yansıma
          fizikte; bir ışık kaynağından çıkan ışınların bir yüzeye çarparak doğrultu değiştirmesi olayıdır. etrafımızdaki cisimlerin çoğu  ışık kaynaklarından gelen ışınları yansıtırlar. bu cisimlerden düzgün ya da dağınık yansıyarak gözümüze ulaşan ışık ışınları sayesinde görebiliyoruz.
      
  devamını gör...
emekli olup sahil kasabasına yerleşmek
          emekli level'ini tamamlamış bulunduğum hayaldir. geriye sahil kasabası kısmı kaldı. en kısa zamanda istanbul'dan gitmek de nasip olur.
      
  devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
          cem karaca-ıslak ıslak.
      
  devamını gör...
çaylakların ne hadle yazarlara mesaj atması
          başlığı komik bulup tıkladım, tanımlar daha da keyiflendirdi.
      
  devamını gör...
15 haziran 2021 sgk'lı tüm çalışanlara aşı randevusu verilmesi
          mutlu eden bir gelişmedir. henüz bizim yaş grubumuza inmediği için bir süre daha aşı olamayacağımı düşünüyordum, o yüzden bu haberi duyunca 'yine bir şey olur bize sıra gelmez' diye düşünmüştüm. * ancak biraz önce e-nabızı kontrol ettim ve  gerçek olduğunu gözlerimle görmüş oldum. sistem biraz daha rahatladığında randevumu alacağım. hepimize iyi aşılar. *
 
      
   
      devamını gör...
normal sözlük’ün isminin acilen değiştirilmesi gerekliliği
          rengarenk kişiliklerimizin ve farklı farklı bakış açılarımızın olduğu; kavramların kişiden kişiye göre değiştiği bir dünyada burada yazıyoruz. çünkü bizi bu çeşitli düşüncelerin içindeki uyumumuzu yansıtan ismi benimsemiştik. ait hissetmiştik. 
bu yüzden ben de normal sözlük isminin değişmesi fikrindeyim. bu çeşitliliğin uyumunu yansıtan bir isim olmalı diye düşünüyorum. farklı kültür, yaşayış ve inanışlar var dünyada. bu kendine özgülük içerisinde her düşünceyi makul şekilde yansıtan ortak bir buluşma noktası olan sözlüğümüzde bence olması gereken budur.
  bu yüzden ben de normal sözlük isminin değişmesi fikrindeyim. bu çeşitliliğin uyumunu yansıtan bir isim olmalı diye düşünüyorum. farklı kültür, yaşayış ve inanışlar var dünyada. bu kendine özgülük içerisinde her düşünceyi makul şekilde yansıtan ortak bir buluşma noktası olan sözlüğümüzde bence olması gereken budur.
devamını gör...
eğlenmek için seks yapan kadın
          türk erkeğinin korkulu rüyası. halbuki bir kadın sadece üremek için seks yapmalıdır. onun dışında kalan zamanlarda kocişinin zevkine hizmet etmelidir, ancak kendisi asla ve asla bu işten zevk almamalıdır.
      
  devamını gör...
türkiye'de yaşamaktan nefret etme sebepleri
          bu coğrafyanın insanı. 
islamcısından sekülerine, osmanlıcısından atatürkçüsüne, türkünden kürtüne, ateistinden dincisine, alevisinden sünnisine kadar fark etmeksizin ortak bir protip.
önemli olan hangi görüşe sahip olduğu değildir.
kendi fikri dışındakine saygı göstermeye tenezzül etmez, inandığı ve savunduğu şeyi kendine neredeyse tanrı bellemiştir. eleştirilmez, sorgulanmaz ve kutsaldır.
linç kültürü yaygındır, demokrasiden ve insan haklarından bihaberdir. "oh olsun" kafasında yaşadığı için hak-hukuk gibi kavramlara uzaktır. onun gözünde cahil olmanız birkaç kelimenize bakar, işin gerçeği en akıllısı odur.
bu prototip değişmedikçe ne ülke değişir, ne sistem ne de düzen. nasılsanız öyle yönetilirsiniz, iğneyi de çuvaldızı da herkes kendine batırmalıdır.
  islamcısından sekülerine, osmanlıcısından atatürkçüsüne, türkünden kürtüne, ateistinden dincisine, alevisinden sünnisine kadar fark etmeksizin ortak bir protip.
önemli olan hangi görüşe sahip olduğu değildir.
kendi fikri dışındakine saygı göstermeye tenezzül etmez, inandığı ve savunduğu şeyi kendine neredeyse tanrı bellemiştir. eleştirilmez, sorgulanmaz ve kutsaldır.
linç kültürü yaygındır, demokrasiden ve insan haklarından bihaberdir. "oh olsun" kafasında yaşadığı için hak-hukuk gibi kavramlara uzaktır. onun gözünde cahil olmanız birkaç kelimenize bakar, işin gerçeği en akıllısı odur.
bu prototip değişmedikçe ne ülke değişir, ne sistem ne de düzen. nasılsanız öyle yönetilirsiniz, iğneyi de çuvaldızı da herkes kendine batırmalıdır.
devamını gör...
kutsal kase
          “paris, toprağın altından çıkardığı tuhaf şeye baktı… gülümsedi.
ismini troya savaşı’nın ünlü prensinden almıştı. komik olan ise, onu bugün buraya; bir antik kentin güneyinde yer alan bir roma tapınağının üzerine
inşa edilen, büyük kısmı yerle bir olmuş kiliseye getiren, ona ilham veren kişi, onun derslerine giren arkeoloji profesörü hector’du… burada aradığı şey ise,
ilyada’da söz edilen, kaybolan troyalı askerlerden bile daha ünlü bir mitti…kutsal kase.”
kayıp efsaneler serimizin ilk yazısında elbette kutsal kase var.
son zamanlarda herkes kutsal kase efsanesini az çok duymuş durumda. bunun nedenlerinden birisi, elbette ki sanat tarihçisi eşi sayesinde bizlere louvre’da koşma imkanı sunan dan brown ve ona ilham veren umberto eco ve onun sıra dışı kitabı foucault sarkacı.
kutsal kase, teoloji profesörleri tarafından oldukça tartışılan bir konu. kutsal kase’nin nerede olduğundan tutun, kutsal kase’nin ne olduğuna dair çok fazla görüş söz konusu. gelin hep birlikte, kutsal kase’nin herkes tarafından bilinen efsanesini önce dile getirelim, sonrasında ise ikonografik anlamından söz edelim.
kutsal kase, isa’nın son akşam yemeğinde kullandığı ve mucizevi güçler bahşettiğine inanılan bir kap. bu kabın, aslında bu kadar efsanevi olmasının kaynağının, sadece isa’nın son akşam yemeği olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. bu kadar efsane olmasının asıl nedeni aslında aramatyalı yusuf’un, isa çarmıha gerildikten sonra, isa’nın kanını bu kaseye akıtması…
isa’nın kanıyla sulanan bu kasenin tarihi, isa dirilip 40. günün sonunda göğe yükseldikten sonra tuhaf bir biçimde kaybolması ile başlıyor.
“kutsal kase, aslında başka bir kültürün getirisi olabilir mi?”
kelt mitolojisinde ölüleri dirilten taslar, kazanlar çokça görülür. bu şekilde, aklımıza isa’nın kanı akıtıldıktan üç gün sonra dirilmesi hadisesi geliyor. isa doğmadan yüzlerce yıl öncesinin popüler olan efsanelerinden biri haline gelmiş bu kelt kültleri, birçok teoloji profesörü tarafından kutsal kase’nin bir prototipi olarak ele alınıyor.
“ikonografi, kelime oyunlarını sever.”
sangreal, yani kutsal kasenin, son zamanlarda popüler olma sebeplerinden biri de, bahsettiğim gibi bir dan brown kitabı ve onun öncüsü eco’nun şaheseri idi. sangreal kelimesinde bir kelime oyunu gizli olabilir mi? yoksa sangreal, içine kan akıtılan bir tastan daha fazlası mı? bunu etimolojik olarak ele alma vakti geldi!
sang real, eski fransızcada “asil kan” anlamına gelen kelimeleri içeriyor. asil kan anlamına gelen bu kelimeler, kutsal kase’nin aklımıza bir başka ismi olan graal’i de birlikte getirmekte. gradalis, orta çağ latincesinde “geniş ağızlı veya kenarları alçak kap” anlamına gelmekle birlikte, bir nevi o dönemin sokak ağzı olarak nitelendirir isek, gradalis kelimesi kadın üreme organını da temsil etmekteydi.
gradalis, graal kelimesinin kökeni olduğuna göre, yoksa graal, yani kutsal kase, bir kadını mı temsil ediyordu? işte burada sang real ortaya çıkıp tekrar
kendisini gösteriyor. asil kan anlamına gelen bu sözcük, belki de isa’nın kanı, yani isa’nın kendi çocuklarını taşıyan bir kadın olabilir miydi?
“isa’nın bir çocuğu var ise, bu çocukların annesi kim?!”
ilk inciller yunanca yazılmışlardı ve o dönem yunanca, çok fazla eş anlamlar taşıyan kelimelere sahipti. bir kelime oyunu yapmaya güzel ortam sağlamakla birlikte, birçok şeyi de gizlemek için idealdi. ilk incillere baktığımızda, kayıp olduğu iddia edilen ve kabul edilen 4 incil, yani kanonik inciller dışında, kabul edilmeyen inciller olarak adlandırdığımız apokrif incillerde, fazlası ile bir kadından söz edildiği de birçok roma kaynağında yer almaktaydı.
bu kadın, bir fahişe iken, isa’nın ayaklarına kapanıp tövbe dileyen ve oradan isa’nın yakınında yerini alan, isa’nın dirildikten sonra ilk göründüğü kadın olan mecdelli meryem elbette.
bu kısım, teolojik konuda büyük sarsıntılar yaratmak ile birlikte, son zamanlarda adeta islam — hristiyan teolojisi hakkında da derin rekabete yol açmış durumda.
katolik inancın kesinlikle reddettiği bu efsane, insanın aklına soru işaretleri getiriyor.
niçin katolik inancına ters düşüyor bu mecdelli meryem ve isa’nın aşkı? aslında cevap çok basit. isa, eğer bir çocuk sahibi olacak, bir kadına aşık olacak, sevecek ve sevişecek biri ise, onun tanrısallığı ne yazık ki sorgulanır hale gelecektir. rekabet kısmına gelir isek, tahran üniversitesindeki öğrencilere da vinci şifresi okumak zorunlu hale getirildi…
ama ne var ki, bu kadın aslında bugünün hristiyan inancının, petrus ve pavlus kadar devamını sağlayan bir kadındı. isa’yı dirilmiş halde gören bu kadının ağzından dökülen “isa ölmedi!” haykırışları, bugünün kabul gören incillerinin en önemli kısımları olarak sayılabilir.
“kanonik incillerde fahişe mecdelli metinleri, ortodoks kiliselerindeki mecdelli freskleri…”
yunanca yazılmış apokrif incillerde, mecdelli meryem’in oldukça asil, herkes tarafından bilinir şekilde isa’nın eşi olduğu ve havarilerin,
“yalnızca onu dudağından öperdi” dedikleri kısımlar gözümüze çarpıyor... ama kanonik incillere baktığımızda, mecdelli’yi bir itibarsızlaştırma ve aşık olmayacak kadar insanı duygularından arınmış bir isa karşımıza çıkması ise insanı hayrete düşürür biçimde.
ıslak duvar sıvası üzerine toprak boyayla yapılan resim anlamına gelen freskler, bugün ortodoks kültürünün büyük kısmını kapsamaktadır. katolik fresklerinde mecdelli neredeyse yok denecek kadar az iken, ortodoks freskleri ve ikonalarında bol miktarda gözümüze çarpmakta. katolik fresklerinde tövbe eden bir fahişe rolünde iken, ortodoks fresklerinde gayet asil ve isa’nın yanında yer alan bir dost gibi duran mecdelli’nin önemini, ortodoks inancı, yazılan ilk incillerin yunanca olması yüzünden kavramış olabilir mi?
yüzlerce makale yazılacak bir konuya açılan bu kapı, insanın aklına binlerce cevapsız soruyu da birlikte getiriyor.
bu durumda, isa’nın kanının aktığı bu kasenin bir kadın olması ve bugün isa’nın soyunun belki de aramızda hala dolaşıyor olması, kutsal kase kadar efsane gözükse de neden olmasın diyeceğimiz bir efsane halini almış durumda.
“kutsal kase aslında tapınak şövalyeleri sayesinde vatikan’da saklanıyor olabilir mi?”
gelelim tapınak şövalyelerine. hristiyan efsaneleri arasında en az kutsal kase kadar etkili olan bu korkusuz, haçlı seferlerinin en önemli insan topluluğunun, belki de doğrudan kutsal kase ile bir bağlantıları vardı. o korkunç 13. cuma’ya, yani 13 ekim 1307 gününe gider isek, tapınak şövalyelerine, papalık tarafından büyük çaplı bir darbe yapıldığını hatırlayacağız.
hepsinin yakalanması ve öldürülmeye başlamasıyla ilerleyen sürecin nedenleri, haç’a tükürmek, saygısızlık etmek, bafomet isminde bir pagan tanrısına tapınmak ve eşcinsellik gibi suçlar atfedilmesi idi. ama belki de bunların arkasında çok farklı bir neden vardı…
haçlı seferleri sırasında, kudüs’e giden hacıları korumakla yükümlü dokuz fakir şövalye ile başlayan bu macera, daha sonra binlere ulaşmış ve korkunç derecede, bir anda gelen bir zenginlikle devam etmişti. onları zengin eden şeyin ne olduğunu binlerce sebeple açıklayabiliriz, ama hiçbiri papalığın onlara duyduğu aşırı saygının nedenini açıklamaya yetmiyor. ödü kopan papa, krallar ve daha nicesinin korkmasının nedeni, kudüs’te, süleyman mabedinde buldukları bir şey olabilir mi? bir anda güç kazanan bu topluluğa
gücünü veren şey, mucizevi güçleri olan, isa’nın kanıyla dolmuş kutsal kase olabilir miydi?
eco, foucault sarkacı kitabında tam da bundan bahsetmiş! kutsal kase sayesinde güce erişen tapınak şövalyeleri, artık krallardan ve hatta papa’dan bile üstün bir mevkiye gelmişlerdi. bugünün modern bankacılığının temelini başlatmış bu topluluk, para ve şöhret içinde yüzerken, belki de papa, onların elindeki gücü kazanmak adına onların yakalanıp öldürülmesi ve ellerindeki o büyük hazinenin ele geçirilmesini istemişti.
burada iki farklı teori mevcut. biri, papalığın bu hazineyi ele geçirdikten sonra, gücüne güç kattığı ve diğeri ise yakalanmaktan kurtulan tapınak şövalyelerinin, ellerindeki kutsal kase ile yer altına çekildikleri ve bir gün güçlerini tekrar göstermek adına yüzeye çıkacakları.
kutsal kase ister sadece sıradan, isa’nın kanının akıtıldığı bir kase olsun, ister kelt mitolojisinden çalınan bir kült, isterse isa’nın çocuklarını taşıyan bir kadın, isterse de insanlara güç veren bir mucize olsun, daha binlerce yıl insanların merak ettiği ve aramak için incilleri karıştırıp ünlü rönesans ressamlarının tablolarına göz gezdireceği bir ritüel olarak devam edecek.
  ismini troya savaşı’nın ünlü prensinden almıştı. komik olan ise, onu bugün buraya; bir antik kentin güneyinde yer alan bir roma tapınağının üzerine
inşa edilen, büyük kısmı yerle bir olmuş kiliseye getiren, ona ilham veren kişi, onun derslerine giren arkeoloji profesörü hector’du… burada aradığı şey ise,
ilyada’da söz edilen, kaybolan troyalı askerlerden bile daha ünlü bir mitti…kutsal kase.”
kayıp efsaneler serimizin ilk yazısında elbette kutsal kase var.
son zamanlarda herkes kutsal kase efsanesini az çok duymuş durumda. bunun nedenlerinden birisi, elbette ki sanat tarihçisi eşi sayesinde bizlere louvre’da koşma imkanı sunan dan brown ve ona ilham veren umberto eco ve onun sıra dışı kitabı foucault sarkacı.
kutsal kase, teoloji profesörleri tarafından oldukça tartışılan bir konu. kutsal kase’nin nerede olduğundan tutun, kutsal kase’nin ne olduğuna dair çok fazla görüş söz konusu. gelin hep birlikte, kutsal kase’nin herkes tarafından bilinen efsanesini önce dile getirelim, sonrasında ise ikonografik anlamından söz edelim.
kutsal kase, isa’nın son akşam yemeğinde kullandığı ve mucizevi güçler bahşettiğine inanılan bir kap. bu kabın, aslında bu kadar efsanevi olmasının kaynağının, sadece isa’nın son akşam yemeği olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. bu kadar efsane olmasının asıl nedeni aslında aramatyalı yusuf’un, isa çarmıha gerildikten sonra, isa’nın kanını bu kaseye akıtması…
isa’nın kanıyla sulanan bu kasenin tarihi, isa dirilip 40. günün sonunda göğe yükseldikten sonra tuhaf bir biçimde kaybolması ile başlıyor.
“kutsal kase, aslında başka bir kültürün getirisi olabilir mi?”
kelt mitolojisinde ölüleri dirilten taslar, kazanlar çokça görülür. bu şekilde, aklımıza isa’nın kanı akıtıldıktan üç gün sonra dirilmesi hadisesi geliyor. isa doğmadan yüzlerce yıl öncesinin popüler olan efsanelerinden biri haline gelmiş bu kelt kültleri, birçok teoloji profesörü tarafından kutsal kase’nin bir prototipi olarak ele alınıyor.
“ikonografi, kelime oyunlarını sever.”
sangreal, yani kutsal kasenin, son zamanlarda popüler olma sebeplerinden biri de, bahsettiğim gibi bir dan brown kitabı ve onun öncüsü eco’nun şaheseri idi. sangreal kelimesinde bir kelime oyunu gizli olabilir mi? yoksa sangreal, içine kan akıtılan bir tastan daha fazlası mı? bunu etimolojik olarak ele alma vakti geldi!
sang real, eski fransızcada “asil kan” anlamına gelen kelimeleri içeriyor. asil kan anlamına gelen bu kelimeler, kutsal kase’nin aklımıza bir başka ismi olan graal’i de birlikte getirmekte. gradalis, orta çağ latincesinde “geniş ağızlı veya kenarları alçak kap” anlamına gelmekle birlikte, bir nevi o dönemin sokak ağzı olarak nitelendirir isek, gradalis kelimesi kadın üreme organını da temsil etmekteydi.
gradalis, graal kelimesinin kökeni olduğuna göre, yoksa graal, yani kutsal kase, bir kadını mı temsil ediyordu? işte burada sang real ortaya çıkıp tekrar
kendisini gösteriyor. asil kan anlamına gelen bu sözcük, belki de isa’nın kanı, yani isa’nın kendi çocuklarını taşıyan bir kadın olabilir miydi?
“isa’nın bir çocuğu var ise, bu çocukların annesi kim?!”
ilk inciller yunanca yazılmışlardı ve o dönem yunanca, çok fazla eş anlamlar taşıyan kelimelere sahipti. bir kelime oyunu yapmaya güzel ortam sağlamakla birlikte, birçok şeyi de gizlemek için idealdi. ilk incillere baktığımızda, kayıp olduğu iddia edilen ve kabul edilen 4 incil, yani kanonik inciller dışında, kabul edilmeyen inciller olarak adlandırdığımız apokrif incillerde, fazlası ile bir kadından söz edildiği de birçok roma kaynağında yer almaktaydı.
bu kadın, bir fahişe iken, isa’nın ayaklarına kapanıp tövbe dileyen ve oradan isa’nın yakınında yerini alan, isa’nın dirildikten sonra ilk göründüğü kadın olan mecdelli meryem elbette.
bu kısım, teolojik konuda büyük sarsıntılar yaratmak ile birlikte, son zamanlarda adeta islam — hristiyan teolojisi hakkında da derin rekabete yol açmış durumda.
katolik inancın kesinlikle reddettiği bu efsane, insanın aklına soru işaretleri getiriyor.
niçin katolik inancına ters düşüyor bu mecdelli meryem ve isa’nın aşkı? aslında cevap çok basit. isa, eğer bir çocuk sahibi olacak, bir kadına aşık olacak, sevecek ve sevişecek biri ise, onun tanrısallığı ne yazık ki sorgulanır hale gelecektir. rekabet kısmına gelir isek, tahran üniversitesindeki öğrencilere da vinci şifresi okumak zorunlu hale getirildi…
ama ne var ki, bu kadın aslında bugünün hristiyan inancının, petrus ve pavlus kadar devamını sağlayan bir kadındı. isa’yı dirilmiş halde gören bu kadının ağzından dökülen “isa ölmedi!” haykırışları, bugünün kabul gören incillerinin en önemli kısımları olarak sayılabilir.
“kanonik incillerde fahişe mecdelli metinleri, ortodoks kiliselerindeki mecdelli freskleri…”
yunanca yazılmış apokrif incillerde, mecdelli meryem’in oldukça asil, herkes tarafından bilinir şekilde isa’nın eşi olduğu ve havarilerin,
“yalnızca onu dudağından öperdi” dedikleri kısımlar gözümüze çarpıyor... ama kanonik incillere baktığımızda, mecdelli’yi bir itibarsızlaştırma ve aşık olmayacak kadar insanı duygularından arınmış bir isa karşımıza çıkması ise insanı hayrete düşürür biçimde.
ıslak duvar sıvası üzerine toprak boyayla yapılan resim anlamına gelen freskler, bugün ortodoks kültürünün büyük kısmını kapsamaktadır. katolik fresklerinde mecdelli neredeyse yok denecek kadar az iken, ortodoks freskleri ve ikonalarında bol miktarda gözümüze çarpmakta. katolik fresklerinde tövbe eden bir fahişe rolünde iken, ortodoks fresklerinde gayet asil ve isa’nın yanında yer alan bir dost gibi duran mecdelli’nin önemini, ortodoks inancı, yazılan ilk incillerin yunanca olması yüzünden kavramış olabilir mi?
yüzlerce makale yazılacak bir konuya açılan bu kapı, insanın aklına binlerce cevapsız soruyu da birlikte getiriyor.
bu durumda, isa’nın kanının aktığı bu kasenin bir kadın olması ve bugün isa’nın soyunun belki de aramızda hala dolaşıyor olması, kutsal kase kadar efsane gözükse de neden olmasın diyeceğimiz bir efsane halini almış durumda.
“kutsal kase aslında tapınak şövalyeleri sayesinde vatikan’da saklanıyor olabilir mi?”
gelelim tapınak şövalyelerine. hristiyan efsaneleri arasında en az kutsal kase kadar etkili olan bu korkusuz, haçlı seferlerinin en önemli insan topluluğunun, belki de doğrudan kutsal kase ile bir bağlantıları vardı. o korkunç 13. cuma’ya, yani 13 ekim 1307 gününe gider isek, tapınak şövalyelerine, papalık tarafından büyük çaplı bir darbe yapıldığını hatırlayacağız.
hepsinin yakalanması ve öldürülmeye başlamasıyla ilerleyen sürecin nedenleri, haç’a tükürmek, saygısızlık etmek, bafomet isminde bir pagan tanrısına tapınmak ve eşcinsellik gibi suçlar atfedilmesi idi. ama belki de bunların arkasında çok farklı bir neden vardı…
haçlı seferleri sırasında, kudüs’e giden hacıları korumakla yükümlü dokuz fakir şövalye ile başlayan bu macera, daha sonra binlere ulaşmış ve korkunç derecede, bir anda gelen bir zenginlikle devam etmişti. onları zengin eden şeyin ne olduğunu binlerce sebeple açıklayabiliriz, ama hiçbiri papalığın onlara duyduğu aşırı saygının nedenini açıklamaya yetmiyor. ödü kopan papa, krallar ve daha nicesinin korkmasının nedeni, kudüs’te, süleyman mabedinde buldukları bir şey olabilir mi? bir anda güç kazanan bu topluluğa
gücünü veren şey, mucizevi güçleri olan, isa’nın kanıyla dolmuş kutsal kase olabilir miydi?
eco, foucault sarkacı kitabında tam da bundan bahsetmiş! kutsal kase sayesinde güce erişen tapınak şövalyeleri, artık krallardan ve hatta papa’dan bile üstün bir mevkiye gelmişlerdi. bugünün modern bankacılığının temelini başlatmış bu topluluk, para ve şöhret içinde yüzerken, belki de papa, onların elindeki gücü kazanmak adına onların yakalanıp öldürülmesi ve ellerindeki o büyük hazinenin ele geçirilmesini istemişti.
burada iki farklı teori mevcut. biri, papalığın bu hazineyi ele geçirdikten sonra, gücüne güç kattığı ve diğeri ise yakalanmaktan kurtulan tapınak şövalyelerinin, ellerindeki kutsal kase ile yer altına çekildikleri ve bir gün güçlerini tekrar göstermek adına yüzeye çıkacakları.
kutsal kase ister sadece sıradan, isa’nın kanının akıtıldığı bir kase olsun, ister kelt mitolojisinden çalınan bir kült, isterse isa’nın çocuklarını taşıyan bir kadın, isterse de insanlara güç veren bir mucize olsun, daha binlerce yıl insanların merak ettiği ve aramak için incilleri karıştırıp ünlü rönesans ressamlarının tablolarına göz gezdireceği bir ritüel olarak devam edecek.
devamını gör...
market arabası
          ürünleri kasaya koyunca,arkasında başka müşteri yokmuş gibi davranan ukalaların kullanmayı bilmediği gereç.
      
  devamını gör...
rehberde babayı kaydetme şekli
          sadece numara.
      
  devamını gör...
duyulunca mutlu eden sözler
          prozac kafanı seviyorum..
      
  devamını gör...
korku koşullanması deneyi
          emory üniversitesi'nden doktor brian g dias ve doktor kerry j ressler korkunun genetik yollarla yavru bireye aktarılıp aktarılmadığını öğrenmek adına korku koşullanması deneyini yaptılar.
asetofenon adındaki bir hoş kokuyu erkek kobay farelerine koklattılar. canlı kokuyu alır almaz patisine orta şiddette şok verdiler. aynı işlemi birkaç kez tekrarladılar ve canlı bir süre sonra patisine şok verilmediği halde asetofenonu koklayınca ondan korkar hale geldi. yani canlıda bir tür korku koşullanması algısı oluşturdular.
iki hafta sonra, bu canlıları daha önce karşılaşmadıkları başka dişi laboratuvar fareleri ile çiftleştirdiler. onlardan doğan yavru bireylere de (b:asetofenon) koklatıldı.
nature neuroscience dergisinde yayımlanan sonuca göre; yavru canlılarda asetofenondan korkmuştu. araştırmacıların dediğine göre;
--- alıntı ---
tehlikelere karşı hayatta kalmaya yardımcı olduğu için korkular genetik yolla aktarılır.
--- alıntı ---
  asetofenon adındaki bir hoş kokuyu erkek kobay farelerine koklattılar. canlı kokuyu alır almaz patisine orta şiddette şok verdiler. aynı işlemi birkaç kez tekrarladılar ve canlı bir süre sonra patisine şok verilmediği halde asetofenonu koklayınca ondan korkar hale geldi. yani canlıda bir tür korku koşullanması algısı oluşturdular.
iki hafta sonra, bu canlıları daha önce karşılaşmadıkları başka dişi laboratuvar fareleri ile çiftleştirdiler. onlardan doğan yavru bireylere de (b:asetofenon) koklatıldı.
nature neuroscience dergisinde yayımlanan sonuca göre; yavru canlılarda asetofenondan korkmuştu. araştırmacıların dediğine göre;
--- alıntı ---
tehlikelere karşı hayatta kalmaya yardımcı olduğu için korkular genetik yolla aktarılır.
--- alıntı ---
devamını gör...
the message
          bilim-kurgu/fantastik tür yapımdan ziyade biyografi özelliği olan tarihi bir filmdir ve bazı sözümona islam ülkelerinde yasaklanmıştır. türkiye'de yasaklanmamış olması hayret verici bir durum. 
filmi izleyen herkes temelde peygamberin hayatının anlatıldığını pek tabii anlıyor. bilal bile anlar. fakat çoğumuz diğer çağrıları idrak etmemiş olmalıyız ki islam coğrafyasının yaşantısı film ile çelişmekte.
öncelikle filmde sık sık kadın erkek eşitliği, kız çocuklarına karşı insanlık dışı yaklaşımlar, kadının toplumsal hayattaki önemi gibi konulara değiniliyor. fakat günümüzde kadın erkeğin tahakkümüne maruz kalmakta, eşitlik dine ve fıtrata aykırı görülmektedir.
yine aynı filmde bir sahnede müşrikler müslümanlarla alay ederken "siz böyle giderse develerin de haklarını savunursunuz ki şimdiden onların sırtına çok yük koyulmaması gerektiğini savunuyorsunuz" minvalinde bir cümle kuralar. dönemin sahabelerinin hayvanlar konusundaki hassasiyet ile günümüzdeki müslüman toplumlarda hayvanlara yapılan zulüm, işkence hatta tecavüzler inancı anlama, yorumlama ve yaşama konusunda bir eksiklik olduğunu tekrar tekrar gösteriyor.
muhammed hem yaşamı boyunca hem de yoldaşlarına veda ederkenki hitaplarında ayrımcılığın, sınıf ayrımının, köleliğin, ırkçılığın kısacası bir insanın diğerinden üstünlüğünün islam'da yeri olmadığını ısrarla belirtmiştir. zaten bunun en güzel ifadesi de bizzat kendisinin de herkesle eşit olması, peygamber dahi olsa doğup, büyüyüp, ölmesidir. fakat maalesef kapitalizmin kıskacına hapsolmuş, sınıfsal ayrımların uçuruma dönüştüğü, modern köleliğin türediği, ırkçılığın revaçta olduğu bir dönemdeyiz. bu diğer coğrafyalarda olduğu gibi islam coğrafyasında da açıkça görülmektedir.
son olarak islam, müslüman, selam... bunlar hepsi aynı kökten türemiş kelimeler. hepsinin de anlam özü içinde barışı barındırmakta. hatta selamün aleykümün türkçe karşılığı "barış seninle olsun" demektir.
anlamı barış olan, mensupları karşılaştığında barış dileklerinde bulunan, mecbur kalınmadıkça asla savaşılmaması gerektiğini defalarca söyleyen bir din. fakat türkiye de dahil olmak üzere bu coğrafyada insanlar svaş çığırtkanlığı yapmayı marifet bilmekte, barışı savunanları hain ilan etmekten asla geri durmamaktadır.
  filmi izleyen herkes temelde peygamberin hayatının anlatıldığını pek tabii anlıyor. bilal bile anlar. fakat çoğumuz diğer çağrıları idrak etmemiş olmalıyız ki islam coğrafyasının yaşantısı film ile çelişmekte.
öncelikle filmde sık sık kadın erkek eşitliği, kız çocuklarına karşı insanlık dışı yaklaşımlar, kadının toplumsal hayattaki önemi gibi konulara değiniliyor. fakat günümüzde kadın erkeğin tahakkümüne maruz kalmakta, eşitlik dine ve fıtrata aykırı görülmektedir.
yine aynı filmde bir sahnede müşrikler müslümanlarla alay ederken "siz böyle giderse develerin de haklarını savunursunuz ki şimdiden onların sırtına çok yük koyulmaması gerektiğini savunuyorsunuz" minvalinde bir cümle kuralar. dönemin sahabelerinin hayvanlar konusundaki hassasiyet ile günümüzdeki müslüman toplumlarda hayvanlara yapılan zulüm, işkence hatta tecavüzler inancı anlama, yorumlama ve yaşama konusunda bir eksiklik olduğunu tekrar tekrar gösteriyor.
muhammed hem yaşamı boyunca hem de yoldaşlarına veda ederkenki hitaplarında ayrımcılığın, sınıf ayrımının, köleliğin, ırkçılığın kısacası bir insanın diğerinden üstünlüğünün islam'da yeri olmadığını ısrarla belirtmiştir. zaten bunun en güzel ifadesi de bizzat kendisinin de herkesle eşit olması, peygamber dahi olsa doğup, büyüyüp, ölmesidir. fakat maalesef kapitalizmin kıskacına hapsolmuş, sınıfsal ayrımların uçuruma dönüştüğü, modern köleliğin türediği, ırkçılığın revaçta olduğu bir dönemdeyiz. bu diğer coğrafyalarda olduğu gibi islam coğrafyasında da açıkça görülmektedir.
son olarak islam, müslüman, selam... bunlar hepsi aynı kökten türemiş kelimeler. hepsinin de anlam özü içinde barışı barındırmakta. hatta selamün aleykümün türkçe karşılığı "barış seninle olsun" demektir.
anlamı barış olan, mensupları karşılaştığında barış dileklerinde bulunan, mecbur kalınmadıkça asla savaşılmaması gerektiğini defalarca söyleyen bir din. fakat türkiye de dahil olmak üzere bu coğrafyada insanlar svaş çığırtkanlığı yapmayı marifet bilmekte, barışı savunanları hain ilan etmekten asla geri durmamaktadır.
devamını gör...
la casa de papel
          eser miktarda spoiler içermektedir.
ilk iki sezonu izlemiş olarak bana şunu söyletmiştir: "türkler yapsa beğenmezdiniz".
öncelikle şunu söyleyeyim; diziye başlamadan önce sinemada latin sinemasının yükseliş dönemi olduğunu düşünüyordum. önce relatos salvajes, sonra no (ülke gündemiyle de alakası vardı), sonra narcos ile patlama yapmıştı. bu dizinin de bu ivmeyi yukarıya çekecek bir iş olduğunu düşünüyordum.
insanlar öyle övdüler ki ben de hem insanlarla konuşacak bir şey bulamamak hem de izleyecek bir şeyim olmadığından başladım. ilk sezonun beşinci bölümüne kadar sabrettim. zekice bir şey yoktu, dizi neredeyse deus ex machina ile gidiyordu. daha sonra heyecanı kalmadı. çünkü karakterler bir şekilde kurtuluyorlardı. saçmalıklar da cabası. genelde bu hisleri bir türk dizisi izlerken yaşıyorum. dizinin popülerliği resmen life of brian filmi gibiydi.
peki neden popüler oldu bu dizi cevabı basit: "çav bella". insanlar nasıl kapitalizmden bıktıysa artık ufacık bir kapitalizm eleştirisinde hemen bir diziyi -filmi ilah yapıyor. örneğin mr. robot dizi böyle ünlü oldu. şöyle bir durum var. bu dizinin yaptığı aslında popülizm, the wire'da sistem karşıtıydı ama bunu popülizm ile değil, göstererek yapıyordu. tabi hiçbir zaman bu kadar popüler olamadı.
dizinin senaryo zayıflıklarına gelirsek; malum motor sahnesi gibi, hamile ve hayatında eline silah almamış bir kadını çatışmaya sokması gibi, sadece undo yaparak ve yanındaki memurun görmesine rağmen robot resim silindikten sonra profesörü bulamamak, 30 rehinenin kaçmasına rağmen bu rehinelerden diğer soyguncular hakkında bilgi almamak gibi saçmalıklar. karakterlerinin bir şey vaat etmemesi (denver'in gelişimi var ona okey) de var. nairobi ve moscow bir şeyler vaat ediyor. berlin ise niye sevildiğini anlamadığım bir karakter. karakter hamile bir kadının ölüm emrini verdi, lise çağındaki kıza tecavüz etti, tokyo'yu dışarı attı (tokyo her ne kadar sinir bozucu bir karakter olsa da, soygunu tehlikeye atacak bir hamleydi). daha sayamayacağım tonla şey resmen diziyi mahvetti. diziyi resmen izleme sebeplerimden biri de senaryodaki saçmalıkları aramak olmuştu.
yönetmenliğe gelirsek. dizi bu konuda oldukça standart, hatta ölü adamın karnının şişip inmesini göremeyecek kadar kötü. örneğin mr. robot senaryo konusunda zayıf olsa da sam esmail çok iyi bir yönetmenlik sergiliyordu.
prodüksiyon, ilk sezon iyi olsa da, ikinci sezon sonlara doğru reyting probleminden dolayı o kadar düştü ki tokyo'yu panelvan ve bir seat leon ile cezaevine göndermeleri tam anlamıyla komediydi.
oyunculuklar; yeterli. über süper değil.
marka durumu: okey dizi popülerleşti, yayıldı ama markası türkiye'yi göz önüne alırsak korkunç yönetilmekte. hilal cebeci'nin çavbella klibi, berbat bir türk komedi parodisi ve şimdi magnum reklamı. kupadır, tişörttür şudur budur bunlara alıştık ama artık unilever'in markasının reklamında kullanılmak aslında dizinin yalancı olduğunu gösteriyor. zaten dizinin devamında arturo'nun dizide olması ile oynayan oyuncuya "abi senin de cebin dolsun" demişler.
la casa de papel seven arkadaşlar bence sizin dışında diziyi pek de umursayan yok. oyuncular zaten dünyaca ünlü, yapımcıların cepleri dolu, senaristler 1 haftada falan yazıyor, yönetmenler memur gibi.
3/10
  ilk iki sezonu izlemiş olarak bana şunu söyletmiştir: "türkler yapsa beğenmezdiniz".
öncelikle şunu söyleyeyim; diziye başlamadan önce sinemada latin sinemasının yükseliş dönemi olduğunu düşünüyordum. önce relatos salvajes, sonra no (ülke gündemiyle de alakası vardı), sonra narcos ile patlama yapmıştı. bu dizinin de bu ivmeyi yukarıya çekecek bir iş olduğunu düşünüyordum.
insanlar öyle övdüler ki ben de hem insanlarla konuşacak bir şey bulamamak hem de izleyecek bir şeyim olmadığından başladım. ilk sezonun beşinci bölümüne kadar sabrettim. zekice bir şey yoktu, dizi neredeyse deus ex machina ile gidiyordu. daha sonra heyecanı kalmadı. çünkü karakterler bir şekilde kurtuluyorlardı. saçmalıklar da cabası. genelde bu hisleri bir türk dizisi izlerken yaşıyorum. dizinin popülerliği resmen life of brian filmi gibiydi.
peki neden popüler oldu bu dizi cevabı basit: "çav bella". insanlar nasıl kapitalizmden bıktıysa artık ufacık bir kapitalizm eleştirisinde hemen bir diziyi -filmi ilah yapıyor. örneğin mr. robot dizi böyle ünlü oldu. şöyle bir durum var. bu dizinin yaptığı aslında popülizm, the wire'da sistem karşıtıydı ama bunu popülizm ile değil, göstererek yapıyordu. tabi hiçbir zaman bu kadar popüler olamadı.
dizinin senaryo zayıflıklarına gelirsek; malum motor sahnesi gibi, hamile ve hayatında eline silah almamış bir kadını çatışmaya sokması gibi, sadece undo yaparak ve yanındaki memurun görmesine rağmen robot resim silindikten sonra profesörü bulamamak, 30 rehinenin kaçmasına rağmen bu rehinelerden diğer soyguncular hakkında bilgi almamak gibi saçmalıklar. karakterlerinin bir şey vaat etmemesi (denver'in gelişimi var ona okey) de var. nairobi ve moscow bir şeyler vaat ediyor. berlin ise niye sevildiğini anlamadığım bir karakter. karakter hamile bir kadının ölüm emrini verdi, lise çağındaki kıza tecavüz etti, tokyo'yu dışarı attı (tokyo her ne kadar sinir bozucu bir karakter olsa da, soygunu tehlikeye atacak bir hamleydi). daha sayamayacağım tonla şey resmen diziyi mahvetti. diziyi resmen izleme sebeplerimden biri de senaryodaki saçmalıkları aramak olmuştu.
yönetmenliğe gelirsek. dizi bu konuda oldukça standart, hatta ölü adamın karnının şişip inmesini göremeyecek kadar kötü. örneğin mr. robot senaryo konusunda zayıf olsa da sam esmail çok iyi bir yönetmenlik sergiliyordu.
prodüksiyon, ilk sezon iyi olsa da, ikinci sezon sonlara doğru reyting probleminden dolayı o kadar düştü ki tokyo'yu panelvan ve bir seat leon ile cezaevine göndermeleri tam anlamıyla komediydi.
oyunculuklar; yeterli. über süper değil.
marka durumu: okey dizi popülerleşti, yayıldı ama markası türkiye'yi göz önüne alırsak korkunç yönetilmekte. hilal cebeci'nin çavbella klibi, berbat bir türk komedi parodisi ve şimdi magnum reklamı. kupadır, tişörttür şudur budur bunlara alıştık ama artık unilever'in markasının reklamında kullanılmak aslında dizinin yalancı olduğunu gösteriyor. zaten dizinin devamında arturo'nun dizide olması ile oynayan oyuncuya "abi senin de cebin dolsun" demişler.
la casa de papel seven arkadaşlar bence sizin dışında diziyi pek de umursayan yok. oyuncular zaten dünyaca ünlü, yapımcıların cepleri dolu, senaristler 1 haftada falan yazıyor, yönetmenler memur gibi.
3/10
devamını gör...
17 ocak 2021 normal sözlük güncellemeleri
          evet sevgili kafacılar, yoldaş ve belediyesi çalışmaya devam ediyor. dün gece ve az evvel yayına giren güncellemeler ile;
- yapılan performans optimizasyonları ile çok daha hızlı yüklenen bir başlık listesine (sol frame) sahip olduk.
- tanım beğeni ve favori bildirimlerine oy sahibinin mahlası eklendi. ayrıca beğeni/favori yapanların listesi rastgele yerine yeniden eskiye doğru sıralanmaya başlandı.
- hesap ayarları bölümüne
- instagram tipi tanım beğenme özelliğini kapatma opsiyonu
- başlık başına tanım gösterim sayısı seçenekleri (20,50,100)
- profil ayarları bölümüne
- instagram profil adresi girişi
eklendi.
güle güle kullanınız.
sevgiler, iko
  - yapılan performans optimizasyonları ile çok daha hızlı yüklenen bir başlık listesine (sol frame) sahip olduk.
- tanım beğeni ve favori bildirimlerine oy sahibinin mahlası eklendi. ayrıca beğeni/favori yapanların listesi rastgele yerine yeniden eskiye doğru sıralanmaya başlandı.
- hesap ayarları bölümüne
- instagram tipi tanım beğenme özelliğini kapatma opsiyonu
- başlık başına tanım gösterim sayısı seçenekleri (20,50,100)
- profil ayarları bölümüne
- instagram profil adresi girişi
eklendi.
güle güle kullanınız.
sevgiler, iko
devamını gör...
kıvırcık saç
          zaman zaman sevmediğim saç tipimdir.
      
  devamını gör...


