını sevsin ya da sevmesin bir şey değişmiyor. bir başkasının ellerini tuttuğu fikri başta göğsünüzü sıksa da, ona bile alışıyorsunuz.
devamını gör...
353.
tdk ve muadili kurumlar aşkı şöyle anlamlandırıyor; "bir kimse ya da bir şeyin varlığına karşı duyulan aşırı sevgi ve bağlılık duygusu."
aşk için, felsefedeki ying-yang gibi bir şey diyenler de var. onlara göre, herkes aslında yarım. tamamlanmak için bir başkasını arıyor. bir ruh arkadaşı. güvenebileceği bir yoldaş. sonra biri çıkıyor ve partnerler birbirini tamamlıyor.
psikolojide bu iş biraz daha kompleks. tabiri caizse, her kafadan bir ses çıkıyor. buluştukları payda, adına early recollections denen, yetişkinliğe dek süren öğretiler. yani tecrübeler. ağırlıklı ailenizin ve çevrenizin etkisiyle nasıl birini seçmeniz gerektiğini öğreniyor, bulduğunuz kişiye de aşık olduğunuzu sanıyorsunuz. bu bölüme ilk başladığım yıllarda, tek geçerli tanımın bu olduğuna inanırdım.
peki ya beynimiz? sadece kalp mi? bir yerlerde değişen şeylerimiz ne, neden böyle hissediyoruz?
aslını soracak olursanız aşk dediğiniz şeyi ileri düzey tetkik yöntemleri ile tespit edebiliyoruz. yani somut bir şey. yeterince çok paranız varsa, sevgilinizle sizin, gerçekten birbirinize aşık olup olmadığınızı ispatlarım. nasıl mı? eeg, fmrı ve serebro-spinal sıvı incelemesi.
eeg ile standart bir beynin istirahat durumundayken hangi korteksten ne kadar dalga yayıldığını biliriz. bu dalgaları birbirinden ayıran şey frekanslardır. bu uyarılma ve değişimler aşkın davranış biçimlerini ortaya koymaktadır. aşık adamda yahut kadında bazı beyin bölgeleri bildiğin susuyor. frontal korteks mesela. o yüzden aşık insanlarda muhakeme edebilme yeteneği oldukça düşer. benlik duygusu, azalır. tek gerçek sevdiği kişi olur. düştüğüne inansa mesela, onu o yerden kaldıracak tek kişi o olur. mantıklı düşünebilseydiniz, sizi terk eden sevgilinin ardından yüzlerce insanın içinde hüngür hüngür ağlamazdınız mesela. aşık kişinin yanında yapılan sakarlıklar da buna dahil, evet.
bu değişimlerin çoğu da sadece sevdiğinizle karşılaştığınızda ortaya çıkan belirtiler. yani kalıcı olarak aptallaşmıyorsunuz. hatta aşıkken ve sevdiğinizi özlemiyorken beyninizin çok daha verimli çalıştığınızı söyleyebilirim.
aşık kişiyi fmrı'a soktuğunuzda ve sevdiğinin fotoğrafını gösterdiğinizde, beyninin dikmen pavyonları gibi ışıldadığını görüyoruz.
serebro-spinal sıvı incelemesinde ise; basitçe adamın beynindeki hormonların miktar ve dengesini tahlil ediyoruz. aşık insanda denge yok tabi. sadece miktar var. kafa gitmiş.
aşkı ve o bağlılık duygusunu asıl sağlayan şey güzellik değildir. kokudur. ne kadar güzel olursa olsun, bir türlü aşık olamadığınız yani bedeninizin istemediği insanlar elbet vardır çevrenizde. nedeni tam olarak budur. teorik olarak alabileceğimiz kokular sınırlıdır. bir ara bakmıştım, sadece binlerle sınırlı. kokular, burundaki alıcılarda anahtar kilit sistemiyle çalışırlar. yani, her feromonun bağlanacağı reseptör bellidir. o yüzden kadın kokusuna kadın, karpuza karpuz, elektrik süpürgesine de, elektrik süpürgesi kokusu diyoruz.
bu bilgiler ışığında aşka tekrar geri dönelim. aşk kokudur dedik. koku da, evrimsel olarak, vücudun çiftleşmeye en ideal insanı seçmesidir. adım garavel, bul beni
kokudan sonra; karakter, ses, zeka, kültür, statü, sosyo-ekonomik durum gibi konulara dikkat kesiliyoruz. insandan insana tüm bu faktörlerin önceliği ve yüzdesi değiştiği için aşkın tanımı da hepimizde farklı. bu yüzden standart çiftleşme eylemi, insandan insana değişik anlam kazanıyor. bazı durumlarda aşk; aşk hem çiftleşme dürtünüzü, hem de duygusallığınızı uyarıyor. işte bu yüzden o dalyan gibi delikanlılar sizi görünce yumuşak bir topa dönüşüyor.
aşık olduğunuzda hissettiğiniz o iyi hisin kaynağını yazayım birazda. yani, nükleus akkumbens'i... ne bu? ödüllendirilmiş hissi. bağımlı birinin beyin görüntülerinde, o eylemi yaparken bu kısmın parıldadığını görürüz. aşıkken de aynısı oluyor. uyarılma ödül duygusu, ödül duygusu da uyarılma istediğini tetikliyor. hadi bakalım, kısır döngü. bu yüzden: onu gördüğünüzde düşündüğünüz tek şey, gözleri, kirpiklerinin güzelliği ve avuçlarının kokusu oluyor. istediğiniz kadar iyi bir hatip olun, götüne dut kaçmış bülbül gibi bakıyorsunuz etrafa.
amigdala ufacık bir çekirdek. savaş ve kaç'ı tetikliyor. yani korkuyu. aşık beyinde amigdala baskılanıyor. o yüzden aşkın gözü kara yani.
bu fırtınadan etkilenen bölgelerden biri de; hipotalamus. bunun da etkisiyle, onu görünce yüzünüz ısınıyor, kalbiniz atmaya başlıyor, iştahınız kaçıyor, şu boktan şarkıdaki gibi uykularınız haram oluyor ve hafifçe korkuyorsunuz. evet, zalım geceler.
buraya kadar anlattığım bazı kritik bölgeler dopaminin cirit attığı yerler. ve aşık beyninde dopamin ayyuka çıkıyor. sabahlara kadar koşmak istemenizin ve onu düşünmenizin sebebi işte hep dopamin.
lakin bilinenin aksine serotonin azalıyor. oksitosin/vazopresin ve serotonin onu görüp sarıldığınızda beyninize "misafir olan" hormonlara dönüşüyor bir anda. o yüzden sadece onunla konuşmak, bir sözünü bile kaçırmamak, yüzünün her kıvrımını izlemek ve sürekli ona sarılmak istiyorsunuz. hain aşk.
aslında tüm bu olanlar ngf(nerve growth factor) yani sinir büyüme faktörü ve bdnf(brain-derived neurotrophic factor) yani beyin-türevli nörotrofik faktör artışlarını sağlıyor. peki bu ne demek? nöronlarınızın ömrü uzuyor, beyniniz daha aktif kalıyor demek. fakbadilik müessesesinde salgılanan tek şey bdnf. o da aslında spor yaptığınızda da gerçekleşiyor. ngf yok. sevmeden sevişmeyin yani. çok saçma. bir sike de faydası yok. haybeye enerji israfı. evet.
oksitosin ve vazopresin denen iki önemli hormon var. son olarak onlara değinlemk istiyorum. oksitosin ağırlıklı kadınlarda, vazopressin de ağırlıklı erkeklerde bulunuyor. fiziksel temasta ortaya çıkıyor. anneniz. sizi severken de, metrobüste tanımadığınız biri yanlışlıkla tutamaçtaki elinizi tutunca da... tabii ki arasındaki fark, miktar. normal biri dokununca standart salgılanan bu hormonlar, sevdiğiniz saçınızı okşayınca saç köklerinizden fışkırıyor. o an hissettiğiniz erkek/kadın duygusunun kaynağı bu işte.
bu çok mucizevi bir hormon. her şeye iyi geliyor. mutlu, güçlü ve huzurlu hissettiriyor. lakin ömrü kısa işte. saniyeler içinde yarılanıyor. hızlıca etkisini kaybediyor. bu da size o kişiyi bağımlılık yapıyor. yani sürekli eliniz yüzünüzde gezsin diye istemenizin sebebi bu.
gelelim zurnanın zırt dediği yere... aşk bitiyor mu?
hem evet, hem hayır. aslında bu anlattığım durumların bazıları sizin fizyolojik ve psikolojik sağlığınızı etkileme potansiyeli olan şeyler. hoş olsa da, böyle uzun süre yaşanmaz. bu nedenle olacak sanırım, zamanla değişiyor. evet, sevgiye. o kişiyi beyninizde bir yere oturtuyor ve hayatınızın bir parçası yapıyorsunuz. başaramayınca yahut cesaret edemeyince de, aşk bitti diyorlar. bitsin. (bkz: başaramadık abi)
iyi haber, insan bir kere aşık olmaz. bu rakamlara dökülebilecek, sınırlanabilecek de bir şey değildir.
mümkün olduğu kadar kısa ve basit anlatmaya çalıştım lakin biraz uzun oldu, kusuruma bakmayın.
aşk için, felsefedeki ying-yang gibi bir şey diyenler de var. onlara göre, herkes aslında yarım. tamamlanmak için bir başkasını arıyor. bir ruh arkadaşı. güvenebileceği bir yoldaş. sonra biri çıkıyor ve partnerler birbirini tamamlıyor.
psikolojide bu iş biraz daha kompleks. tabiri caizse, her kafadan bir ses çıkıyor. buluştukları payda, adına early recollections denen, yetişkinliğe dek süren öğretiler. yani tecrübeler. ağırlıklı ailenizin ve çevrenizin etkisiyle nasıl birini seçmeniz gerektiğini öğreniyor, bulduğunuz kişiye de aşık olduğunuzu sanıyorsunuz. bu bölüme ilk başladığım yıllarda, tek geçerli tanımın bu olduğuna inanırdım.
peki ya beynimiz? sadece kalp mi? bir yerlerde değişen şeylerimiz ne, neden böyle hissediyoruz?
aslını soracak olursanız aşk dediğiniz şeyi ileri düzey tetkik yöntemleri ile tespit edebiliyoruz. yani somut bir şey. yeterince çok paranız varsa, sevgilinizle sizin, gerçekten birbirinize aşık olup olmadığınızı ispatlarım. nasıl mı? eeg, fmrı ve serebro-spinal sıvı incelemesi.
eeg ile standart bir beynin istirahat durumundayken hangi korteksten ne kadar dalga yayıldığını biliriz. bu dalgaları birbirinden ayıran şey frekanslardır. bu uyarılma ve değişimler aşkın davranış biçimlerini ortaya koymaktadır. aşık adamda yahut kadında bazı beyin bölgeleri bildiğin susuyor. frontal korteks mesela. o yüzden aşık insanlarda muhakeme edebilme yeteneği oldukça düşer. benlik duygusu, azalır. tek gerçek sevdiği kişi olur. düştüğüne inansa mesela, onu o yerden kaldıracak tek kişi o olur. mantıklı düşünebilseydiniz, sizi terk eden sevgilinin ardından yüzlerce insanın içinde hüngür hüngür ağlamazdınız mesela. aşık kişinin yanında yapılan sakarlıklar da buna dahil, evet.
bu değişimlerin çoğu da sadece sevdiğinizle karşılaştığınızda ortaya çıkan belirtiler. yani kalıcı olarak aptallaşmıyorsunuz. hatta aşıkken ve sevdiğinizi özlemiyorken beyninizin çok daha verimli çalıştığınızı söyleyebilirim.
aşık kişiyi fmrı'a soktuğunuzda ve sevdiğinin fotoğrafını gösterdiğinizde, beyninin dikmen pavyonları gibi ışıldadığını görüyoruz.
serebro-spinal sıvı incelemesinde ise; basitçe adamın beynindeki hormonların miktar ve dengesini tahlil ediyoruz. aşık insanda denge yok tabi. sadece miktar var. kafa gitmiş.
aşkı ve o bağlılık duygusunu asıl sağlayan şey güzellik değildir. kokudur. ne kadar güzel olursa olsun, bir türlü aşık olamadığınız yani bedeninizin istemediği insanlar elbet vardır çevrenizde. nedeni tam olarak budur. teorik olarak alabileceğimiz kokular sınırlıdır. bir ara bakmıştım, sadece binlerle sınırlı. kokular, burundaki alıcılarda anahtar kilit sistemiyle çalışırlar. yani, her feromonun bağlanacağı reseptör bellidir. o yüzden kadın kokusuna kadın, karpuza karpuz, elektrik süpürgesine de, elektrik süpürgesi kokusu diyoruz.
bu bilgiler ışığında aşka tekrar geri dönelim. aşk kokudur dedik. koku da, evrimsel olarak, vücudun çiftleşmeye en ideal insanı seçmesidir. adım garavel, bul beni
kokudan sonra; karakter, ses, zeka, kültür, statü, sosyo-ekonomik durum gibi konulara dikkat kesiliyoruz. insandan insana tüm bu faktörlerin önceliği ve yüzdesi değiştiği için aşkın tanımı da hepimizde farklı. bu yüzden standart çiftleşme eylemi, insandan insana değişik anlam kazanıyor. bazı durumlarda aşk; aşk hem çiftleşme dürtünüzü, hem de duygusallığınızı uyarıyor. işte bu yüzden o dalyan gibi delikanlılar sizi görünce yumuşak bir topa dönüşüyor.
aşık olduğunuzda hissettiğiniz o iyi hisin kaynağını yazayım birazda. yani, nükleus akkumbens'i... ne bu? ödüllendirilmiş hissi. bağımlı birinin beyin görüntülerinde, o eylemi yaparken bu kısmın parıldadığını görürüz. aşıkken de aynısı oluyor. uyarılma ödül duygusu, ödül duygusu da uyarılma istediğini tetikliyor. hadi bakalım, kısır döngü. bu yüzden: onu gördüğünüzde düşündüğünüz tek şey, gözleri, kirpiklerinin güzelliği ve avuçlarının kokusu oluyor. istediğiniz kadar iyi bir hatip olun, götüne dut kaçmış bülbül gibi bakıyorsunuz etrafa.
amigdala ufacık bir çekirdek. savaş ve kaç'ı tetikliyor. yani korkuyu. aşık beyinde amigdala baskılanıyor. o yüzden aşkın gözü kara yani.
bu fırtınadan etkilenen bölgelerden biri de; hipotalamus. bunun da etkisiyle, onu görünce yüzünüz ısınıyor, kalbiniz atmaya başlıyor, iştahınız kaçıyor, şu boktan şarkıdaki gibi uykularınız haram oluyor ve hafifçe korkuyorsunuz. evet, zalım geceler.
buraya kadar anlattığım bazı kritik bölgeler dopaminin cirit attığı yerler. ve aşık beyninde dopamin ayyuka çıkıyor. sabahlara kadar koşmak istemenizin ve onu düşünmenizin sebebi işte hep dopamin.
lakin bilinenin aksine serotonin azalıyor. oksitosin/vazopresin ve serotonin onu görüp sarıldığınızda beyninize "misafir olan" hormonlara dönüşüyor bir anda. o yüzden sadece onunla konuşmak, bir sözünü bile kaçırmamak, yüzünün her kıvrımını izlemek ve sürekli ona sarılmak istiyorsunuz. hain aşk.
aslında tüm bu olanlar ngf(nerve growth factor) yani sinir büyüme faktörü ve bdnf(brain-derived neurotrophic factor) yani beyin-türevli nörotrofik faktör artışlarını sağlıyor. peki bu ne demek? nöronlarınızın ömrü uzuyor, beyniniz daha aktif kalıyor demek. fakbadilik müessesesinde salgılanan tek şey bdnf. o da aslında spor yaptığınızda da gerçekleşiyor. ngf yok. sevmeden sevişmeyin yani. çok saçma. bir sike de faydası yok. haybeye enerji israfı. evet.
oksitosin ve vazopresin denen iki önemli hormon var. son olarak onlara değinlemk istiyorum. oksitosin ağırlıklı kadınlarda, vazopressin de ağırlıklı erkeklerde bulunuyor. fiziksel temasta ortaya çıkıyor. anneniz. sizi severken de, metrobüste tanımadığınız biri yanlışlıkla tutamaçtaki elinizi tutunca da... tabii ki arasındaki fark, miktar. normal biri dokununca standart salgılanan bu hormonlar, sevdiğiniz saçınızı okşayınca saç köklerinizden fışkırıyor. o an hissettiğiniz erkek/kadın duygusunun kaynağı bu işte.
bu çok mucizevi bir hormon. her şeye iyi geliyor. mutlu, güçlü ve huzurlu hissettiriyor. lakin ömrü kısa işte. saniyeler içinde yarılanıyor. hızlıca etkisini kaybediyor. bu da size o kişiyi bağımlılık yapıyor. yani sürekli eliniz yüzünüzde gezsin diye istemenizin sebebi bu.
gelelim zurnanın zırt dediği yere... aşk bitiyor mu?
hem evet, hem hayır. aslında bu anlattığım durumların bazıları sizin fizyolojik ve psikolojik sağlığınızı etkileme potansiyeli olan şeyler. hoş olsa da, böyle uzun süre yaşanmaz. bu nedenle olacak sanırım, zamanla değişiyor. evet, sevgiye. o kişiyi beyninizde bir yere oturtuyor ve hayatınızın bir parçası yapıyorsunuz. başaramayınca yahut cesaret edemeyince de, aşk bitti diyorlar. bitsin. (bkz: başaramadık abi)
iyi haber, insan bir kere aşık olmaz. bu rakamlara dökülebilecek, sınırlanabilecek de bir şey değildir.
mümkün olduğu kadar kısa ve basit anlatmaya çalıştım lakin biraz uzun oldu, kusuruma bakmayın.
devamını gör...
354.
aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir.en bir divan şairi değilim ki sevgilim sana bercesteler düzeyim yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim
devamını gör...
355.
aşk bir milat demektir. şayet "aşktan önce" ve "aşktan sonra" aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir.
devamını gör...
356.
insanı kendiliğinden çıkaran aşkın duygu. bir yandan da insanın çocukluğundan beri yerleştirilen, büyük bir kurtarıcı güç atfedilen yaşantı. biri sana aşık olacak, sen de ona aşık olacaksın. ve kurtarılacaksın ya da kurtaracaksın. bu dünya bir çölse çölde vaha vaadetmek gibi aşk. aranarak bulamaz. herkese nasip olmaz. gerçek bir aşığın kendine faydası olmaz. o topluma mal olur, destan olur,şiir olur, şarkı olur. kendiliğini kaybeder ve kaybolur.
devamını gör...
357.
gerçekten yaşanılası bir duygu. ama aşk iki insan arasında açığa çıkmış bir sır olarak ilişki haline gelmiş ise seyri nazım hikmet’in piraye’ye mektuplar’ında izlenebilir. tuğla kadar kitapta sayfalar ilerledikçe bir tutku yitimi gözle görülür hale gelir. “herkese selam, sana hasret.” gibi cümlelerin yerini iç çamaşırı getirme emirleri, sırf sormak için sorulmuş hatır gönül meseleleri ve hayal kırıklığı alır.
devamını gör...
358.
tek kelime ile belirsizlik...
devamını gör...
359.
kalbinde hapsolmuş, uçamayan kuş. içinden çıkmak için çırpındıkça telaşı artan ama hareketsiz de kalamayan bir kuş.
çok değişik bir sancı. insanı mahveden türden.
çok değişik bir sancı. insanı mahveden türden.
devamını gör...
360.
dağlı bir kabiledir aşk, asla yere inmez aşk..
devamını gör...
"aşk" ile benzer başlıklar
ilk görüşte aşk
170