101.
freud'a göre rüya: hayallerimizin, isteklerimizin, düşüncelerimizin, yapamadıklarımızın, bilinaçaltımızın gece rem uykumuza yansıması.
devamını gör...
102.
bazen o kadar gerçekçi oluyorlar ki uyanınca çok büyük etki yaratıyor. bu kadar güzel bir rüya görüp sonunda uyanacağıma keşke en kötü kabusu görseydim diyorum. tüm özlemlerimi körüklüyor, eskiden güzel olup da şimdi kaçmam kurtulmam gereken ne varsa nispet yapar gibi önüme sunuyor. bazen de hiç görememekten iyidir diyorum.
ayrıca barış manço'nun 1992 yılında mega manço albümünde yer verdiği enstürmantel piyano şarkısı. yeri bende aydır
ayrıca barış manço'nun 1992 yılında mega manço albümünde yer verdiği enstürmantel piyano şarkısı. yeri bende aydır
devamını gör...
103.
"ünlü" grubunun 1996 yılında yayınlanan "son defa" albümünde yer alan, sözleri ve müziği tayfun ünlü'ye ait, çıktığı dönem büyük popülerlik kazanmış oldukça sağlam bir parçadır..hayal ile gerçek arasındaki ince çizgide kaybolan bir ilişkinin duygu yoğunluğunu anlatır.. tayfun ünlü'nün duygusal vokali ve şarkının melankolik havasını yansıtan klip, ünlü yönetmen fatih akın tarafından çekilmiştir. linki aşağıya bırakıyorum.
ünlü - rüya (official video)
ünlü - rüya (official video)
devamını gör...
104.
sen bak diye evi yakıyodum az kalsın.
ulan.
ulan.
devamını gör...
105.
bu gece rüyamda bütün pişmanlıklarımı tek tek gezdim. uyandığımda üstümde yaşanmamış bir hayatın ağırlığı vardı.
devamını gör...
106.
babası masal kitabını bir kenara bıraktı, gece lambasının ışığını biraz daha kıstı, çıkarken kapıyı aralı bıraktı.
çocuk, uzaklaşan ayak seslerini duyuyordu. sonra sessizlik kapladı bütün evi. her gece sabırla bu dakikaları bekliyordu. usulca örtüleri kaldırdı, yatağından iner inmez hemen terliklerini giymesi gerektiğini bildiği halde bu sefer yanlarından geçti, ses çıkarmamaya dikkat ederek yalın ayaklarla odanın en uzak ve karanlık köşesine doğru ilerledi.
babası onun için orada büyük sihirli bir ev monte etmişti. bir barbi evi. barbi'nin kendisine, evine gösterdiği ilgisinin yarısı kadar göstermemişti çocuk. içini barbi'nin eşyalarından boşaltmış, kendi kafasına göre doldurmuştu. sonra oraya girip gün içerisinde dışarıda bulup topladıklarıyla yakından ilgileniyor inceliyordu daha çok.
sarı ve kahverenginin tonlarında kurumuş çeşitli yapraklar, bir avuç kadar meşe ağacın meyvelerinden, ona ilginç gelmiş değişik şekillerde üç beş tane küçük taş, geyik boynuzun ucundan kırılmış bir parça, farklı boyutlarda üç kozalak... annesi, odasında her temizlik yaptığında onları hep atmak istiyor ama çocuk buna asla izin vermiyordu. bu onun orman hazinesiydi.
bir süre önce şehrin yakınlarındaki ormana gitmişlerdi. ormanı ilk defa yakından görmek, içinde bulunmak onda büyük heyecan yaratmıştı. ormanda ne var ne yoksa her şeyi tanımaya, incelemeye başlamıştı. orası aynı babasının her gece okuduğu masallardaki ormanlara benziyordu. acaba içinde yaşayan o görünmeyen sakinleri de öyle miydi? dönüşte birçok ilginç şeyler doldurmuştu ceplerine. hepsini barbi'nin evine saklamıştı. o ev, ormana açılan büyülü bir kapı olduğunu hayal ederdi.
şimdi hazinesinin ortasında oturmuş, esneyerek, uykulu gözlerle elinde tutuyordu taşlarından birini. insan yüzüne benziyordu. göz gibi açılmış iki küçük çukuru ve gülen dudakları anımsatan ince bir çizgi oluşmuştu taşın üzerinde. arkadaşı gibiydi.
birden duvarın arkasından gelen bir hışırtı sesi duydu. daha iyi duyabilmek için iyice yaslandı duvara. sonra da birden düştü duvarın öbür tarafına. şaşkınlıkla doğruldu, ilk önce ne olduğunu anlamadı. sonra bir ormanın ortasında yalınayak durduğunun farkına vardı. "biliyordum! bir gizli geçit olduğunu biliyordum!" bir zafer çığlığı yükseldi içinden. hiç korkmadı. sadece çok meraklandı.
yürümeye başladı. toprak, otlar, küçük taşlar ayaklarını gıdıklıyordu. terliksiz dolaşmaya alışık değildi. sonra az ilerde kocaman bir geyik gördü. galiba dinleniyordu. çocuk bir ağcın gövdesinin arkasına saklandı ve onu sessizce izlemeye başladı.
"yere oturma, üşütürsün sonra" annesine yakalanmıştı. yok, hayır, annesinin sesi bu kadar kalın değildi. hatta babasınınki bile değildi. etrafında geyikten başka canlı yoktu.
"neden saklanıyorsun?" tekrar konuştu, sesin geyikten geldiğini anladı. konuşan bir geyikle karşılaşmıştı. çocuk buna da hiç şaşırmadı. ormandaki hayvanlar tabi ki aralarında konuşabiliyorlardı. ilginç olan ise, onun anlamasıydı. ama bunun üzerinde fazla düşünmedi.
"sen benimle konuşabiliyorsun!"
"evet, bazen konuşurum. ama insanlarla konuşmaktansa susmayı tercih ederim"
"canın bir şeye sıkılmış gibi görünüyorsun" meraklandı çocuk.
"tilkinin yanından dönüyorum. onu teselli etmem gerekiyordu. bir dosta ihtiyacı vardı. çok üzgündü. aslında ormandaki en üzgün hayvandır kendisi."
"neden üzgün olsun ki?"
"la fontaine denen adam yüzünden. hayvan masallarında tilkiye hak etmediği bir yer verdi ve şimdi zavallı tilkimiz kötü ününden dolayı çok üzgün. çocuklar onu kötü biliyor, oysa tikli onları çok seviyor."
"haklısın galiba. babam da bana o masallardan okur ve orada tilki her zaman kötülük yapar. bunun için üzüldüğünü bilmiyordum."
"çocuklar ormanda yalnız dolaşmaz. bundan korkarlar. sen korkmuyor musun?"
"hayır, neden korkmam gerekiyormuş, burası çok güzel, kocaman ağaçlar büyüleyici, hayvanlar çok ilginç, yeşil tonların hepsini bir arada görmek de muhteşem bir şey."
"hımm, ormandan korkmayan bir çocuk! işte bunu kurda anlatmalıyım. hayatta inanmaz."
"o da üzgün mü?"
"kim?"
"kurt. hani kırmızı başlıklı kız masalında o da kötü ya? böyle anıldığı için o da tilki gibi üzgün mü?"
geyik, bir an için gözlerinin önüne kurdu getirdi ve güldü bu düşünceye.
"hayır. bizim kurt umursamaz böyle şeyleri. işin gerçeği şu ki, kurdumuz çok yumuşak kalplidir ve asla birini yemek aklından geçmez. kırmızı başlıklı kızı yemektense, sepetinden bir parça ekmek dilenmeye çekinmez. aslında o masaldaki karakteriyle gurur duyuyor, kendini korkusuz ve güçlü hissediyor oysa yolunda karınca görse üzerine basmamaya dikkat ederek yanından geçer. her şey bu saçma masallar yüzünden. orman sakinleri çok büyük haksızlığa uğruyorlar o hikayelerde. ama sen bunları kimseye anlatma."
"peki, sırrınızı saklayacağım. ayrıca seni herkes iyi biri biliyor, ağırbaşlı ve bilgilisin o masallarda."
"evet, bazı masallarda beni öyle anlatıyorlar. ama insanların bir "geyik muhabbeti" tabirleri var ki, o biraz canımı sıkıyor. ben yararsız, uzun uzadıya konuşan, gevezelik eden biri miyim? ah, bu insanlar, hep en doğrusunu onlar bilir, her şeye onlar karar verir, sanki dünyanın tek canlısıymış gibi davranırlar. masallarda bile bize haksızlık ediyorlar."
"üzülme sen. ben büyüyünce bütün masalları değiştiririm. yeni masallar yazarım ve orada hepiniz hak ettiğiniz yerde olursunuz. sadece kurdu nasıl iyi kalpli biri olarak yazacağım pek bilmiyorum. bu biraz zor olacak."
"gel seni onunla tanıştırayım. yakından tanı, seveceksin. hepimizi tanı önce, sonra bizi olduğumuz gibi yazarsın masallarında."
küçük çocuk onu bekleyen bu yeni buluşmadan heyecanlanmıştı yine. geyiğin sırtına tırmandı ve ikisi yola koyuldular. yumuşak kalpli kurtla tanışmaya gidiyordu.
***
"onu orada uyuyakalmış olarak kaçıncı buluşumuz, evi bozsak mı acaba?" sordu babası.
"kalsın, bozmayalım. uzun zamandır bu kadar ilgisini çeken bir şey bulamamıştı. aksi takdirde, akşamları daha çok masallar okuman ve yanında daha uzun zaman geçirmen gerekecek. sen de yorgunsun" gülümseyerek dedi annesi.
çocuk, uzaklaşan ayak seslerini duyuyordu. sonra sessizlik kapladı bütün evi. her gece sabırla bu dakikaları bekliyordu. usulca örtüleri kaldırdı, yatağından iner inmez hemen terliklerini giymesi gerektiğini bildiği halde bu sefer yanlarından geçti, ses çıkarmamaya dikkat ederek yalın ayaklarla odanın en uzak ve karanlık köşesine doğru ilerledi.
babası onun için orada büyük sihirli bir ev monte etmişti. bir barbi evi. barbi'nin kendisine, evine gösterdiği ilgisinin yarısı kadar göstermemişti çocuk. içini barbi'nin eşyalarından boşaltmış, kendi kafasına göre doldurmuştu. sonra oraya girip gün içerisinde dışarıda bulup topladıklarıyla yakından ilgileniyor inceliyordu daha çok.
sarı ve kahverenginin tonlarında kurumuş çeşitli yapraklar, bir avuç kadar meşe ağacın meyvelerinden, ona ilginç gelmiş değişik şekillerde üç beş tane küçük taş, geyik boynuzun ucundan kırılmış bir parça, farklı boyutlarda üç kozalak... annesi, odasında her temizlik yaptığında onları hep atmak istiyor ama çocuk buna asla izin vermiyordu. bu onun orman hazinesiydi.
bir süre önce şehrin yakınlarındaki ormana gitmişlerdi. ormanı ilk defa yakından görmek, içinde bulunmak onda büyük heyecan yaratmıştı. ormanda ne var ne yoksa her şeyi tanımaya, incelemeye başlamıştı. orası aynı babasının her gece okuduğu masallardaki ormanlara benziyordu. acaba içinde yaşayan o görünmeyen sakinleri de öyle miydi? dönüşte birçok ilginç şeyler doldurmuştu ceplerine. hepsini barbi'nin evine saklamıştı. o ev, ormana açılan büyülü bir kapı olduğunu hayal ederdi.
şimdi hazinesinin ortasında oturmuş, esneyerek, uykulu gözlerle elinde tutuyordu taşlarından birini. insan yüzüne benziyordu. göz gibi açılmış iki küçük çukuru ve gülen dudakları anımsatan ince bir çizgi oluşmuştu taşın üzerinde. arkadaşı gibiydi.
birden duvarın arkasından gelen bir hışırtı sesi duydu. daha iyi duyabilmek için iyice yaslandı duvara. sonra da birden düştü duvarın öbür tarafına. şaşkınlıkla doğruldu, ilk önce ne olduğunu anlamadı. sonra bir ormanın ortasında yalınayak durduğunun farkına vardı. "biliyordum! bir gizli geçit olduğunu biliyordum!" bir zafer çığlığı yükseldi içinden. hiç korkmadı. sadece çok meraklandı.
yürümeye başladı. toprak, otlar, küçük taşlar ayaklarını gıdıklıyordu. terliksiz dolaşmaya alışık değildi. sonra az ilerde kocaman bir geyik gördü. galiba dinleniyordu. çocuk bir ağcın gövdesinin arkasına saklandı ve onu sessizce izlemeye başladı.
"yere oturma, üşütürsün sonra" annesine yakalanmıştı. yok, hayır, annesinin sesi bu kadar kalın değildi. hatta babasınınki bile değildi. etrafında geyikten başka canlı yoktu.
"neden saklanıyorsun?" tekrar konuştu, sesin geyikten geldiğini anladı. konuşan bir geyikle karşılaşmıştı. çocuk buna da hiç şaşırmadı. ormandaki hayvanlar tabi ki aralarında konuşabiliyorlardı. ilginç olan ise, onun anlamasıydı. ama bunun üzerinde fazla düşünmedi.
"sen benimle konuşabiliyorsun!"
"evet, bazen konuşurum. ama insanlarla konuşmaktansa susmayı tercih ederim"
"canın bir şeye sıkılmış gibi görünüyorsun" meraklandı çocuk.
"tilkinin yanından dönüyorum. onu teselli etmem gerekiyordu. bir dosta ihtiyacı vardı. çok üzgündü. aslında ormandaki en üzgün hayvandır kendisi."
"neden üzgün olsun ki?"
"la fontaine denen adam yüzünden. hayvan masallarında tilkiye hak etmediği bir yer verdi ve şimdi zavallı tilkimiz kötü ününden dolayı çok üzgün. çocuklar onu kötü biliyor, oysa tikli onları çok seviyor."
"haklısın galiba. babam da bana o masallardan okur ve orada tilki her zaman kötülük yapar. bunun için üzüldüğünü bilmiyordum."
"çocuklar ormanda yalnız dolaşmaz. bundan korkarlar. sen korkmuyor musun?"
"hayır, neden korkmam gerekiyormuş, burası çok güzel, kocaman ağaçlar büyüleyici, hayvanlar çok ilginç, yeşil tonların hepsini bir arada görmek de muhteşem bir şey."
"hımm, ormandan korkmayan bir çocuk! işte bunu kurda anlatmalıyım. hayatta inanmaz."
"o da üzgün mü?"
"kim?"
"kurt. hani kırmızı başlıklı kız masalında o da kötü ya? böyle anıldığı için o da tilki gibi üzgün mü?"
geyik, bir an için gözlerinin önüne kurdu getirdi ve güldü bu düşünceye.
"hayır. bizim kurt umursamaz böyle şeyleri. işin gerçeği şu ki, kurdumuz çok yumuşak kalplidir ve asla birini yemek aklından geçmez. kırmızı başlıklı kızı yemektense, sepetinden bir parça ekmek dilenmeye çekinmez. aslında o masaldaki karakteriyle gurur duyuyor, kendini korkusuz ve güçlü hissediyor oysa yolunda karınca görse üzerine basmamaya dikkat ederek yanından geçer. her şey bu saçma masallar yüzünden. orman sakinleri çok büyük haksızlığa uğruyorlar o hikayelerde. ama sen bunları kimseye anlatma."
"peki, sırrınızı saklayacağım. ayrıca seni herkes iyi biri biliyor, ağırbaşlı ve bilgilisin o masallarda."
"evet, bazı masallarda beni öyle anlatıyorlar. ama insanların bir "geyik muhabbeti" tabirleri var ki, o biraz canımı sıkıyor. ben yararsız, uzun uzadıya konuşan, gevezelik eden biri miyim? ah, bu insanlar, hep en doğrusunu onlar bilir, her şeye onlar karar verir, sanki dünyanın tek canlısıymış gibi davranırlar. masallarda bile bize haksızlık ediyorlar."
"üzülme sen. ben büyüyünce bütün masalları değiştiririm. yeni masallar yazarım ve orada hepiniz hak ettiğiniz yerde olursunuz. sadece kurdu nasıl iyi kalpli biri olarak yazacağım pek bilmiyorum. bu biraz zor olacak."
"gel seni onunla tanıştırayım. yakından tanı, seveceksin. hepimizi tanı önce, sonra bizi olduğumuz gibi yazarsın masallarında."
küçük çocuk onu bekleyen bu yeni buluşmadan heyecanlanmıştı yine. geyiğin sırtına tırmandı ve ikisi yola koyuldular. yumuşak kalpli kurtla tanışmaya gidiyordu.
***
"onu orada uyuyakalmış olarak kaçıncı buluşumuz, evi bozsak mı acaba?" sordu babası.
"kalsın, bozmayalım. uzun zamandır bu kadar ilgisini çeken bir şey bulamamıştı. aksi takdirde, akşamları daha çok masallar okuman ve yanında daha uzun zaman geçirmen gerekecek. sen de yorgunsun" gülümseyerek dedi annesi.
devamını gör...
107.
çok ilginç evlendiğimi görmüştüm.
devamını gör...