kendisini an itibari ile iyilik meleği ilan ediyorum.
bana rağmen, sabırla bana aöf sınavına yardımcı olacak taktikler verdi.
sağolsun var olsun.
tanımlarını beğeniyordum insanlığını da beğenmeye başladım.
devamını gör...

cehennemi dünyaya getirenler, cehennemde yanmaktan korkuyorlar! ne garip değil mi? çok güzel düşünülmüş bir yayın, düşünen ve katkı sunan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederim.

belki bir gün anlarlar umudu ile hasan hüseyin'in dizelerinin de bir bölümünü paylaşayım;


kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne

ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne

ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu


kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni

devamını gör...

"ne bir arada ne de yalnız olamayan insanlar gibi, denedin durdun, bu çelişki içinde boğuldun."

- gözde öney
devamını gör...

biz onu dutlukta bulduk özür dileriz . yine güldürdü hep güldürüyor, çaylaklara özel bir bölüm olmuş sevdim yahu!! *
devamını gör...

27.07.21 bursa / yenişehir
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kendindir.
devamını gör...

özellikle sözlükler gibi anonim yazılan yerlerde iki üç mesajdan sonra maruz kalınan, cevaplanmadığında kezban etiketiyle yaftalanma ihtimali olan sorulardır.

adın ne, nerelisin, nerde yaşıyosun, telefon numaran ne, tc kimlik numaran ve e devlet şifreni alabilir miyim gibi bunaltıcı sorular.
devamını gör...

sulama yapmak için bütün sular kesilince yavrularıyla birlikte ölen sayısız flamingolar... ortaya korku filmi gibi bir şey çıkmış.

mobile.twitter.com/ALAKIRIN...
devamını gör...

nefesi ya da ağzı iğrenç kokan birinin burnumun dibine girerek konuşması.
kahvaltıda ceset mi yedin?uzaklaş!
devamını gör...

sebebi bu olabilir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sevgili dışınızdaki irlandalı ve miko hanımefendiler, en kısa bu kadar oluyor kusura bakmayın.

hayatımda yalnızca bir kez içip içip eski sevgiliyi aramak isimli güzide eylemimizde bulundum, yıllağğğğr önce. kendisi çok mantıklı bir insan evladı olduğundan, gecenin bir yarısı ex manit’ten gelen bu telefonu açmadı. peki ben durdum mu? durmadım. sms attım.
“şeni şöyle seviyorum balım, böyle yaptım hatalarım vardı işte heeerrrrşeyi yaparım (gerekirse sarhoş olduğum için kelimeyi birleşik de yazarım yani o derece) bak, toparlarız. sen ne dersen de, seni hala çok seviyorum lan allahsız"

ertesi gün facebook üzerinden yanıtladı. onun ss’leri aşağıda (mesajlar mail kutuma da geldiğinden, benimkilerin kaydı yok malesef ama yine de belgelerle geldim.)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
- yani, gerçekten bu mesajda buna mı odaklandın? sarhoştum kusura bakma ama mesajın odak noktası orası değildi sanki.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
- tamam, özür dilerim o kelime için. ama şu an dünyanın en ayık adamı benim, sabahtan beri sadece çay içtim inanmıyorsan ev arkadaşıma sor. mesajın orası hariç tamamının altına da imzamı atıyorum. hath bakalım.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

o günden beri hanımefendinin benim nezdimdeki nickname'i allahsız. yolda falan görsem nabün lan allahsız derim.
devamını gör...

yahya kemal beyatlı-sessiz gemi.

hababam sınıfı da mı izlemediniz.
devamını gör...

inatla taşlar arasında hayatta kalan çiçekler var bir de...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

"kapılar açıldı ve içeriden üniformalı, omuzları düşük bir beyefendi çıktı.. kapıdan çıkan beyefendi bizzat kendi burnuydu!"
devamını gör...

aşkın üç rengi
bölüm 3

iki aşık, binbir çiçek desenli kıyafetini giymiş olan bahçede el ele yürüyorlardı ki prenses rozalin’i bulmak için çıktığı macerayı anlatmaya başladı. öyle heyecanlı anlatıyordu ki adeta küçücük bir kız çocuğu gibiydi. onun bu tavırlarını ve gözlerindeki ışıltıyı gören prens ise sadece hayran olmuş bir vaziyette izlemek ve dinlemekle yetiniyordu. aslında çok tehlikeli olan fakat prenses tarafından çok tatlı bir şekilde anlatılan bu masalı can kulağı ile dinlediği için hiç araya girmedi. heyecanlı bir ruh hali içinde dinliyordu ve içten içe böyle bir maceraya atıldığı için prensese kızıyordu. aynı zamanda prensesin ona hissettiği aşktan öylesine etkileniyordu ki kızgınlığı hemen geçiyordu. prensesi dinlerken kendi kendine acaba ben olsam ne yapardım diye de sormaktan geri kalmıyordu. cevabı ise hiç değişmiyordu: "bir nefes süresi kadar bile düşünmeden evet."

prenses, rozalin ile yaptığı anlaşmayı anlatmaya başladığında bir an için duraksadı. yüzünde bir hüzün, bir düşünme hali, bir umutsuzluk belirdi. prens ufak bir şaşkınlık anından sonra anlatmaya devam etmesini istedi. prenses hikayenin kalan kısmını bir solukta anlattı. prensesin anlaşma karşılığında rozalin’e 10 yılını verdiğini öğrenen prens adeta şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibiydi. ne diyeceğini ne düşüneceğini kestirememiş bir halde olduğu yere çöktü kaldı. gözleri her an patlamaya hazır fırtına bulutları gibi dolmuştu.

prensin bu kadar kahrolduğunu gören prenses hemen onun yanına çöktü ve ona: “sakın üzülme sevgilim. şayet oradan panzehir olmadan gelseydim, sana ve aşkımıza ihanet etmiş olacaktım. benim için seninle geçireceğim bir dakika, sensiz geçireceğim 10 yıldan daha değerlidir. ayrıca hem rozalin’e hem de melina’ya yardım etmiş oldum ki onlara borçlu kalmak istemezdim zira seni kurtarmamda çok fazla yardımları dokundu. ikisi de ziyadesiyle harikulade kadınlar, yapmış olduğum iyiliği sonuna kadar hak ediyorlar.”

prens: "seni anlayabiliyorum sevgilim. lakin senden uzakta bir saniye bile geçiremeyen beni, sensiz 10 yıl geçirme düşüncesi kahrediyor. sana bir şey olursa ben zaten artık yaşamıyor olurum. o andan itibaren yaşayan bir ölü olmaktansa o an seninle can vermeyi yeğlerim. nefes alıp yaşamamaktansa, nefes almayıp sonsuzlukta seninle yaşamayı tercih ederim."

prenses bu sözlere çok kızmıştı. kaşlarını çattı ve kollarını göğsünde birbirine bağlayarak arkasını döndü prense. birkaç dakika sonra konuşmaya başladı naz yapan küçük çocuklar gibi.

prenses: "lütfen böyle mesnetsiz ve mutsuzluk kokan sözler söylemeyin ömrümün emaneti. hem daha genciz, birlikte çok mutlu geçireceğimiz yıllarımız elbette ki olacaktır. 10 yıl dediğiniz nedir ki? sizin için tanrı’nın bana emaneti olan bütün ömrü verebilirim hiç düşünmeden. bu tanrı’ya ihanet edeceğim anlamına gelecek olsa bile. fakat prensim bir an önce bu krallıklardan ve ailelerden uzaklaşmamız gerekmektedir. başımıza gelen son olaydan sonra bir yenisinin olması sürpriz olmayacaktır. seni prenses melina ile evlendirmek için her şeyi yapacaklardır. zannımca bizimkiler de aynı şeyleri yapabilecek zihniyete sahiptirler. bu sebeple buralardan gitmemiz gerektiği kanaatindeyim."

prensin gözü uzaklara daldı. düşünceler deryasında çırpınmaya başladı. prenses sonuna kadar haklıydı. eğer mutlu olmak istiyorlarsa buralardan gitmeleri gerekiyordu.

prens: "canım prensesim, mühürlü kaderim. istediğin gibi olsun her şey, yarın gece buralardan ayrılalım, uzak diyarlara gidelim. terk edelim bu kötü insanların bulunduğu diyarı." dedi.

ertesi gece iki krallığın sınır bölgesinde buluşacaklarına dair sözleşerek ayrıldılar. yürekleri oluk oluk kanarcasına...
krallıklarına dönmeden önce son bir kez dönüp buluşturdular alev alev parlayan gözlerini karanlığın en koyu olduğu yerde. ertesi gece sözleştikleri vakitte buluştular ve kimseye görünmeden uzaklaştılar krallıklarından, uzaklara doğru. tek çarelerinin bu olduğunu biliyorlardı. bu teklifi kendisinin yapmasına rağmen prensesin yüzü yine de asıktı. prens yüzünün neden asık olduğunu sordu.

prenses: "ne kadar farkında olsam da çaresizliğimizin, yine de evimiz bildiğimiz yerden bir anda böyle kimseye haber vermeden kaçmak beni biraz üzdü. keşke her şey daha farklı olsaydı."

prens: “evet sevgilim doğru söylüyorsun ama saadetimiz için bunu yapmamız şart. hem melina biliyor gittiğimizi, ona veda edebildik en azından. o da kararımızı doğru buldu. senin yerinde olsa aynı şeyi yapacağını söylemedi mi? bu sebeple üzülmemelisin zamanımın anlamı. bizim için, sevgimiz ve mutluluğumuz için tek çaremiz bu.” dedi ve sarıldı prensese.

yaşanmışlıklarını, krallıklarını, ailelerini ve diğer tüm sevdiklerini geride bırakarak el ele tutuştular ve emin adımlarla yürümeye devam ettiler. çünkü onların dünyası birbirleri olmadan artık bir hiçti. her şeyi geride bırakarak daima beraber olabilecekleri yeni bir hayata doğru yol aldılar...
mutluluk artık onlar için bir hayal değildi.
onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine demeye hazırlanırken bizler,
gökten üç elma düş....




hayır yere düşen elmalar değildi, prensesti. prens bir anda elinin boşta kaldığını farketti. sımsıkı tuttuğu el aynı şekilde karşılık vermiyordu, tamamen tepkisizdi. kafasını yan tarafa çevirmeye korkuyordu. kalbi korkuyla çarpıyordu, içinde bir ürperme hissetti, tüyleri diken diken olmuştu. midesine kramplar giriyordu. o kısacık an sanki yıllarca sürmüştü ve yaşlandırmıştı ruhunu. yan tarafında dolunayın aydınlattığı çimenlerde yüreğinin artık çarpmadan uzanışını izliyordu. çok hızlı bir şekilde nefes alıp vermeye başladı, kalp krizi geçirecek gibiydi. bir eliyle hareketsiz avuçları sımsıkı tutuyordu, hiçbir zaman gitmesine izin vermeyecekmişçesine. diğer eliyle sıkışan kalbini tutuyordu, sökmek istermişçesine. prensesin hareketsiz kolunu sallamaya başladı ama tepki yoktu. kolu ne zaman yukarı kaldırsa bıraktığı anda aşağı düşüyordu, bir ağacın yaprağının sonbaharda toprakla buluşması gibi. kabullenemiyordu bu durumu, prensesin omuzlarından tuttu, silkelemeye başladı. prensesin kafası kontrolsüzce ileri geri hareket ediyordu. solmuş bir çiçeğin boynu gibi kenara düşüyordu. yavaş yavaş prensesin kalbine doğru uzandı ve dinlemeye başladı. hiçbir kuş sesi gelmiyordu. sanki ölüm sessizliği çökmüştü o kuş cenneti yüreğine. prensin aklı, kendisini teselli etmeye çalışan pervasız bir arkadaş gibi asla kabullenmek istemediği gerçeği haykırıyordu yüreğine. prens o kelimeyi söyleyemiyordu kendi kendine, asla kabul edemezdi bu durumu, daha çok uzun zamanlar beraber olacaklardı. hayalleri vardı, mutlu olacaklardı. bu düşünceler şu an yerde hareketsizce uzanan prensesin bedeni gibi hareketsizce uzanıyordu prensin zihin mezarlığında.

prensin elleri titremeye başladı, geriye doğru sendeledi, ayağa kalkamadan sırt üstü düştü. sıcaktan insanların uyuyamadığı o yaz gecesinde tir tir titremeye başladı, kutuplarda çıplak kalan bir insan gibi. durduramıyordu kendini, dişlerini sıkmıştı. o kadar çok sıktı ki dişlerini birkaçı kırıldı. prens öyle bir çığlık kopardı ki gökyüzündeki meleklerden yerin en dibindeki zebanilere kadar herkes bu çığlığı duymuştu. öyle hüzün dolu bir çığlıktı ki bulutlar bile gözyaşı dökmeye başladılar.

dünya onun için artık bir çukurdu ve o çukurun zemininde sırt üstü uzanıyordu. aklını kaybedeceğini düşündü ama bir türlü deliremiyordu. bu şekilde yaşayamayacağını da biliyordu. o an aslında hiçbir şey bilmiyordu, sadece sadece...
çılgınlar gibi ağlıyordu, bağırıyordu, tanrıya lanet ediyordu, rozalin’e lanet ediyordu, ona bu iksiri içirenlere lanet ediyordu. o anda nefreti öyle bir çoğaldı ki artık sevgi kalmamıştı bünyesinde. eğer sevgi varsa bile çok derinlere gömülmüştü. sadece nefret soluyor, damarlarında nefret dolanıyordu. nefret eğer bir insan olsaydı o an ki prens olurdu. gözleri öyle korkutucu bir hal almıştı ki onu gören vahşi hayvanlar bile ağaç kovuklarına, mağaralara saklanıyordu.

yağmura aldırış etmeden artık cansız bir bedenden başka varlığı olmayan sevdiği kadının alnına bir öpücük kondurduktan sonra eğilerek uzandığı yerden kucağına aldı ve ona bu kaderi yaşatanların yaşadığı bataklığa doğru yol almaya başladı. yani lanet olasıca krallıklarına. kaçmaya çalıştıkları bataklık onların peşini bırakmadığı gibi prensesi de içine çekmişti. prens bu bataklığa doğru ilerlemeye devam etti.

ayrılık zordu. ayrılık acıydı...
bir süre sonra krallığa ulaşmıştı. prensesi o çok sevdiği çiçek bahçesinin en güzel yerine yavaşça bıraktı. öptü alnından, okşadı o güzel yüzünü. tüm çiçeklerden, o geri dönene kadar prensese canları gibi bakacaklarına dair söz vermelerini istedi. prensin de artık içinde sevgi kalmamıştı. sevgisinin kaynağı olan biricik prensesinin ölümüne sebep olan herkes için küçücük bir merhamet bile beslemiyordu. o an yüreğindeki intikam ateşi alev alev yanmaya başladı. prensin kalbi de gözleri gibi ayrılığın siyahına bürünmüştü, kılıcını çekti ve onların hayatlarını çalanları, onların mutluluğunu yok edenleri, onlara bu acıları yaşatan herkesi öldürmeye doğru ilerlemeye başlamıştı ki bir esinti yüzünü okşadı. öyle yumuşaktı ki bu dokunuş, sanki prensesin dokunuşuydu. etrafına bakınmaya başlamıştı ki arkasından bir ses duydu: “seni her zaman seveceğim." dönüp baktığı zaman çiçeklerin içerisinde prensesin silüetini görür gibi oldu.

prenses bu diyarlardan gitmeden önce bir anlığına da olsa prensine göründü. nefretin ona hükmetmesini istemiyormuşçasına. prensesin ruhu öyle hüzün ve aşk dolu bir bakış bırakmıştı ki prensin yüreğine artık nefreti yok olmuştu prensin. sadece aşk kalmıştı. prensesin sevgi dolu sesi, bakışları, dokunuşları...

prens olduğu yerde dizlerinin üstüne çöktü, kılıcı elinden düştü. bağırmaktan sesi kısılmış olsa bile öyle sessiz bir şekilde çığlık atıyordu ki ona bu iksiri içirenlerin bile yüreği kan ağlıyordu bu sessiz çığlıklar nedeniyle.

içinizdeki o sevginin sahibi artık yoksa o sevginin de bir değeri kalmıyordu. o aşk da sevdiğiniz ile gidiyordu. yerini kaplayan mutsuzluk, hüzün o kadar büyük oluyordu ki nefes bile aldırmıyordu. haykırmak, bağırmak istersiniz de sesiniz çıkmaz ya, karanlıkların içindeki o ışık hüzmesine koşarsınız da o ışık bir anda kaybolur ya, bu da öyledir işte. yokluğunun ağırlığı omuzlarınıza çöktüğünde kaldıramazsınız. evet belki dışarıdan yaşıyormuş gibi görünebilirsiniz. ama gerçekten seven iki insandan biri ölürse öbürü de onunla ölür. sizi tamamlayan kişi artık yanınızda olmazsa bu dünyada yarım kalırsınız.

ne yapsanız hep eksik kalır. onsuzluk kalbinize saplanan bir hançer gibidir. kesik kesik soluk alırsınız ama acı dayanılmazdır. her bir solukta canınız daha da çok yanar. yaşamınızı güzelleştiren, aklınıza gelmesi bile sizi gülümseten, onun geleceği zamanı iple çektiğiniz, yanında özgür ama bir o kadar da ona bağlı hissettiğiniz o insan artık yoksa hayatınızda, yaşamanın da bir anlamı kalmaz aslında. aşk böyledir. varlığı sizi mutlu ve sevinçli yapar ama yokluğu da sizi mahveder.

dipsiz bir çukurdur aslında onsuzluk. düşersiniz, düşersiniz, daha da düşersiniz. ne tutunacak bir yer vardır ne de bir ışık. o sonsuz boşluğu dolduracak tek kişi de gittiyse eğer evet, işte o zaman o çukurdan çıkamazsınız. hüzün sanki kolları varmış gibi sizi sarar. bir zaman sonra boğulmaya başlarsınız. çırpınırsınız, kurtulmaya çalışırsınız ama sizi bırakmaz.

bir an sonra okyanusun altında gibi hissedersiniz. nefesiniz hızla tükenmektedir. yukarıya doğru yüzdüğünüzü zannedersiniz ama aslında daha da dibe battığınızı fark etmezsiniz. sonra pes edersiniz. size o soluğu tekrardan verebilecek olan tek kişi de yoktur artık. o okyanusun dibinde oturursunuz. onun yanına gitmek için beklersiniz. aklınızda, kalbinizde, tüm benliğinizde onun adı durmadan zuhur ederken siz sadece kavuşacağınız günü beklersiniz. acı sizi öldürür ama aynı zamanda da yaşatır. aşk gibidir işte. aşk da yaşatır lakin yeri geldiğinde sizi öldürmesini de çok iyi bilir.

ayrılık her zaman acıydı. prensin kalbi de prensesi ile beraber gitmişti. sevdiği olmadan bu dağ bu taş neye yarar. o yağmur ekinlere nasıl can verir. güneş yerküreyi yakar adeta, çekilen ızdırabın yüreği yaktığı gibi. sevdiği bu dünyadan göçmüşse, artık prens eski prens değildir. içindeki aşk sevdiği ile beraber gitmiştir.

aşık olduğunuzda ayrı düşmek aklınıza bile gelmez çünkü bilirsiniz ki seven iki insan için ayrılık olamaz. ölüm de olsa gerçek aşıklar için ayrılmak yoktur aslında çünkü ruhları bütünleşmiştir ve bu enerji asla kaybolmayacaktır.

elinizi uzattığınızda sevdiğinizin yüzü orada olsun istersiniz. gülüşünüz gülüşüne değsin, saçlarınız birbirine karışsın, gözleriniz hiç başka yere bakmasın istersiniz. fakat o canınızdan çok sevdiğiniz kişi artık yoksa elleriniz boşluğa düşüyorsa, gülüşünüz solmuşsa, saçlarınız sert rüzgarda savruluyorsa ve gözleriniz hep onu arıyorsa yaşanır mı bu dünyada diye düşünüyor olsanız da onun hatırasını yaşatmanız gerekmektedir. sizin mutlu olmanızı isterdi, o gitmiş olsa bile kalanlara birlikte geçirdiğiniz güzel anıları aktarmanızı ve yeni nesillere umut olmanızı isterdi. aşkın hiçbir zaman ölmeyeceğini öğretmenizi isterdi.

"seni her zaman seveceğim prensim, beni asla unutma fakat geleceği yaşamayı da aksatma.

elveda..."

edit: herkese merhabalarr. hikayemizin son bölümü de sizlerle. umarım beğenmişsinizdir. biz bu bölümde gerçekten çok hüzünlendik. ama prens ve prenses hep kalbimizde olacak. onların aşkları bize umut verecek. umarım bu hikaye size de bir şeyler katabilmiştir. bizi çok düşündürdü aslında çoğu zaman. sizleri de düşündürebilmiştir umarım. ilk hikayemiz "aşkın üç rengi" burada sona eriyor fakat zihnimizde onlar hep var olacaklar.
başka bir yazı ile ilerleyen günlerde görüşmek dileğiyle. ne olursa olsun aşk hep sizinle olsun...
devamını gör...

kesinlikle zamanıdır.
insanın en değerli hazinesi zamanıdır.
eğer ki bir erkek size zamanından veriyor, günün yorgunluğunu sizinle atmak istiyor, sizinle her an konuşmak, her şeyi sizinle birlikte yapmak istiyorsa, hatta siz olmadığınız zamanlarda da size aklında yer veriyorsa, o erkeğin yüreğine misafir olma şerefine nail olmuşsunuz demektir.
daha ne olsundu?
devamını gör...

sezen aksu'nun "adı bende saklı albümü çıktığında yıllar 1998'i gösteriyordu.
ve başında kavak yelleri esen her türk genci gibi benim de bir flörtüm vardı *. daha cep telefonu yaygınlaşmamış ev telefonlarından haberleşiyoruz , bildiniz mi? o kadar eski bir zaman...

o zamanlar kadıköy halk eğitim merkezi'nde klasik gitar eğitimi alıyorum. kursta tanıştığım dünya tatlısı, benden bir iki yaş küçük, güzel kız arkadaşımla * kurs bitince kadıköy 'de, pasajlarında geziyoruz...
onunla da o pasajlardan birisinde tanışıyoruz, tesadüfen. her zamanki gibi hiç tipim olmayan, sarışın, mavi gözlü, yakışıklı bir çocuk...
bense mahlasımdan da anlaşılacağı üzere küçük boyutlarda ve bence dikkat çekmeyen bir insanım.
sırtımda neredeyse benim kadar olan, zor bela taşıdığım gitardan sebep dikkatini çektiğime yemin edebilirim ama kanıtlayamam. bizi gitarlarla görünce yanımıza geliyor. "kızlar" diyor, "bizim bir grubumuz var, solist arıyoruz, aranızda sesi güzel olan var mı?" diye soruyor.
çok dikkate almıyorum. sadece "okulda korodaydım" diyorum. "yarın stüdyoya gidelim" diyor. korkuyorum çünkü ben hep çekingen, korkak birisi oldum. kız arkadaşıma bakıyorum beraber gider miyiz diye? emin değiliz. sessiz kalıyoruz.
ama sevgili kişisi daha o andan bazı şeyleri kafaya koymuş olacak ki biz ondan kurtulamıyoruz.
şu an anımsamadığım bir şekilde sonraki günlerde hiç üstüme alınmasam da onunla buluşup çay içiyoruz, sadece ikimiz ama ben hala aslında onun benim arkadaşımdan hoşlandığını, ona ulaşmak için benimle iyi arkadaş olma çabasında olduğunu düşünüyorum.
değilmiş efendim o gün söylüyor bunu bana, "daha nasıl belli edebilirdim" diyor.
ve ben bilmiyorum bir insan daha nasıl belli eder birisinden hoşlandığını...

biz sevgili oluyoruz sonra, sonra gel zaman git zaman 14 şubat yaklaşıyor. sevgililerin korkulu rüyası, hediyeyi alırsın önceden, sonra olmaz ya ayrılırsın, atsan atamazsın saklasan canın yanar saçma sapan işler. bizde de tam böyle oldu, tam ayrılmadık ama bi soğuduk birbirimizden. ben asıl hediye ile beraber bu cd'yi almıştım ona. bir süre bende kaldı. sonra biz bir gün barıştık, o zaman verdim hediyelerini... alırken çok anlamlı gelen hediyeler verirken aslında pek de anlamlı gelmemişti bana çünkü ben onda "tutuklu" kalmamıştım hiç... belki üzülmüştüm ama geri gelmesi için dualar falan etmemiştim. günler geceler boyunca onu düşünmemiştim, düşlememiştim.
sonra sonra insan gerçekten birisini canından bile çok sevince tutuklu kalmak ne demek anlıyor.
o aşka tutulmadan bilmiyor insan, kendini bilmeden oradan oraya savrulmak ne demek...

velhasılıkelam tutuklu şarkısı aşk acısını çok çok iyi anlatan müthiş bir şarkıdır. çaresiz ve imkansız iç içe geçmiştir bu şarkıda. insan bilmiyor o derde düşmeden canı ne kadar yanabilir. daha ne kadar umut edebilir ya da ne kadar kırılabilir.
kimse avutamaz artık sizi, ölseniz bile olur o yoksa artık. zaman geçer gider ama siz hep onda kalırsınız.
canı yanmadan dinleyebilenlere selam olsun.

unutmadan; o stüdyoya hiç gidilmedi, hiç beraber şarkı söylenmedi, sadece çocukça bir şey yaşandı ve bitti...

ne senden öncesi
ne senden sonrası

ayrılık aman
ölümden yaman
geçmiyor zaman geçmiyor

ne anam, babam
ne hoş hatıram
yetmiyor canım yetmiyor

ben sende tutuklu kaldım
kendi hayatımdan çaldım
yedi cihan dolandım
bana mısın demiyor

sakladım gözlerimi
sustum hep sözlerimi
yandım yar közlerimi
savur savur bitmiyor
devamını gör...

'uzun zamandır nickaltı yazmak istediğim fakat dur bakalım bir şeyler eksik olabilir biraz daha oku, araştır, takip et dediğim' yazar.

efendim nereden başlasam bilemiyorum.
neresinden bakarsanız bakın sanat. neresinden bakarsanız bakın eğlence. neresinden bakarsanız bakın bilgi, kültür, candanlık, asalet...

çektiği fotoğraflar, yaptığı resimler, bilgisi yoğun ve dozunda eğlenceyle harmanladığı tanımlar...

profilinde size uçsuz bucaksız bilgi deryası sunuyor sayın yazar.

bulunduğu her ortamda farkını yansıtıyor, tarzını hemen belli ediyor. çok eğlenceli oluşu, bir çok konuda donanımlı olması, farklı fikirleri, olaylara durumlara farklı yerlerden bakabilmesi ve şunu söyleyeyim ince bir çizgisi... hayır resmiyet değil, duvarda değil, bir çizgisi var ve ötesine herkesi almayışı... çok konuşur, - dolu dolu- çok anlatır -bakış açısı farklı demiş miydim? yani eğer iyi takip etmiyorsanız kafaları yakabilir çünkü- çok güler, - yerinde ve huzur verici- çok dinler, - psikolog edasıyla, analizleri ve yönlendirmeleri hayat kurtarır-...

böyle uzar gider biliyor musunuz?
tanımanız lazım. bakın çok yakınında olmanıza da gerek yok bunları fark etmeniz için. sayfasına girmeniz, belki bir selam vermeniz yeter bu söylediklerimi anlayabilmeniz için.

'uzaktan böyleyse yakından nasıldır acaba?' dediğinizi duyar gibiyim. açıkçası bende merak etmiyor değilim. kutsal bir aurası var gibi. herkes gibi durmuyor, herkesin baktığı yerden bakmıyor hayata.

sayın yazar kalbinizin ışığını görebiliyorum. kelimelere ilmek ilmek işlediğiniz parıltıyla bizimde kalbimizde makes buluyor bu ışık.
kalbinizin ışığı hep aydınlatsın ışığa ihtiyacı olan hafif yoldan çıkmak üzere ya da yolunda ısrar eden fakat gideceği yönü hayatına çökmüş karanlıktan dolayı fark edemeyenleri.

ben biraz hani eskiden vardı ya yazardık 'hatıra defteri' o kıvamda gelirim nickaltlarına. kişiden ne aldıysam onu bırakıp çıkar giderim. umarım senden aldıklarımdan mutlu olursun. senin yansıttıkların beni mutlu ediyor bu arada.

sana dair bir çok temennim var.* ama en önemlisini buraya bırakıp gidiyorum. ışığın hiç sönmesin olur mu?
sevgiler...
devamını gör...

mazhar,fuat,özkan
devamını gör...

+sen abdülhamit'i savundun
-savunmadım.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim