normal sözlük yazarlarının ilk aşkları için yaptıkları
başlık "usiv" tarafından 07.12.2020 08:49 tarihinde açılmıştır.
261.
çok çok çok uzak bir geçmiş...
o zamanlar acıbadem'de otururduk. "o" da üsküdar/çiçekçi'de.
yaklaşık 1 yıl boyunca her sabah, zincirlikuyu'daki iş yerine* araba ile bırakmışlığım vardır.*
o zamanlar acıbadem'de otururduk. "o" da üsküdar/çiçekçi'de.
yaklaşık 1 yıl boyunca her sabah, zincirlikuyu'daki iş yerine* araba ile bırakmışlığım vardır.*
devamını gör...
262.
bugün itibariyle 75. şiirimi de yazmışım. bu gidişle kitap çıkarttıracak bana bu çocuk..
devamını gör...
263.
lahana sarması... benim enayilik
devamını gör...
264.
mal mal baktım kıza evet sadece baktım.
devamını gör...
265.
montumu montunun yanına asardım(ilkokul 3).
devamını gör...
266.
t; yok.
devamını gör...
267.
hiçbir şey yapmadım. keşke yapsaydım. keşke en azından aşık olduğuma inandırabilseydim onu. keşke gerçeğe yakın olsaydı aşkım.
devamını gör...
268.
gülhan mıydı nurhan mıydı.
o zamanlar mahalle boştu tabi. tek tük evler vardı. her yaz almancilar gelirdi örneğin. şimdi gelen giden yok. tatil yerlerine gidiyor gençler. yaşlılar öldü tabi. mahalle de boş arsa çok. top oynuyoruz. bende bir tsubasa oluyorum. bir prekazi bir smoviç. galatasaray in kalecisi smoviç vardı. büyükler top oynarken beni kaleye gecirirlerdi. ne tutardım o topları.
işte gülhan mi nurhan mi kimse komşunun kızıydı. o da bakardı balkondan. ben genzo wakabayaşi sankim ne toplar tutardım. o baktıkça daha da kaleci olurdum. büyüklerde beni kaleye geçirmek için yarışırdı.
sonra onlar taşındı zengin oldu . hatta mahalleli kadınlar işte nasıl biliyorsa benim onu sevdiğimi utandirirlardi. o zamanda milletin uğraştığı şeye bak.
o zamanlar mahalle boştu tabi. tek tük evler vardı. her yaz almancilar gelirdi örneğin. şimdi gelen giden yok. tatil yerlerine gidiyor gençler. yaşlılar öldü tabi. mahalle de boş arsa çok. top oynuyoruz. bende bir tsubasa oluyorum. bir prekazi bir smoviç. galatasaray in kalecisi smoviç vardı. büyükler top oynarken beni kaleye gecirirlerdi. ne tutardım o topları.
işte gülhan mi nurhan mi kimse komşunun kızıydı. o da bakardı balkondan. ben genzo wakabayaşi sankim ne toplar tutardım. o baktıkça daha da kaleci olurdum. büyüklerde beni kaleye geçirmek için yarışırdı.
sonra onlar taşındı zengin oldu . hatta mahalleli kadınlar işte nasıl biliyorsa benim onu sevdiğimi utandirirlardi. o zamanda milletin uğraştığı şeye bak.
devamını gör...
269.
çok uzun olacağı için özet yazayım: eski sevgilisi okuduğumuz şehre çalışmaya geldiği için benim başka bir üniversiteye gitmeme izin verdi. sonra o adam kendi deyimiyle ona yalan söylediği ve korkuttuğu icin 6 aydır konuşmamamıza rağmen gecenin 3'ünde beni aradı ağlayarak. ben de apar topar eşyalarımı toplayıp yanına geldim otobüsle. nereyde her hafta sonu gelip ders çalıştırdım. sene sonunda o da ben de geçtik sınıftan. sonra yanına geri geldim komple. dikkat dağınıklığı olduğu için dersleri ben takip ettim. bastırdığım slaytları onun için hep taşıdım. kalemini bile ben taşıdım. o ise hala başkasına aşık olduğunu, daha doğrusu kafasında kurduğu kişiye aşık olduğunu söyledi. benim ona sahip çıkmama da ihtiyacı yokmuş. öyle bir seye ihtiyacı olursa zaten berk (arkadaşı - temsili isim) de sahip çıkarmış.
ben bir defa aşık oldum. o ise bana seviyorum dedi ama kafasında hep bir başkasıyla yaşadı. hayat çok garip ve gelip geçiyor. tek başıma öleceğim.
ben bir defa aşık oldum. o ise bana seviyorum dedi ama kafasında hep bir başkasıyla yaşadı. hayat çok garip ve gelip geçiyor. tek başıma öleceğim.
devamını gör...
270.
onu asla kalbimden silememek.*
devamını gör...
271.
yıllar sonra rastladım
çocukluk sevgilime
o aşina bakışlar
içimi deldi yine.....
diyerek şarkı söylemek ama kendisinin haberi olmadı bu bet sesimle gürültü kirliliği yapmaya gerek var mı?
çocukluk sevgilime
o aşina bakışlar
içimi deldi yine.....
diyerek şarkı söylemek ama kendisinin haberi olmadı bu bet sesimle gürültü kirliliği yapmaya gerek var mı?
devamını gör...
272.
aşk değil de on beş yaşımdayken hoşlandığım bir çocuk vardı, eczacıydı. hayatında hastaneden, ilaçtan, doktordan nefret etmiş biri olarak o yaşlarımda o eczaneden çıkmıyordum. evde birine ilaç mı lazım oldu? hemen o eczaneye koştum seve seve. ilaç alacak bahanem kalmadıysa, içeri girip adres sordum, annesinin bakkalı vardı arada oraya gidip görmeye çalıştım, hiçbir şey yapamadığımda eczanenin önünden geçerken camdan gözümü ayırmadım, mal mal bakındım. neyse ki iş tebeşir tozu içip hastanelere oradan da o eczaneye yolumu düşürecek kadar ilerlemeden lisedeki bir çocuktan aldığım bir gül ile unuttum gitti. genel olarak birini unutmam için bir gül yeterliydi eskiden, şimdiyse biraz erik biraz da tuz yetiyor. * hayat işte büyüdükçe vizyon yükseliyor veya daha da düşüyor.
devamını gör...
273.
platonik mesajlarım olmuştu. karşılık bulamamıştım. o dönemler çok hareketliydim. hatta kötü biriydim diyebilirim. çok ukalaydım. yalvarmadığım, ağlamadığım kalmamıştı. ama çok geçti. olmadı. bir daha da olmayacaktı. bummm olmuştum.
devamını gör...
274.
ufak tefek şeyler.
çok romantik değildim.
çok romantik değildim.
devamını gör...
275.
henüz daha aşık olmadığım için ne gibi çılgınlıklar yapacağımı bilmiyorum. ama çok da çılgın olmam heralde.
devamını gör...
276.
ilk aşk. çocuklugumun getırdıgı masum sevimli ve minik saçmalıklarla dolu, yanagından öpüp kaçmıştım. onunla zaman gecırmek için zorla ailemi misafirliklere sürüklemiştim. elini tutmak için çıldırmış, tutunca utandıgım için çekmiştim. yıllar sonra önce iş yerimde tesadüfen, daha sonra oğlumun okulunda görmüştüm. ben tanıdım ama o tanıdı mı bılemem bakmadım zira. çocuklugum tatlı telaşındaki kişi o degıl artık nasılsa.
devamını gör...
277.
surekli, surekli resmini cizerdim. her seyimi paylastigim bir o vardi. onun icin dunyalari karsima alirdim, sonradan farkina vardim ki o almazmis.
devamını gör...
278.
neden merak ediyorsunuz? copy-paste'mi yapacaksınız.
devamını gör...
279.
sırf onunla sigara içerken sohbet edebilmek için sigaraya başlamıştım.
insan gençliğinde aptalca hatalar yapabiliyor işte.
insan gençliğinde aptalca hatalar yapabiliyor işte.
devamını gör...
280.
karşı cinsten baya nefret ederdim. normal yardımlar dışında muhatap olmazdım. biri açılmaya mı gelir döverek yollardım. çünkü sınıftada uğraşma şekilleri eşya alma, saç çekme vs. oluyor ya bunlardan da nefret eder tepkimi koyardım. "eğer bir daha eşyalarıma dokunursan her şeyini çöpten toplamak zorunda kalırsın."
o çekeninde işini teneffüste kendi saçını çekerek görürdüm. "kel misin de saçımı çekme cüretinde bulunuyorsun? al bakalım." derken saçını çekmiş olurdum. bir de sevmediğimi daha nasıl belli edebilirim? 2-3 kişiden sonra "bir daha bana açılmayı cesaret eden olursa onu sınıfın ortasında döveceğim ve o kişiyi ele vereceğim anladınız mı?" demiştim ilkokulda. bu sevme, sevgili olma olayı vs. küçükken bize tersti. ve çok değişiklerdi. hiçbirini sevmiyordum. ne kız ne de erkek. gözüme çok salak geliyorlardı (üzgünüm ama gerçekler). liseye (1) kadar hiç kimseyi sevmedim.
ve sevmemeye de devam ediyordum.
bir gün başka okuldan birisi bana açıldı uygulama üzerinden. tabi ben ağzının payını verip engelledim. sonra başka bir hesap açtı "beynin bir kereden algılamıyor mu, ayrıca bu yaptığın rahatsızlığa giriyor? anlıyor musun?" gibisinden bir şeyler demiştim o da şans isteyip duruyordu. çoğu o kadar ahmak geliyordu ki herkes öncelerde veya o zamanlarda aşk böceği olurken hem itici bulup hem de bu şey normalse neden kendimde olmadığını da çözmeye çalışıyordum. çocuğu engelleyip duruyordum ve de "yüz yüze gelirsek sana bir tokat veya bir yumruk borcum var. çünkü istenmediğin yerde durmaman lazım sen ise abartıyorsun! ayrıca ben okumak istiyorum. salakça şeyler peşinde koşup derslerden geri kalmak istemiyorum." gibi sözler edip anlamasını umuyordum ama anlamıyor. o zamanlar sosyal medya yeniydi bizde yeniydik yani.
zaten o yaşlardan nefret ediyordum ve kuzenim bir oyun adına hesap içinde hesap açtı. çok sevdiğim bir kuzenimdi. dedim "ben sevmiyorum sana lazımsa aç kullan ama beni bulaştırma. gerçek hayatta insanlara dayanamıyorum bir de buradalar." neyse kendisi açtı kullanıyor vs. bu salak oyunu etkileşim kazansın diye gitmiş benim fotoğraflarımdan bir tane koymuş. kendi hesabımda bile doğru düzgün fotoğrafım yokken izin almadan ve nefret ettiğimi bildiği hâlde böyle bir şey yapmasıyla şifremi değiştirdim. sonra bir baktım salağın teki fotoğrafıma kalp koymuş. ama bu kalp normal beğenme anlamına gelmiyormuş bunu uygulamayı incelerken öğrendim. o kişiye "hemen o kalbi geri çekiyorsun, kalbinin ağzına ettirme! seni embesil!" gibisinden bir şeyler yazmıştım. anlamı; seni çok beğendim veya tanışalım tarzındaydı. popülerlik olayı da vardı. çok değişikti. kuzenimin facebook içindeki mutasyonlu facebook'ta ne halt yediğini anlamadım. bir de nefret ettiğimi söyledim kalp yerine orada hakaret etse daha az sinirlenirdim.
neyse. karşımdaki de afalladı. umursamaz davrandı. sonra o bana sinirli bir şekilde yazdı ben de ona? "ben sana kalp attım ama hiç merak edip girmemişsin profilime." gibisinden bir şey demişti "erkek meraklısı olmadığım içindir. ve çoğunuz aynıyken hiç merak edebileceğimi de sanmıyorum. kesin sen karşılık olarak kalp alamadığın için hüzne de kapılmışsındır, üzüldüm(!)." ben böyle derken "senin gibi allah'ın belasına ve cezasına nasıl denk geldim bilmiyorum. geri çekmeyeceğim o kalbi." kalp başka kalp atanda da görülebiliyordu, çok rezilceydi bence o yüzden rahatsız ediyordu.
"geri çekmediğin sürece benim gibi allah'ın belasına ve cezasına denk gelmeye devam edeceksin allah'ın amip hücrelisi! önüne gelene kalp atıyorsundur zaten birini çeksen ölmezsin!" deyince "yemin ediyorum ilk kez attım onda da pişmanım ama inat değil mi çekmeyeceğim. eğer özür dilersen çekerim." dedi.
kalp atarak olayı çıkaran kendi ve ben özür mü dileyeceğim? "inanmadım ama öyle olsun. ve suçlu olan ben değilim. önüne gelene kalbi yapıştıran sendin. ölsem dilemem haksız değilken. özürlük bir olay varsa sen dilemelisin."
"ne biçim kızsın sen ya? kız dediğin nazik olur ama sen ilk dakikadan kaba ve saygısızca davranıyorsun?"
"bana bak kendini boka güzel hissettirecek insan! ben sana fotoğrafı kalpledin diye kibar ve saygılı olacağımdan bahsettim mi?! aptal beğenme olayını bilmek zorunda mıyım? ya da görülmek zorunda mı?! sana geri çek diyorum!" dedim. engellemenin varlığından haberdar değildim. kendi hesabımdı ama onlar daha çok vakit geçiriyordu. ve o kalp olayına taktım çekmek zorunda. istemiyorum kalbini. ve erkeklere tolerans göstermem. o fotoğraf silinecek zaten ama ben silmeden çekecek!,
"bana bak cadıya kendini güzel hissettirecek insan! bahsetmedin, lanet olsun ki bahsetmedin ama ne bileyim. ve çekmeyeceğim. gayet beğendim hadi ne yapacaksın?"
böyle böyle 1 hafta geçti. sonra bir ara engelleme olayı hakkında konuştu. dedim ki "bana öğret söz biraz daha insancıl davranacağım."
sinsi herif anladı onu engelleyeceğimi. "engelleyeceğin kişi olmazsam öğretirim?" dedi.
yalan yok. "gayette seni engellemek istiyordum. eğer sen öğretmezsen başkasına sorarım ya da uzak kuzenime zahmet verdireceğim?"
"hiç uğraşma ben kalbi çekeyim ve engelleme olayı olmasın ne dersin?" demişti.
"gayet işime gelir." sonuçta çekince siler ve hesaba bir daha girmezdim. bunun garantisini vermedim o da istemedi bana ne.
sonra o çekti ve bende sildim. "teşekkürler. engellemeyeceğim ama bir daha görüşmemek üzere." deyip çıkarken anında mesaj "ben senden hoşlandım. hemen çıkma."
ben "hahaha. gitmeden önce son şakanı da yaptın. gidiyorum diye kıyak geçip güldüm bak byee." deyince şaka yapmadığını vs. söyledi. bir de ben o zamanlar insanlara inanıyordum ama sevgilerine hiç.
"salak salak konuşmayı bırak. hoşlantı veya sevme olayı özel ve değerli şeyler, basit şakalarda kullanma bence."
neyse o biraz konuştu. ve hak yeme olayı olmasın diye biraz inandım. dedim düşmandan farkımız yok, böyle hissetmen tuhaf. ha bana soracak olursan ben senden hâlâ hiç haz etmiyorum ama o yönden incitmekte istemem. duyguları aptalca bulsam da tek sevme olayında izin verip önemsiyorum. ve bence sen hoşlanmıyorsun. nefret duyguna hoşlantı diyor olabilir misin? daha önce birini sevdin mi? vs. deyip doğru bir teşhis koymaya çalışıyordum.
"sevmedim ama biliyorum bu hoşlantı." dedi.
"nereden biliyorsun?"
"abime sordum onun sevgilisi var. ve sevdiğini nasıl anladığını anlattı. bakınca benimki de aynı."
"kimseden hoşlantı duymadım. o yüzden ben belki tam anlamayabilirim ama sevince kalbin hızlı çarpar onu biliyorum? sen de bu oluyor mu? ayrıca bir fotoğraftan sevebiliyorsan salak olabilir misin acaba? salak insanları hiç sevmem."
"evet oluyor, senle konuşurken heyecanlanıyorum ve tartışıyor olsakta gülümsüyorum. ayrıca sinirli gibi dursan da iyi birisin bence. ve bu fotoğraftan değil konuşurken olan bir şey. nasıl oluyor bilmiyorum ama öyle."
"hm, iyi biri değilim ayrıca. baştaki neyse şu an ki de o. hoşlantı olayına saygı duyuyorum diye hemen farklı anlamlar edinme. siz erkekler çoğu zaman ne doğru anlayabiliyorsunuz ne de anlayabiliyorsunuz. ama buna rağmen kızlar sizi sevebiliyor. normalde pek insan sevemiyorum. ve hiçbir zaman o şekilde sevemeyeceğim sanırım. kitaplarda okuduğum kadarıyla kalacağım.-_-"
öyle böyle 2-3 ay geçti. o süreçte ben onu vazgeçirmek için elimden geleni yaparken yavaşça o söylediği şeyler bende de olmaya başladı. ilkte kendime inanamadım. ona da hiçbir şekilde çaktırmadım. eger kısa süreli bir şeyse üzülmesin diye. neyse o soruyor sen de bir şey var mı ben ise "yoo hâlâ aynı bir şey hissetmiyorum." diyorum.
o ise "bence bir şeyler hissediyorsun ama demekten mi utanıyorsun anlamadım. önceki halinle şu an ki hâllerin farklı."
"farklılığı inkar edecek değilim. normal bir insana benzediğin için asıl olduğum gibi davranıyorum. anormale dönüşürsen ilkten daha berbat birini görürsün. bunu suistimal etmeye çalışma o yüzden."
bazen atışmalı, bazen arkadaş gibi konuşmalı, bazen suskun vs. devam ettik. yapımda çok yok hissettiğim şeyi belli etmemek ya da lafını getirmemek. o yüzden ona ne şekilde diyeceğimi bilemiyorum.
ben sevmek için sevdim, o haliyle sevdim. ve o hâli çok güzeldi. gerçekten akıllı ve karakter sahibiydi. gerisi hiç umrumda olmadı. çok ince düşünceli ve güzel seven biriydi. onun için çok şey yaptım o da yaptı. zaten sevgi bu. yapmazsan nasıl sevgi olabilir ki?
bu kadar uzun olmasının sebebi de kendisinin ilk ve sonum olması. en son beni ondan ayrılmak zorunda bıraktı. her şeye rağmen severek ayrıldım. ve her şeyin sevgi olmadığını ve sevginin yetmeyeceğini de anladım.
ben sevmeyi onda öğrendim. hiç bilmediğim bir duygunun içine düştüm. öyle emindim ki ve oyle güvenmiştim ki zirveden direkt yere çakıldım.
onu severken başkasını sevebilme ihtimalini hiç düşünmedim. ondan ayrıldıktan sonra da düşünmedim. her şeyim o, aklım yüreğim onunla o kadar dolu ki birini sığdırma ya da yer açma gibi bir düşüncem olmadı. ben onunla dolup taşmışken sonra gözümden taşırttı kendini ama hiç azalmıyordu. onunla 1.5 yıl onsuz 6.5 yıl. onsuz dediğime de bakmayın o hep benimleydi.
ben fazla gururlu biriyim ve bir davranışta ilk kez onda ödün verdim. benim onun için yaptığım en büyük şey oydu. öbür türlü öldür yapmam. o da zaten öldürdü ama ondan önce ben öldürdüm kendimi. öz saygım da yüksek çünkü.
çok karmaşık ve çok değişik şeyler döndü.
sonuç; imkansızlık.
ama imkanlı olmak garanti diye sevmedim ki. sevginin derinlerine düştüm ve çıkamıyorum sanki...
ben doğruca ona hislerden gittim. onu sevdikten sonra tam gördüm. çünkü görünce ya da görmeyince sevgi değişmiyor. normal baktığınızda onun dış görünüşüne göre ben daha güzel kalıyordum ama bu hiç umrumda olmadı. ve kalbimle gördüğüm insan hiçbir zaman bana kötü de gelmedi. o ben sevdiğim için güzeldi, ben ona anlamlar yükleyip sevmiş olduğum için.
sevgide asla baskın bir dış görünüş kriterim olmadı. yakışıklı veya çok yakışıklı olan erkekleri de dövdüm veya reddediyordum. kapaktan ibaret içi boşlar bana ne. gerçekten akıl ve düzgün karakterden etkileniyordum. ama bakınca -ayrildiktan sonra- neyini sevdiğimi anlamadım. yemin ediyorum bir cevap bulmaya çalıştım ama yok. zaten nasıl sevmeye başladığımı da anlamadım. o yüzden o tarz bir sevgi beni hep korkuturdu.
sevgiyi insanlardan kitaplardan öğrenmiştim ama bu hissedilişten çok güzel sevme olayıyla. ve seveceğim kişi ya en güzeline layık olmalı o yüzden baya güzel sevmeliydim diye düşünürdüm. ve o kişiyi gösterecek pusula gözüm veya aklım değil kalbimdi ben bunu biliyordum. o yüzden hissedene kadar kimseyi kabul etmedim.
bir faydası oldu mu hayır, ziyan edildi. pişman edildi, içine edildi vs. ama ben bu duyguyu iyi kötü tattım. sahtelikle, çıkarcılıkla vs. değil koşulsuz sevmeyle.
belki aptalca gelebilir veya çömezlik sayılabilir bilemiyorum ama güzeldi.
ve kaç yıl geçmesine rağmen ben o ilişki boyunca ilk ve son olarak buluştuğumuz o 2 saatin içindeyim. kafamın içinde görüntüler oynayınca o hislerde aynı şekilde yüreğimde oynuyormuş gibi. o kadar sevgi dedim ama sevgiden çok özlem vardı. ve ben temas sevmiyorum diye "eğer elimi tutmaya ya da başka türlü yaklaşmaya çalışırsan seni orada pataklarım." uyarısını en başta yapmıştım. o da "anlıyorum, dokunmak için değil sevmek için yanında olacağım sadece." demişti ama biz ayları devirirken o özlemle artık "sana sarılmak istiyorum. yemin ediyorum sadece bunu istiyorum. bunun nasıl bir şey olacağını bilmiyorum." vs. diyordu. kaç kere özlemden ağladık. ve hiç görüntülü konuşmadık. varsa fotoğraf veya anlık kısa videolar. ben ona fotoğraf ve ses kaydında da baya çektirmiştim. sevgisinden emin olana kadar ne ses attım ne de o gördüğü fotoğraf dışında.
şimdi ki insanlar çoğu zaman el ele, kol kola, yüz yüze vb. ama anın tadını çıkarmak yerine kavga gürültü ya da ayrılıyor vs. bana bu çok saçma geliyor. o kadar lüks ilişkilerde nasıl bu kadar vasatlık çıkarabilmeyi başarıyorlar?
onu kahkaha atarken görmek istiyordum, kokusunu merak ediyordum, benle tatlı tatlı uğraşırken o hoş sesinin bakışlarıyla süslendiği zamanları görmek istiyordum.
gözlerine yakından bakmak istiyordum vs. o da ben de bazen zor zamanlar atlattık ve onu uzaktan teselli etmek o kadar zor ki.
onun bana sarıldığı 3-4 saniye, üstüme sinen kokusu. ve ben o gözlere bakamadım doya doya. yemin ediyorum çok utanç vericiydi. kendisi de bunu fark edip "benden çok yere bakıyorsun." deyince ben "yoo gayet sana bakıyorum." deyince seslice gülmüş ve üstüme gelmemişti. sonra "anlıyorum beni özlemedin ama ben seni özledim. yere değil bana bak biraz." dedi güleç ve o uğraşma haliyle. bir de ben yere bakmama rağmen elim ayağım karıştığından birkaç kez düşme tehlikesi geçirip daha çok domatese bağlamıştım. birinde ayağım takıldı, ötekinde yürüyen merdivenden yüz üstü aşağı düşecektim. karşı karşıya geçerken arabayı da görmüyor gözüm "sakar olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin etmedim. ayrıca gerçekten bir kendini sakatlamadığın kaldı." deyip beni sinirlendirmeye çalıştı. çünkü utanç duygusundan çıkamadım ve rahat bir şekilde konuşamıyorum. anca sinirlenince bunların geride kalacağını bildiği için baya çabalamış (tabi eve gelince haberim oldu.) sonra ben de ona karşılık vermeye başladığımda "sonunda. süremiz bitmeden asra'mı gördüm."
bunlar dışında çok efendi ve çok düşünceliydi. onda beğenmediğim bir oyuncağı unutmayıp avm'deki oyuncakçıya geçirdi beni. ben ise anlamadim ne işimiz var burada. "niye buraya girdik?" deyince "güzel bir şey için. bekle şimdi bulurum." deyince o topu bulup geldi. tabi burada biraz sürtüşme yaşadık çünkü ben hediye sevmediğimi söylemiştim. ve sevdiğim olsa bile daha şu andan bana istediği gibi bir şeyler alıp veremez. yaklaşık 10 dk sürdü bu. hem ilk buluşma diye hem de nasıl aklında tutup bugünü daha anlamlı kıldı bilemiyorum ama üzmemek için kabul etmiştim. benimde ona hazırladığım şeyler vardı. sonralara doğru onları verdik aldık vs. bir baktım bana sınav kitapları getirmiş. "bir sen bir ben" diye bir yayıncılık var. "bunu görünce kesinlikle sana vermeliyim. hem çalışırken motive olursun." gibisinden bir şeyler deyip gülümsemişti.
baya kitap vardı. yarısını çantama koydum yarısını elimde taşırken benden poşeti almak istedi, ben de vermek istemedim. "ağır oldular verir misin?" diyor "hayır o kadar ağır olmadı, bırakır mısın?" diyorum. bunda kızıştık. avm'nin dışında bir girinti var oraya oturulabiliyor. en son "burada duralım." dedi. oturduk "niye inat ediyorsun?"
"sen daha uzun yoldan geldin zaten, taşıyacağın kadar taşımışsın. ne var şu an sadece ben taşısam?"
"bunlar benim için hiçbir şey. ağırlıklarını da hissetmedim ki. hem senin okul yolunda uzun. o yüzden bölüşsek iyi olur?"
"bana da ağır gelmiyor. gelirse ve yorulursam söylerim." dedim.
baya kızdı ve bozuldu. hiç bu kadar bozulacağını bilmiyordum. ne var yani kendi işimi kendim görmek istiyorsam...
"okula kadar bırakmama gerek yok o zaman. burada ayrılabiliriz." dedi.
ben de onu bozduğum için çok üzüldüm ve bu yüzden benle gelmek istemiyor sandım.
"tamam. görüşürüz, dikkatli git." dedim kısık ve bozuk bir sesle.
sonra yürümeye başladım. ama yüzüm üzgün, adımlarım yavaş ve biraz boynum bükükmüş. zaten gözlerim dolmuştu.
ben 6-7 adım attıktan sonra bir baktım söylenerek geliyor. "inatçı bir eşeksin. tam bir yıkık gibi yürüyorsun dayanamadım. ayrıca senle vakit geçirmek için o kadar çabalarken seni bırakma olayından bu kadar kolay vazgeçeceğimi mi sandın?" deyip elinden poşeti almasına izin verdim. ben ilkte sinir sonra şaşkınlık ve sevinç içindeyim. sesini duyunca ona doğru dönmüştüm ama tam bakmıyordum. dediğim gibi gözlerim dolmuştu. bir süre konuşmadım. en son ona biraz yandan bakış atarken "özür dilerim." dedim. "ben de özür dilerim, çok tepki verdim. aslında o kadar tepki vermemem lazımdı çünkü nasıl biri olduğunu biliyorum." deyince ona gülümseyerek baktım. içimden sen çok güzel bir adamsın. diye geçirirken "sonunda bize cenneti bahşetme lütfunda bulundu." deyince sesli güldüm. "böyle cümlelerin ben de pek etkisi olmuyor biliyorsun değil mi?"
"biliyorum ama en azından komik bulup gülüyorsun ve ben doymaya çalışıyorum tabi doyulursa." sonu kendine der gibiydi.
sonra beni okula bıraktı "şimdi tekrar sarılamıyoruz değil mi? dedi üzgünce.
"maalesef, burada çoğu yer kırmızı ve kuralları biliyorsun?" deyince "evet, çok kısa sürdü ama en azından yüz yüze gelebildik." dedi gülerken. birkaç kez daha ayarlama yapıp denk getirememiştik çünkü. ve gülüşü en azından bir imkansızı başardık der gibiydi.
"seni seviyorum ve kendine dikkat edip iyi bakıyorsun. bilmediğin soruları bana yolluyorsun inek öğrenci."
"ben de... seviyorum. sende kendine iyi bakıp dikkatli gidiyorsun. ve sorularımla bol bol rahatsız edeceğimden emin olabilirsin öküz öğretmen." deyince ikimizde sesli gülmüştük. "hadi sen git, ben gidemiyorum."
"tamam gideceğim. nereden bineceğini biliyorsun değil mi?"
"evet, hadi geç."
"tamam. görüşürüz."
"kesinlikle ve bir önce." biraz daha kalırsak ikimizden birinin çeşmeleri açılacak gibiydi. sonra ben geçtim ama bir süre sonra kuzenim beni arayıp dışarı çağırdı.
meğersem o daha gitmemiş ve ben yanından geçip gitmişim. eve gelince de "yanımdan geçip bana bakmadın, çok üzüldüm. orada o kadar durdun, şimdi bakarsın dedim ama yok." deyince gülmekle üzülmek arasında kalmıştım.
çünkü akıllımız yürürken sağıma soluma bakmadan dümdüz yürüdüğümü unutmuştu. ve ben o gitti sandım ne bileyim bekliyor...
buraya yazmamın sebebi biraz olsun sevgi(!) anlayışınızda bir farklılık oluşturmaktı. saçma sapan sevgiler karşılıklı olduğunda bile başlamamış veya bitmiş olabiliyor. şu an o yok ama bende var.
saçına dokunmadım, yüzüne dokunmadım çünkü benim doğrum buydu. uzakta büyürken tam sakallı hâlini görmüştüm. ilk kez bir elimle yüzünü avuçlayıp baş parmağımla yüzünü sevme hissi duymuştum. ama ben o kadar şey içinde bu hissi de bilemeyeceğim. bana artık ait değilken böyle düşünmek ayıp veya haram belki bilmiyorum.
çevresindeki insanlara, o hisleri yaşayacak kişiye bazen sinir bazen imrenme duyuyorum.
ne yaparsa yapsın bırakmışım sadece içten içe kendimi çürütüyorum. o fotoğrafını görünce "çok yakışmış." demiştim ama o benim sevdiğim gibi kalamadı. yaşayan bir beden içinde öldürülen bir ruhu sevmişim sanki. o kadar fark vardı...
allah gönlüne göre versin. o kadar kahrettin ama zerre kötülüğünü isteyemiyorum. en azından o kadar halt yemişken beni mahvetmişken buna değecek bir mutluluk yaşa istemiştim.
sana ihanet etmeme değdi bak şimdi daha mutluyum de! ama sakın mutsuz olma!
bana değen gözlerin, sarıldığın kollar şimdi kime ait bilmiyorum. tek bildiğim bana ait olmadığı...
umarım seni hak edeni gerçekten bulursun. "beni hak eden tek kız m." dediğinde nasıl öldürdüğünü bilmiyorsun. o lafı deme amacını sonradan söyledin ama bir faydası olmadı. kafamda o cümlen kaç kez senin sesinden döndü anlatamam. "sen hak etmiyormuşsun. sen neyi hak etmiş olabilirsin ki? sen böyle bir sonu mu hak ettin? ben hak etmemiş olmak için ne yapmış olabilirim beni mi ihanet ettim ben mi birkaç kez büyük yalanlar salladım?.."
başkasını sevdiğini söyleyemeyen heriflerden nefret ediyorum. sevilmek istediğiniz gibi sevme olayında boynuzlanmak istediğinizi hiç düşünmemiştim. insanın kendini basit ve kirletilmiş bir sevgiye layık görebileceğini 14'ümde de 16'ımda da hatta belki şu ana dek düşünemiyorum. düşünülmekte zorlanıyorum. neyse.
umarım herkes gerçekten hak ettiği gibi birine denk gelir...
beni pas geçin.
o çekeninde işini teneffüste kendi saçını çekerek görürdüm. "kel misin de saçımı çekme cüretinde bulunuyorsun? al bakalım." derken saçını çekmiş olurdum. bir de sevmediğimi daha nasıl belli edebilirim? 2-3 kişiden sonra "bir daha bana açılmayı cesaret eden olursa onu sınıfın ortasında döveceğim ve o kişiyi ele vereceğim anladınız mı?" demiştim ilkokulda. bu sevme, sevgili olma olayı vs. küçükken bize tersti. ve çok değişiklerdi. hiçbirini sevmiyordum. ne kız ne de erkek. gözüme çok salak geliyorlardı (üzgünüm ama gerçekler). liseye (1) kadar hiç kimseyi sevmedim.
ve sevmemeye de devam ediyordum.
bir gün başka okuldan birisi bana açıldı uygulama üzerinden. tabi ben ağzının payını verip engelledim. sonra başka bir hesap açtı "beynin bir kereden algılamıyor mu, ayrıca bu yaptığın rahatsızlığa giriyor? anlıyor musun?" gibisinden bir şeyler demiştim o da şans isteyip duruyordu. çoğu o kadar ahmak geliyordu ki herkes öncelerde veya o zamanlarda aşk böceği olurken hem itici bulup hem de bu şey normalse neden kendimde olmadığını da çözmeye çalışıyordum. çocuğu engelleyip duruyordum ve de "yüz yüze gelirsek sana bir tokat veya bir yumruk borcum var. çünkü istenmediğin yerde durmaman lazım sen ise abartıyorsun! ayrıca ben okumak istiyorum. salakça şeyler peşinde koşup derslerden geri kalmak istemiyorum." gibi sözler edip anlamasını umuyordum ama anlamıyor. o zamanlar sosyal medya yeniydi bizde yeniydik yani.
zaten o yaşlardan nefret ediyordum ve kuzenim bir oyun adına hesap içinde hesap açtı. çok sevdiğim bir kuzenimdi. dedim "ben sevmiyorum sana lazımsa aç kullan ama beni bulaştırma. gerçek hayatta insanlara dayanamıyorum bir de buradalar." neyse kendisi açtı kullanıyor vs. bu salak oyunu etkileşim kazansın diye gitmiş benim fotoğraflarımdan bir tane koymuş. kendi hesabımda bile doğru düzgün fotoğrafım yokken izin almadan ve nefret ettiğimi bildiği hâlde böyle bir şey yapmasıyla şifremi değiştirdim. sonra bir baktım salağın teki fotoğrafıma kalp koymuş. ama bu kalp normal beğenme anlamına gelmiyormuş bunu uygulamayı incelerken öğrendim. o kişiye "hemen o kalbi geri çekiyorsun, kalbinin ağzına ettirme! seni embesil!" gibisinden bir şeyler yazmıştım. anlamı; seni çok beğendim veya tanışalım tarzındaydı. popülerlik olayı da vardı. çok değişikti. kuzenimin facebook içindeki mutasyonlu facebook'ta ne halt yediğini anlamadım. bir de nefret ettiğimi söyledim kalp yerine orada hakaret etse daha az sinirlenirdim.
neyse. karşımdaki de afalladı. umursamaz davrandı. sonra o bana sinirli bir şekilde yazdı ben de ona? "ben sana kalp attım ama hiç merak edip girmemişsin profilime." gibisinden bir şey demişti "erkek meraklısı olmadığım içindir. ve çoğunuz aynıyken hiç merak edebileceğimi de sanmıyorum. kesin sen karşılık olarak kalp alamadığın için hüzne de kapılmışsındır, üzüldüm(!)." ben böyle derken "senin gibi allah'ın belasına ve cezasına nasıl denk geldim bilmiyorum. geri çekmeyeceğim o kalbi." kalp başka kalp atanda da görülebiliyordu, çok rezilceydi bence o yüzden rahatsız ediyordu.
"geri çekmediğin sürece benim gibi allah'ın belasına ve cezasına denk gelmeye devam edeceksin allah'ın amip hücrelisi! önüne gelene kalp atıyorsundur zaten birini çeksen ölmezsin!" deyince "yemin ediyorum ilk kez attım onda da pişmanım ama inat değil mi çekmeyeceğim. eğer özür dilersen çekerim." dedi.
kalp atarak olayı çıkaran kendi ve ben özür mü dileyeceğim? "inanmadım ama öyle olsun. ve suçlu olan ben değilim. önüne gelene kalbi yapıştıran sendin. ölsem dilemem haksız değilken. özürlük bir olay varsa sen dilemelisin."
"ne biçim kızsın sen ya? kız dediğin nazik olur ama sen ilk dakikadan kaba ve saygısızca davranıyorsun?"
"bana bak kendini boka güzel hissettirecek insan! ben sana fotoğrafı kalpledin diye kibar ve saygılı olacağımdan bahsettim mi?! aptal beğenme olayını bilmek zorunda mıyım? ya da görülmek zorunda mı?! sana geri çek diyorum!" dedim. engellemenin varlığından haberdar değildim. kendi hesabımdı ama onlar daha çok vakit geçiriyordu. ve o kalp olayına taktım çekmek zorunda. istemiyorum kalbini. ve erkeklere tolerans göstermem. o fotoğraf silinecek zaten ama ben silmeden çekecek!,
"bana bak cadıya kendini güzel hissettirecek insan! bahsetmedin, lanet olsun ki bahsetmedin ama ne bileyim. ve çekmeyeceğim. gayet beğendim hadi ne yapacaksın?"
böyle böyle 1 hafta geçti. sonra bir ara engelleme olayı hakkında konuştu. dedim ki "bana öğret söz biraz daha insancıl davranacağım."
sinsi herif anladı onu engelleyeceğimi. "engelleyeceğin kişi olmazsam öğretirim?" dedi.
yalan yok. "gayette seni engellemek istiyordum. eğer sen öğretmezsen başkasına sorarım ya da uzak kuzenime zahmet verdireceğim?"
"hiç uğraşma ben kalbi çekeyim ve engelleme olayı olmasın ne dersin?" demişti.
"gayet işime gelir." sonuçta çekince siler ve hesaba bir daha girmezdim. bunun garantisini vermedim o da istemedi bana ne.
sonra o çekti ve bende sildim. "teşekkürler. engellemeyeceğim ama bir daha görüşmemek üzere." deyip çıkarken anında mesaj "ben senden hoşlandım. hemen çıkma."
ben "hahaha. gitmeden önce son şakanı da yaptın. gidiyorum diye kıyak geçip güldüm bak byee." deyince şaka yapmadığını vs. söyledi. bir de ben o zamanlar insanlara inanıyordum ama sevgilerine hiç.
"salak salak konuşmayı bırak. hoşlantı veya sevme olayı özel ve değerli şeyler, basit şakalarda kullanma bence."
neyse o biraz konuştu. ve hak yeme olayı olmasın diye biraz inandım. dedim düşmandan farkımız yok, böyle hissetmen tuhaf. ha bana soracak olursan ben senden hâlâ hiç haz etmiyorum ama o yönden incitmekte istemem. duyguları aptalca bulsam da tek sevme olayında izin verip önemsiyorum. ve bence sen hoşlanmıyorsun. nefret duyguna hoşlantı diyor olabilir misin? daha önce birini sevdin mi? vs. deyip doğru bir teşhis koymaya çalışıyordum.
"sevmedim ama biliyorum bu hoşlantı." dedi.
"nereden biliyorsun?"
"abime sordum onun sevgilisi var. ve sevdiğini nasıl anladığını anlattı. bakınca benimki de aynı."
"kimseden hoşlantı duymadım. o yüzden ben belki tam anlamayabilirim ama sevince kalbin hızlı çarpar onu biliyorum? sen de bu oluyor mu? ayrıca bir fotoğraftan sevebiliyorsan salak olabilir misin acaba? salak insanları hiç sevmem."
"evet oluyor, senle konuşurken heyecanlanıyorum ve tartışıyor olsakta gülümsüyorum. ayrıca sinirli gibi dursan da iyi birisin bence. ve bu fotoğraftan değil konuşurken olan bir şey. nasıl oluyor bilmiyorum ama öyle."
"hm, iyi biri değilim ayrıca. baştaki neyse şu an ki de o. hoşlantı olayına saygı duyuyorum diye hemen farklı anlamlar edinme. siz erkekler çoğu zaman ne doğru anlayabiliyorsunuz ne de anlayabiliyorsunuz. ama buna rağmen kızlar sizi sevebiliyor. normalde pek insan sevemiyorum. ve hiçbir zaman o şekilde sevemeyeceğim sanırım. kitaplarda okuduğum kadarıyla kalacağım.-_-"
öyle böyle 2-3 ay geçti. o süreçte ben onu vazgeçirmek için elimden geleni yaparken yavaşça o söylediği şeyler bende de olmaya başladı. ilkte kendime inanamadım. ona da hiçbir şekilde çaktırmadım. eger kısa süreli bir şeyse üzülmesin diye. neyse o soruyor sen de bir şey var mı ben ise "yoo hâlâ aynı bir şey hissetmiyorum." diyorum.
o ise "bence bir şeyler hissediyorsun ama demekten mi utanıyorsun anlamadım. önceki halinle şu an ki hâllerin farklı."
"farklılığı inkar edecek değilim. normal bir insana benzediğin için asıl olduğum gibi davranıyorum. anormale dönüşürsen ilkten daha berbat birini görürsün. bunu suistimal etmeye çalışma o yüzden."
bazen atışmalı, bazen arkadaş gibi konuşmalı, bazen suskun vs. devam ettik. yapımda çok yok hissettiğim şeyi belli etmemek ya da lafını getirmemek. o yüzden ona ne şekilde diyeceğimi bilemiyorum.
ben sevmek için sevdim, o haliyle sevdim. ve o hâli çok güzeldi. gerçekten akıllı ve karakter sahibiydi. gerisi hiç umrumda olmadı. çok ince düşünceli ve güzel seven biriydi. onun için çok şey yaptım o da yaptı. zaten sevgi bu. yapmazsan nasıl sevgi olabilir ki?
bu kadar uzun olmasının sebebi de kendisinin ilk ve sonum olması. en son beni ondan ayrılmak zorunda bıraktı. her şeye rağmen severek ayrıldım. ve her şeyin sevgi olmadığını ve sevginin yetmeyeceğini de anladım.
ben sevmeyi onda öğrendim. hiç bilmediğim bir duygunun içine düştüm. öyle emindim ki ve oyle güvenmiştim ki zirveden direkt yere çakıldım.
onu severken başkasını sevebilme ihtimalini hiç düşünmedim. ondan ayrıldıktan sonra da düşünmedim. her şeyim o, aklım yüreğim onunla o kadar dolu ki birini sığdırma ya da yer açma gibi bir düşüncem olmadı. ben onunla dolup taşmışken sonra gözümden taşırttı kendini ama hiç azalmıyordu. onunla 1.5 yıl onsuz 6.5 yıl. onsuz dediğime de bakmayın o hep benimleydi.
ben fazla gururlu biriyim ve bir davranışta ilk kez onda ödün verdim. benim onun için yaptığım en büyük şey oydu. öbür türlü öldür yapmam. o da zaten öldürdü ama ondan önce ben öldürdüm kendimi. öz saygım da yüksek çünkü.
çok karmaşık ve çok değişik şeyler döndü.
sonuç; imkansızlık.
ama imkanlı olmak garanti diye sevmedim ki. sevginin derinlerine düştüm ve çıkamıyorum sanki...
ben doğruca ona hislerden gittim. onu sevdikten sonra tam gördüm. çünkü görünce ya da görmeyince sevgi değişmiyor. normal baktığınızda onun dış görünüşüne göre ben daha güzel kalıyordum ama bu hiç umrumda olmadı. ve kalbimle gördüğüm insan hiçbir zaman bana kötü de gelmedi. o ben sevdiğim için güzeldi, ben ona anlamlar yükleyip sevmiş olduğum için.
sevgide asla baskın bir dış görünüş kriterim olmadı. yakışıklı veya çok yakışıklı olan erkekleri de dövdüm veya reddediyordum. kapaktan ibaret içi boşlar bana ne. gerçekten akıl ve düzgün karakterden etkileniyordum. ama bakınca -ayrildiktan sonra- neyini sevdiğimi anlamadım. yemin ediyorum bir cevap bulmaya çalıştım ama yok. zaten nasıl sevmeye başladığımı da anlamadım. o yüzden o tarz bir sevgi beni hep korkuturdu.
sevgiyi insanlardan kitaplardan öğrenmiştim ama bu hissedilişten çok güzel sevme olayıyla. ve seveceğim kişi ya en güzeline layık olmalı o yüzden baya güzel sevmeliydim diye düşünürdüm. ve o kişiyi gösterecek pusula gözüm veya aklım değil kalbimdi ben bunu biliyordum. o yüzden hissedene kadar kimseyi kabul etmedim.
bir faydası oldu mu hayır, ziyan edildi. pişman edildi, içine edildi vs. ama ben bu duyguyu iyi kötü tattım. sahtelikle, çıkarcılıkla vs. değil koşulsuz sevmeyle.
belki aptalca gelebilir veya çömezlik sayılabilir bilemiyorum ama güzeldi.
ve kaç yıl geçmesine rağmen ben o ilişki boyunca ilk ve son olarak buluştuğumuz o 2 saatin içindeyim. kafamın içinde görüntüler oynayınca o hislerde aynı şekilde yüreğimde oynuyormuş gibi. o kadar sevgi dedim ama sevgiden çok özlem vardı. ve ben temas sevmiyorum diye "eğer elimi tutmaya ya da başka türlü yaklaşmaya çalışırsan seni orada pataklarım." uyarısını en başta yapmıştım. o da "anlıyorum, dokunmak için değil sevmek için yanında olacağım sadece." demişti ama biz ayları devirirken o özlemle artık "sana sarılmak istiyorum. yemin ediyorum sadece bunu istiyorum. bunun nasıl bir şey olacağını bilmiyorum." vs. diyordu. kaç kere özlemden ağladık. ve hiç görüntülü konuşmadık. varsa fotoğraf veya anlık kısa videolar. ben ona fotoğraf ve ses kaydında da baya çektirmiştim. sevgisinden emin olana kadar ne ses attım ne de o gördüğü fotoğraf dışında.
şimdi ki insanlar çoğu zaman el ele, kol kola, yüz yüze vb. ama anın tadını çıkarmak yerine kavga gürültü ya da ayrılıyor vs. bana bu çok saçma geliyor. o kadar lüks ilişkilerde nasıl bu kadar vasatlık çıkarabilmeyi başarıyorlar?
onu kahkaha atarken görmek istiyordum, kokusunu merak ediyordum, benle tatlı tatlı uğraşırken o hoş sesinin bakışlarıyla süslendiği zamanları görmek istiyordum.
gözlerine yakından bakmak istiyordum vs. o da ben de bazen zor zamanlar atlattık ve onu uzaktan teselli etmek o kadar zor ki.
onun bana sarıldığı 3-4 saniye, üstüme sinen kokusu. ve ben o gözlere bakamadım doya doya. yemin ediyorum çok utanç vericiydi. kendisi de bunu fark edip "benden çok yere bakıyorsun." deyince ben "yoo gayet sana bakıyorum." deyince seslice gülmüş ve üstüme gelmemişti. sonra "anlıyorum beni özlemedin ama ben seni özledim. yere değil bana bak biraz." dedi güleç ve o uğraşma haliyle. bir de ben yere bakmama rağmen elim ayağım karıştığından birkaç kez düşme tehlikesi geçirip daha çok domatese bağlamıştım. birinde ayağım takıldı, ötekinde yürüyen merdivenden yüz üstü aşağı düşecektim. karşı karşıya geçerken arabayı da görmüyor gözüm "sakar olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin etmedim. ayrıca gerçekten bir kendini sakatlamadığın kaldı." deyip beni sinirlendirmeye çalıştı. çünkü utanç duygusundan çıkamadım ve rahat bir şekilde konuşamıyorum. anca sinirlenince bunların geride kalacağını bildiği için baya çabalamış (tabi eve gelince haberim oldu.) sonra ben de ona karşılık vermeye başladığımda "sonunda. süremiz bitmeden asra'mı gördüm."
bunlar dışında çok efendi ve çok düşünceliydi. onda beğenmediğim bir oyuncağı unutmayıp avm'deki oyuncakçıya geçirdi beni. ben ise anlamadim ne işimiz var burada. "niye buraya girdik?" deyince "güzel bir şey için. bekle şimdi bulurum." deyince o topu bulup geldi. tabi burada biraz sürtüşme yaşadık çünkü ben hediye sevmediğimi söylemiştim. ve sevdiğim olsa bile daha şu andan bana istediği gibi bir şeyler alıp veremez. yaklaşık 10 dk sürdü bu. hem ilk buluşma diye hem de nasıl aklında tutup bugünü daha anlamlı kıldı bilemiyorum ama üzmemek için kabul etmiştim. benimde ona hazırladığım şeyler vardı. sonralara doğru onları verdik aldık vs. bir baktım bana sınav kitapları getirmiş. "bir sen bir ben" diye bir yayıncılık var. "bunu görünce kesinlikle sana vermeliyim. hem çalışırken motive olursun." gibisinden bir şeyler deyip gülümsemişti.
baya kitap vardı. yarısını çantama koydum yarısını elimde taşırken benden poşeti almak istedi, ben de vermek istemedim. "ağır oldular verir misin?" diyor "hayır o kadar ağır olmadı, bırakır mısın?" diyorum. bunda kızıştık. avm'nin dışında bir girinti var oraya oturulabiliyor. en son "burada duralım." dedi. oturduk "niye inat ediyorsun?"
"sen daha uzun yoldan geldin zaten, taşıyacağın kadar taşımışsın. ne var şu an sadece ben taşısam?"
"bunlar benim için hiçbir şey. ağırlıklarını da hissetmedim ki. hem senin okul yolunda uzun. o yüzden bölüşsek iyi olur?"
"bana da ağır gelmiyor. gelirse ve yorulursam söylerim." dedim.
baya kızdı ve bozuldu. hiç bu kadar bozulacağını bilmiyordum. ne var yani kendi işimi kendim görmek istiyorsam...
"okula kadar bırakmama gerek yok o zaman. burada ayrılabiliriz." dedi.
ben de onu bozduğum için çok üzüldüm ve bu yüzden benle gelmek istemiyor sandım.
"tamam. görüşürüz, dikkatli git." dedim kısık ve bozuk bir sesle.
sonra yürümeye başladım. ama yüzüm üzgün, adımlarım yavaş ve biraz boynum bükükmüş. zaten gözlerim dolmuştu.
ben 6-7 adım attıktan sonra bir baktım söylenerek geliyor. "inatçı bir eşeksin. tam bir yıkık gibi yürüyorsun dayanamadım. ayrıca senle vakit geçirmek için o kadar çabalarken seni bırakma olayından bu kadar kolay vazgeçeceğimi mi sandın?" deyip elinden poşeti almasına izin verdim. ben ilkte sinir sonra şaşkınlık ve sevinç içindeyim. sesini duyunca ona doğru dönmüştüm ama tam bakmıyordum. dediğim gibi gözlerim dolmuştu. bir süre konuşmadım. en son ona biraz yandan bakış atarken "özür dilerim." dedim. "ben de özür dilerim, çok tepki verdim. aslında o kadar tepki vermemem lazımdı çünkü nasıl biri olduğunu biliyorum." deyince ona gülümseyerek baktım. içimden sen çok güzel bir adamsın. diye geçirirken "sonunda bize cenneti bahşetme lütfunda bulundu." deyince sesli güldüm. "böyle cümlelerin ben de pek etkisi olmuyor biliyorsun değil mi?"
"biliyorum ama en azından komik bulup gülüyorsun ve ben doymaya çalışıyorum tabi doyulursa." sonu kendine der gibiydi.
sonra beni okula bıraktı "şimdi tekrar sarılamıyoruz değil mi? dedi üzgünce.
"maalesef, burada çoğu yer kırmızı ve kuralları biliyorsun?" deyince "evet, çok kısa sürdü ama en azından yüz yüze gelebildik." dedi gülerken. birkaç kez daha ayarlama yapıp denk getirememiştik çünkü. ve gülüşü en azından bir imkansızı başardık der gibiydi.
"seni seviyorum ve kendine dikkat edip iyi bakıyorsun. bilmediğin soruları bana yolluyorsun inek öğrenci."
"ben de... seviyorum. sende kendine iyi bakıp dikkatli gidiyorsun. ve sorularımla bol bol rahatsız edeceğimden emin olabilirsin öküz öğretmen." deyince ikimizde sesli gülmüştük. "hadi sen git, ben gidemiyorum."
"tamam gideceğim. nereden bineceğini biliyorsun değil mi?"
"evet, hadi geç."
"tamam. görüşürüz."
"kesinlikle ve bir önce." biraz daha kalırsak ikimizden birinin çeşmeleri açılacak gibiydi. sonra ben geçtim ama bir süre sonra kuzenim beni arayıp dışarı çağırdı.
meğersem o daha gitmemiş ve ben yanından geçip gitmişim. eve gelince de "yanımdan geçip bana bakmadın, çok üzüldüm. orada o kadar durdun, şimdi bakarsın dedim ama yok." deyince gülmekle üzülmek arasında kalmıştım.
çünkü akıllımız yürürken sağıma soluma bakmadan dümdüz yürüdüğümü unutmuştu. ve ben o gitti sandım ne bileyim bekliyor...
buraya yazmamın sebebi biraz olsun sevgi(!) anlayışınızda bir farklılık oluşturmaktı. saçma sapan sevgiler karşılıklı olduğunda bile başlamamış veya bitmiş olabiliyor. şu an o yok ama bende var.
saçına dokunmadım, yüzüne dokunmadım çünkü benim doğrum buydu. uzakta büyürken tam sakallı hâlini görmüştüm. ilk kez bir elimle yüzünü avuçlayıp baş parmağımla yüzünü sevme hissi duymuştum. ama ben o kadar şey içinde bu hissi de bilemeyeceğim. bana artık ait değilken böyle düşünmek ayıp veya haram belki bilmiyorum.
çevresindeki insanlara, o hisleri yaşayacak kişiye bazen sinir bazen imrenme duyuyorum.
ne yaparsa yapsın bırakmışım sadece içten içe kendimi çürütüyorum. o fotoğrafını görünce "çok yakışmış." demiştim ama o benim sevdiğim gibi kalamadı. yaşayan bir beden içinde öldürülen bir ruhu sevmişim sanki. o kadar fark vardı...
allah gönlüne göre versin. o kadar kahrettin ama zerre kötülüğünü isteyemiyorum. en azından o kadar halt yemişken beni mahvetmişken buna değecek bir mutluluk yaşa istemiştim.
sana ihanet etmeme değdi bak şimdi daha mutluyum de! ama sakın mutsuz olma!
bana değen gözlerin, sarıldığın kollar şimdi kime ait bilmiyorum. tek bildiğim bana ait olmadığı...
umarım seni hak edeni gerçekten bulursun. "beni hak eden tek kız m." dediğinde nasıl öldürdüğünü bilmiyorsun. o lafı deme amacını sonradan söyledin ama bir faydası olmadı. kafamda o cümlen kaç kez senin sesinden döndü anlatamam. "sen hak etmiyormuşsun. sen neyi hak etmiş olabilirsin ki? sen böyle bir sonu mu hak ettin? ben hak etmemiş olmak için ne yapmış olabilirim beni mi ihanet ettim ben mi birkaç kez büyük yalanlar salladım?.."
başkasını sevdiğini söyleyemeyen heriflerden nefret ediyorum. sevilmek istediğiniz gibi sevme olayında boynuzlanmak istediğinizi hiç düşünmemiştim. insanın kendini basit ve kirletilmiş bir sevgiye layık görebileceğini 14'ümde de 16'ımda da hatta belki şu ana dek düşünemiyorum. düşünülmekte zorlanıyorum. neyse.
umarım herkes gerçekten hak ettiği gibi birine denk gelir...
beni pas geçin.
devamını gör...