diyelim ki o bunu okuyor
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
başlık "ilkokuldamasaaltındaunutulanresimcantasi" tarafından 09.11.2020 18:00 tarihinde açılmıştır.
1941.
sen bana aklimla basim
arasindaki mesafe kadar yakinsin
sen bana aklimla basim
arasindaki mesafe kadar da uzaksin
sen bana haramsin tovbe tutmaz
iflah olmazsin sen asla
sen benim kanayan yaramsin
kabuk baglamazsin kanarsin
arasindaki mesafe kadar yakinsin
sen bana aklimla basim
arasindaki mesafe kadar da uzaksin
sen bana haramsin tovbe tutmaz
iflah olmazsin sen asla
sen benim kanayan yaramsin
kabuk baglamazsin kanarsin
devamını gör...
1942.
demeyelim okur o beni.
gelmişler ona yine.
kendine çeki düzen versin.
gelmişler ona yine.
kendine çeki düzen versin.
devamını gör...
1943.
akıldaki kişinin girdiğiniz tanımı okuduğuna dair varsayımdır. yeni doğduğum için aklımda ilk takipçim var. her takipçime bu muameleyi yapsam olaylar ne biçim de gelişirdi. ancak ben ilk olana bu muamelemi yapar, teşekkürümü tekrar ederim ve olaylar gelişir.
devamını gör...
1944.
yahu okumuyorum bee, yazma artık. neyse gideyim de instagram profil savaşlarını yeniden başlatayım. dayanamaz füze atar.
t. bir ihtimal daha var başlığı.
bir ihtimal daha var
o da, ölmek mi dersin
söyle canım ne dersin?..
t. bir ihtimal daha var başlığı.
bir ihtimal daha var
o da, ölmek mi dersin
söyle canım ne dersin?..
devamını gör...
1945.
bu oyun olmayacak adil.
devamını gör...
1946.
paylaşırken bir ihtimal ulan gerçekten görürse hissiyatı..
devamını gör...
1947.
bir vicdan azabı hissediyorum seni aramadığım için. keşke diğer insanlar gibi olsaydık, dede torun gezebilseydik. hep senden uzaktaydım ve birer yabancı olarak büyüdük. bu son hastalık durumun beni kahrediyor, bir gün vefat edeceksin ve ben seni hiç arayıp sormamış olacağım. kimsesizlik hissim de tamamen netleşmiş olacak.
devamını gör...
1948.
geçen sene hayatımdan tamamen çıkardığım, kundaktan bu yaşıma kadar tanıdığım eski en yakın arkadaşımın doğum günü bugün...
sana çok kızgınım, hiçbir zaman affetmeyeceğim ve hiçbir zaman yüzüne bakmayacağım ama bir gün bana ihtiyacın olursa ilk ben gideceğim, yine de umarım hiçbir zaman bana ihtiyacın olmaz.
iyi ki doğdun dünyanın en merhametli ama en acımasız insanı. babandan bile kötüymüşsün.
sana çok kızgınım, hiçbir zaman affetmeyeceğim ve hiçbir zaman yüzüne bakmayacağım ama bir gün bana ihtiyacın olursa ilk ben gideceğim, yine de umarım hiçbir zaman bana ihtiyacın olmaz.
iyi ki doğdun dünyanın en merhametli ama en acımasız insanı. babandan bile kötüymüşsün.
devamını gör...
1949.
özlemedim desem yalan olur fakat sensiz beni daha çok sevdiğimi itiraf etmeliyim.
devamını gör...
1950.
getireceğim kitabı getireceğim *
devamını gör...
1951.
evet az önce söylemek isteyipde sustuğum şey
bana ne zaman güveniceksin?
bana ne zaman güveniceksin?
devamını gör...
1952.
çok uzun yıllar sonra ve mezun olduktan sonra da ilk defa, birkaç gün önce fakültemizi ziyarete gittim. bunca zaman fakülteye hiç gitmemiş olmamın sebebi de, aslında, aklıma gelmemiş olması, iş güç, meşguliyet, çok uzakta olmam değildi; kasıtlı olarak gitmemiştim. okumak için gurbete çıkmamış olmayı, üniversiteyi yaşadığım şehirde okumuş olmayı hayatımın en büyük hatası olarak gördüğüm için, bu konuda da kendimi hiçbir zaman affetmediğim için, sağlıklı bir aile ortamında yetişseydim bu fakülteyle yetinmezdim daha iyi yerlerde olurdum diyerek biraz fakülteyi de küçümsediğim için, hayatımın o bölümünü de hep yok saymıştım. ancak birkaç gün önce kendimle bir hesaplaşmaya girdim, geçmişimle yüzleştim. yanlışlarımla, doğrularımla geçmişimin bana olduğunu, benim gerçeğim olduğunu düşündüm. geçmişimden, yanlışlarımdan, anılarımdan kaçmak yerine onlarla yüzleşmenin daha doğru olacağı kanaatine vardım. işte ben de bir vefasızlığı affettirmek istercesine, bir hatayı düzeltircesine, geçmişimle ve kendimle barışırcasına fakülteye gittim.
fakülteye giderken senin, benim, sınıf arkadaşlarımızın her zaman kullandığımız yoldan gittim. kampüs en son teknik üniversiteye verildiği için ön kısımdaki eski binalar tamamen yıkılmış yerlerine yeni binalar yapılmıştı. bizim okuduğumuz bina arka taraflarda olduğu için “belki henüz yıkılmamıştır okuduğumuz sınıfları gezebilirim” diyerek görevlilerden içeri girmek için izin istedim ancak yıkım işleri devam ettiği için haklı olarak izin vermediler. ben de kampüsün arka tarafına dolaştım; orası biraz yüksek olduğu için hiç değilse bahçeyi rahatça seyrederim diye düşündüm. bahçe duvarına gelip te tel örgülerden içeri baktığımda şaşkınlıktan donakaldım. o kısımda yıkım devam ediyordu. bizim okuduğumuz bina tam karşımdaydı ve bir iş makinası bana göre sağ tarafından daha yeni yıkmaya başlamıştı. hani bazen “bu tesadüf değil, bu kadarı tesadüf olamaz. bu farklı bir şey” dersin ya. işte ben de onu yaşadım. birkaç gün sonra gelsem ya da en fazla bir hafta sonra gelsem o bina da tamamen yıkılmış olacaktı. ben zaten eşyaların, zamanların, mekanların da bir kimliği, ruhu olduğuna inananlardanım. hemen telefonumu çıkardım ve birkaç fotoğraf aldım. aynı sınıfta geçirdiğimiz dört yılı düşündüm. bir film şeridi gibi hafızamdan geçen anılara gözyaşlarım eşlik etti.
sen seni seven, senin üzerine titreyen iyi bir ailenin kızıydın; benim gibi psikopat bir ebeveynin yoktu. sınıfın üçte ikisini oluşturan kızlar içerisinde de sen farklıydın. maddi durumu çok iyi her gün farklı bir kıyafetle arz-ı endam eden kendileriyle aynı çevreden olmayan insanlarla pek konuşmayan havalı kız arkadaşlar gibi de değildin. sık sık olmasa da, uzun uzun olmasa da zaman zaman konuşmalarımız, sohbetlerimiz olurdu seninle. beni severdin, kendine yakın hissederdin. iki adın vardı. birinci adın aynı zamanda erkekler tarafından da kullanılan ama kadınların daha çok kullandığı ortak adlardan biriydi. aynı zamanda yetmişli yılların ortalarında, takım arkadaşı l ile birlikte fenerbahçe’den kayserispor’ a kiralık olarak giden bir futbolcunun da adıydı. benim de en en sevdiğim kadın isimlerinden biriydi. ancak sen ikinci adını daha çok seviyordun ve onu kullanıyordun. bir gün seninle bu konu üzerinde de konuşmuştuk. sen aynı zamanda sanatla ilgilenen, tiyatroyu seven bir insandın. kaçıncı seneydi hatırlayamıyorum ama bir tiyatro etkinliği düzenlemiştin; bir tiyatro oyunun bizim bölüm öğrencileri tarafından canlandırılmasını organize etmiştin. bana da bir rol teklif etmiştin ama biraz uçuk kaçık bir rol olduğu için o dönemde sınıf başkanı ve bölümün de ağır abisi pozisyonunda olan ben bunu kabul etmemiştim. sen de benim yerime rolü izmit’li h’ ye vermiştin. kim bilir ne keyifli, ne güzel bir çalışma süreciniz olmuştu. sonuçta da başarılı olmuştunuz. oyun beğenilmişti. şimdi ne kadar pişmanım. bir tek şey için geçmişe dönülecek olsa o rolü kabul etmek için dönerdim. güzel bir hatıra olurdu.
bir erkek arkadaşın da vardı. 1. sınıftan itibaren tıp fakültesinden bir çocukla çıkıyordun. onun ismini de unutmadım, biliyor musun. okulun yakınlarındaki bir kafede bir gün beni: “r sınıfımızın en başarılı çocuğudur” diyerek onunla tanıştırmıştın. dört yıl problemsiz bir arkadaşlık sürdürdüğünüze göre, mezun olup işe başladıktan sonra evlenmişsinizdir, herhalde. bir de f vardı. hep gülen, gülümseyen pozitif arkadaşımız, f’ yi her hatırlayışımda önce gamzeleri gelir aklıma; zaten güldüğünde de önce gamzeleri gülerdi. seninle birlikte en çok konuştuğum arkadaşlardan biriydi. o da beni severdi. o da bizim bölümden ama farklı sınıftan bir arkadaşla çıkıyordu. onun adını da hatırlıyorum. o da f gibi neşeli, pozitif, açık kalpli bir arkadaştı. o da beni severdi selamlaşır, ayak üstü kısa sohbetler yapardık. birbirlerine yakışıyorlardı. onlar da evlenmişlerdir, herhalde ve dilerim mutludurlar.
şehrin takımının, a milli futbol takımının başında da 3-4 kez kaptan olarak çıkmış olan, efsane futbolcularından ve kaptanlarından birinin yine şehrin takımında futbolcu olan oğlu da bizim dönemde spor bölümünde okuyordu, hatırlarsan. sınıfımızdan izmitli arkadaşımız s ile çıktığı için sınıfımıza sık sık gelirdi ve adeta sınıftan biri gibi olmuştu. cuma günleri sınıfa geldiğinde “bu hafta sonu maç ne olacak? kazanacak mısınız?” diye sorardık o da her seferinde. “kazanacağız, tabii ki” diye cevap verirdi. bu arkadaşımız mezun olduktan sonra üç büyüklerden birine transfer olmuştu. o yıllarda henüz 3-4 yaşlarında olan kız kardeşi de daha sonraları ünlü bir dizi oyuncusu olmuştu.
dönüş yolunda o yılları düşündüm. şimdi ile karşılaştırmalar yaptım değişen ne çok şeyler oldu ve değişmeyen şeyler de var tabii. özal’ın anap’ı türkiye’nin başındaydı. almanların efsane hocası jupp derwall’in galatasaray’a gelmesine, oynattığı, toplu hücum toplu defans esasına dayanan, göze hoş gelen modern futbolla türkiye’de yeni bir dönemi başlatmasına ve mustafa denizli ile birlikte galatasaray’ın 13 yıllık şampiyonluk hasretini sonlandırmasına tanıklık etmiştik. michel jackson’un adından çok söz ettirdiği, bon jovi’nin, kim wilde’ ın, whitney houston’un, the bangles’ın, u2’ nun çok sevildiği, “take my breath away”, "i wanna dance with somebody”, “the final countdown”, “faith” , “bad”, “erternal flame” gibi şarkların her yerde çalındığı zamanlardı. türkiye’de ise sezen aksu’nun, ajda pekkan’ın, fatih erkoç’un, ayşegül aldinç’in, yeni türkü’nün, mfö’ nün, nilüfer’in altın yıllarıydı.
henüz olmayan şeyler de vardı tabii. turgut özal vefat etmemişti. uğur mumcu bombalı bir suikasta uğramamıştı. ırak kuveyt’i işgal etmemişti. recep tayyip erdoğan ibb başkanı seçilmemiş, al pacino'nun oscar'lı tek filmi "scent of a woman" henüz çekilmemişti. sincan’ın ana caddelerinde tanklar yürütülmemişti ve genelkurmay 2. başkanı çevik bir bu olay üzerine: “demokrasiye balans ayarı yaptık” dememişti. 28 şubat post modern darbesi olmamıştı. amerika ırak’a müdahale etmemişti. şirin ötesi bir ilçede hayatımın en güzel altı yılını geçirmemiştim. ve 99 depremi yaşanmamış, galatasaray henüz uefa şampiyonu olmamıştı.
... ve bir şarkımız da olmamıştı bizim. sevgililerin şarkıları olur zaten. biz ise sadece arkadaştık, öyle değil mi? arkadaşların yalnızca anıları, sevgileri, özlemleri olur.
kendi kendimle hesaplaşmalarım, muhasebelerim, hayatı sorgulayışım ise, belki de büyük ölçüde o yıllarla aynıydı. neden bazıları ideal birer ebeveynin çocuğu olarak sağlıklı bir aile ortamında bütün temel ihtiyaçları karşılanarak, sevilerek yetişiyor, mutlu oluyor büyük başarılara imza atıyor da, benim gibi bazıları da psikopat bir anne babanın çocuğu olarak sağlıksız bir aile ortamını solukluyor ve onlar için de intihar etmemiş olmak, kendisine vebaşkalarına zarar vermemiş olmak, her şeye ve herkese rağmen hayata tutunabilmiş olmak ancak bir başarı sayılıyor. neden bazıları hayatı dolu dolu yaşıyor ve hep yeni mutluluklara yelken açtığı için geçmişi hatırlama, geçmişe takılma gereği duymuyor ve yaşadıklarını çabucak unutuyor da mutsuzların kısmetine ancak geçmişi tüm ayrıntılarıyla hatırlamak ve tekrar tekrar yaşamak düşüyor.
şimdi nerelerdesin; ne yapıyorsun? dünya küçük derler ama biz bir daha hiç karşılaşmadık. mutlu musun? kaç çocuğun var? onlar ne yapıyorlar. beni hala hatırlıyor musun? zaman zaman aklına geliyor muyum. yoksa unuttun mu? yaşıyor musun. bu yalan güzeli dünyayı hala solukluyor musun?
yaşıyorsan karşılık verme.
fakülteye giderken senin, benim, sınıf arkadaşlarımızın her zaman kullandığımız yoldan gittim. kampüs en son teknik üniversiteye verildiği için ön kısımdaki eski binalar tamamen yıkılmış yerlerine yeni binalar yapılmıştı. bizim okuduğumuz bina arka taraflarda olduğu için “belki henüz yıkılmamıştır okuduğumuz sınıfları gezebilirim” diyerek görevlilerden içeri girmek için izin istedim ancak yıkım işleri devam ettiği için haklı olarak izin vermediler. ben de kampüsün arka tarafına dolaştım; orası biraz yüksek olduğu için hiç değilse bahçeyi rahatça seyrederim diye düşündüm. bahçe duvarına gelip te tel örgülerden içeri baktığımda şaşkınlıktan donakaldım. o kısımda yıkım devam ediyordu. bizim okuduğumuz bina tam karşımdaydı ve bir iş makinası bana göre sağ tarafından daha yeni yıkmaya başlamıştı. hani bazen “bu tesadüf değil, bu kadarı tesadüf olamaz. bu farklı bir şey” dersin ya. işte ben de onu yaşadım. birkaç gün sonra gelsem ya da en fazla bir hafta sonra gelsem o bina da tamamen yıkılmış olacaktı. ben zaten eşyaların, zamanların, mekanların da bir kimliği, ruhu olduğuna inananlardanım. hemen telefonumu çıkardım ve birkaç fotoğraf aldım. aynı sınıfta geçirdiğimiz dört yılı düşündüm. bir film şeridi gibi hafızamdan geçen anılara gözyaşlarım eşlik etti.
sen seni seven, senin üzerine titreyen iyi bir ailenin kızıydın; benim gibi psikopat bir ebeveynin yoktu. sınıfın üçte ikisini oluşturan kızlar içerisinde de sen farklıydın. maddi durumu çok iyi her gün farklı bir kıyafetle arz-ı endam eden kendileriyle aynı çevreden olmayan insanlarla pek konuşmayan havalı kız arkadaşlar gibi de değildin. sık sık olmasa da, uzun uzun olmasa da zaman zaman konuşmalarımız, sohbetlerimiz olurdu seninle. beni severdin, kendine yakın hissederdin. iki adın vardı. birinci adın aynı zamanda erkekler tarafından da kullanılan ama kadınların daha çok kullandığı ortak adlardan biriydi. aynı zamanda yetmişli yılların ortalarında, takım arkadaşı l ile birlikte fenerbahçe’den kayserispor’ a kiralık olarak giden bir futbolcunun da adıydı. benim de en en sevdiğim kadın isimlerinden biriydi. ancak sen ikinci adını daha çok seviyordun ve onu kullanıyordun. bir gün seninle bu konu üzerinde de konuşmuştuk. sen aynı zamanda sanatla ilgilenen, tiyatroyu seven bir insandın. kaçıncı seneydi hatırlayamıyorum ama bir tiyatro etkinliği düzenlemiştin; bir tiyatro oyunun bizim bölüm öğrencileri tarafından canlandırılmasını organize etmiştin. bana da bir rol teklif etmiştin ama biraz uçuk kaçık bir rol olduğu için o dönemde sınıf başkanı ve bölümün de ağır abisi pozisyonunda olan ben bunu kabul etmemiştim. sen de benim yerime rolü izmit’li h’ ye vermiştin. kim bilir ne keyifli, ne güzel bir çalışma süreciniz olmuştu. sonuçta da başarılı olmuştunuz. oyun beğenilmişti. şimdi ne kadar pişmanım. bir tek şey için geçmişe dönülecek olsa o rolü kabul etmek için dönerdim. güzel bir hatıra olurdu.
bir erkek arkadaşın da vardı. 1. sınıftan itibaren tıp fakültesinden bir çocukla çıkıyordun. onun ismini de unutmadım, biliyor musun. okulun yakınlarındaki bir kafede bir gün beni: “r sınıfımızın en başarılı çocuğudur” diyerek onunla tanıştırmıştın. dört yıl problemsiz bir arkadaşlık sürdürdüğünüze göre, mezun olup işe başladıktan sonra evlenmişsinizdir, herhalde. bir de f vardı. hep gülen, gülümseyen pozitif arkadaşımız, f’ yi her hatırlayışımda önce gamzeleri gelir aklıma; zaten güldüğünde de önce gamzeleri gülerdi. seninle birlikte en çok konuştuğum arkadaşlardan biriydi. o da beni severdi. o da bizim bölümden ama farklı sınıftan bir arkadaşla çıkıyordu. onun adını da hatırlıyorum. o da f gibi neşeli, pozitif, açık kalpli bir arkadaştı. o da beni severdi selamlaşır, ayak üstü kısa sohbetler yapardık. birbirlerine yakışıyorlardı. onlar da evlenmişlerdir, herhalde ve dilerim mutludurlar.
şehrin takımının, a milli futbol takımının başında da 3-4 kez kaptan olarak çıkmış olan, efsane futbolcularından ve kaptanlarından birinin yine şehrin takımında futbolcu olan oğlu da bizim dönemde spor bölümünde okuyordu, hatırlarsan. sınıfımızdan izmitli arkadaşımız s ile çıktığı için sınıfımıza sık sık gelirdi ve adeta sınıftan biri gibi olmuştu. cuma günleri sınıfa geldiğinde “bu hafta sonu maç ne olacak? kazanacak mısınız?” diye sorardık o da her seferinde. “kazanacağız, tabii ki” diye cevap verirdi. bu arkadaşımız mezun olduktan sonra üç büyüklerden birine transfer olmuştu. o yıllarda henüz 3-4 yaşlarında olan kız kardeşi de daha sonraları ünlü bir dizi oyuncusu olmuştu.
dönüş yolunda o yılları düşündüm. şimdi ile karşılaştırmalar yaptım değişen ne çok şeyler oldu ve değişmeyen şeyler de var tabii. özal’ın anap’ı türkiye’nin başındaydı. almanların efsane hocası jupp derwall’in galatasaray’a gelmesine, oynattığı, toplu hücum toplu defans esasına dayanan, göze hoş gelen modern futbolla türkiye’de yeni bir dönemi başlatmasına ve mustafa denizli ile birlikte galatasaray’ın 13 yıllık şampiyonluk hasretini sonlandırmasına tanıklık etmiştik. michel jackson’un adından çok söz ettirdiği, bon jovi’nin, kim wilde’ ın, whitney houston’un, the bangles’ın, u2’ nun çok sevildiği, “take my breath away”, "i wanna dance with somebody”, “the final countdown”, “faith” , “bad”, “erternal flame” gibi şarkların her yerde çalındığı zamanlardı. türkiye’de ise sezen aksu’nun, ajda pekkan’ın, fatih erkoç’un, ayşegül aldinç’in, yeni türkü’nün, mfö’ nün, nilüfer’in altın yıllarıydı.
henüz olmayan şeyler de vardı tabii. turgut özal vefat etmemişti. uğur mumcu bombalı bir suikasta uğramamıştı. ırak kuveyt’i işgal etmemişti. recep tayyip erdoğan ibb başkanı seçilmemiş, al pacino'nun oscar'lı tek filmi "scent of a woman" henüz çekilmemişti. sincan’ın ana caddelerinde tanklar yürütülmemişti ve genelkurmay 2. başkanı çevik bir bu olay üzerine: “demokrasiye balans ayarı yaptık” dememişti. 28 şubat post modern darbesi olmamıştı. amerika ırak’a müdahale etmemişti. şirin ötesi bir ilçede hayatımın en güzel altı yılını geçirmemiştim. ve 99 depremi yaşanmamış, galatasaray henüz uefa şampiyonu olmamıştı.
... ve bir şarkımız da olmamıştı bizim. sevgililerin şarkıları olur zaten. biz ise sadece arkadaştık, öyle değil mi? arkadaşların yalnızca anıları, sevgileri, özlemleri olur.
kendi kendimle hesaplaşmalarım, muhasebelerim, hayatı sorgulayışım ise, belki de büyük ölçüde o yıllarla aynıydı. neden bazıları ideal birer ebeveynin çocuğu olarak sağlıklı bir aile ortamında bütün temel ihtiyaçları karşılanarak, sevilerek yetişiyor, mutlu oluyor büyük başarılara imza atıyor da, benim gibi bazıları da psikopat bir anne babanın çocuğu olarak sağlıksız bir aile ortamını solukluyor ve onlar için de intihar etmemiş olmak, kendisine vebaşkalarına zarar vermemiş olmak, her şeye ve herkese rağmen hayata tutunabilmiş olmak ancak bir başarı sayılıyor. neden bazıları hayatı dolu dolu yaşıyor ve hep yeni mutluluklara yelken açtığı için geçmişi hatırlama, geçmişe takılma gereği duymuyor ve yaşadıklarını çabucak unutuyor da mutsuzların kısmetine ancak geçmişi tüm ayrıntılarıyla hatırlamak ve tekrar tekrar yaşamak düşüyor.
şimdi nerelerdesin; ne yapıyorsun? dünya küçük derler ama biz bir daha hiç karşılaşmadık. mutlu musun? kaç çocuğun var? onlar ne yapıyorlar. beni hala hatırlıyor musun? zaman zaman aklına geliyor muyum. yoksa unuttun mu? yaşıyor musun. bu yalan güzeli dünyayı hala solukluyor musun?
yaşıyorsan karşılık verme.
devamını gör...
1953.
kafka'nın dediği gibi,
"söyleyecek çok şey vardı
ama
söylememeye karar verdim."
"söyleyecek çok şey vardı
ama
söylememeye karar verdim."
devamını gör...
1954.
acaba bana bi şey yazılmış mı diye bakıp hızla başlıktan uzaklaşmak temalı * başlık.
devamını gör...
1955.
tanımı yapmıştım, tekrar etmeden sözcüklerimi sunarım. böyle olmak durumunda olmadığını sana tekrar, tekrar ve tekrar söylemek istedim ve söyledim. bunun huzurunu taşıyorum. 'neden olmadı?'nın hüznünü de bırakmamıştım. şimdi ne yaptım ne ettim, sen ne yaptın ne ettin bilinmez. dostlar, sevgi ve ortak payda çok güzel şeyler. karşısı için de aynı güzellikteyse olaylar gelişir demiştim, güzeldi ama gelişemedi. bakış açısını hesaplamayı unuttum ben. bir gün işlemleri doğru hesaplar ve bunları o zaman için fikrimin ince gülü diyeceğim muhtelif kişiye sunarsam inancım olayların gelişeceği yönündedir.
devamını gör...
1956.
hayatı neden bu kadar ciddiye alıyorsun? aslında mutlu olmak için atman gereken bir adım kaldı ve unutma bir gün öleceğiz.
devamını gör...
1957.
okusalar nolur okumasalar nolur. kimi sevdiysem ilk adımı atan taraf olarak, bayan olduğum için garip gözle baktılar. başlarına taş düşse benden bileceklerdi o derece yani. bunda belki de benim zamanında biraz çocukça tavırlarla illa da bir karşılık bekleme davranışım yatıyor olabilir. iyi ya da kötü sadece bir tepki beklemek o kadar can sıkıcıydı ki. şimdiki aklım olsa kılımı bile kıpırdatmazdım kimse için. platonik bile olsa!
devamını gör...
1958.
ya ne kadar ucube herifmişsin derdim teşekkürler
devamını gör...
1959.
#2437347
bunu beğenen 15. er kişiye çiçek yollayacam.
saksı çiçeği değil ama
şöyle en tazesinden mevsim çiçeği.
yaklaşık şöyle bir şey.

saksı çiçeği yollamak da nedir ya
oldu olacak düdüklü tencere alayım
daha kullanışlı.
çiçek yolladım diye evde yer parsellemeye niyetim yok. 5 gün bak sonra at.
evladiyelik bir şey değil çiçek almak.
bunu beğenen 15. er kişiye çiçek yollayacam.
saksı çiçeği değil ama
şöyle en tazesinden mevsim çiçeği.
yaklaşık şöyle bir şey.

saksı çiçeği yollamak da nedir ya
oldu olacak düdüklü tencere alayım
daha kullanışlı.
çiçek yolladım diye evde yer parsellemeye niyetim yok. 5 gün bak sonra at.
evladiyelik bir şey değil çiçek almak.
devamını gör...
1960.
başlık açıldı açılalı en az 10 tanım yazdım o salak hala sadece okuyorsa şaşı olur inşallah.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166