201.
tıpkı atalarım gibi sadece kış aylarında soğuktan korunmak için sakal bırakıyorum.
devamını gör...
202.
nerede oturursam oturayım ayaklarımı toplamam. iş yerinde masa başında bile o ayaklari topluyorum, parkta bankta oturuyorum ayaklarımı toplayıp üstüne oturuyorum iki dk normal oturamıyorum
devamını gör...
203.
ekmek yemeden doyduğumu hissetmiyorum.
devamını gör...
204.
biber dolmasını kaşıkla yerim.
devamını gör...
205.
yatmadan önce her gece tuzlu ayran içmeye başladım.
siz yabancısınız diye söylüyorum.
realde söylesem karizma fena çizilir.
siz yabancısınız diye söylüyorum.
realde söylesem karizma fena çizilir.
devamını gör...
206.
evde yapabilecegim bir yiyecege dışarda para vermemek.
devamını gör...
207.
kış aylarında şişenin içine sıcak su koyup yatağın içine atmak.
devamını gör...
208.
tarhana, nohut ve bulguru cok severim. yoruk olmak boyle bir sey galibamk.
devamını gör...
209.
karar veremedim, özellikleri de geçiyorum ben direk köylüyüm bence.
devamını gör...
210.
ekmek banarak yemek.
devamını gör...
211.
hamur aşı çorbasına yoğurt koymak
devamını gör...
212.
bağdaş kurmak. aşırı derecede seviyor ve rahat ediyorum. istemsiz bir şekilde bağdaş kurarken buluyorum kendimi.
devamını gör...
213.
çorap bir kültürdür, ben çorap kadınıyım sen giyersin giymezsin beni ilgilendirmez ben çorap severim
devamını gör...
214.
patik giymek.
devamını gör...
215.
*bulgur pilavını yufka ekmekle yiyorum. mercimekli, tereyağlı bulgur pilavını yufkanın üzerine yıkarsın, kenardan kopara kopara üç parmak tekniğiyle homur homur yersin.
*aile evine girer girmez hiç gidip görmediğim memleketimin ağzıyla konuşmaya başlıyorum.
ancak bağdaş kuramadığım için köylülüğüm düşüyor.
*aile evine girer girmez hiç gidip görmediğim memleketimin ağzıyla konuşmaya başlıyorum.
ancak bağdaş kuramadığım için köylülüğüm düşüyor.
devamını gör...
216.
kimse yoksa etraftan görülmediğimden eminsem kaseyi kafama dikip, dibindeki salatanın suyunu içerim.
devamını gör...
217.
her yerde bağdaş kurarak oturan o kızım.
devamını gör...
218.
hıyar tarlasından hıyar çalıyorum. trabzon hurması ağacı görmüşsem bahçede buldog köpek bile olsa affetmem dalarım. isterse köpek mabadımdan 250 gram kıtlasın fark etmez . sahibinden izin alınca aynı tadı alamıyorum dalacan bilader sorgusuz sualsiz. eşşek kadar adam oldum hala bu huyumdan vaz geçemedim.
devamını gör...
219.
köyde yaşıyor olmam.
devamını gör...
220.
tülbent takmak olabilir: zarif ve sade olanlarına bayılıyorum ve taç gibi kullanırım. kenarlarında yapraklar veya yuvarlak şeyler varsa kafamı sağa sola sallayınca sallanmalarını komik buluyorum, hoşuma gidiyor.
hem premses hem de köylü olmanın ortasındayım. bahçe işlerinden sonra kendime manikür yaptığımı duyan arkadaşlarım çok gülerdi ve "başak burcu olarak tırnak altımın beyazdan siyaha dönmesi beni sinir ediyor, topraktan sonra tırnak yanındaki ölü derilere de bir hâller oluyor. düzen ve temizlikten bir haber ellerim mi olsun?" derdim. bu kendi ellerim için böyle, diğer ellerin bendeki yeri daha farklı. onlarınki kötü gelmiyor, çalıştığının göstergesi. ellerim bir bana o hâlde kötü geliyor. bundan memnunum. ve bir zahmet değil mi? hiçte zahmet değil. :)
toprağı severim o yüzden eldiven takmayı sevmem. solucan çıkınca ve elim değince yanlışlıkla çığlık atarım ama toprakla uğraşmaktan vazgeçmem. yarı taze inek boku (danalar da yapıyor ama küçüklükten ağzım öyle alıştı. gübre deyip nazik olamadığım için üzgün değilim. gübre deyince aslı değişmiyor sonuçta.) ile uğraşırken gaz maskesi tarzında kuşanırım. kendim zehirlenip ölürüm diye değil burnumun koku alma duyusu ölmesin diye. :p bebekler ne kadar saf ve minnoş olsa çirkin kokan bokları var sonuçta. bu da işte gübre yerine kullansa da zehirli gaz gibi. kürekle çalışsam bile eldiven takarım çünkü inek boku sevmiyorum onu bitkiler sevse yeter gibi. ve eminim hayvan da kendinin de olsa sevmiyordur. :p (: onların burnuna mandalda koyulmaz, şarap şişelerini kapatan şey ile burunlarını kapatsak onlara iyilik yapmış oluruz bence. iyilikten anlamayıp sümük gibi atması muhtemel son.
hayvanlar çok değişik ya, geçen sokak kedime şerefsizin biri bu soğuk havada su dökmüştü. uzatmalı ile dışarıya kadar fön makinesi çıkardım. hem kurur hem de az da ısınır diye. ama manyak kedi sesi duyunca kaçıyor. bana alıştığı için kaçıp çağırdığımda geri geliyordu ve tam gelince 3-4 saniye üzerinde tutabiliyordum. neyse sonra annem kızdı. "bu kedinin aklı seninkinden daha büyük. bırak onu içeri gel." demişti. "tutulan balık kafalarıyla çok besledim, bir zahmet. ayrıca ben bakıyorum, boynuzu hep kulaktan geçirtmek istemiştim. aferin ballı (göbek adı tırsak). ve şu duygusuz ne dediğini bilmez kadının dediklerine takılma." deyip kediyi yollamıştım. yemin ediyorum onu görünce ıslatanı bulup üzerine buzlu su dökmek istedim. kedim hastalandı, doğru düzgün yemiyor bile.
havlu ile kurulayamadım yoksa havlu için ve o kadar yakınlık için annem beni keserdi. kesmeyeceği şekilde hareket ettiğim için çok üzüldüm hâlini gördükten sonra. "izin vermediğin için ne hâle gelmiş, suyu dökenden hiç farkın yok. bir canlının hayatın söz konusu ve sen havlu derdine düştün, gidip yakayım mı hepsini?" diye sinirlenmiştm ama en çok kendime. kimseye kulak asmazken niye o an asasım geldi, bilmiyorum. inadına gözünün önünde seviyorum, "hasta oldu, sevilmeyi seviyor, insanlardaki mutluluk hormonu belki onlarda da iş görür. birkaç güne toparlamazsa suyu döktüğünü tahmin ettiğim kişinin kapısının önünü ve merdivenlerini inek boku dolduracağım. ve not bırakacağım:"temizleyeceğin şu boktan tek farkın senin sıçılmadan bok olmuş olman." yazarım galiba." deyince annem ciddiyetimi ve onun ciddiyetini anladı. en azından sevdim diye tepki göstermedi tabi "elini yıkaaaa eve geçerkenn." dışında. lanet insanların bu canlılarla derdini çözemiyorum. dert edindikleri canlıların üstü asla değiller, çok dibindeler."
kedimin ayaklarına çorap geçirdim. karnına boyunluk. boynuna kulaklarının şeklini bozmayacak çorap. şapşaldan farkı yok ve şerefsiz insanların sorumsuzluğunun sorumluluğunu almayı pek sevmesem de olay farklıydı. zulüm gösterdiğiniz hayvan olarak kendiniz gibi insanların çevresinde doğun! inek bokundan daha pislik canlılar sizi!
kedim bu tarz çok şey yaşadı ki onunla ben de. niye zorlaştırıyorlar anlamıyorum.
hem premses hem de köylü olmanın ortasındayım. bahçe işlerinden sonra kendime manikür yaptığımı duyan arkadaşlarım çok gülerdi ve "başak burcu olarak tırnak altımın beyazdan siyaha dönmesi beni sinir ediyor, topraktan sonra tırnak yanındaki ölü derilere de bir hâller oluyor. düzen ve temizlikten bir haber ellerim mi olsun?" derdim. bu kendi ellerim için böyle, diğer ellerin bendeki yeri daha farklı. onlarınki kötü gelmiyor, çalıştığının göstergesi. ellerim bir bana o hâlde kötü geliyor. bundan memnunum. ve bir zahmet değil mi? hiçte zahmet değil. :)
toprağı severim o yüzden eldiven takmayı sevmem. solucan çıkınca ve elim değince yanlışlıkla çığlık atarım ama toprakla uğraşmaktan vazgeçmem. yarı taze inek boku (danalar da yapıyor ama küçüklükten ağzım öyle alıştı. gübre deyip nazik olamadığım için üzgün değilim. gübre deyince aslı değişmiyor sonuçta.) ile uğraşırken gaz maskesi tarzında kuşanırım. kendim zehirlenip ölürüm diye değil burnumun koku alma duyusu ölmesin diye. :p bebekler ne kadar saf ve minnoş olsa çirkin kokan bokları var sonuçta. bu da işte gübre yerine kullansa da zehirli gaz gibi. kürekle çalışsam bile eldiven takarım çünkü inek boku sevmiyorum onu bitkiler sevse yeter gibi. ve eminim hayvan da kendinin de olsa sevmiyordur. :p (: onların burnuna mandalda koyulmaz, şarap şişelerini kapatan şey ile burunlarını kapatsak onlara iyilik yapmış oluruz bence. iyilikten anlamayıp sümük gibi atması muhtemel son.
hayvanlar çok değişik ya, geçen sokak kedime şerefsizin biri bu soğuk havada su dökmüştü. uzatmalı ile dışarıya kadar fön makinesi çıkardım. hem kurur hem de az da ısınır diye. ama manyak kedi sesi duyunca kaçıyor. bana alıştığı için kaçıp çağırdığımda geri geliyordu ve tam gelince 3-4 saniye üzerinde tutabiliyordum. neyse sonra annem kızdı. "bu kedinin aklı seninkinden daha büyük. bırak onu içeri gel." demişti. "tutulan balık kafalarıyla çok besledim, bir zahmet. ayrıca ben bakıyorum, boynuzu hep kulaktan geçirtmek istemiştim. aferin ballı (göbek adı tırsak). ve şu duygusuz ne dediğini bilmez kadının dediklerine takılma." deyip kediyi yollamıştım. yemin ediyorum onu görünce ıslatanı bulup üzerine buzlu su dökmek istedim. kedim hastalandı, doğru düzgün yemiyor bile.
havlu ile kurulayamadım yoksa havlu için ve o kadar yakınlık için annem beni keserdi. kesmeyeceği şekilde hareket ettiğim için çok üzüldüm hâlini gördükten sonra. "izin vermediğin için ne hâle gelmiş, suyu dökenden hiç farkın yok. bir canlının hayatın söz konusu ve sen havlu derdine düştün, gidip yakayım mı hepsini?" diye sinirlenmiştm ama en çok kendime. kimseye kulak asmazken niye o an asasım geldi, bilmiyorum. inadına gözünün önünde seviyorum, "hasta oldu, sevilmeyi seviyor, insanlardaki mutluluk hormonu belki onlarda da iş görür. birkaç güne toparlamazsa suyu döktüğünü tahmin ettiğim kişinin kapısının önünü ve merdivenlerini inek boku dolduracağım. ve not bırakacağım:"temizleyeceğin şu boktan tek farkın senin sıçılmadan bok olmuş olman." yazarım galiba." deyince annem ciddiyetimi ve onun ciddiyetini anladı. en azından sevdim diye tepki göstermedi tabi "elini yıkaaaa eve geçerkenn." dışında. lanet insanların bu canlılarla derdini çözemiyorum. dert edindikleri canlıların üstü asla değiller, çok dibindeler."
kedimin ayaklarına çorap geçirdim. karnına boyunluk. boynuna kulaklarının şeklini bozmayacak çorap. şapşaldan farkı yok ve şerefsiz insanların sorumsuzluğunun sorumluluğunu almayı pek sevmesem de olay farklıydı. zulüm gösterdiğiniz hayvan olarak kendiniz gibi insanların çevresinde doğun! inek bokundan daha pislik canlılar sizi!
kedim bu tarz çok şey yaşadı ki onunla ben de. niye zorlaştırıyorlar anlamıyorum.
devamını gör...