normal sözlük yazarlarının hissettikleri
artık çaresiz hissetmiyorum, ellerim ayaklarım bağlı değiller. şairin şiirinde bahsettiği prangalardan kurtuldum, artık şiir bile dinlemez oldum. ne güzeldi ama dimi , bir sigara yakardım heykelden aşağı tıngır mıngır aylak aylak yuvarlanırdım. ayaklarım mısralara yetişemez koşardı, düşerdim dizlerim kanardı. hissettiğimin farkına varırdım, mutlu olurdum.
hiç aklıma gelmezdi, ellerimden tutacağın düştüğümde beni kaldıracağın. ağlardım , bir tek sokak lambaları şahidim olurdu. ne değişti ,devran mı döndü? bilemiyorum.. gerçekten bilemiyorum.
heralde
hiç aklıma gelmezdi, ellerimden tutacağın düştüğümde beni kaldıracağın. ağlardım , bir tek sokak lambaları şahidim olurdu. ne değişti ,devran mı döndü? bilemiyorum.. gerçekten bilemiyorum.
heralde
devamını gör...
yazarların yakın gelecekteki hayali
evli, mutlu ,çocuklu.
(bkz: demet akalın'la aynı hayalleri kurmak)
(bkz: demet akalın'la aynı hayalleri kurmak)
devamını gör...
yazarların uğruna kurşun atıp kurşun yiyeceği lezzetler
zeytinyağlı sarma, tercihen bol ekşili.
devamını gör...
sözlük meriçleri ile kezbanlarını evlendirelim kampanyası
o zaman ermollettinin karşısına hemen birini bulmalıyız. bir güruhla bu kadar uğraşıyorsa bir şey vardır çünkü*.
devamını gör...
uyunan en ilginç yer
küçükken cami avlusunda oynuyorduk, yorulmuşum musalla taşının üstüne çıkıp uyuya kalmışım, saolsun beni çok seven abilerim bu anın fotoğrafını çekmeyi ihmal etmemişler. halâ bakıp dalga geçerler. abi kaderdir...
devamını gör...
namaz kılarken sağa sola bakan kişi
ya çocuktur ya yaşlı... ya da aklı evveldir.
rahmetli anneannem, namaz kılardı. çocuktum ama incelerdim oturduğu yerden kılıyordu yaşlandığı için. gözü halının üstündeki çere çöpe neyse artık ona takılırdı. eliyle hepsini toplar bir kenara koyar sonra namaza devam ederdi. işte beyin idrak edemiyor bazen. zaten adını ilk defa duyduğumuz beyin romatizmasından da kaybettik. meğer hastalığı taa o zamanlar varmış.
rahmetli anneannem, namaz kılardı. çocuktum ama incelerdim oturduğu yerden kılıyordu yaşlandığı için. gözü halının üstündeki çere çöpe neyse artık ona takılırdı. eliyle hepsini toplar bir kenara koyar sonra namaza devam ederdi. işte beyin idrak edemiyor bazen. zaten adını ilk defa duyduğumuz beyin romatizmasından da kaybettik. meğer hastalığı taa o zamanlar varmış.
devamını gör...
klasik müziği sevdirecek eserler
erik satie ve andre rieu yazmaya gelmiştim ama yazılmış, ben de bir japon piyanist ile meclise katkı sunayım dedim, buyrun efenim yuhki kuramoto:
devamını gör...
kadın ve erkeğin arkadaş olması
çok doğal bir şeydir. en yakın arkadaşım diyebileceğim kişilerin yarısı erkek ve hiç sorun yaşamadık yıllardır. kişiler kendini bilirse çok da güzel olunur.
devamını gör...
teşekkür etmek
sıklıkla kullandığım kelime.
devamını gör...
2021 bit artık
devamını gör...
sonra yapılacak tek şey var
ikinci dünya savaşı sonrası alman edebiyatını şekillendiren gruppe 47*'in temellerini de oluşturan trümmerliteratur veya başka bir deyişle yıkım edebiyatı'nın önemli temsilcilerinden alman şair wolfgang borchert'in yaşamı boyunca ardında yürüdüğü düşünceleri en belirgin biçimde aktardığı savaş karşıtı şiir. orijinal ismi dann gibt es nur eins olan şiir, yazarın das gesamtwerk isimli eserinin - ki eser dilimize ama fareler uyurlar geceleyin olarak çevrilmiştir- 318. sayfasında yer almaktadır. borchert savaş boyunca nazi karşıtı duruşunu ölüm riskine rağmen korumayı başarmış ve bu süreç onu nürnberg'de yargılanmaya ve az kalsın ölüm cezasına çarptırılmaya kadar götürse bile eserlerinde de sık sık nazi zulmüne ve savaşa karşı tepki göstermiştir ki gençlik zamanlarında isteği doğrultusunda, zorla alınmış olduğu nazi gençlik kollarından tüm tehlikelerine rağmen ayrılmayı seçmiş ve bu yüzden de etiketlenmiştir. daha sonra onu asılma tehlikesi ile yüz yüze bırakacak olan sürecin ilk düğümü de o zamanlar atılır. bütün bu olanlara rağmen borchert taraf değildir, ne nazilerin ne diğerlerinin. o ölümden yana olan her şeyden tiksinti duymuştur ki bundan ötürü sonra yapılacak tek şey var şiiri ise yalnızca nazi karşıtı bir duruş değil savaş karşıtı bir duruş da sergiler. rahman haydar çevirisi ile:
sen. makine başındaki adam ve atölyedeki. sana yarın su boruları ve vanalar yerine
çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var:
hayır de!...
sen. tezgahı ardındaki kız ve bürodaki kız. sana yarın bomba doldurmanı ve keskin
nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. fabrika sahibi. sana yarın pudra ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. laboratuardaki araştırmacı. sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat
etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. odasındaki ozan. sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. hastası başındaki doktor. sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. kürsüdeki din adamı. sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. vapurdaki kaptan. sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. havaalanındaki pilot. sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. dikiş masası başındaki terzi. sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. cübbesi içindeki yargıç. sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. istasyondaki adam. sana yarın cephane treni ve kıt'a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. kentin varoşlarındaki adam. sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. normandiya'daki ana ve ukranya'daki, sen frisko ve londra'daki ana. sen hoangho ve missisippi' deki
ve hamburg ve kore ve oslo'daki ana., bütün toprak parçaları üzerindeki analar, dünyadaki analar, sizden
yarın yeni kırgınlar için hemşireler ve çocuklar doğurmanızı isterlerse, dünyadaki analar, yapacağınız bir tek şey var:
hayır deyin!... analar, hayır deyin!...
çünkü eğer hayır demezseniz, eğer hayır demezseniz analar, sonra, sonra:
gürültülü vapur dumanlarıyla yüklü liman kentlerinde büyük gemiler inildiye inildiye sessizleşecek, dev mamut
kadavraları gibi su üstünde ölgün ve hantal, su yosunu, deniz bitkileri ve midye kabuklarıyla kaplı, önceleri
öyle ipildeyip çınlayan gövdesi mezarlık ve çürümüş balık kokusuyla yüklü, yıpranmış, hasta ve ölü gövdesi
rıhtım duvarlarına karşı, ölü ve yalnız rıhtım duvarlarına karşı yalpalanacak.
tramvaylar beyinsiz, ışıltısız, cam gözlü kafesler gibi yamru yumru olacak. çürümüş hangarların arkasında, büyük
çukurlar açılmış yitik caddelerde raylar öylece duracak.
çamur grisi, pelteleşmiş, kurşuni bir sessizlik dönenecek ortalığı, her şeyi unutarak, büyüyecek okullarda ve üniversitelerde
ve tiyatro salonlarında büyüyecek, stadyumlarda ve çocuk parklarında, korkunç ve hırslı kesintisiz bir sessizlik büyüyecek.
güneşli taze bağlar yıkık yamaçlarda çürüyecek, kuraklaşan toprakta kuruyacak, pirinç ve patates ekilmeyen tarlalarda
donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecek gökyüzüne.
enstitülerde büyük doktorların dahi buluşları asitlenecek, çürüyüp, mantarsı küfle kaplanacak.
mutfaklarda, hücre odalarda ve kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda son torba un, son kase çilek, kabak
ve diğerleri bozulup gidecek, ekmek ters çevrilmiş masaların altında, parça parça olmuş tabakların üstünde yemyeşil kesilecek,
ortalığa yayılan yağ arap sabunu gibi kokacak, tarlalarda buğday paslanmış karasabanların yanına düşüp kalacak, yok edilmiş
bir ordu gibi ve tüten tuğla bacalar, demirci ocakları ve yıkık fabrika bacaları sonsuz çimle kaplanarak ufalanacak, ufalanacak,
ufalanacak.
sonra son insan dökülüp parçalanmış barsaklarıyla ve kirlenmiş ciğerleriyle zehir gibi kızaran güneşin altında yalnız ve yanıtsız
ve yalpalayan yıldızların altında bir yanılgı gibi ordan oraya dolaşacak, o kocaman beton yığınları, tenha kentlerin soğuk putları
ve gözden kaçması olanaksız toplu mezarlar arasında yalnız, son insan, kupkuru, delirmiş, allaha küfrederek, yakınarak o korkunç
soruyu soracak : neden? bu ses bozkır derinliğinde yiterek duyulmaz bir hale gelecek, yıkıntılar üzerinde esecek, çatlaklar
arasından akacak, bu ses, ibadethane enkazları içinde ve sığınaklara çarparak şaklayacak, kan birikintileri üzerine düşecek,
duyulmayacak, yanıtlanmayacak, son insan-hayvanın son hayvanca bağırışı.
tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz.
hayır demezseniz!...
meraklısı için orijinal dilinde:
dann gibt es nur eins!
du. mann an der maschine und mann in der werkstatt. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keine wasserrohre und keine kochtöpfe mehr machen - sondern stahlhelme und maschinengewehre. dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mädchen hinterm ladentisch und mädchen im büro. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst granaten füllen und zielfernrohre für scharfschützengewehre montieren, dann gibt es nur eins:
sag neın! du. besitzer der fabrik. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst
statt puder und kakao schießpulver verkaufen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. forscher im laboratorium. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst einen neuen tod erfinden gegen das alte leben, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. dichter in deiner stube. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keine liebeslieder, du sollst haßlieder singen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. arzt am krankenbett. wenn sie dir morgen befehlen, du
sollst die männer kriegstauglich schreiben, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. pfarrer auf der kanzel. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst den mord segnen und den krieg heilig sprechen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. kapitän auf dem dampfer. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keinen weizen mehr fahren - sondern kanonen und panzer, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. pilot auf dem flugfeld. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst bomben und phosphor über die städte tragen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. schneider auf deinem brett. wenn sie dir morgen befehlen,
du sollst uniformen zuschneiden, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. richter im talar. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst zum kriegsgericht gehen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mann auf dem bahnhof. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst das signal zur abfahrt geben für den munitionszug und für den truppentransport, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mann auf dem dorf und mann in der stadt. wenn sie morgen kommen und dir den gestellungsbefehl bringen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mutter in der normandie und mutter in der ukraine, du, mutter in frisko und london, du, am hoangho und am mississippi, du, mutter in neapel und hamburg und kairo und oslo - mütter in allen erdteilen, mütter in der welt, wenn sie morgen befehlen, ihr sollt kinder gebären, krankenschwestern für kriegslazarette und neue soldaten für neue schlachten, mütter in der welt, dann gibt es nur eins:
sagt neın! mütter, sagt neın!
denn wenn ihr nicht neın sagt, wenn ıhr nicht nein sagt, mütter, dann:
dann:
ın den lärmenden dampfdunstigen hafenstädten werden die großen schiffe stöhnend verstummen und wie titanische mammutkadaver wasserleichig träge gegen die toten vereinsamten kaimauern schwanken, algen-, tang- und muschelüberwest den früher so schimmernden dröhnenden leib, friedhöflich fischfaulig duftend, mürbe, siech, gestorben -
die straßenbahnen werden wie sinnlose glanzlose glasäugige käfige blöde verbeult und abgeblättert neben den verwirrten stahlskeletten der drähte und gleise liegen, hinter morschen dachdurchlöcherten schuppen, in verlorenen kraterzerrissenen straßen -
eine schlammgraue dickbreiige bleierne stille wird sich heranwälzen, gefräßig, wachsend, wird anwachsen in den schulen und universitäten und schauspielhäusern, auf sport- und kinderspielplätzen, grausig und gierig, unaufhaltsam - der sonnige saftige wein wird an den verfallenen hängen verfaulen, der reis wird in der verdorrten erde vertrocknen, die kartoffel wird auf den brachliegenden äckern erfrieren und die kühe werden ihre totsteifen beine wie umgekippte melkschemel in den himmel strecken -
in den ınstituten werden die genialen erfindungen der großen ärzte sauer werden, verrotten, pilzig verschimmeln -
in den küchen, kammern und kellern, in den kühlhäusern und speichern werden die letzten säcke mehl, die letzten gläser erdbeeren, kürbis und kirschsaft verkommen - das brot unter den umgestürzten tischen und auf zersplitterten tellern wird grün werden und die ausgelaufene butter wird stinken wie schmierseife, das korn auf den feldern wird neben verrosteten pflügen hingesunken sein wie ein erschlagenes heer und die qualmenden ziegelschornsteine, die essen und die schlote der stampfenden fabriken werden, vom ewigen gras zugedeckt, zerbröckeln — zerbröckeln — zerbröckeln —
dann wird der letzte mensch, mit zerfetzten gedärmen und verpesteter lunge, antwortlos und einsam unter der giftig glühenden sonne und unter wankenden gestirnen umherirren, einsam zwischen den unübersehbaren massengräbern und den kalten götzen der gigantischen betonklotzigen verödeten städte, der letzte mensch, dürr, wahnsinnig, lästernd, klagend - und seine furchtbare klage: warum? wird ungehört in der steppe verrinnen, durch die geborstenen ruinen wehen, versickern im schutt der kirchen, gegen hochbunker klatschen, in blutlachen fallen, ungehört, antwortlos, letzter tierschrei des letzten tieres mensch – all dieses wird eintreffen, morgen, morgen vielleicht, vielleicht heute nacht schon, vielleicht heute nacht, wenn – wenn – wenn ihr nicht neın sagt.
sen. makine başındaki adam ve atölyedeki. sana yarın su boruları ve vanalar yerine
çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var:
hayır de!...
sen. tezgahı ardındaki kız ve bürodaki kız. sana yarın bomba doldurmanı ve keskin
nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. fabrika sahibi. sana yarın pudra ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. laboratuardaki araştırmacı. sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat
etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. odasındaki ozan. sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. hastası başındaki doktor. sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. kürsüdeki din adamı. sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. vapurdaki kaptan. sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. havaalanındaki pilot. sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. dikiş masası başındaki terzi. sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. cübbesi içindeki yargıç. sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. istasyondaki adam. sana yarın cephane treni ve kıt'a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. kentin varoşlarındaki adam. sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...
sen. normandiya'daki ana ve ukranya'daki, sen frisko ve londra'daki ana. sen hoangho ve missisippi' deki
ve hamburg ve kore ve oslo'daki ana., bütün toprak parçaları üzerindeki analar, dünyadaki analar, sizden
yarın yeni kırgınlar için hemşireler ve çocuklar doğurmanızı isterlerse, dünyadaki analar, yapacağınız bir tek şey var:
hayır deyin!... analar, hayır deyin!...
çünkü eğer hayır demezseniz, eğer hayır demezseniz analar, sonra, sonra:
gürültülü vapur dumanlarıyla yüklü liman kentlerinde büyük gemiler inildiye inildiye sessizleşecek, dev mamut
kadavraları gibi su üstünde ölgün ve hantal, su yosunu, deniz bitkileri ve midye kabuklarıyla kaplı, önceleri
öyle ipildeyip çınlayan gövdesi mezarlık ve çürümüş balık kokusuyla yüklü, yıpranmış, hasta ve ölü gövdesi
rıhtım duvarlarına karşı, ölü ve yalnız rıhtım duvarlarına karşı yalpalanacak.
tramvaylar beyinsiz, ışıltısız, cam gözlü kafesler gibi yamru yumru olacak. çürümüş hangarların arkasında, büyük
çukurlar açılmış yitik caddelerde raylar öylece duracak.
çamur grisi, pelteleşmiş, kurşuni bir sessizlik dönenecek ortalığı, her şeyi unutarak, büyüyecek okullarda ve üniversitelerde
ve tiyatro salonlarında büyüyecek, stadyumlarda ve çocuk parklarında, korkunç ve hırslı kesintisiz bir sessizlik büyüyecek.
güneşli taze bağlar yıkık yamaçlarda çürüyecek, kuraklaşan toprakta kuruyacak, pirinç ve patates ekilmeyen tarlalarda
donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecek gökyüzüne.
enstitülerde büyük doktorların dahi buluşları asitlenecek, çürüyüp, mantarsı küfle kaplanacak.
mutfaklarda, hücre odalarda ve kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda son torba un, son kase çilek, kabak
ve diğerleri bozulup gidecek, ekmek ters çevrilmiş masaların altında, parça parça olmuş tabakların üstünde yemyeşil kesilecek,
ortalığa yayılan yağ arap sabunu gibi kokacak, tarlalarda buğday paslanmış karasabanların yanına düşüp kalacak, yok edilmiş
bir ordu gibi ve tüten tuğla bacalar, demirci ocakları ve yıkık fabrika bacaları sonsuz çimle kaplanarak ufalanacak, ufalanacak,
ufalanacak.
sonra son insan dökülüp parçalanmış barsaklarıyla ve kirlenmiş ciğerleriyle zehir gibi kızaran güneşin altında yalnız ve yanıtsız
ve yalpalayan yıldızların altında bir yanılgı gibi ordan oraya dolaşacak, o kocaman beton yığınları, tenha kentlerin soğuk putları
ve gözden kaçması olanaksız toplu mezarlar arasında yalnız, son insan, kupkuru, delirmiş, allaha küfrederek, yakınarak o korkunç
soruyu soracak : neden? bu ses bozkır derinliğinde yiterek duyulmaz bir hale gelecek, yıkıntılar üzerinde esecek, çatlaklar
arasından akacak, bu ses, ibadethane enkazları içinde ve sığınaklara çarparak şaklayacak, kan birikintileri üzerine düşecek,
duyulmayacak, yanıtlanmayacak, son insan-hayvanın son hayvanca bağırışı.
tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz.
hayır demezseniz!...
meraklısı için orijinal dilinde:
dann gibt es nur eins!
du. mann an der maschine und mann in der werkstatt. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keine wasserrohre und keine kochtöpfe mehr machen - sondern stahlhelme und maschinengewehre. dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mädchen hinterm ladentisch und mädchen im büro. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst granaten füllen und zielfernrohre für scharfschützengewehre montieren, dann gibt es nur eins:
sag neın! du. besitzer der fabrik. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst
statt puder und kakao schießpulver verkaufen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. forscher im laboratorium. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst einen neuen tod erfinden gegen das alte leben, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. dichter in deiner stube. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keine liebeslieder, du sollst haßlieder singen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. arzt am krankenbett. wenn sie dir morgen befehlen, du
sollst die männer kriegstauglich schreiben, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. pfarrer auf der kanzel. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst den mord segnen und den krieg heilig sprechen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. kapitän auf dem dampfer. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keinen weizen mehr fahren - sondern kanonen und panzer, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. pilot auf dem flugfeld. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst bomben und phosphor über die städte tragen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. schneider auf deinem brett. wenn sie dir morgen befehlen,
du sollst uniformen zuschneiden, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. richter im talar. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst zum kriegsgericht gehen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mann auf dem bahnhof. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst das signal zur abfahrt geben für den munitionszug und für den truppentransport, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mann auf dem dorf und mann in der stadt. wenn sie morgen kommen und dir den gestellungsbefehl bringen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mutter in der normandie und mutter in der ukraine, du, mutter in frisko und london, du, am hoangho und am mississippi, du, mutter in neapel und hamburg und kairo und oslo - mütter in allen erdteilen, mütter in der welt, wenn sie morgen befehlen, ihr sollt kinder gebären, krankenschwestern für kriegslazarette und neue soldaten für neue schlachten, mütter in der welt, dann gibt es nur eins:
sagt neın! mütter, sagt neın!
denn wenn ihr nicht neın sagt, wenn ıhr nicht nein sagt, mütter, dann:
dann:
ın den lärmenden dampfdunstigen hafenstädten werden die großen schiffe stöhnend verstummen und wie titanische mammutkadaver wasserleichig träge gegen die toten vereinsamten kaimauern schwanken, algen-, tang- und muschelüberwest den früher so schimmernden dröhnenden leib, friedhöflich fischfaulig duftend, mürbe, siech, gestorben -
die straßenbahnen werden wie sinnlose glanzlose glasäugige käfige blöde verbeult und abgeblättert neben den verwirrten stahlskeletten der drähte und gleise liegen, hinter morschen dachdurchlöcherten schuppen, in verlorenen kraterzerrissenen straßen -
eine schlammgraue dickbreiige bleierne stille wird sich heranwälzen, gefräßig, wachsend, wird anwachsen in den schulen und universitäten und schauspielhäusern, auf sport- und kinderspielplätzen, grausig und gierig, unaufhaltsam - der sonnige saftige wein wird an den verfallenen hängen verfaulen, der reis wird in der verdorrten erde vertrocknen, die kartoffel wird auf den brachliegenden äckern erfrieren und die kühe werden ihre totsteifen beine wie umgekippte melkschemel in den himmel strecken -
in den ınstituten werden die genialen erfindungen der großen ärzte sauer werden, verrotten, pilzig verschimmeln -
in den küchen, kammern und kellern, in den kühlhäusern und speichern werden die letzten säcke mehl, die letzten gläser erdbeeren, kürbis und kirschsaft verkommen - das brot unter den umgestürzten tischen und auf zersplitterten tellern wird grün werden und die ausgelaufene butter wird stinken wie schmierseife, das korn auf den feldern wird neben verrosteten pflügen hingesunken sein wie ein erschlagenes heer und die qualmenden ziegelschornsteine, die essen und die schlote der stampfenden fabriken werden, vom ewigen gras zugedeckt, zerbröckeln — zerbröckeln — zerbröckeln —
dann wird der letzte mensch, mit zerfetzten gedärmen und verpesteter lunge, antwortlos und einsam unter der giftig glühenden sonne und unter wankenden gestirnen umherirren, einsam zwischen den unübersehbaren massengräbern und den kalten götzen der gigantischen betonklotzigen verödeten städte, der letzte mensch, dürr, wahnsinnig, lästernd, klagend - und seine furchtbare klage: warum? wird ungehört in der steppe verrinnen, durch die geborstenen ruinen wehen, versickern im schutt der kirchen, gegen hochbunker klatschen, in blutlachen fallen, ungehört, antwortlos, letzter tierschrei des letzten tieres mensch – all dieses wird eintreffen, morgen, morgen vielleicht, vielleicht heute nacht schon, vielleicht heute nacht, wenn – wenn – wenn ihr nicht neın sagt.
devamını gör...
tutuklu
sezen aksu'nun "adı bende saklı albümü çıktığında yıllar 1998'i gösteriyordu.
ve başında kavak yelleri esen her türk genci gibi benim de bir flörtüm vardı *. daha cep telefonu yaygınlaşmamış ev telefonlarından haberleşiyoruz , bildiniz mi? o kadar eski bir zaman...
o zamanlar kadıköy halk eğitim merkezi'nde klasik gitar eğitimi alıyorum. kursta tanıştığım dünya tatlısı, benden bir iki yaş küçük, güzel kız arkadaşımla * kurs bitince kadıköy 'de, pasajlarında geziyoruz...
onunla da o pasajlardan birisinde tanışıyoruz, tesadüfen. her zamanki gibi hiç tipim olmayan, sarışın, mavi gözlü, yakışıklı bir çocuk...
bense mahlasımdan da anlaşılacağı üzere küçük boyutlarda ve bence dikkat çekmeyen bir insanım.
sırtımda neredeyse benim kadar olan, zor bela taşıdığım gitardan sebep dikkatini çektiğime yemin edebilirim ama kanıtlayamam. bizi gitarlarla görünce yanımıza geliyor. "kızlar" diyor, "bizim bir grubumuz var, solist arıyoruz, aranızda sesi güzel olan var mı?" diye soruyor.
çok dikkate almıyorum. sadece "okulda korodaydım" diyorum. "yarın stüdyoya gidelim" diyor. korkuyorum çünkü ben hep çekingen, korkak birisi oldum. kız arkadaşıma bakıyorum beraber gider miyiz diye? emin değiliz. sessiz kalıyoruz.
ama sevgili kişisi daha o andan bazı şeyleri kafaya koymuş olacak ki biz ondan kurtulamıyoruz.
şu an anımsamadığım bir şekilde sonraki günlerde hiç üstüme alınmasam da onunla buluşup çay içiyoruz, sadece ikimiz ama ben hala aslında onun benim arkadaşımdan hoşlandığını, ona ulaşmak için benimle iyi arkadaş olma çabasında olduğunu düşünüyorum.
değilmiş efendim o gün söylüyor bunu bana, "daha nasıl belli edebilirdim" diyor.
ve ben bilmiyorum bir insan daha nasıl belli eder birisinden hoşlandığını...
biz sevgili oluyoruz sonra, sonra gel zaman git zaman 14 şubat yaklaşıyor. sevgililerin korkulu rüyası, hediyeyi alırsın önceden, sonra olmaz ya ayrılırsın, atsan atamazsın saklasan canın yanar saçma sapan işler. bizde de tam böyle oldu, tam ayrılmadık ama bi soğuduk birbirimizden. ben asıl hediye ile beraber bu cd'yi almıştım ona. bir süre bende kaldı. sonra biz bir gün barıştık, o zaman verdim hediyelerini... alırken çok anlamlı gelen hediyeler verirken aslında pek de anlamlı gelmemişti bana çünkü ben onda "tutuklu" kalmamıştım hiç... belki üzülmüştüm ama geri gelmesi için dualar falan etmemiştim. günler geceler boyunca onu düşünmemiştim, düşlememiştim.
sonra sonra insan gerçekten birisini canından bile çok sevince tutuklu kalmak ne demek anlıyor.
o aşka tutulmadan bilmiyor insan, kendini bilmeden oradan oraya savrulmak ne demek...
velhasılıkelam tutuklu şarkısı aşk acısını çok çok iyi anlatan müthiş bir şarkıdır. çaresiz ve imkansız iç içe geçmiştir bu şarkıda. insan bilmiyor o derde düşmeden canı ne kadar yanabilir. daha ne kadar umut edebilir ya da ne kadar kırılabilir.
kimse avutamaz artık sizi, ölseniz bile olur o yoksa artık. zaman geçer gider ama siz hep onda kalırsınız.
canı yanmadan dinleyebilenlere selam olsun.
unutmadan; o stüdyoya hiç gidilmedi, hiç beraber şarkı söylenmedi, sadece çocukça bir şey yaşandı ve bitti...
ne senden öncesi
ne senden sonrası
ayrılık aman
ölümden yaman
geçmiyor zaman geçmiyor
ne anam, babam
ne hoş hatıram
yetmiyor canım yetmiyor
ben sende tutuklu kaldım
kendi hayatımdan çaldım
yedi cihan dolandım
bana mısın demiyor
sakladım gözlerimi
sustum hep sözlerimi
yandım yar közlerimi
savur savur bitmiyor
ve başında kavak yelleri esen her türk genci gibi benim de bir flörtüm vardı *. daha cep telefonu yaygınlaşmamış ev telefonlarından haberleşiyoruz , bildiniz mi? o kadar eski bir zaman...
o zamanlar kadıköy halk eğitim merkezi'nde klasik gitar eğitimi alıyorum. kursta tanıştığım dünya tatlısı, benden bir iki yaş küçük, güzel kız arkadaşımla * kurs bitince kadıköy 'de, pasajlarında geziyoruz...
onunla da o pasajlardan birisinde tanışıyoruz, tesadüfen. her zamanki gibi hiç tipim olmayan, sarışın, mavi gözlü, yakışıklı bir çocuk...
bense mahlasımdan da anlaşılacağı üzere küçük boyutlarda ve bence dikkat çekmeyen bir insanım.
sırtımda neredeyse benim kadar olan, zor bela taşıdığım gitardan sebep dikkatini çektiğime yemin edebilirim ama kanıtlayamam. bizi gitarlarla görünce yanımıza geliyor. "kızlar" diyor, "bizim bir grubumuz var, solist arıyoruz, aranızda sesi güzel olan var mı?" diye soruyor.
çok dikkate almıyorum. sadece "okulda korodaydım" diyorum. "yarın stüdyoya gidelim" diyor. korkuyorum çünkü ben hep çekingen, korkak birisi oldum. kız arkadaşıma bakıyorum beraber gider miyiz diye? emin değiliz. sessiz kalıyoruz.
ama sevgili kişisi daha o andan bazı şeyleri kafaya koymuş olacak ki biz ondan kurtulamıyoruz.
şu an anımsamadığım bir şekilde sonraki günlerde hiç üstüme alınmasam da onunla buluşup çay içiyoruz, sadece ikimiz ama ben hala aslında onun benim arkadaşımdan hoşlandığını, ona ulaşmak için benimle iyi arkadaş olma çabasında olduğunu düşünüyorum.
değilmiş efendim o gün söylüyor bunu bana, "daha nasıl belli edebilirdim" diyor.
ve ben bilmiyorum bir insan daha nasıl belli eder birisinden hoşlandığını...
biz sevgili oluyoruz sonra, sonra gel zaman git zaman 14 şubat yaklaşıyor. sevgililerin korkulu rüyası, hediyeyi alırsın önceden, sonra olmaz ya ayrılırsın, atsan atamazsın saklasan canın yanar saçma sapan işler. bizde de tam böyle oldu, tam ayrılmadık ama bi soğuduk birbirimizden. ben asıl hediye ile beraber bu cd'yi almıştım ona. bir süre bende kaldı. sonra biz bir gün barıştık, o zaman verdim hediyelerini... alırken çok anlamlı gelen hediyeler verirken aslında pek de anlamlı gelmemişti bana çünkü ben onda "tutuklu" kalmamıştım hiç... belki üzülmüştüm ama geri gelmesi için dualar falan etmemiştim. günler geceler boyunca onu düşünmemiştim, düşlememiştim.
sonra sonra insan gerçekten birisini canından bile çok sevince tutuklu kalmak ne demek anlıyor.
o aşka tutulmadan bilmiyor insan, kendini bilmeden oradan oraya savrulmak ne demek...
velhasılıkelam tutuklu şarkısı aşk acısını çok çok iyi anlatan müthiş bir şarkıdır. çaresiz ve imkansız iç içe geçmiştir bu şarkıda. insan bilmiyor o derde düşmeden canı ne kadar yanabilir. daha ne kadar umut edebilir ya da ne kadar kırılabilir.
kimse avutamaz artık sizi, ölseniz bile olur o yoksa artık. zaman geçer gider ama siz hep onda kalırsınız.
canı yanmadan dinleyebilenlere selam olsun.
unutmadan; o stüdyoya hiç gidilmedi, hiç beraber şarkı söylenmedi, sadece çocukça bir şey yaşandı ve bitti...
ne senden öncesi
ne senden sonrası
ayrılık aman
ölümden yaman
geçmiyor zaman geçmiyor
ne anam, babam
ne hoş hatıram
yetmiyor canım yetmiyor
ben sende tutuklu kaldım
kendi hayatımdan çaldım
yedi cihan dolandım
bana mısın demiyor
sakladım gözlerimi
sustum hep sözlerimi
yandım yar közlerimi
savur savur bitmiyor
devamını gör...
yazarların kendinde en nefret ettiği özellik
kendim icin bisey yapmayi istemeyi olmamasi gereken bisey olarak gormek. ayipmis gibi sucmus gibi normal degilmis gibi.. baskalarina kosarken hep kendimi ertelemek.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının en yaşlı özelliği
durduk yere derin nefes alıp allah diyerek vermek
devamını gör...
dondurmada en iyi ikili
damla sakızı-karamel.
şimdi lütfen artık akşam üstümüze ceket alacak havaları geçip dondurma yerken serinleyeceğimiz akşamlara gidelim.
şimdi lütfen artık akşam üstümüze ceket alacak havaları geçip dondurma yerken serinleyeceğimiz akşamlara gidelim.
devamını gör...
sabah saat 4 ve 6 arası
uyandığım saatlerdir.çoğunluğun uykuda olduğu o sessizlik ve bölünmezlik içinde yapacağın tüm işlerden en çok verim alabileceğin zaman dilimidir.filtre kahvenin baş döndürücü kokusu ve tadı eşliğinde mükemmel çalışmalara imza atabileceğin,kitap okuyabileceğin,film izleyebileceğin veyahut sözlüğe yazı yazabileceğin eşsiz vakitlerdir.özetle kendine bir şeyler katmak için seçilebilecek en uygun zaman dilimidir.
devamını gör...
eşinin genital bölgesine demir çubuk sokarak öldüren adam
sözün bittiği yer. içeride şişlenmekten daha beter durumda olup ölüp kurtulmayı dilersin inşallah. umarım adalet düzgün işler yine dışarı salınmaz bu gibi insan olmayan mahluklar.
devamını gör...