181.
'güzelliğin şarkısını söylersen eğer, çölün ortasında tek başına olsan bile bir dinleyicin olacaktır.'

halil cibran
devamını gör...
182.
demokrasinin ne kadar kötü bir yönetim sistemi olduğunu anlamak için ortalama bir seçmenle beş dakikalık sohbet yeterlidir.

churchill.
devamını gör...
183.
insanlar, onlarsız ne kadar mutlu olduğunuzu gördüklerinde sizi her zaman aniden daha çok özlerler.
devamını gör...
184.
hastalık, yani örneğin organizmanın işleyişinin bozukluğu, insanlığa özel bir durum değil. hayvanlar da hasta oluyor ve eşyalarda kendi işleyişlerinde kusurlu olabiliyorlar. anormallik olarak hastalık fikri, sağlık bilimi tarafından üretilmiş klasik bir fikir.
hastalığa cevap olarak, çoğunlukla bugün sağlığı domine eden pozitivist ideolojiye, tedaviden dolayı teşekkür edilir, bu aynı zamanda özel olarak seçilmiş pratiklerin, dışarıdan müdahalesiyle sunulan normallik fikrinin ve koşullarının oluşturulması demek.
buna rağmen, hastalığın nedenlerine dair araştırmaların, her zaman bilimsel olarak ihtiyaç duyulan ve inşa edilmek istenilen normallikle paralel olduğunu düşünmek hatalı olabilir. tamamıyla fantastik olan zamanlarda, şifacılar yüzyıllar boyunca hastalıkların araştırılmasında el ele gitmediler. şifacıların, özellikle doğa güçlerinin deneysel bilgisinin temel olduğu, kendi mantıkları vardı.
daha yakın zamanlarda, bilimin sekterliği eleştirisi, sağlığı da içererek, kendisini insanlığın bütünselliği fikri üzerine yerleştirdi; çeşitli doğal elementlerden varoluşlar yaratıldı -entelektüel, ekonomik, sosyal, kültürel, politik ve diğerleri. marksizm'in materyalist ve diyalektik hipotezlerinin kendisini yerleştirdiği yer, işte bu yeni perspektifin içinde. farklı olarak bütünlüğü yeniden tanımladı, gerçek insan artık eski pozitivizmin alışık olduğu farklı bölümlere ayrılmadı, marksistler tarafından tek yollu determinizme dâhil edildi. hastalığın nedeni olarak; insanlığı iş ile yabancılaştıran, doğa ve "normallik" ile ilişkilerini bozan koşullara maruz bırakmasından ötürü yalnızca kapitalizmi suçladı, bu hastalığın diğer tarafıydı.
bizim fikrimize göre hastalık, ne pozitivist tezlerin söylediği organizmanın hatalı işleyişinin sonucu, ne de marksist bir tezde ifade edildiği gibi, her şeyin kapitalizmin kabahati olduğu fikri yeterli değil.
olan bitenler bu fikirlerden biraz daha karmaşık.
basitçe, özgürleşmiş bir toplulukta artık hastalık gibi şeylerin olmayacağını söyleyemeyiz. ne de, bu mutlu buluşmada, hastalığın kendisini hâlâ keşfedilebilen basit ve önemsiz bir güce düşüreceğini söyleyebiliriz. hastalığın, insanlığın topluluk içindeki varoluşunun bir parçası olduğunu söyleyebiliriz, örneğin; doğanın ideal durumlarının biraz düzeltilerek, yapay en özgür toplulukları yaratmak için bile kesinlikle gerekli olan karşılığının ödenmesidir.
kuşkusuz, özgür bir topluluktaki hastalığın devam eden artışı bireyler arasında kesinlikle zorunlu olarak azalacak ve sömürü temelli, şimdi yaşadığımız gibi bir topluluğunkiyle karşılaştırılamayabilir. bu yüzden hastalığa karşı mücadele sınıf çatışmasının ayrılmaz bir parçasıdır. hastalığın kapitalizm tarafından var edildiği çok büyük bir iddia olurdu -bu determinist ve kabul edilemez bir yorum olurdu- ama bununla birlikte daha özgürlükçü bir topluluk daha farklı olabilir. hastalığın olumsuzluğunda bile yaşama, insan olmaya daha yakın olabilir. yani; şimdiki, bugünün dehşete düşürücü insan dışılığının bir ifadesi olan hastalık, insanlığımızın bir ifadesi olabilir. bu yüzdendir ki, "hastalığı silaha dönüştürmek" gibi özetlenebilecek olan az çok basit önermeleri ilgiyi hak etmelerine ve özellikle bir dereceye kadar akıl hastalığıyla ilgili olmasına rağmen, hiç kabul etmedik. hastaya, sadece sınıf düşmanlarıyla mücadele temelli bir tedaviyi önermek gerçekten mümkün değil. böyle bir basitleştirme absürt olurdu. hastalık aynı zamanda zarar görme, acı çekme, çelişki, belirsizlik, kuşku, yalnızlık anlamına geliyor ve bu olumsuz etkenler kendisini sadece bedenle sınırlamıyor, onunla birlikte bilince ve arzuya da saldırıyor. bu gibi temellerle bir mücadele programı hazırlamak oldukça gerçekdışı ve korkunç bir şekilde insanlık dışı olabilirdi.

ancak, eğer hasta onu hem nedenleriyle hem de etkileriyle anlarsa bir silaha dönüşebilir. hastalığımın dışsal nedenlerini anlamak benim için önemli olabilir: kapitalistler ve sömürücüler, devlet ve kapitalizm. ama bu yeterli değil. aynı zamanda, hastalığımla ilişkime açıklık kazandırmam gerekli ki, hastalığım sadece zarar görme, acı ve ölüm olmayabilir. aynı zamanda kendimi ve başkalarını daha iyi anlama, beni çevreleyen gerçekliğin ne olduğu ve onu dönüştürmek için ne yapılması gerektiğini ve devrimci çıkış yollarını daha iyi kavramam anlamına da gelebilir.
geçmişte bu konuda marksist yorumların anlaşılabilirliğinin eksikliğinden dolayı hatalar yapıldı. bu hatalar, hastalık ve kapitalizm arasında doğrudan bir bağlantı kurulması gerektiği iddiasından dolayıydı. bugün bu ilişkinin dolaylı olması gerektiğini düşünüyoruz, örneğin; hastalığın genel bir anormallik durumu olarak değil, hastalığımın benim hayatımın bir parçası olduğunun, benim normalliğimin bir unsuru olduğunun farkına vararak.
ve sonra, mücadele bu hastalığa karşı. tüm mücadeleler zaferle sonlanmasa bile.

alfredo bonanno, hastalık ve kapitalizm
devamını gör...
185.
insan ve devlet üzerine
insan günümüzün tanrısıdır ve insan korkusu eski tanrı korkusunun yerini almıştır. insan dini hristiyan dininin en son aldığı biçimdir. feuerbach, kutsal olanı insani hale getirirse hakikati bulacağına inanır. hayır, eğer tanrı bize acı veriyorsa, 'insan' bize ıstırap vererek daha fazla işkence etme kapasitesine sahiptir. hakikate inandığınız sürece kendinize inanmıyorsunuz ve siz bir uşak, bir mutaassıp insansınız. ruh olan tanrıya feuerbach 'özümüz' adını verir. 'özümüz'ün bizimle karşıt hale gelmesine -özsel ve özsel olmayan kendilik halinde ikiye bölünmemize- tahammül edebilir miyiz? bununla kendimizi, kendimizin dışına sürgün edilmiş halde görmenin hazin sefaletine geri dönmez miyiz? öze dayanan ilişki gerçek bir şeyle değil hayaletle kurulan bir ilişkidir. devletin çekirdeği basitçe 'insan'dır, bu gerçekdışılık ve onun kendisi yalnızca bir 'insan toplumu'dur.
öyleyse devlet, benim bir insan olmamı talep ederek bana olan düşmanlığı ele verir... beni, insan olmayı bir görev olarak kabul etmeye zorlar.
devlet, benim kendi değerime ulaşmama izin vermez ve yalnızca benim değersizliğim yoluyla varlığını sürdürür.
bireyin kendiliğine -ya da benliğine- devlet sahip olur, artık ona toplum sahiptir. bu toplum hiçbir şekilde benlik değildir, ... bu topluma hiçbir fedakârlık borcumuz yoktur, fakat, eğer bir şey feda edeceksek kendimize feda edelim, -sosyalistler bu konuda hiç düşünmezler -çünkü onlar, tıpkı liberaller gibi, kendi dini ilkelerine mahkumdurlar ve şevkle kutsal bir toplumun, mesela şimdiye kadarki devlet'in peşinden giderler. "halk" iktidar tarafından yaratılmış bir bütünlüktür -hiçbir benliği yoktur. devletin her zaman sahip olduğu tek amacı bireyi sınırlamak, evcilleştirmek ve tabi kılmaktır -o ya da bu genel ilkenin kulu haline getirmektir.
devlet denilen şey, bir arada yer alanların kendilerini birbirlerine uydurduğu ya da kısaca, karşılıklı olarak birbirine bağlı oldukları, bir güven ve bağlılık dokusu ve şebekesidir; bir hep birlikte ait oluş, hep birlikte tutunmadır. kilisenin ölümcül günahları varsa, devletin sermaye suçları vardır; birinin sapkınları varsa diğerinin de hainleri vardır, biri kiliseye dair cezalar veriyorsa diğeri yasaya dair cezalar verir; biri engizisyon süreciyse diğeri maliye sürecidir, kısaca orada günahlar, burada suçlar, orada engizisyon ve burada da engizisyon. mevcut devlete karşı ayaklanmak ya da mevcut yasaları devirmek için çok az tereddüt kaldı, ama devlet fikrine karşı günah işlemeye, yasa fikrine itaat etmemeye kimin cesareti var? -onun her zaman kendine ait bir mantığı vardır ve kısa süre sonra halkın iradesine karşı dönecektir.
yok edilmesi gereken "yönetim ilkesi"dir, bize hükmeden şey devlet fikridir. ...savaş, belirli bir devlet'e karşı ya da devletin zaman içindeki sırf belirli bir durumuna karşı değil durumun kendisine, devlet'e karşı ilan edilmeli; insanın amacı bir başka devlet (örneğin "halk devlet'i") değildir.
bu andan itibaren devlet, kilise, halk, toplum ve benzeri sona ererler, çünkü var olduklarına şükretmek zorundalar ve ancak benim kendime saygısızlığımla bu eksik değerlendirmenin ortadan yok oluşuyla onlar da bizzat ortadan kalkarlar. devlet, efendilik ve kölelik (tabi olma) olmaksızın düşünülemez; çünkü devlet bütün bağrına bastıklarının efendisi olma iradesi göstermelidir ve bu irade 'devlet iradesi' olarak adlandırılır'... kendi iradesine sahip olmak için başkalarındaki irade yokluğuna dayanması gereken, bu başkaları tarafından yapılmış bir şeydir, aynı bir efendinin hizmetkâr tarafından yapılması gibi. eğer itaatkârlık sona erseydi, bu tamamen efendiliğin de hepten sonu olurdu. devlet kendisini, arzulayan insanı evcilleşmeye zorlar; diğer bir deyişle, devlet onun arzusunu bir tek kendisine yönlendirmeye ve bu arzuyu kendi sunduğu içerikle doldurmaya çalışır.
'herkes' dediğiniz bu kişi kimdir? o “toplum”dur! -ama öyleyse o cismani değil mi? biz, onun bedeniyiz!- ya siz? neden siz kendiniz bir beden değilsiniz? bundan dolayı birleşik toplum gerçekten onun hizmetinde olan bedenlere sahip olabilir, fakat kendisine ait bir bedene sahip değildir. toplum bir kutsal kavramına dayanır ve bu yüzden bireyler arasındaki zoraki bir münasebettir. öte yandan birlik ise ona girmek isteyen bireylerin arzusundan başka bir şeye dayanmaz: bu, her türden öz fikrini çözündüren, yalnızca amaca uygun ve faydalı bir ilişkidir.
ben, kendimi varsayarken bir varsayımdan başlarım; fakat varsayımım 'kendi kusursuzluğu için mücadele eden insan' gibi kendi kusursuzluğu için mücadele etmez, fakat yalnızca onun keyfini çıkarmama ve onu tüketmeme hizmet eder... ben kendimi önceden varsaymam, çünkü her an kendimi öne sürüyor ya da yaratıyorum. hiçbir kavram beni ifade etmez, benim özüm olarak belirtilen hiçbir şey beni bitiremez.
özgürlük ile kendi-olmak arasında ne kadar büyük bir fark var!.. 'özgürlük yalnızca rüyalar âleminde yaşar!' buna karşın, kendi-olmak benim tüm varlığım ve varoluşumdur, o benimdir. kurtulduğum şeyden özgürüm, kontrol etme gücüm olan şeye sahibim... özgür olmak gerçekten isteyemeyeceğim bir şey, çünkü onu yapamam, onu yaratamam: onu ancak dileyebilir ve ona talip olabilirim, zira o bir ideal olarak, bir hayalet olarak kalır. yalnızca kişinin kendisi için aldığı özgürlük, yani egoistin özgürlüğü, pupa yelken gider. özgür bırakılan insan, serbest kalmış bir insandan, bir libertinus'tan, beraberinde zincir taşıyan bir köpekten başka bir şey değildir: o, tıpkı aslan postuna bürünmüş eşek gibi, özgürlük giysisi içindeki özgür olmayan bir insandır.

max stirner
saul newman'in, bakunin'den lacan'a adlı kitabının stirner ile ilgili bölümünde
devamını gör...
186.
“gecesini gündüzlerin, gündüzünü gecelerin dokuduğu has kumaşlardan bir yürek giysisidir. bencil gibi görünen bir serdengeçtidir yalnızlık; gider kalabalıkla yıkanır, gelir kalabalıktan yıkanır.”
devamını gör...
187.
"bir insanı sustuğu yerlerden tanıyabilirsiniz"
devamını gör...
188.
sevgili kalbim!
neden hala apartman boşluğunun
gün ışığı görmeyen penceresinde
kuş sesleri beklersin
devamını gör...
189.
evlerin arkası insanın sırtına benzer. geriden yaklaşırken içlerinde neler olup bittiği hiç belli olmaz.
devamını gör...
190.
bir cesedi sırtlanmış ufacık bir ruhsun sen.
devamını gör...
191.
en büyük zalimler, en büyük mazlumlar arasından çıkar
devamını gör...
192.
aptal ruhum. adım atacak halin dahi yok oysa, sen uçmaya çalışıyorsun.
devamını gör...
193.
elindeki yenilenmiş viski bardağını ağır bir hareketle önüme itti.
“teşekkür ederim ama kullanmıyorum.”
“kullanmalısın...bu cehennemin her anını hatırlarsan çabuk ölürsün.”
devamını gör...
194.
"tesadüflere ihtiyaç var, plansız ve zamansız gelen güzelliklere..."
devamını gör...
195.
“bir kişiden ümit ve uykuyu alın; dünyanın en bahtsız ve en perişan insanı haline gelir.”

immanuel kant.

beni tarif eylemiş. fena eylemiş.
devamını gör...
196.
"insana olan saygımı kaybetmemek için insanlardan uzak duruyorum."

-dostoyevski-
devamını gör...
197.
sofular haram demişler bu aşkın şarabına.
ben doldurur ben içerim günah benim kime ne!
kul nesimi
devamını gör...
198.
biliyor musun, insan birden yaşlanıyormuş. çocukların gamzeleri, yapraklı sular, büyüklerin gökyüzü saatleri, yatak kokuları, eşiklerin büyüsü, ay masalları, ağaçların düğünü... yaşama mucizesi diye sevdiğimiz ne varsa, birden bir çınlamaya dönüyor. yaşlanmanın da ötesinde, insan zaman kılığında bir ölüm hecesiymiş.

kuş uçar kanat ağlar şükrü erbaş
devamını gör...
199.
“insanlarla tanışmak başka, insanı tanımak başka şeydir”

ebedi barış üzerine felsefi deneme / immanuel kant.
devamını gör...
200.
eskiden sokaklarda sigara izmaritleri, portakal kabukları, kağıt parçaları olurdu; bugünse insanlar var, yerlere serilmiş, kimin umurunda!
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"geceye bir alıntı bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim