azerbaycan'nın başkenti, rüzgarlar şehri olarak bilinir. bir kaç sene önce bu dönemlerde ziyaret etme şansı buldum. ülkeye otobüsle giriş yaptım türk vatandaşlarına sınır kapılarında vize verilmiyor bu sebeple önceden e-vize alınması lazım. şu siteden alın abuk sabuk bir sürü site var bu azerbaycan dışişleri bakanlığının. yaklaşık 1 haftada size bir mail geliyor çıktısını alıp yanınızda taşıyın memurlar görmek istiyor.

şehre otobüsle geldim otogarda kesinlikle taksilere binilmesini önermiyorum adamı deli düdüklüyorlar. otogardan şehir merkezine giden metro ve otobüs durakları bulunmakta, biraz içeride katlı bir kapalı çarşı var oraya girince işaretlerle metroyu bulursunuz. kartları otomatlardan alabiliyorsunuz, tek biniş 50 kepik yapıyor ben sadece metroyu kullandım. uzun süre kalacaksanız hat alıp uber yükleyin telefonunuza gayet uygun ve kullanışlı oluyor.

şehir merkezi 1 belki 2 gününüzü alır, içşehir dedikleri şehrin eski merkezi var büyük ölçüde korunmuş, restore edilmiş durumda. şehrin en turistik mekanı burası kafeler, restoranlar ve hediyelik eşya satan dükkanlar bulunuyor. içşehirde ücretsiz internet var bu arada. bu civarda şirvanşahlar sarayı isimli eski bir saray var çok büyük sayılmaz 1 - 1,5 saatte gezilir. içinde döneme ait silahlar, kıyafetler, yazıtlar ıvır zıvır var bir topkapı beklemeyin. girişide pahalı bence 25 manat gibi birşey aldılar benden. kız kulesinin dışı içinden güzel boşuna masraf etmeyin. buralarda şehrin dışındaki turistik yerleri gezdiren tur paketlerinden alırsanız 2. gün sıkılmazsınız. 80 manata aldım ben pazarlık yapın daha da düşerler.

şehir merkezi avrupaya taş çıkartır, binaların bir kısmı sovyet işgali öncesine aitmiş. ilk petrol bulunduğu zamanlar zengin ailelerin şehir merkezinde yaptırdığı meşhur birkaç binası var ama içlerini gezemedim. turist çekmek için deli yatırım yapılmış. hazar kıyısında bakü bulvarı 3-4 kilometrelik güzel bir yürüyüş yolu var yolun sonunda deniz mall diye sidney opera binasını andıran bir alışveriş merkezi inşaatı var. fevvareler meydanı civarında güzel publar ve restoranlar var. gece burada bar hopping yapılabilir, akşamları neredeyse her mekanda canlı müzik mevcut özellikle caz ve blues seviliyor anladığım. bunun dışında türkçe popta seviliyor hande yener, demet akalın çok geldi kulağıma. ikince uefa final gecesi olduğundan barlar biraz keyifsizdi biraz ingiliz turistler azıtıtıydı baya.

bu turlar genelde aynı önce şehrin 1 saat kadar dışında çöle götürdüler orada 3 kişilik gruplar halinde serçe kılıklı eski ladalarla "off-road" yaparak petrolün topraktan kendiliğinden çıktığı bir bölgeye götürdüler yaklaşık 45 dakika çamur izledikten sonra gobustan milli parkına geçtik. milattan önce 7-8 yüzyıllarda yerleşim merkeziymiş buralar duvarlarda primitif çizimler ve işaretler hakkında bilgi verildi sonrasında yakındaki müzede bölgede çıkan tarihi eserleri gösterdiler. burdan sonra en çok merak ettiğim ateşgah denilen eski zerdüşt tapınağına geçtik. vakti zamanında baya önemli bir merkezmiş ancak turistik açıdan çok iyi sunulamamış bence çok az tarihi eser vardı, rehberimizde çok bilgili değildi. son olarak yanardağa gidiyoruz dediler, lan aktif yanardağ mı var bakü'de dedim evet dediler. topraktan çıkan doğalgaz alev almış 2. dünya savaşı döneminde ona yanardağ diyorlar. orda da bir 45 dakika ateşi izleyip herkesin fotoğraflarını çektirdikten sonra merkeze götürüp saldılar bizi. yol boyunca özellikle şehir dışında yol kenarları büyük panolarla kapatılmış sanırım aliyev bakü merkezi dışında çevreyi görmemizi istemiyor. tek tük aralardan görebildiğim kadarıyla merkez dışında şehirin geri kalanı yıkıtıdan hallice.

şehirde rus ve arap turist yoğun. tarihi bölgeler dışında tek cami görmedim anladığım kadarıyla dindar değiller, ramazanda alkol takıntıları yok. deli gibi vodka-enerji, viski-enerji karışımı hazır kokteylleri içiyorlar. yemekleri genelde kebap et tarzı, etlerini çok lezzetli buldum ama. oradayken hostelde kaldığım için market alışverişi de yapıyordum fiyatlar bize göre pahalı bence zaten ürünlerin çoğu ya bizden ya rusyadan gelmiş.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
"hiç böyle ısınmamıştım
daldaki vişneye,
vitrindeki aydınlığa,
salça kokusuna mutfağımın,
akan dereye, uçan buluta,
hiç böyle ısınmamıştım yaşamaya" derken,

“her yalnızlık bir ihtilaldir.”
der. edip cansever..

//yalnızlığını aklının mânâsı ile ısıtır..
devamını gör...

evt yaparken ćok zevk veren şey benim için yazın balkonda ayaklarını soğuk suya koyarak , fon müziği eşliğinde limonatanı yudumlayarak kitap okumak veya müzik eşliğinde resim çizmektir.

aşağıya yaparken zevk aldığım resimleri bırakıyom dostlarım;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

herkes türkçe konuşuyor ben anlamıyorum ki kim türk kim yabancı...
devamını gör...

şöyle birşeye benzer;

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

siteden çıkış yapanların uzunca bir süre daha online görünmesi nedeniyle ortaya çıktığını düşündüğüm durum.

daha doğrusu, "nasılsa yarın da gireceğim" diyerek, sitedeki kokpitten çıkış butonuna basmadan, doğrudan bilgisayar ya da telefonunuzdaki sekmeyi kapattığınızda, çok uzun bir süre daha online görünüyorsunuz. çıkış yaparak tamamen çıkıldığında durum nedir bilmiyorum.
devamını gör...

ama bunu erkeklerin kendisi de söylüyor, kadınlar onların yalancısı bile olabilir.

biz basitiz yeaa bize dolambaçlı anlatmayın.
devamını gör...

dert s** gibidir herkes en büyüğü kendinde zanneder söyleminin tam karşılığı, bu gençlere yapıştırılan damgadır. kişinin derdi kendi omzunun taşıyabildiği kadardır ve cayma hakkını kullanmak şahsı ilgilendirir. haddimizi aşmamamız gereken konu.
devamını gör...

küçük bir shot, yağmur ve üzerine bir sigara...
arkada çalan şarkı?
he o 5 dakika öncesinde geldi..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

küçücük bir cümle ile tüm insanlık hakkındaki düşüncelerimi ifade etmeyi başarmış fransız yazar, modern zaman filozofu.

(bkz: cehennem başkalarıdır)
devamını gör...

wong kar-wai'nin harikalarından biri.

wong kar wai'nin filmlerinin genelinde rastlayabileceğimiz gerçek bir duygu yaşamaktan, içine dalmaktan çekinen ya da belki korkan bir karakter üzerinden şekilleniyor hikaye. hayata karşı kayıtsızlık, tutunamama, umarsızlık, aidiyet, yaşam içinde kaybolma gibi temaları mükemmel şekilde işliyor gerçekten. konusunu kısaca özetlemek gerekirse, yakışıklı ama umarsız bir gencin üvey annesinden öz annesinin yaşadığı yeri öğrenmesi, üvey annesi ile arasındaki kaotik ilişki, iki kadının ona aşık olması ve olaylara sonradan dahil olan bir polis memurunun da kızlardan birine aşık olması, ama filmde tüm aşkların karşılıksız kalması* denebilir. böyle söyleyince çok karmaşık geliyor ama ee wong kar-wai işte abi, boru değil, adam yapıyor.

film aslında freudyen bir bakışla da ele alınabilir. sonuçta filmin başından sonuna dek bu umarsız abimizin verdiği tüm kararları "annesizlik" şekillendiriyor denebilir. karakterin yaşadığı ilişkilerde karşısındaki insana (aslında muhtemelen tüm kadınlara böyle davranıyor) olan tavırlarına sebep olarak bu kompleks gösterilebilir. bu aidiyetsizlik tüm hayatını şekillendiriyor bir anlamda. filmde aidiyet konusu nesneler ve zaman üzerinden sık sık vurgulanmış.* küpe, elbise gibi eşyalar diyaloglar içine yerleştirilerek ait olmayı en basit haliyle anlatır biçimde. ve saat sık sık gözümüzün önüne geliyor, ama karakterimiz sıkışıp kalmış, hiçbir yere gidemiyor aslında.

filmde kullanılan müzikler de apayrıdır gerçekten. mutlaka bakılmalı. çok değerli oyuncular da var kadroda. leslie cheung ne yakışıklı ne tarz bir adamsın sen ya. maggie cheung sonraki filmlerinde de gördüğümüz gibi şahane!
devamını gör...

daha neler normal karşılanıyor bir bilsen...
taciz, tecavüz, pedofili, iftira, kul hakkı. *

edit: başlık başşa..
devamını gör...

hayat kurtaran bilgilerde bugün!

kanama çeşidine göre değişecektir. şayet bu konuda 2 günlük hızlandırılmış ilk yardım kursunu almadıysanız, şöyle yapabilirsiniz. kan hızlıysa bu atardamar kanamasıdır, sadece üzerine bastırın, kılcal damarsa bölgeyi belirli aralıklarla açmak kaydıyla turnike yapabilirsiniz.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

düzenden kaosa doğru giden sorunsal.
(bkz: entropi)
devamını gör...

evet ponçikler ama maalesef hastalar. lütfen çok dikkatli olun onlar da bizim gibi şeker, kolesterol gibi obezitenin getirdiği hastalıklara yakalanabiliyorlar. iskelet sistemleri bu ağırlığı taşıyamayabiliyor. hatta depresyona girebiliyorlar ve bu hiç küçümsenmiyecek bir sonuç. kendilerini şişko göbeklerinden öpüyorum.
devamını gör...

isviçre'nin köle çocuklarına verilen isim. insanlık tarihinin ayıplarından biri.

1789 da isviçre'de 14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanmasıyla, zenginler çocuk işçiliğinin ve sömürüsünün korkunç bir yöntemini bulmuşlardı. bu yasaklamadan sonra ailesi boşanmış, ölmüş ya da devlete borçlu olan çocuklar, bir müzayedeyle şatışa çıkarılıp, zengin ailelere satılmaya başlanmıştı. ve artık zengin bir ailenin vesayeti ve sorumluluğu altına giren çocukla ve orada başına ne geldiğiyle ise ne acıdır ki kimse ilgilenmezdi. çünkü onlar, kilise, toplum ve devlet nezdinde iyi bir aileye verilmiş olmanın mutluluğunu yaşaması ve şikayet yerine minnet etmesi gereken sorunlu çocuklardı.

oysa gerçek hiç de öyle değildi. bu köle çocuklar, satıldıkları zengin aileler tarafından en ağır işlerde çalıştırılıyor, ahırlarda yatırılıyor, aç bırakılıyor hatta yeni ulaşılabilen bazı kayıtlara göre tecavüze uğrayıp öldürülüyorlardı.

ve bu çocukların en önemli özelliklerinden biri de çıplak ayaklı olmalarıydı. çünkü bu onları, diğer çocuklardan ayırmak için getirilen bir zorunluluktu.

bu çocukların gördüğü insanlık dışı muameleye, o dönem bazı duyarlı insanlar tarafından tepkiler gösterilmeye çalışıldıysa da sistematik bir biçimde ve devlet eliyle hepsinin üzeri örtülüyordu.

bu uygulama 1970’li yıllara kadar sürdü. isviçreli tarihçi marco leunberg'in araştırmalarına göre verdingkinder' lerden 10 bin kadarı hâlâ hayatta. leunberg, 1920 ile 1970 yılları arasında 300 bin isviçreli çocuğun bu şekilde satılarak çalıştırıldığına, 1930'lu yıllarda yalnızca bern kantonunda tarım işçilerinin yüzde 10'unu verdingkinder' lerin oluşturduğuna dikkat çekiyor.

isviçre hükümeti ise ancak 2013 yılında bu vahşi uygulamanın sorumluluğunu kabul etti ve tüm mağdurlardan özür diledi. 2016 yılında da halen hayatta olan verdingkinder’lere federal hükümet tarafından tazminat ödenmesi kararlaştırıldı. bu uygulamada büyük etkisi ve sorumluluğu olan kilise ise halen özür dilemedi.

bu konu ile ilgili çekilen tek film ise 2011 yapımı der verdingbub. ve bu gerçeği yaşamış on bine yakın insanla yapılan röportajlardan doğan bu senaryo, markus ımboden tarafından filme çekildi.

ve bazı insanlar tarafından hepimizin bildiği, okuduğu ya da izlediği çıplak ayaklı heidi' nin de aslında bir verdingkinder olduğu ve yazarı tarafından bu soruna parmak basmak için kaleme alındığı rivayet edildi.

haberuskudar.com/bir-medeni...

daimakadin.com/heidi-cizgi-...

de.m.wikipedia.org/wiki/Ver....
devamını gör...

her gerçeği, her değeri inkâr şeklinde var olan; her şeye şüphe ile yaklaşan ve kesin olarak hiçbir şeyin var olamayacağını savunan felsefi görüş.
görüşün temelleri antik yunan filozoflarından biri olan gorgias’ın üç önermesine dayanmaktadır. işbu üç önerme: (1) hiçbir şey yoktur, (2) bir şey olsa bile bilemeyiz, (3) bilsek bile başkalarına anlatamayız şeklindedir.
ayrıca tevfik fikret tarafından özet kıvamında bir tanımı mevcuttur:
“her şeref yapma, her saadet piç;
her şeyin ibtidası, ahiri hiç.”
devamını gör...

geçen gün bir kamu spotunda bana teşekkürler eden oyuncu.
o hoş sesi ile hemde. bi mutlu oldum bi mutlu oldum.
iyi ki aşı oldum dedim.
ikinci dozda yüzyüze demesini bekliyorum.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim