221.
mutsuzluğun asıl sebebi nedir biliyor musunuz?
içinde bulunduğunuz durumun hayat boyu devam edeceği düşüncesi...
oysa ki dertler geçicidir.
gelirler, biraz konaklayıp giderler.
devamını gör...
222.
anlamlarını bilmeden dinleyip sevdiğimiz şarkılar var ya işte biz de öyleyiz. sesin kıvrılıp büküldüğü yerde ıslanıyor gözlerimiz. nedenini soruyorlar, bilemiyoruz. kimseyi ikna edemiyoruz.
yeditepe istanbul
yeditepe istanbul
devamını gör...
223.
bezmişti, hani insan, hiçbir şeye karşı ilgisi, hiçbir şeyden umudu kalmayınca hayatın her gün değişmeyen tekrarı altında ezilir gibi..
(bkz: madama bovary)
(bkz: madama bovary)
devamını gör...
224.
insanın kullandığı ilk alet yine bir başka insandır -hakan günday
devamını gör...
225.
gözlerinin içine baktığım zaman,
bütün üzüntü ve acılarım yok olacak.
ah, ama o ağzını öptüğümde,
o zaman tamamen ve bütünüyle iyileşmiş olacağım.
robert schumann/heinrich hein
dichterliebe, op.48 no:4
şimdi ben niye ikidir bu alman bestecimizin liedlerini (almanca şiir demek, piyano eşliğinde seslendirilen şarkı) paylaşıyorum bilmiyorum. ama her türden sanatçının eserlerini içim giderek bakıyor ya da dinliyorum. çünkü sıfır yetenek bende. bir de çoğu büyük sanatçının böyle acı dolu geçmişleri (beethoven, frida gibi) ya da bir kısmı az biraz deli (salvador dali, michelangelo gibi) oluyor. işte schumann da en sonunda akıl hastanesine kapatılan alman piyanist bestecimiz de hukuk okuyup sonra asıl aşkı müziğe devam ediyor. ama piyanistlik serüveni maalesef kısa sürüyor. kimi kaynaklara göre geçirdiği frengi hastalığı kimi kaynaklara göre de piyanoda parmaklarını geliştirmek için orta parmağını bir aparatla bağlaması (ki bunu piyano hocası tavsiye ediyor sanırım) orta parmağını kullanamamasına yol açıyor ve ünlü bir virtüöz olma hayali suya düşüyor. besteci eleştirmen olarak devam ediyor sanat yaşamına ama eksikliği kendisini yetersiz hissetmesine yol açıyor. özellikle büyük aşkı müzisyen clara schumannın (ileride karısı oluyor), gölgesinde kalmak onu zorluyor. evlendikten sonra claraya olan aşkı ve çeşitli ozanlardan esinlenerek yukarıda da alıntısını paylaştığım 140 şarkılık bir lied dizisi besteliyor. ama clara o dönem tam evinin hanımı modunda sanatsal çalışmalarına ara vermiş yani. sonraları clara öne çıkarken robert yine bu gölgede kalmaktan hırçınlaşıyor sonunda da ruh sağlığı bozuluyor. halüsinasyonlar görmeye başlıyor hatta bu dönem hayalet varyasyonları denilen muhteşem bir eser çıkarıyor. sağlık sorunları sıklaşınca, başarısız bir intihar girişimi ve en sonunda ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatıyor. 46 gibi genç bir yaşta da ölüyor.
eserlerini dinleyince de anlaşılıyor ruh hali. fazla melankolik, arabesk, deli ve romantik bir kişi olarak sanatçı olmak için tüm şartlar bulunuyor kendisinde.
türkçeye çevrilmiş liedlerini pek bulamadım ama bilgisi olanlar benimle paylaşırsa sevinirim.
bütün üzüntü ve acılarım yok olacak.
ah, ama o ağzını öptüğümde,
o zaman tamamen ve bütünüyle iyileşmiş olacağım.
robert schumann/heinrich hein
dichterliebe, op.48 no:4
şimdi ben niye ikidir bu alman bestecimizin liedlerini (almanca şiir demek, piyano eşliğinde seslendirilen şarkı) paylaşıyorum bilmiyorum. ama her türden sanatçının eserlerini içim giderek bakıyor ya da dinliyorum. çünkü sıfır yetenek bende. bir de çoğu büyük sanatçının böyle acı dolu geçmişleri (beethoven, frida gibi) ya da bir kısmı az biraz deli (salvador dali, michelangelo gibi) oluyor. işte schumann da en sonunda akıl hastanesine kapatılan alman piyanist bestecimiz de hukuk okuyup sonra asıl aşkı müziğe devam ediyor. ama piyanistlik serüveni maalesef kısa sürüyor. kimi kaynaklara göre geçirdiği frengi hastalığı kimi kaynaklara göre de piyanoda parmaklarını geliştirmek için orta parmağını bir aparatla bağlaması (ki bunu piyano hocası tavsiye ediyor sanırım) orta parmağını kullanamamasına yol açıyor ve ünlü bir virtüöz olma hayali suya düşüyor. besteci eleştirmen olarak devam ediyor sanat yaşamına ama eksikliği kendisini yetersiz hissetmesine yol açıyor. özellikle büyük aşkı müzisyen clara schumannın (ileride karısı oluyor), gölgesinde kalmak onu zorluyor. evlendikten sonra claraya olan aşkı ve çeşitli ozanlardan esinlenerek yukarıda da alıntısını paylaştığım 140 şarkılık bir lied dizisi besteliyor. ama clara o dönem tam evinin hanımı modunda sanatsal çalışmalarına ara vermiş yani. sonraları clara öne çıkarken robert yine bu gölgede kalmaktan hırçınlaşıyor sonunda da ruh sağlığı bozuluyor. halüsinasyonlar görmeye başlıyor hatta bu dönem hayalet varyasyonları denilen muhteşem bir eser çıkarıyor. sağlık sorunları sıklaşınca, başarısız bir intihar girişimi ve en sonunda ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatıyor. 46 gibi genç bir yaşta da ölüyor.
eserlerini dinleyince de anlaşılıyor ruh hali. fazla melankolik, arabesk, deli ve romantik bir kişi olarak sanatçı olmak için tüm şartlar bulunuyor kendisinde.
türkçeye çevrilmiş liedlerini pek bulamadım ama bilgisi olanlar benimle paylaşırsa sevinirim.
devamını gör...
226.
biz de kendimizi hiç kimsenin yerine koymadan düş kurabilir miyiz?saatlerimiz senelere dönüşmese de olur,kaygısızca geçirebilir miyiz o saatleri?yaşamı bir ürpertiyle hissedebilir miyiz?biz beş parasız rüyacı çırakları.
post öykü dergisi 2022 ocak- şubat sayısı
bir parça yaşam/mustafa aplay
post öykü dergisi 2022 ocak- şubat sayısı
bir parça yaşam/mustafa aplay
devamını gör...
227.
gölgeniz bir parçanız mıdır, yoksa fuzuli bir ayrıntı mıdır?
küçük iskender/ her şey ayrı yazılır. 33
küçük iskender/ her şey ayrı yazılır. 33
devamını gör...
228.
" anlatması komikti de, yaşaması zordu lan."
ben demiyorum, aker kartal diyor. haa, ben de der miydim, ben de derdim 'lan.'
ben demiyorum, aker kartal diyor. haa, ben de der miydim, ben de derdim 'lan.'
devamını gör...
229.
güvenlik toplumu
bir hafta sonu bakırköy’deki dev bir alışveriş merkezinin önü. her sınıftan düzinelerce insan güvenlik kontrolünden geçmek için upuzun bir kuyruk oluşturmuş. "şeffaflık yasası" gereği onları çıplaklaştıran, taşıdıkları tehlikelerden arındıran detektörün içinden geçmeleri bu tüketim tapınağına girmelerinin olmazsa olmaz koşulu. aynı sistem sinemalar, pastaneler, kitap ya da giysi satan mağazalar, vb. için de kurulmuş. modern toplumun sloganı "adalet mülkün temelidir" idi. bugünün postmodern toplumunun sloganı ise "güvenlik tüketimin temelidir" olarak ifade edilebilir. modern toplum güvenliğin sağlanmasını devlete havale etmişti. postmodern toplum ise güvenliği "sivilleştiriyor". özel güvenlik şirketlerinde çalışan güvenlik elemanlarının sayısının resmi güvenlik görevlilerinin sayısına yaklaşması, barların ve eğlence yerlerinin yanı sıra tüketime yönelik her alanın özel korumalarca denetlenmesi polis devletinden polis toplumuna geçilmekte olduğunun göstergeleri. öte yandan yeni toplum çalışanların denetlenmesini bir kaynak yönetimi sorunu olarak görüyor. emekli emniyetçilerin müdür olarak atandıkları personel müdürlükleri yerlerini insan kaynakları departmanlarına bırakıyor.
yeni güvenlik toplumunun şeffaflık ideolojisi, esas olarak sistem için tehlike teşkil edebilecek, denetlenemeyen kesimleri çıplak ve savunmasız bırakmaya hizmet ediyor. yoksa postmodern toplumda ne devlet toplum karşısında şeffaf, ne de hâkim sınıflar ezilen sınıflar karşısında. şeffaflık temelde meta tüketimine hız kazandırmak amacıyla mübadele ve dolaşım alanlarında gerçekleşiyor. eşitlerin sonsuz değişimi bir tür şeffaflığı gerekli kılıyor.
yeni toplumda gizlilik de şeffaflık kadar önemli. baş güvenlikçi devletin yanı sıra artık her birey kendi özel bölgesinin güvenliğinden sorumlu. cep telefonundan arabasına, kredi kartlarından bilgisayarına kadar güvenlik şifresi gerekiyor. yeni toplumun güvenliği kartlara dayanıyor. çalışanlar işyerinin kapısından girerken ya da işyeri içinde başka bölümlere geçerken özel şifreli kartları kullanıyor. özel hayat alanında da benzer bir durum söz konusu. yeni binaların otoparklarına şifreli kart ya da kumanda cihazıyla giriliyor. daire anahtarları yerlerini şifreli kartlara bırakıyor.
yeni toplumda birey güvenliğini sürekli yenilemek zorunda. kredi kartından sigorta kartına kadar güvenlik vadeye bağlanmış durumda. son kullanma tarihi güvenliğinizin sınırlarını belirtiyor. arabanızın, evinizin, eşyalarınızın, sağlığınızın, ailenizin güvenliği için gitgide kısalan vadeler sonunda yeniden girişimde bulunmanız gerekiyor. yoksa kayıtdışı, yani güvencesiz kalabilirsiniz. postmodern toplum bireylerin güvenliğini kurgusal bir bilgisayar kaydına indirgemiştir. diğer taraftan milyonlarca güvencesiz insan sokaklarda yaşamaya mahkûm edilirken polis imdat, sos, alo intihar, vb. yüzlerce hat sözde güvenliği yanıbaşınızdaki telefona kadar taşıyor.
elbette insanların güvenliğe olan ihtiyacı kapitalizmle birlikte doğmadı. ilkel topluluklar doğal tehlikelere ve düşman topluluklara karşı kendilerince tedbirler aldılar. güvenlik topluluğun her üyesinin kendiliğinden içinde yer aldığı doğal yapılanmalar tarafından sağlanıyordu. daha sonraları devlete dönüşecek olan kendini topluluktan farklılaştırmış ayrı güvenlik örgütleri oluşmamıştı. şamanlar ve büyücüler vasıtasıyla ruhsal dünyayla ilişki kurularak topluluğun güvenliğinin sağlanması da işin bir diğer boyutuydu. zamanla mülkiyetin gelişmesiyle birlikte güvenlik ve devlet birbirinden ayrılamaz olgular haline geldi.
kapitalizm öncesinin devletleri toplumdaki tüm alanların güvenliğini tam olarak sağlayamıyordu. fransız devrimi'nden sonra bireysel alanın güvenliği hukuk temeline oturtuldu. kan bağlarıyla, aile dayanışmasıyla, yerel inisiyatiflerle sağlanan güvenlik, yerini kurumsal, aklileştirilmiş, sayısallaştırılabilir bir güvenlik anlayışına bıraktı. toplum denetlenebilir, ölçülebilir bir nicelik yığını olarak tasarlanır oldu. güvenlik örgütlerinin toplumun kılcal damarlarına kadar yayılması, evlerin numaralanması, hapishanelerin, kışlaların, okulların, hastanelerin toplumsal denetim aygıtlarına dönüşmesi modern kapitalizmin ürünüdür. güvenliğin bu derece ön plana çıkarılması toplumda bir hayatiyet kaybına neden oldu. güvence için hazzın ertelenmesinin aldığı boyut bile kapitalist toplumun insanın yaşam enerjisini nasıl körelttiğini göstermeye yeter.
günümüzün postmodern toplumunda güvenlik, tüketim ve finansın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. yeni toplum varlığını sürdürmek için sürekli tehlike fobisi üretmek zorundadır. her türlü ihtiyacın doğal olmaktan çıkıp kurulduğu, oluşturulduğu bu toplumda güvenlik insanlara dayatılan bir zorunluluk, bir toplumsal sömürgeleştirme biçimi haline gelmiştir. riskleri kurgusallaştıran postmodern toplum, hayatı başta ölüme karşı bir savunmaya indirgemekte, insanları sağlıklı yaşarken ölüme karşı önlem almaya zorlamaktadır. 1968’in sloganlarından biri "sosyal güvenlik ölümdür" idi. sağlık, hayat, vb. sigorta biçimleri, büyük mali fonlar oluşturmalarının yanı sıra, hayatlarını amortismana tâbi tutulmuş, vadelerini bekleyen otomatlar olarak tüketen bireylerin çoğalmasına hizmet etmektedir. uluslararası mali sermayenin bir parçası olması anlamında bireylerin güvenliği bugün dünya borsalarına, endekslere bağlı hale gelmiştir. günümüz iktidarını ayakta tutan önemli etkenlerden biri orta sınıfların standartlaştırılmış bir metaya dönüşen güvenlik ihtiyaçlarıdır.
yaşar çabuklu
bir hafta sonu bakırköy’deki dev bir alışveriş merkezinin önü. her sınıftan düzinelerce insan güvenlik kontrolünden geçmek için upuzun bir kuyruk oluşturmuş. "şeffaflık yasası" gereği onları çıplaklaştıran, taşıdıkları tehlikelerden arındıran detektörün içinden geçmeleri bu tüketim tapınağına girmelerinin olmazsa olmaz koşulu. aynı sistem sinemalar, pastaneler, kitap ya da giysi satan mağazalar, vb. için de kurulmuş. modern toplumun sloganı "adalet mülkün temelidir" idi. bugünün postmodern toplumunun sloganı ise "güvenlik tüketimin temelidir" olarak ifade edilebilir. modern toplum güvenliğin sağlanmasını devlete havale etmişti. postmodern toplum ise güvenliği "sivilleştiriyor". özel güvenlik şirketlerinde çalışan güvenlik elemanlarının sayısının resmi güvenlik görevlilerinin sayısına yaklaşması, barların ve eğlence yerlerinin yanı sıra tüketime yönelik her alanın özel korumalarca denetlenmesi polis devletinden polis toplumuna geçilmekte olduğunun göstergeleri. öte yandan yeni toplum çalışanların denetlenmesini bir kaynak yönetimi sorunu olarak görüyor. emekli emniyetçilerin müdür olarak atandıkları personel müdürlükleri yerlerini insan kaynakları departmanlarına bırakıyor.
yeni güvenlik toplumunun şeffaflık ideolojisi, esas olarak sistem için tehlike teşkil edebilecek, denetlenemeyen kesimleri çıplak ve savunmasız bırakmaya hizmet ediyor. yoksa postmodern toplumda ne devlet toplum karşısında şeffaf, ne de hâkim sınıflar ezilen sınıflar karşısında. şeffaflık temelde meta tüketimine hız kazandırmak amacıyla mübadele ve dolaşım alanlarında gerçekleşiyor. eşitlerin sonsuz değişimi bir tür şeffaflığı gerekli kılıyor.
yeni toplumda gizlilik de şeffaflık kadar önemli. baş güvenlikçi devletin yanı sıra artık her birey kendi özel bölgesinin güvenliğinden sorumlu. cep telefonundan arabasına, kredi kartlarından bilgisayarına kadar güvenlik şifresi gerekiyor. yeni toplumun güvenliği kartlara dayanıyor. çalışanlar işyerinin kapısından girerken ya da işyeri içinde başka bölümlere geçerken özel şifreli kartları kullanıyor. özel hayat alanında da benzer bir durum söz konusu. yeni binaların otoparklarına şifreli kart ya da kumanda cihazıyla giriliyor. daire anahtarları yerlerini şifreli kartlara bırakıyor.
yeni toplumda birey güvenliğini sürekli yenilemek zorunda. kredi kartından sigorta kartına kadar güvenlik vadeye bağlanmış durumda. son kullanma tarihi güvenliğinizin sınırlarını belirtiyor. arabanızın, evinizin, eşyalarınızın, sağlığınızın, ailenizin güvenliği için gitgide kısalan vadeler sonunda yeniden girişimde bulunmanız gerekiyor. yoksa kayıtdışı, yani güvencesiz kalabilirsiniz. postmodern toplum bireylerin güvenliğini kurgusal bir bilgisayar kaydına indirgemiştir. diğer taraftan milyonlarca güvencesiz insan sokaklarda yaşamaya mahkûm edilirken polis imdat, sos, alo intihar, vb. yüzlerce hat sözde güvenliği yanıbaşınızdaki telefona kadar taşıyor.
elbette insanların güvenliğe olan ihtiyacı kapitalizmle birlikte doğmadı. ilkel topluluklar doğal tehlikelere ve düşman topluluklara karşı kendilerince tedbirler aldılar. güvenlik topluluğun her üyesinin kendiliğinden içinde yer aldığı doğal yapılanmalar tarafından sağlanıyordu. daha sonraları devlete dönüşecek olan kendini topluluktan farklılaştırmış ayrı güvenlik örgütleri oluşmamıştı. şamanlar ve büyücüler vasıtasıyla ruhsal dünyayla ilişki kurularak topluluğun güvenliğinin sağlanması da işin bir diğer boyutuydu. zamanla mülkiyetin gelişmesiyle birlikte güvenlik ve devlet birbirinden ayrılamaz olgular haline geldi.
kapitalizm öncesinin devletleri toplumdaki tüm alanların güvenliğini tam olarak sağlayamıyordu. fransız devrimi'nden sonra bireysel alanın güvenliği hukuk temeline oturtuldu. kan bağlarıyla, aile dayanışmasıyla, yerel inisiyatiflerle sağlanan güvenlik, yerini kurumsal, aklileştirilmiş, sayısallaştırılabilir bir güvenlik anlayışına bıraktı. toplum denetlenebilir, ölçülebilir bir nicelik yığını olarak tasarlanır oldu. güvenlik örgütlerinin toplumun kılcal damarlarına kadar yayılması, evlerin numaralanması, hapishanelerin, kışlaların, okulların, hastanelerin toplumsal denetim aygıtlarına dönüşmesi modern kapitalizmin ürünüdür. güvenliğin bu derece ön plana çıkarılması toplumda bir hayatiyet kaybına neden oldu. güvence için hazzın ertelenmesinin aldığı boyut bile kapitalist toplumun insanın yaşam enerjisini nasıl körelttiğini göstermeye yeter.
günümüzün postmodern toplumunda güvenlik, tüketim ve finansın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. yeni toplum varlığını sürdürmek için sürekli tehlike fobisi üretmek zorundadır. her türlü ihtiyacın doğal olmaktan çıkıp kurulduğu, oluşturulduğu bu toplumda güvenlik insanlara dayatılan bir zorunluluk, bir toplumsal sömürgeleştirme biçimi haline gelmiştir. riskleri kurgusallaştıran postmodern toplum, hayatı başta ölüme karşı bir savunmaya indirgemekte, insanları sağlıklı yaşarken ölüme karşı önlem almaya zorlamaktadır. 1968’in sloganlarından biri "sosyal güvenlik ölümdür" idi. sağlık, hayat, vb. sigorta biçimleri, büyük mali fonlar oluşturmalarının yanı sıra, hayatlarını amortismana tâbi tutulmuş, vadelerini bekleyen otomatlar olarak tüketen bireylerin çoğalmasına hizmet etmektedir. uluslararası mali sermayenin bir parçası olması anlamında bireylerin güvenliği bugün dünya borsalarına, endekslere bağlı hale gelmiştir. günümüz iktidarını ayakta tutan önemli etkenlerden biri orta sınıfların standartlaştırılmış bir metaya dönüşen güvenlik ihtiyaçlarıdır.
yaşar çabuklu
devamını gör...
230.
beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. tedirgin etme beni. bu sefer geride bir şey bırakmadım. tasımı tarağımı topladım geldim. neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim.
oğuz atay - tutunamayanlar
devamını gör...
231.
geçip gidiyor o asude gençlik çağı
unutmak için dikiyorum kafama şarabı.
acı mı geldi? böylesi gider hoşuma
ömrümün ağızda bıraktığı tat da acı.
omer ibn ibrahim hayyam el nisaburi.
devamını gör...
232.
michel foucault’da bilgi ve iktidar
post modern toplum kuramının düşünürlerinden olan ve modern toplumun bileşenleri üzerinde fikirlerini ifade eden foucault birçok konuda çalışma yapmış ve modern dönemde bireyin denetlenmesi ve disiplin altına alınmasını eleştirerek, özellikle sapma sosyolojinin öncülüğünü yapmıştır. genel çalışmalarını özne-iktidar ve bu bağlamda bir disiplin toplumu olan konularda yoğunlaştırmış olan foucault’nun katkılarından biri iktidar-bilgi ilişkisi olmuştur. ilgilendiği konulara bakıldığında toplum içindeki bireyi, toplumu, toplumsal kurumları ve bu kurumların iktidarla olan ilişkileri, iktidarın bilgiyi sağlama ve iktidar-özne ilişkisini çözümlemeye çalışan modern dönem postyapısalcı bir düşünce olmaktadır. rönesans dönemi ve sonrasında aydınlamanın sonucu olarak aklın merkeze alınmasıyla bilgi konumunda oluşan bir değişiklikle, bilginin üretimini ele alan foucault, aklın merkeze alındığı ve akıl fetişizminin yapılmaya başlandığı dönemde artık her söylem bir bilgi türünün bir bilgi yarattığını vurgulamaktadır. aydınla dönemi ‘insan aklı’ merkeze alınması her türlü insan deneyimini sistematik bir bilgi ya da söylem aracılığıyla bir düzene sokulmaya başlanmakta; bu bilgi ve söylem inşası, dil üzerinde gerçekleşmiş, yani dil üzerinde bilgi üretilerek topluma düzen vermek egemen mod konumuna gelmektedir(şeylan, 1999:217). ayrıca söylem teorisini de ele alarak söylemin ilgi alanı bakımından bilgi-iktidar konumunu ele alan foucault’da hekman şunu vurgulamaktadır(hekman, 1999:226); ‘foucault’nun, söylemin hem özneleri hem nesneleri yarattığı tezi var… ikinci tez olarak, bilginin bir güç iktidar formu olduğu… ayrıca onun güç/iktidar-bilgi görüşü, özellikle politik bir unsur taşıdığı için söylem teorisi, dil yönelimli teorilerden ayırmışlığı vardır.’ bütün bilginin toplumsal kurumsal ve söylemsel baskının bir bileşkesi tarafından belirlendiğini vurgulayan foucault, bilginin bir kısmının baskın söylemlere meydan okuduğunu bir kısmının onlarla işbirliği yaptığını vurgulamaktadır(mills, 2003:117). konuşma/yazma biçimleri, kurallara göre işlemeleri ve toplumsal-tarihsel düzende işlemleri olan söylemin iktidarla ilişkisinde ayrıca foucault söylemlerin ideolojiyle bağlantısının şeklini belirleyerek marxist yaklaşımdan ziyade ideolojiden farklı olarak söylem üzerinde durmakta ve söylemsel patriklerin iktidara yönelik ilişkilerinin açıklamaktadır. foucault’ya göre(1993a:106):‘söylemler suskunluklardan farksız biçimde, sonsuza değin iktidara boyun eğmiş ya da ona karşı oluşturulmuş değillerdir. söylemin aynı zamanda iktidarın hem aracı hem de sonucu olabileceği, ayrıca karşıt bir strateji için engel, tökez, direnme noktası ve çıkışta oluşturabileceği karmaşık ve istikrarsız bir bütünü kabul etmek gerekir. söylem, iktidarı harekete geçirir ve üretir; onu güçlendirir ama yıpratır zayıflatır ve silinmesini sağlar.’ söylemin düzeni adlı çalışmasında ana hatları belirlenen söylem kavramı çerçevesinde bilgi-iktidar ilişkisini görmek mümkün olacaktır. söylemin iktidar ve dilbilimsel ilişkisine baktığımızda birçok düşünürün söylemin üzerinde durmasını günümüz ideoloji kavramından daha fazla ilgi çekmesinden ve toplumsal ilişkisinden dolayıdır. çünkü “ artık çağımız söylem çağıdır. yüzyılımızın ‘söylemi’ keşfinden sonra beşeri bilimlerde ve hatta belki de doğa bilimlerinde, son noktada bel bağlayabileceğimiz nihai var oluş tarzları yok artık; artık madde, gerçeklik, ideler dünyası hayatın katı olguları, bir nihai başvuru noktası olarak deney ve gözlem, bir nihai dayanak noktası olarak akıl yok; aslında söylemler dışında bir şeyimiz yok. beşeri bilimler ve genelde bilimler söylem çağını yaşıyor.”(sözen, 1999:12)
nietzsche ve marx’tan yola çıkarak iktidar ilişkilerinden birer düşünce yapısı olarak etkilenmiş olan foucault, nietzsche’nin iktidarı merkezi olarak ele aldığı, marksist anlamda da bir çatışmacı sınıfsal yapı olan iktidarın baskıcı olduğu görüşüne katılmayarak, eleştiri sunmuştur. bilgi-iktidar ilişkisi bağlamında bir düşünce yapısı oluşturmaya çalışırken foucault özellikle bilgiden yola çıkarak iktidar yapısına ulaşmaya çalışmıştır. amacının iktidarı açıklamaktan ziyade iktidarın birçok aracı disiplin toplumunda nasıl kullandığıyla ilgilendiğini birçok eserinde vurgulamaktadır. foucault’ya göre(2006:65); ‘iktidarın bilgi ürettiğini(ve bunun yalnızca bilgiyi yararlandığı için teşvik ederek veyahut da yararlı olduğu için uygulayarak yapmadığını), iktidar ve bilginin birbirlerini doğrudan içerdiklerini; bağlantılı bir bilgi alanı oluşturmadan iktidar ilişkisi olmayacağını, ne de aynı zamanda iktidar ilişkilerini varsaymayan ve oluşturmayan bir bilginin ve bilgi alanının olmayacağını kabul etmek gerekir. demek ki bu “iktidar-bilgi” ilişkilerini iktidar sistemine nazaran serbest olacak veya olmayacak bir bilgi öznesinden itibaren çözümlemek gerekir; bunun tersine, bilen öznenin, bilinecek nesnelerin ve bilme tarzlarının, iktidar-bilgi arasındaki bu karşılıklı temel kapsamların ve onların tarihsel dönüşümlerinin etkileri olduklarını göz önüne almak gerekir.’ kısacası, iktidara yararlı olan ve ona ayak direyen bir bilgiyi üretecek olan bilgi öznesinin faaliyeti değil de; iktidar bilgi, onları kat eden ve onları oluşturan, mümkün bilgi biçimi ve alanlarını belirleyen süreçler ve mücadelelerdir. iktidar bilgi ilişkisini bu şekilde tasvir eden foucault bilginin ve bilme istencinin çözümlemesini “bilginin arkeolojisi”, “bilme istenci” gibi eserlerle ortaya koyarak, arkeolojik ve soybilimsel araştırmalarla bilgiyi elde etmeye çalışmıştır. bilgiyi ele alırken iktidara ulaşmaya çalışan foucault, iktidarın disiplini nasıl sağladığı, otoriteyi nasıl kurduğu, bunları yaparken, bilgiyi ve bunlarla ilişkisi olan öznelerin kapatma/hapsedilme yerleri olan hapishane, hastane, akıl hastaneleri, ıslahhaneler, atölyeler, okullar ve eğitim kurumlarını nasıl kullandığıyla ilgilenmiştir. iktidar biçimlerinin farklı şekillerinden yola çıkarak kendini her sahada gösteren iktidarın modern dönem disiplin toplumunda genelde nasıl oluyor da otorite sağladığını ve bireylerin buna nasıl rıza gösterdiğini çözümlemeye çalışmıştır. iktidarın hukuksal bir rasyonelliğe göre kendini meşrulaştırdığını vurgulayan foucault(2004:29) ya göre iktidar; ‘somut olarak, her bireyin elinde bulundurduğu ve bir iktidar, bir siyasal hükümranlık oluşturmak için devredebilecek olduğu şeydir ve siyasal iktidarın oluşumu bu dizi içerisinde, göndermede bulunduğu bu kurumsal bütünlük içerisinde bağıda dayalı alışveriş niteliğindeki hukuksal bir işlem modeline göre gerçekleşir.’ iktidarın her bireyin elinde oluşu ve siyasal iktidarın rasyonel olarak hukuksal çerçevede kendini meşrulaştırması çeşitli disiplin ve denetim şekilleriyle oluşmaktadır. disiplin toplumunun ortaya çıkışında ve iktidarın denetimi sağlayışında bir zorlama yoktur. iktidar eskiden olduğu gibi artık zor kullanma araçlarıyla değil de rızayı üreterek disiplini sağlamaktadır. özellikle marksist yaklaşımda iktidar, temel olarak “hegemonya”, “zor”, “manipülasyon”, “otorite” ve “baskı” gibi olumsuz nosyonlarla çözümlenirken; foucault, nietzsche’yi takip ederek, iktidarı hem olumlu hem de olumsuz anlamda bir üretici güç olarak düşünüyor(tekelioğlu, 2003: 142). iktidarın her yerde olduğunu vurgulayan foucault, 19. yüzyıldan bu yana gelişmeye başlayan iktidarın, hapishanelerle ceza ve disiplini sağlaması, akıl hastanesiyle deli-akıllı ayrımına giderek ruh sağlığı bozuk özneyi ve aynı zamanda anormal kabul ettiği bireyi denetim altına alması ve birey ve bedeni üzerinde etki sahibi olmaya başlayan cinsellik olgusunun denetlenmeye başlamasını çözümleyerek iktidarın modern dönemdeki etkisini eleştirmeye başlamıştır.
‘hapishanenin doğuşu’ isimli çalışmasında foucault, hapishanenin doğuşunu, bu hapishanenin suç, ceza ve bunlara maruz kalan öznenin nasıl denetlendiğini ve bireyi nasıl hapsettiğini çözümlemektedir. tarihsel olarak kökenleri farklı; her biri toplumlara ve dönemlere göre tek başına olmasa da en azından ayrıcalıklı bir rol yüklenmiş dört form vardır;
1-)sürgün etmek, kovmak, dışlamak, sınır dışı etmek, bazı yerleri yasaklamak, ev bark yıkmak, doğum yerini yok etmek, mal mülke el koymak
2-) bir telafi düzenlemek, bir diyet ödemeye zorlamak, verilen zarar ziyanı ödenecek bir borca çevirmek; suçu, mali yükümlülüğe dönüştürmek
3-) sergilemek, damgalamak, yaralamak, sakat bırakmak, bir yara izi bırakmak, yüze ya da omuza bir işaret koymak, yapay ve görünür bir eksikliğe uğratmak, işkence etmek; kısacası, vücudu ele geçirip iktidarın damgalarını vurmak
4-) bir yere kapatmak
ayrıcalıklı verdikleri cezalandırma tiplerine göre toplumlar, sürgün toplumları(grek toplumu), diyet toplumları(cermen toplumları), damgalama toplumları(ortaçağ sonu batı toplumları) ve belki de, bizimki gibi hapseden toplumlar şeklinde modern dönem disiplin toplumları olan kapatma toplumları olarak ayrılırlar(foucault, 1993b:57).
bedenin denetim altına alınışı ve özgürlüğünün kısıtlandığı bu hapishane sisteminin işkence türünün devasa bir hal aldığını ‘hapishanenin doğuşu’ isimli eserinin başındaki şu örnekle açıklamaktadır:
damiens, 2 mart 1757’de “paris kilisesinin cümle kapısının önünde, suçunu herkesin karşısında itiraf etmeye” mahkûm edilmişti; buraya “elinde yanar halde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde bir gömlekten başka bir şey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük arabasında götürülecekti; sonra aynı yük arabasıyla greve meydanına götürülecek ve burada kurulmuş olan darağacına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları, baldırları kızgın kerpetenle çekilecek; babasını (kralı) öldürdüğü bıçağı sağ elinde tutacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilerek parçalatılacak ve vücudu ateşte yakılacak, kül haline getirilecek ve bu küller rüzgâra savrulacaktır(foucault, 2006:33).
bu örnekten yola çıkarak işkencenin dayanılmazlığı ve azap çektirmenin görkeminden bahseden foucault(2006:43 ) ‘hapishanenin doğuşuyla beraber denetim altına alınan bedenin aslında bir aracı olduğunu asıl amacın bireyi hem bir hak hem de bir mal varlığı olarak kabul edilen bir özgürlükten mahrum bırakmak’ olduğunu vurgulamaktadır. foucault’ya göre(2006:63): ‘iktidar ilişkileri beden üzerine doğrudan bir müdahale meydana getirmekte; onu kuşatmakta, damgalamakta, törenlere zorlamaktadır. bedenin bu siyasal olarak kuşatılması, karmaşık ve karşılıklı ilişkilere göre, onun ekonomik kullanımına bağlı olduğu; bedenin iktidar ve egemenlik ilişkileri tarafından kuşatılmasının nedeni, büyük ölçüde üretim gücü olmasından’ kaynaklanmaktadır. bedenin denetimi sağlanırken iktidar birçok aracı kullanarak, eğitim, disiplin, gözetleme, çalışma araçlarıyla bireyleri ürün haline getirmektedir. özellikle görünmeden gözetim olarak oluşan ve bir kuledeki merkez tarafından denetlenen ve bunu bir makine olarak kabul edilen panopticon en iyi açıklayan kavramdır. iktidarın toplumla ve bireylerle olan ilişkisinin bir şekli olan bu panopticon sistemi görülmeden gözetimi sağlayan bir sistemdir. görmek-görülmek çiftini ayıran bu sistemin panopticon makinesine benzerliği foucault’ya göre(2006:298): ‘iktidarı kimin ürettiğinin öneminin olmadığı, gerçek bir tabi olma, hayali bir ilişkiden mekanik olarak doğmakta, öylesine ki, mahkûmu iyi davranmaya, deliyi sakin olmaya, işçiyi çalışmaya, okul çocuğunu düzenli olmaya, hastayı tedaviye uymaya zorlamak için güç kullanmaya gerek kalmamakta’ diye böyle bir sistem yaratmaktadır. panopticon aynı zamanda kendi kendini bile denetleyebilen bir sisteme sahip olma açısından disiplinin, görülmeden yönetimin ve görmeden yönetilen bir sistemin düzenliliğini vurgulamaktadır.
bio-iktidar politikalarıyla da cinsellik ve beden üzerinde denetimi sağlayan iktidar, hem bedeni yönlendirmekte hem ölüm üzerinde hak ve yaşam üzerinde iktidar olmayı sağlamaktadır. foucault “cinselliğin tarihi” isimli eserinde bio-iktidarın beden üzerindeki politikalarını vurgulamaktadır. eski roma’da aile reisinin çocuklar ve tutsaklarının yaşamını ‘kullanabilme’ hakkına sahip olmasından gelen ve babanın onlara yaşlarını verdiği ve geri alabileceği yetkisi vardır. yaşam ve ölüm hakkı hükümdarın elinde olmuştur. iktidar bu bağlamda her şeyden önce alma hakkına sahip; eşyalar, zaman, bedenler ve yaşam üzerinde kullanılan bir alma hakkı; bu hak yaşamı, ortadan kaldırmak için ele geçirme ayrıcalığıyla yüceliyordu(foucault, 1993a:140). eskiden olduğu gibi iktidarın öldürme ya da öldürtme görevi artık yerini yaşatma ya da ölüme atmaya bırakmış, bedenleri öldürme yerine bedeni yönetme, yaşamı işletme, nüfusu kontrol etme, bireyi denetim altına alarak kullanıp yaşatma şekline bürünmüştür.
somutta, yaşam üzerindeki bu iktidar 17. yüzyıldan itibaren iki temel biçimde gelişti; bu biçimler birer karşı sav oluşturmazlar; daha çok bir ara bağıntı kümesinin birbirine bağladığı iki gelişim kutbu oluştururlar. kutuplardan biri ve söylendiğine göre ilk olarak oluşanı, bir makine olarak ele alınan bedeni merkez almıştır: bu bedenin terbiyesi, yeteneklerinin artırılması, güçlerinin zorla alınması, yararlılığıyla itaatkârlığının koşut gelişmesi, bütün bunlar, ‘insan bedeninin anatomik-siyasal’ disiplinlerini belirleyen iktidar yöntemleriyle sağlanmıştır. biraz daha sonra 18. yüzyıl ortasında oluşan ikincisi, tür-beden’i, yaşayan varlığının mekaniğinin etkisinde olan ve biyolojik süreçlerin dayanağını oluşturan bedeni merkez almıştır; bollaşma, doğumlar ve ölüm oranı, sağlık düzeyi, yaşam küresi ve bunları etkileyebilecek tüm koşullar önem kazanmıştır; bunların sorumluluğunun yüklenilmesi bir dizi müdahale ve ‘düzenleyici denetim’ yoluyla gerçekleşir; işte bu bir nüfus bio-siyasetidir. beden disiplinleri ve nüfus düzenlemeleri, yaşam üzerindeki iktidarın örgütlenmesinin çevresinde gerçekleştiği iki kutbu oluşturur(foucault, 1993a:143).
bedenin ve cinselliğe alet edilen bedenin kullanılması kapitalizmin de bir politikası olmakta ve iktidar yapılanması bu şekilde sistemler aracılığıyla politikaları uygulamaktadır. kapitalist süreçte beden üzerinde çeşitli politikalar üreten sistem özellikle cinsellik alanında bir güç oluşturarak modern kapitalizmin beden üzerindeki tahakkümünü artırmakta her yönüyle sistemleştirdiği insanı kadın olarak ya da beden olarak bir daha pazarlamaktadır. iktidarın çocuklar üzerinde etkili olmaya başladığı küçük dönemden, ergenlik yaşında cinsellik algısının üzerindeki hâkimiyete varan denetimi kontrol amaçlıdır. cinsellik belirtke ya da gösterge değil, nesne ve hedeftir ve ona önemini veren, enderliği ve eğreltiliği değil, ısrarı, aldatıcı mevcudiyeti ve her yerde hem kışkırtılan hem de ürkülen olmasıdır diyen foucault(1993a:151.); ‘iktidarın cinselliği çizdiğini, ortaya çıkardığını ve ondan, kaçmaması için denetim altına aldığını vurgular. cinselliği ve nüfusu denetim altına alan bio-politikalar toplumsal denetimi sağlama amaçlıdır.
‘deliliğin tarihi’ isimli çalışmasında tarihsel mücadelenin delilik ve akılsızlık arasında geçtiği ve deli-akıllı ayrımı yapılarak büyük kapatılmanın nasıl olduğu konusunda foucault bir bilgi vermekte ve tarihsel süreçte söylemin bu bilgi-iktidar ilişkisi çerçevesinde şekillenmekte olduğunu vurgulamaktadır. ‘büyük özgürlük’ devrinde fakirlerin ve işsizlerin kapatılma mekânlarından çıkarılması ve özgür işçi halinde kullanılması, artık, delilerin, lümpenlerin, işsiz ve güçsüzlerin arasındaki farkı ortaya çıkarmıştır(akay, 2000:59). delilliğin nasıl ortaya çıktığı ve bir kere bakıldığında bu yargıya nasıl vardığı konusunda foucault iktidarın önemini vurgulayarak, delilik söyleminin böyle gelişmesini sağlayan iktidarın beden üzerinde bir teknolojisinin olduğu ve burada aracılık yapanların doktorlar, hekimler olduğunu, büyük kapatmayı hastanelerle sağladığını vurgulamaktadır. monarşik iktidarların politikalarının böyle olduğunu vurgulayan foucault, bedende ikililik yaratılarak bunun yapıldığını ve ruh-beden ayrımının bunu açıklayabileceğini vurgulayarak, ruhun bedenin hapishanesi olduğu ve içerden dışa bir hapsetme olduğunu, ruhun beden üzerindeki etkisinin iktidarın bir aracı olduğunu söylemeye çalışır. foucault dışa açılan bir hapishane’ kavramı kullanarak; bedenin hapis edilebilindiği dış mekânı değişime uğrattığını, burada, klasik çağ’dan bahsederken, hapishanelerin geleceği üzerinde düşüncesini yazmaktadır.
mademki 20. yüzyılın sonunda insanları kontrol altına almak hapishaneyi, tımarhaneyi, okulu gerektirmiyor, o halde modern ruhlarımız bu özgürlük hapishanesinde toplum olarak kontrol altında tutulmaktadır. bu iktidar ne bir devlet ne de bir kurumdur. foucault modern ruhlarımıza seslenmektedir; hapishane, hastane, okul-kilise, belli tarihi oluşumların belki de gerekli kurumlarıydı. bu gün, iktidarlar halkları işletme mekanizmasına soktuğuna göre, batı’da iktidarlar televizyonlarda reklâmlar sırasında herkesin çiş edişinin vaktini kontrol edebiliyor; elektrikler kesildiği vakit, onlara çocuk yaptırabiliyorsa, belli tatil günlerinde otobanlardaki insanları bulabiliyor ve onlara belli saatlerde ‘şuaradan bura gitmeyiniz yollar tıkalı’ diye seslenebiliyorsa; daha ucuz fiyatlara, kampinglere yollayabiliyor ve hatta bazı durumlarda onların sevişmeleri için yardımcı oluyorsa, iktidarlar bu sesi açık alanda seslendirebilmekte; insanları belli yerlere kapatmak zorunda kalmamaktadır. foucault bu tarihi çağın adını “biyo-politik kontrol ve iktidar çağı koymuştur(akay, 2000:63–64).
foucault’ya göre iktidarın bu mekanizmasının işleyişinin sadece delileri kapatma olarak algılanmaması gerektiği, aynı zamanda işsizler, tembeller, zavallılar ve düşkünler de aynı sisteme maruz kalmaktadır. bio-iktidarın beden üzerindeki bu hakimiyeti söylemlerin de böyle gelişmesini etkilemiş, bilgiye hakim olan iktidar bireyin kapatılmasını meşrulaştırarak, aslında kapatılanların değil, dışlananların yani en özgür alanda normalin dışında olanların toplumdan soyutlanmasının tarihini çizmiştir.
iktidarın araçları
disiplin
iktidarın bireyler üzerinde hak iddia etme ve bireylerin cinsellik yaşayışları, toplumsal normları, suç işlendiği anda iktidar tarafından cezalandırılması ya da toplumsal baskıya maruz kalması, sapkınlığın her türlüsüne müdahale edilmesi, iktidarın kendi oluşturduğu hukuk kuralları çerçevesinde tüm pratiklerin işleyişi ve söylemlerin şekilleri disiplin tarafından sağlanmaktadır. disiplinin ne bir kurumla ne de bir aygıtla özdeşleşebileceğini vurgulayan foucault(2006:316): o bir iktidar tipi; iktidarı icra etmenin bir tarzı olup koskoca bir aletler, teknikler, usuller, uygulama düzeyleri, hedefler bütününü içermektedir; o bir iktidar “fiziği” veya “anatomisi”, o bir teknoloji ve “uzmanlaşmış” kurumlar tarafından(hapishaneler veya 19. yüzyılın ıslahhaneleri) veya ondan belli bir amaca ulaşmak üzere esas araç olarak yaralanan kurumlar(eğitim kurumları, hastaneler) veya iç iktidar mekanizmalarını güçlendirmenin veya yeniden örgütlemenin aracını onda bulan, eskiden beri var olan merciler(esas olarak ebeveyn-çocuklar hücresi içindeki aile içi ilişkilerin, ta klasik çağdan beri disiplin sorunu açısından aileyi normal ve anormalin ayrıcalıklı ortaya çıkış yeri haline getiren okulsal, askeri, sonra tıbbi, psikiyatrik, psikolojik dış şemaları özümseyerek, nasıl ‘disiplinli’ hale geldiklerini bir gün göstermek gerekmektedir); veyahut disiplini kendi iç işleyiş ilkeleri haline getiren aygıtlar(yönetim aygıtının napoleon döneminden itibaren disiplinli kılınması) veyahut da son olarak, disiplini bir toplum düzeyinde egemen kılma konusunda tek değil de, öncelikli bir işleve sahip olan devlet aygıtları(polis) tarafından yüklenebilir’ diye açıklamaktadır. iktidar bu şekilde en küçük yapıdan en büyük iktidar yapılanması veya toplumsal örgütlenme alanlarına kadar her alanda disiplini sağlayarak kendi iktidar meşruluğunu sağlayabilmektedir. bireyler arasında bile birinin diğeri üstüne olan iktidar yapılanmasını bile yönlendiren bu şematik çerçeve bize iktidarın aslında bilgiyi elde etme aşamasında vazgeçilmez bir zorunluluk haline geldiğini ve bu yapılırken hiçbir cebirsel güç kullanılmadan üretilmiş rıza ile birey ya da toplumun bunu bir ödev saydığı gösterilmeye çalışılıyor. her türlü iktidar politikasının amacı toplumda ve bireyler arasında disiplini elinde bulundurmaktır. panopticon tarzı disiplini sağlama açısından, görülmeden yöneten ve görmeden yönetilen bir sistemi sağlayarak(özellikle hapishane sisteminde bu geçerlidir), bireyleri kontrol etmektedir. gardiyanların suçlular üzerinde hâkimiyeti, doktor ve hekimlerin hastalar üzerindeki hâkimiyeti, öğretmenin öğrenciler üzerindeki, patronun işçi üzerindeki hâkimiyetleri disiplini sağlama açısından birer iktidar yapılanmasının görünümleri olmakla beraber, panopticon tarzı bir sistemi kullanmaktadır.
hiyerarşik gözetim
foucault’ya göre disiplini sağlama açısından belirli araçları olan iktidarın, bir diğer aracı da hiyerarşik gözetimdir. özneyi gözetleyen sistemin genişlemesi modern dönemin araçsal alanının ve teknolojisinin gelişimiyle artmaya başlamıştır. foucault(2006:256); fizik ve evrenbilimin kuruluşuyla beraber bedene bürünen büyük teleskop, mercek, ışık demetleri teknolojisinin yanı sıra, ‘görülmeden görme’’ siteminden bahsederek gözetimin kolaylaşmaya başladığını vurguluyor. bu gözlem evlerini bir ‘kamp’a benzeten foucault özellikle ‘askeri kamp’ın bu biçimin en mükemmel örneği olduğunu, disiplini sağlam açısından bir hiyerarşik düzen oluşturduğunu vurgular. foucault(2006:257 ); ‘mükemmel bir kampta iktidarın tümü, yalnızca tek bir gözetim aracılığıyla icra edilmekte ve her bakış iktidarın bütüncül işleyişinin bir parçası olmaktadır’ diyor. kampın genel bir görülebilirlik etkisiyle hareket ettiğini ve iktidarın diyagramı olan bu kamp, şehircilikte, işçi kentlerinin, hapishanelerin, tımarhanelerin, hastanelerin, eğitim kurumlarının bu kamp modeline göre şekillenmeye başladığını vurgulamaktadır.
hastanelerin gözetiminin kolaylaşması ve bunun yanında, hastanelerin çevresine büyük duvarların yapılışı; okulun, özellikle de askeri okulun, gözetim altında olması, sınıf içerisinde gerek sıraların dizilişi anlamında gerekse de yatakhanelerin yatakların konumundan bahseden foucault, bunların gözetimi yapan iktidarın bir disiplin için yaptığını vurgular. özellikle askeri bir kamp zihniyetine göre yapılmasına vurguda bulunan foucault, bunu yapan iktidarın disiplini nasıl sağlamaya çalıştığını şöyle açıklamaktadır:
disiplinleri hiyerarşik hale getirmiş olan gözetim içindeki iktidar, bir nesne gibi elde tutulmakta, bir mülkiyet gibi aktarılmakta; bir makineler bütünü gibi çalışmaktadır. ve piramit gibi olan örgütlemesinin ona bir ‘başkan’ verdiği doğruysa da, aygıtın tümü ‘iktidar’ üretmekte ve bireyler sürekli ve daimi bir alanın içine dağıtmaktadır. bu da disiplinsel iktidara aynı anda hem tamamen açık-çünkü her yerdedir ve hep uyanıktır, ilke olarak hiçbir karanlık alan bırakmamaktadır ve denetim yapma görevine sahip olanları bile aralıksız denetlemektedir- hem de tamamen ‘gizli’- çünkü sürekli olarak işlemektedir ve bunun büyücek bir bölümü sessizlik içinde olmaktadır- olması olanağını sağlar.(foucault, 2006:264–265).
normalleştirici yaptırım
disiplinsel sistemlere baktığımızda kendi sistemlerinin devamını sağlama amaçlı belirli kurallar ve ceza sistemine sahiptir. sistemlerini oluştururken aynı zamanda bunların devamını sağlama amaçlı bir de ceza sistemlerini içinde barındıran bu sistemler, alt kategoriler oluşturarak, hiyerarşik olarak tasarlanan piramidin tüm katmanlarını doldurarak, ceza sistemlerinde asla hata yapılamayacak kadar boşlukları bulunmamaktadır. foucault disiplinsel sistemlerin ceza mekanizmalarına değinerek özellikle disiplin ve ceza ilişkisinde ortaya çıkan söylemsel pratikleri vurgulamaya çalışmıştır. atölyede, okulda, orduda koskoca bir zaman(geç kalmalar, yerini bırakmalar, işin kesintiye uğratılması), faaliyet(dikkatsizlik, ihmal, heves yokluğu), tavır(kabalık, itaatsizlik), söylev(gevezelik, haddini bilmezlik), beden(‘düzgün olmayan’ tutumlar, uygunsuz hareketler, pislik), cinsellik(utanmazlık, açık saçıklık) mikro cezalandırma sistemi hüküm sürmekte(foucault, 2006:266). bunun yanında yapılması gerekenin yapılmadığı zaman bunun kendi içerisinde barındırdığı cezaya göre şekillendiği bir diğer ceza şekli vardır. foucault, disiplin kendisiyle beraber, kendine özgü cezaya sahip olduğunu, aynı zamanda görevin yerine getirilmemesi dâhilinde bu özneye karşı bir yaptırım uygulayıp bu işi tekrar yapmasını sağlama yetkisine sahip bir iktidar ortaya çıkıyor diyor. disiplinsel cezanın işlevinin sapmaları azaltmak olduğunu vurgulayan foucault(2006:268); ‘esas olarak bunların ıslah edici olması gerektiği, doğrudan adli modelden alınan cezaların(para cezası, kamçı, zindan) yanı sıra, disiplin cezaları alıştırmaya yönelik cezalara öncelik vermektedir’ diyor. ödevini yapmamış bir öğrenci ya da görevini yerine getirmemiş bir askere farklı bir ceza verilerek kendi hatasını telafi etme anlamında bir disiplin sağlayarak, daha önce yapması gereken görevin yerine getirilmesini sağlayıcı etkide bulunup hem ceza hem de yaptırım uygulamakta.
‘ödül-yaptırım’ ikilisinden yola çıkarak normalleştirici olan bu yaptırımda, ‘öğretmenin elinden geldiğince ceza vermekten kaçınması; tersine, tembelleri cezadan çok, tıpkı hamaratlar gibi ödüllendirme arzusuyla daha çok tahrik etmeleri gerekir (foucault, 2006:269). disiplinsel sistemlerde özelikle modern dönem iktidarın bir şekli olan artık öldürme yerine ödüllendirip yaşatarak, bedene hükmetme sistemini kullanan bu iktidar yapılanmaları bu sayede rıza gösteren özne üzerinde tahakküm oluşturmaktadır. bunu yaparken foucault’nun vurguladığı ‘mertebe-rütbe’ kavramları tehdit edici en büyük unsurdur. yüksek rütbesinin elinden alınması, maaşının kesilmesi, eski düzenden yeni ve daha da bozuk bir düzene geçme korkusu iktidarın elinde disiplini sağlayan en büyük kozlardan diğer bir tanesidir. genel olarak cezalandırma sisteminde disiplini sağlamaya çalışan iktidarın bilgiyle ve bilmeyle hükmetmeye başladığı ve bunları yaparken belli araçları kullandığına yönelik söylemlerde bulunan foucault(2006:272)‘bireysel eylemleri, performansları, hal ve gidişleri, aynı anda hem bir kıyaslama alanı hem bir farklılaştırma mekânı hem de izlenecek bir kuralın ilkesi olan bir bütüne göre değerlendirmekte olduğunu’ söyleyerek, bu iktidarın birbirinden farklı beş işlemi devreye soktuğunu vurgulamaktadır.
sınav
iktidarın araçlarından bir diğeri olan sınav foucault’ya göre(2006:274); ‘gözetim altında tutan hiyerarşi teknikleriyle normalleştiren yaptırım tekniklerini birleştirmekte; normalleştirici bir bakış; nitelemeye, tasnif etmeye ve cezalandırmaya izin veren bir gözetim olmakta; bireylerin üzerinde, onların onun boyunca farklılaştırdıkları bir görünebilirlik kurmakta ve bu nedenle sınav düzenleri, tüm disiplin düzenlemelerinde yüksek derecede ayinselleştirilmektedir.’ bilginin gelişimi açısından ve bilgi tekniklerinin artışı bakımından iktidarın şekillenmeye başladığı ve bu sınav sistemine bağlı olarak iktidarın kendi yaptıklarını bir bilgiye bağlama ve bunu elinde bulundurarak özneyi sınama, aynı zamanda disiplin araçlarından biri olan okullarda bunu sürdürmektedir.
—sınav iktidarın icra edilmesinin içinde görülebilme ekonomisinin sırasını değiştirmektedir
—sınav aynı zamanda bireyselliği belgesel bir alana sokmaktadır
—bütün bu belgesel tekniklerle çevrelenmiş olan sınav, her bireyi bir ‘şık’ haline getirmektedir
sınav, bireysel farklılıkların aynı anda hem ayinsel hem de ‘bilimsel’ saptanması olarak herkesin kendi özgünlüğüne(statülerin, doğumdan gelen farklılıkların, ayrıcalıkların, görevlerin, bunları işaret eden markaların tüm parlaklığıyla dışa vuruldukları törene zıt olarak) iğnelenmesi olarak aldığı ve statüsel olarak onu karakterize eden ve onu her halükarda bir ‘şık’ haline getiren saptamalara, ‘notlara’ bağlandığı yeni bir iktidar tarzının ortaya çıkışını iyice işaret etmektedir(foucault, 2006:284). disiplinin, iktidar tarafından oluşturulan hükümranlığının bir aracı olarak sınavın, bilgiyi iktidarın elinde bulundurma ve bireyi hem bilgi için var etmeye hem de özneye el koyma açısından bir sistem olarak tasvir etmek mümkün. son olarak sınav hakkında foucault(2006:284); ‘bireyi iktidarın bir sonucu ve nesnesi olarak, bilginin sonucu ve nesnesi olarak oluşturulan usullerin merkezinde; hiyerarşik gözetim ile normalleştirici yaptırımı birleştirerek, dağıtım ve sınıflandırma, maksimum güç ve zamanın alınması, sürekli genetik yığılım, yatkınlıkların optimal düzenlemesi gibi büyük disiplinsel işlevleri sağlayan’ olduğunu vurgular.
sonuç
sosyal bilimlerin ilgi alanı olarak ele alınmaya başlayan bilginin üzerinde düşünceler üreten düşünürlerin metodolojik yaklaşımlarına baktığımızda çeşitli teorilerin ortaya atıldığını ve bu teorilerin geçerliliğinin tartışıldığını görüyoruz. bilgi alanında çağdaş sosyal bilimlerin yaklaşımı ve bu alanda çalışma yürüten manheim, heiddeger, gadamer, derrida, foucault ve bunlardan etkilenen çeşitli düşünürler özellikle aydınlanma ve sonrası dönemdeki gelişmeler üzerinde yoğunlaşmış, kimi düşünürler sosyal bilimlerin gelişim göstermeden önceki dönemlerde de arkeolojik-dilbilimsel çabaların yapılması gerektiğini vurgulamışlardır. bilgi konusunda çeşitli araştırma ve öngörülerde bulunan düşünürlere baktığımızda birbirinden farklı alanlarda bilgi yaklaşımına katkıda bulunmuşlardır. bunlardan biri olan foucault’nun genelde bilginin arkeolojisi eserinden yola çıkarak bilgi konusunda ve hapishanenin doğuşu, cinselliğin tarihi, deliliğin tarihi gibi eserlerden yola çıkarak da bilgi-güç/iktidar ilişkisini ele almış, bunlarla ilgili söylemlerin yapısını gönüne sermeye çalışmıştır. modern disiplin toplumunda gözetim altında olan toplumun ve bacon’dan bu yana bilgiyi kullanan iktidarın ilişkisine baktığımızda foucault bilginin ve iktidarın birbirinden ayrılmazlığı politikası çerçevesinde iktidarın bu bilgiyi kullanarak nasıl disiplini sağladığını görmekteyiz. modern yapının araçları olan hapishane, akıl hastaneleri, kapatma evleri, gözetleme yapıları ve bunların üzerinde bir egemenlik hakkı elde eden iktidarların gücü toplumsal ilişkiler ağında nasıl bir konumda olduğuyla ilgili çalışma yürüten foucault modern dönemin ‘panopticon’ yapısını gözler önüne sererek, araçlar sayesinde nasıl bir denetim sağlandığını bize açıkça göstermeye çalışmaktadır. bunu yaparken özellikle nietzsche’nin görüşlerinden etkilenen foucault marx’ın birçok görüşünü de eleştirerek yaklaşımını sergilemekte, marksist yaklaşımdan ziyade nietzscheci iktidar yaklaşımını benimseyerek, nihilist yapıdan etkilenip insanın ölümü temasını da bu çerçeve de geliştirmiştir. bahsettiği iktidarın çerçevesine baktığımızda bu iktidar şeklinin hem kişilerin hayatında hem de toplumun her alanında var olan bir iktidar olduğunu vurgulayarak günümüz modern dönemin temasının disipline edici yapısı üzerinde durmaktadır.
post modern toplum kuramının düşünürlerinden olan ve modern toplumun bileşenleri üzerinde fikirlerini ifade eden foucault birçok konuda çalışma yapmış ve modern dönemde bireyin denetlenmesi ve disiplin altına alınmasını eleştirerek, özellikle sapma sosyolojinin öncülüğünü yapmıştır. genel çalışmalarını özne-iktidar ve bu bağlamda bir disiplin toplumu olan konularda yoğunlaştırmış olan foucault’nun katkılarından biri iktidar-bilgi ilişkisi olmuştur. ilgilendiği konulara bakıldığında toplum içindeki bireyi, toplumu, toplumsal kurumları ve bu kurumların iktidarla olan ilişkileri, iktidarın bilgiyi sağlama ve iktidar-özne ilişkisini çözümlemeye çalışan modern dönem postyapısalcı bir düşünce olmaktadır. rönesans dönemi ve sonrasında aydınlamanın sonucu olarak aklın merkeze alınmasıyla bilgi konumunda oluşan bir değişiklikle, bilginin üretimini ele alan foucault, aklın merkeze alındığı ve akıl fetişizminin yapılmaya başlandığı dönemde artık her söylem bir bilgi türünün bir bilgi yarattığını vurgulamaktadır. aydınla dönemi ‘insan aklı’ merkeze alınması her türlü insan deneyimini sistematik bir bilgi ya da söylem aracılığıyla bir düzene sokulmaya başlanmakta; bu bilgi ve söylem inşası, dil üzerinde gerçekleşmiş, yani dil üzerinde bilgi üretilerek topluma düzen vermek egemen mod konumuna gelmektedir(şeylan, 1999:217). ayrıca söylem teorisini de ele alarak söylemin ilgi alanı bakımından bilgi-iktidar konumunu ele alan foucault’da hekman şunu vurgulamaktadır(hekman, 1999:226); ‘foucault’nun, söylemin hem özneleri hem nesneleri yarattığı tezi var… ikinci tez olarak, bilginin bir güç iktidar formu olduğu… ayrıca onun güç/iktidar-bilgi görüşü, özellikle politik bir unsur taşıdığı için söylem teorisi, dil yönelimli teorilerden ayırmışlığı vardır.’ bütün bilginin toplumsal kurumsal ve söylemsel baskının bir bileşkesi tarafından belirlendiğini vurgulayan foucault, bilginin bir kısmının baskın söylemlere meydan okuduğunu bir kısmının onlarla işbirliği yaptığını vurgulamaktadır(mills, 2003:117). konuşma/yazma biçimleri, kurallara göre işlemeleri ve toplumsal-tarihsel düzende işlemleri olan söylemin iktidarla ilişkisinde ayrıca foucault söylemlerin ideolojiyle bağlantısının şeklini belirleyerek marxist yaklaşımdan ziyade ideolojiden farklı olarak söylem üzerinde durmakta ve söylemsel patriklerin iktidara yönelik ilişkilerinin açıklamaktadır. foucault’ya göre(1993a:106):‘söylemler suskunluklardan farksız biçimde, sonsuza değin iktidara boyun eğmiş ya da ona karşı oluşturulmuş değillerdir. söylemin aynı zamanda iktidarın hem aracı hem de sonucu olabileceği, ayrıca karşıt bir strateji için engel, tökez, direnme noktası ve çıkışta oluşturabileceği karmaşık ve istikrarsız bir bütünü kabul etmek gerekir. söylem, iktidarı harekete geçirir ve üretir; onu güçlendirir ama yıpratır zayıflatır ve silinmesini sağlar.’ söylemin düzeni adlı çalışmasında ana hatları belirlenen söylem kavramı çerçevesinde bilgi-iktidar ilişkisini görmek mümkün olacaktır. söylemin iktidar ve dilbilimsel ilişkisine baktığımızda birçok düşünürün söylemin üzerinde durmasını günümüz ideoloji kavramından daha fazla ilgi çekmesinden ve toplumsal ilişkisinden dolayıdır. çünkü “ artık çağımız söylem çağıdır. yüzyılımızın ‘söylemi’ keşfinden sonra beşeri bilimlerde ve hatta belki de doğa bilimlerinde, son noktada bel bağlayabileceğimiz nihai var oluş tarzları yok artık; artık madde, gerçeklik, ideler dünyası hayatın katı olguları, bir nihai başvuru noktası olarak deney ve gözlem, bir nihai dayanak noktası olarak akıl yok; aslında söylemler dışında bir şeyimiz yok. beşeri bilimler ve genelde bilimler söylem çağını yaşıyor.”(sözen, 1999:12)
nietzsche ve marx’tan yola çıkarak iktidar ilişkilerinden birer düşünce yapısı olarak etkilenmiş olan foucault, nietzsche’nin iktidarı merkezi olarak ele aldığı, marksist anlamda da bir çatışmacı sınıfsal yapı olan iktidarın baskıcı olduğu görüşüne katılmayarak, eleştiri sunmuştur. bilgi-iktidar ilişkisi bağlamında bir düşünce yapısı oluşturmaya çalışırken foucault özellikle bilgiden yola çıkarak iktidar yapısına ulaşmaya çalışmıştır. amacının iktidarı açıklamaktan ziyade iktidarın birçok aracı disiplin toplumunda nasıl kullandığıyla ilgilendiğini birçok eserinde vurgulamaktadır. foucault’ya göre(2006:65); ‘iktidarın bilgi ürettiğini(ve bunun yalnızca bilgiyi yararlandığı için teşvik ederek veyahut da yararlı olduğu için uygulayarak yapmadığını), iktidar ve bilginin birbirlerini doğrudan içerdiklerini; bağlantılı bir bilgi alanı oluşturmadan iktidar ilişkisi olmayacağını, ne de aynı zamanda iktidar ilişkilerini varsaymayan ve oluşturmayan bir bilginin ve bilgi alanının olmayacağını kabul etmek gerekir. demek ki bu “iktidar-bilgi” ilişkilerini iktidar sistemine nazaran serbest olacak veya olmayacak bir bilgi öznesinden itibaren çözümlemek gerekir; bunun tersine, bilen öznenin, bilinecek nesnelerin ve bilme tarzlarının, iktidar-bilgi arasındaki bu karşılıklı temel kapsamların ve onların tarihsel dönüşümlerinin etkileri olduklarını göz önüne almak gerekir.’ kısacası, iktidara yararlı olan ve ona ayak direyen bir bilgiyi üretecek olan bilgi öznesinin faaliyeti değil de; iktidar bilgi, onları kat eden ve onları oluşturan, mümkün bilgi biçimi ve alanlarını belirleyen süreçler ve mücadelelerdir. iktidar bilgi ilişkisini bu şekilde tasvir eden foucault bilginin ve bilme istencinin çözümlemesini “bilginin arkeolojisi”, “bilme istenci” gibi eserlerle ortaya koyarak, arkeolojik ve soybilimsel araştırmalarla bilgiyi elde etmeye çalışmıştır. bilgiyi ele alırken iktidara ulaşmaya çalışan foucault, iktidarın disiplini nasıl sağladığı, otoriteyi nasıl kurduğu, bunları yaparken, bilgiyi ve bunlarla ilişkisi olan öznelerin kapatma/hapsedilme yerleri olan hapishane, hastane, akıl hastaneleri, ıslahhaneler, atölyeler, okullar ve eğitim kurumlarını nasıl kullandığıyla ilgilenmiştir. iktidar biçimlerinin farklı şekillerinden yola çıkarak kendini her sahada gösteren iktidarın modern dönem disiplin toplumunda genelde nasıl oluyor da otorite sağladığını ve bireylerin buna nasıl rıza gösterdiğini çözümlemeye çalışmıştır. iktidarın hukuksal bir rasyonelliğe göre kendini meşrulaştırdığını vurgulayan foucault(2004:29) ya göre iktidar; ‘somut olarak, her bireyin elinde bulundurduğu ve bir iktidar, bir siyasal hükümranlık oluşturmak için devredebilecek olduğu şeydir ve siyasal iktidarın oluşumu bu dizi içerisinde, göndermede bulunduğu bu kurumsal bütünlük içerisinde bağıda dayalı alışveriş niteliğindeki hukuksal bir işlem modeline göre gerçekleşir.’ iktidarın her bireyin elinde oluşu ve siyasal iktidarın rasyonel olarak hukuksal çerçevede kendini meşrulaştırması çeşitli disiplin ve denetim şekilleriyle oluşmaktadır. disiplin toplumunun ortaya çıkışında ve iktidarın denetimi sağlayışında bir zorlama yoktur. iktidar eskiden olduğu gibi artık zor kullanma araçlarıyla değil de rızayı üreterek disiplini sağlamaktadır. özellikle marksist yaklaşımda iktidar, temel olarak “hegemonya”, “zor”, “manipülasyon”, “otorite” ve “baskı” gibi olumsuz nosyonlarla çözümlenirken; foucault, nietzsche’yi takip ederek, iktidarı hem olumlu hem de olumsuz anlamda bir üretici güç olarak düşünüyor(tekelioğlu, 2003: 142). iktidarın her yerde olduğunu vurgulayan foucault, 19. yüzyıldan bu yana gelişmeye başlayan iktidarın, hapishanelerle ceza ve disiplini sağlaması, akıl hastanesiyle deli-akıllı ayrımına giderek ruh sağlığı bozuk özneyi ve aynı zamanda anormal kabul ettiği bireyi denetim altına alması ve birey ve bedeni üzerinde etki sahibi olmaya başlayan cinsellik olgusunun denetlenmeye başlamasını çözümleyerek iktidarın modern dönemdeki etkisini eleştirmeye başlamıştır.
‘hapishanenin doğuşu’ isimli çalışmasında foucault, hapishanenin doğuşunu, bu hapishanenin suç, ceza ve bunlara maruz kalan öznenin nasıl denetlendiğini ve bireyi nasıl hapsettiğini çözümlemektedir. tarihsel olarak kökenleri farklı; her biri toplumlara ve dönemlere göre tek başına olmasa da en azından ayrıcalıklı bir rol yüklenmiş dört form vardır;
1-)sürgün etmek, kovmak, dışlamak, sınır dışı etmek, bazı yerleri yasaklamak, ev bark yıkmak, doğum yerini yok etmek, mal mülke el koymak
2-) bir telafi düzenlemek, bir diyet ödemeye zorlamak, verilen zarar ziyanı ödenecek bir borca çevirmek; suçu, mali yükümlülüğe dönüştürmek
3-) sergilemek, damgalamak, yaralamak, sakat bırakmak, bir yara izi bırakmak, yüze ya da omuza bir işaret koymak, yapay ve görünür bir eksikliğe uğratmak, işkence etmek; kısacası, vücudu ele geçirip iktidarın damgalarını vurmak
4-) bir yere kapatmak
ayrıcalıklı verdikleri cezalandırma tiplerine göre toplumlar, sürgün toplumları(grek toplumu), diyet toplumları(cermen toplumları), damgalama toplumları(ortaçağ sonu batı toplumları) ve belki de, bizimki gibi hapseden toplumlar şeklinde modern dönem disiplin toplumları olan kapatma toplumları olarak ayrılırlar(foucault, 1993b:57).
bedenin denetim altına alınışı ve özgürlüğünün kısıtlandığı bu hapishane sisteminin işkence türünün devasa bir hal aldığını ‘hapishanenin doğuşu’ isimli eserinin başındaki şu örnekle açıklamaktadır:
damiens, 2 mart 1757’de “paris kilisesinin cümle kapısının önünde, suçunu herkesin karşısında itiraf etmeye” mahkûm edilmişti; buraya “elinde yanar halde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde bir gömlekten başka bir şey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük arabasında götürülecekti; sonra aynı yük arabasıyla greve meydanına götürülecek ve burada kurulmuş olan darağacına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları, baldırları kızgın kerpetenle çekilecek; babasını (kralı) öldürdüğü bıçağı sağ elinde tutacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilerek parçalatılacak ve vücudu ateşte yakılacak, kül haline getirilecek ve bu küller rüzgâra savrulacaktır(foucault, 2006:33).
bu örnekten yola çıkarak işkencenin dayanılmazlığı ve azap çektirmenin görkeminden bahseden foucault(2006:43 ) ‘hapishanenin doğuşuyla beraber denetim altına alınan bedenin aslında bir aracı olduğunu asıl amacın bireyi hem bir hak hem de bir mal varlığı olarak kabul edilen bir özgürlükten mahrum bırakmak’ olduğunu vurgulamaktadır. foucault’ya göre(2006:63): ‘iktidar ilişkileri beden üzerine doğrudan bir müdahale meydana getirmekte; onu kuşatmakta, damgalamakta, törenlere zorlamaktadır. bedenin bu siyasal olarak kuşatılması, karmaşık ve karşılıklı ilişkilere göre, onun ekonomik kullanımına bağlı olduğu; bedenin iktidar ve egemenlik ilişkileri tarafından kuşatılmasının nedeni, büyük ölçüde üretim gücü olmasından’ kaynaklanmaktadır. bedenin denetimi sağlanırken iktidar birçok aracı kullanarak, eğitim, disiplin, gözetleme, çalışma araçlarıyla bireyleri ürün haline getirmektedir. özellikle görünmeden gözetim olarak oluşan ve bir kuledeki merkez tarafından denetlenen ve bunu bir makine olarak kabul edilen panopticon en iyi açıklayan kavramdır. iktidarın toplumla ve bireylerle olan ilişkisinin bir şekli olan bu panopticon sistemi görülmeden gözetimi sağlayan bir sistemdir. görmek-görülmek çiftini ayıran bu sistemin panopticon makinesine benzerliği foucault’ya göre(2006:298): ‘iktidarı kimin ürettiğinin öneminin olmadığı, gerçek bir tabi olma, hayali bir ilişkiden mekanik olarak doğmakta, öylesine ki, mahkûmu iyi davranmaya, deliyi sakin olmaya, işçiyi çalışmaya, okul çocuğunu düzenli olmaya, hastayı tedaviye uymaya zorlamak için güç kullanmaya gerek kalmamakta’ diye böyle bir sistem yaratmaktadır. panopticon aynı zamanda kendi kendini bile denetleyebilen bir sisteme sahip olma açısından disiplinin, görülmeden yönetimin ve görmeden yönetilen bir sistemin düzenliliğini vurgulamaktadır.
bio-iktidar politikalarıyla da cinsellik ve beden üzerinde denetimi sağlayan iktidar, hem bedeni yönlendirmekte hem ölüm üzerinde hak ve yaşam üzerinde iktidar olmayı sağlamaktadır. foucault “cinselliğin tarihi” isimli eserinde bio-iktidarın beden üzerindeki politikalarını vurgulamaktadır. eski roma’da aile reisinin çocuklar ve tutsaklarının yaşamını ‘kullanabilme’ hakkına sahip olmasından gelen ve babanın onlara yaşlarını verdiği ve geri alabileceği yetkisi vardır. yaşam ve ölüm hakkı hükümdarın elinde olmuştur. iktidar bu bağlamda her şeyden önce alma hakkına sahip; eşyalar, zaman, bedenler ve yaşam üzerinde kullanılan bir alma hakkı; bu hak yaşamı, ortadan kaldırmak için ele geçirme ayrıcalığıyla yüceliyordu(foucault, 1993a:140). eskiden olduğu gibi iktidarın öldürme ya da öldürtme görevi artık yerini yaşatma ya da ölüme atmaya bırakmış, bedenleri öldürme yerine bedeni yönetme, yaşamı işletme, nüfusu kontrol etme, bireyi denetim altına alarak kullanıp yaşatma şekline bürünmüştür.
somutta, yaşam üzerindeki bu iktidar 17. yüzyıldan itibaren iki temel biçimde gelişti; bu biçimler birer karşı sav oluşturmazlar; daha çok bir ara bağıntı kümesinin birbirine bağladığı iki gelişim kutbu oluştururlar. kutuplardan biri ve söylendiğine göre ilk olarak oluşanı, bir makine olarak ele alınan bedeni merkez almıştır: bu bedenin terbiyesi, yeteneklerinin artırılması, güçlerinin zorla alınması, yararlılığıyla itaatkârlığının koşut gelişmesi, bütün bunlar, ‘insan bedeninin anatomik-siyasal’ disiplinlerini belirleyen iktidar yöntemleriyle sağlanmıştır. biraz daha sonra 18. yüzyıl ortasında oluşan ikincisi, tür-beden’i, yaşayan varlığının mekaniğinin etkisinde olan ve biyolojik süreçlerin dayanağını oluşturan bedeni merkez almıştır; bollaşma, doğumlar ve ölüm oranı, sağlık düzeyi, yaşam küresi ve bunları etkileyebilecek tüm koşullar önem kazanmıştır; bunların sorumluluğunun yüklenilmesi bir dizi müdahale ve ‘düzenleyici denetim’ yoluyla gerçekleşir; işte bu bir nüfus bio-siyasetidir. beden disiplinleri ve nüfus düzenlemeleri, yaşam üzerindeki iktidarın örgütlenmesinin çevresinde gerçekleştiği iki kutbu oluşturur(foucault, 1993a:143).
bedenin ve cinselliğe alet edilen bedenin kullanılması kapitalizmin de bir politikası olmakta ve iktidar yapılanması bu şekilde sistemler aracılığıyla politikaları uygulamaktadır. kapitalist süreçte beden üzerinde çeşitli politikalar üreten sistem özellikle cinsellik alanında bir güç oluşturarak modern kapitalizmin beden üzerindeki tahakkümünü artırmakta her yönüyle sistemleştirdiği insanı kadın olarak ya da beden olarak bir daha pazarlamaktadır. iktidarın çocuklar üzerinde etkili olmaya başladığı küçük dönemden, ergenlik yaşında cinsellik algısının üzerindeki hâkimiyete varan denetimi kontrol amaçlıdır. cinsellik belirtke ya da gösterge değil, nesne ve hedeftir ve ona önemini veren, enderliği ve eğreltiliği değil, ısrarı, aldatıcı mevcudiyeti ve her yerde hem kışkırtılan hem de ürkülen olmasıdır diyen foucault(1993a:151.); ‘iktidarın cinselliği çizdiğini, ortaya çıkardığını ve ondan, kaçmaması için denetim altına aldığını vurgular. cinselliği ve nüfusu denetim altına alan bio-politikalar toplumsal denetimi sağlama amaçlıdır.
‘deliliğin tarihi’ isimli çalışmasında tarihsel mücadelenin delilik ve akılsızlık arasında geçtiği ve deli-akıllı ayrımı yapılarak büyük kapatılmanın nasıl olduğu konusunda foucault bir bilgi vermekte ve tarihsel süreçte söylemin bu bilgi-iktidar ilişkisi çerçevesinde şekillenmekte olduğunu vurgulamaktadır. ‘büyük özgürlük’ devrinde fakirlerin ve işsizlerin kapatılma mekânlarından çıkarılması ve özgür işçi halinde kullanılması, artık, delilerin, lümpenlerin, işsiz ve güçsüzlerin arasındaki farkı ortaya çıkarmıştır(akay, 2000:59). delilliğin nasıl ortaya çıktığı ve bir kere bakıldığında bu yargıya nasıl vardığı konusunda foucault iktidarın önemini vurgulayarak, delilik söyleminin böyle gelişmesini sağlayan iktidarın beden üzerinde bir teknolojisinin olduğu ve burada aracılık yapanların doktorlar, hekimler olduğunu, büyük kapatmayı hastanelerle sağladığını vurgulamaktadır. monarşik iktidarların politikalarının böyle olduğunu vurgulayan foucault, bedende ikililik yaratılarak bunun yapıldığını ve ruh-beden ayrımının bunu açıklayabileceğini vurgulayarak, ruhun bedenin hapishanesi olduğu ve içerden dışa bir hapsetme olduğunu, ruhun beden üzerindeki etkisinin iktidarın bir aracı olduğunu söylemeye çalışır. foucault dışa açılan bir hapishane’ kavramı kullanarak; bedenin hapis edilebilindiği dış mekânı değişime uğrattığını, burada, klasik çağ’dan bahsederken, hapishanelerin geleceği üzerinde düşüncesini yazmaktadır.
mademki 20. yüzyılın sonunda insanları kontrol altına almak hapishaneyi, tımarhaneyi, okulu gerektirmiyor, o halde modern ruhlarımız bu özgürlük hapishanesinde toplum olarak kontrol altında tutulmaktadır. bu iktidar ne bir devlet ne de bir kurumdur. foucault modern ruhlarımıza seslenmektedir; hapishane, hastane, okul-kilise, belli tarihi oluşumların belki de gerekli kurumlarıydı. bu gün, iktidarlar halkları işletme mekanizmasına soktuğuna göre, batı’da iktidarlar televizyonlarda reklâmlar sırasında herkesin çiş edişinin vaktini kontrol edebiliyor; elektrikler kesildiği vakit, onlara çocuk yaptırabiliyorsa, belli tatil günlerinde otobanlardaki insanları bulabiliyor ve onlara belli saatlerde ‘şuaradan bura gitmeyiniz yollar tıkalı’ diye seslenebiliyorsa; daha ucuz fiyatlara, kampinglere yollayabiliyor ve hatta bazı durumlarda onların sevişmeleri için yardımcı oluyorsa, iktidarlar bu sesi açık alanda seslendirebilmekte; insanları belli yerlere kapatmak zorunda kalmamaktadır. foucault bu tarihi çağın adını “biyo-politik kontrol ve iktidar çağı koymuştur(akay, 2000:63–64).
foucault’ya göre iktidarın bu mekanizmasının işleyişinin sadece delileri kapatma olarak algılanmaması gerektiği, aynı zamanda işsizler, tembeller, zavallılar ve düşkünler de aynı sisteme maruz kalmaktadır. bio-iktidarın beden üzerindeki bu hakimiyeti söylemlerin de böyle gelişmesini etkilemiş, bilgiye hakim olan iktidar bireyin kapatılmasını meşrulaştırarak, aslında kapatılanların değil, dışlananların yani en özgür alanda normalin dışında olanların toplumdan soyutlanmasının tarihini çizmiştir.
iktidarın araçları
disiplin
iktidarın bireyler üzerinde hak iddia etme ve bireylerin cinsellik yaşayışları, toplumsal normları, suç işlendiği anda iktidar tarafından cezalandırılması ya da toplumsal baskıya maruz kalması, sapkınlığın her türlüsüne müdahale edilmesi, iktidarın kendi oluşturduğu hukuk kuralları çerçevesinde tüm pratiklerin işleyişi ve söylemlerin şekilleri disiplin tarafından sağlanmaktadır. disiplinin ne bir kurumla ne de bir aygıtla özdeşleşebileceğini vurgulayan foucault(2006:316): o bir iktidar tipi; iktidarı icra etmenin bir tarzı olup koskoca bir aletler, teknikler, usuller, uygulama düzeyleri, hedefler bütününü içermektedir; o bir iktidar “fiziği” veya “anatomisi”, o bir teknoloji ve “uzmanlaşmış” kurumlar tarafından(hapishaneler veya 19. yüzyılın ıslahhaneleri) veya ondan belli bir amaca ulaşmak üzere esas araç olarak yaralanan kurumlar(eğitim kurumları, hastaneler) veya iç iktidar mekanizmalarını güçlendirmenin veya yeniden örgütlemenin aracını onda bulan, eskiden beri var olan merciler(esas olarak ebeveyn-çocuklar hücresi içindeki aile içi ilişkilerin, ta klasik çağdan beri disiplin sorunu açısından aileyi normal ve anormalin ayrıcalıklı ortaya çıkış yeri haline getiren okulsal, askeri, sonra tıbbi, psikiyatrik, psikolojik dış şemaları özümseyerek, nasıl ‘disiplinli’ hale geldiklerini bir gün göstermek gerekmektedir); veyahut disiplini kendi iç işleyiş ilkeleri haline getiren aygıtlar(yönetim aygıtının napoleon döneminden itibaren disiplinli kılınması) veyahut da son olarak, disiplini bir toplum düzeyinde egemen kılma konusunda tek değil de, öncelikli bir işleve sahip olan devlet aygıtları(polis) tarafından yüklenebilir’ diye açıklamaktadır. iktidar bu şekilde en küçük yapıdan en büyük iktidar yapılanması veya toplumsal örgütlenme alanlarına kadar her alanda disiplini sağlayarak kendi iktidar meşruluğunu sağlayabilmektedir. bireyler arasında bile birinin diğeri üstüne olan iktidar yapılanmasını bile yönlendiren bu şematik çerçeve bize iktidarın aslında bilgiyi elde etme aşamasında vazgeçilmez bir zorunluluk haline geldiğini ve bu yapılırken hiçbir cebirsel güç kullanılmadan üretilmiş rıza ile birey ya da toplumun bunu bir ödev saydığı gösterilmeye çalışılıyor. her türlü iktidar politikasının amacı toplumda ve bireyler arasında disiplini elinde bulundurmaktır. panopticon tarzı disiplini sağlama açısından, görülmeden yöneten ve görmeden yönetilen bir sistemi sağlayarak(özellikle hapishane sisteminde bu geçerlidir), bireyleri kontrol etmektedir. gardiyanların suçlular üzerinde hâkimiyeti, doktor ve hekimlerin hastalar üzerindeki hâkimiyeti, öğretmenin öğrenciler üzerindeki, patronun işçi üzerindeki hâkimiyetleri disiplini sağlama açısından birer iktidar yapılanmasının görünümleri olmakla beraber, panopticon tarzı bir sistemi kullanmaktadır.
hiyerarşik gözetim
foucault’ya göre disiplini sağlama açısından belirli araçları olan iktidarın, bir diğer aracı da hiyerarşik gözetimdir. özneyi gözetleyen sistemin genişlemesi modern dönemin araçsal alanının ve teknolojisinin gelişimiyle artmaya başlamıştır. foucault(2006:256); fizik ve evrenbilimin kuruluşuyla beraber bedene bürünen büyük teleskop, mercek, ışık demetleri teknolojisinin yanı sıra, ‘görülmeden görme’’ siteminden bahsederek gözetimin kolaylaşmaya başladığını vurguluyor. bu gözlem evlerini bir ‘kamp’a benzeten foucault özellikle ‘askeri kamp’ın bu biçimin en mükemmel örneği olduğunu, disiplini sağlam açısından bir hiyerarşik düzen oluşturduğunu vurgular. foucault(2006:257 ); ‘mükemmel bir kampta iktidarın tümü, yalnızca tek bir gözetim aracılığıyla icra edilmekte ve her bakış iktidarın bütüncül işleyişinin bir parçası olmaktadır’ diyor. kampın genel bir görülebilirlik etkisiyle hareket ettiğini ve iktidarın diyagramı olan bu kamp, şehircilikte, işçi kentlerinin, hapishanelerin, tımarhanelerin, hastanelerin, eğitim kurumlarının bu kamp modeline göre şekillenmeye başladığını vurgulamaktadır.
hastanelerin gözetiminin kolaylaşması ve bunun yanında, hastanelerin çevresine büyük duvarların yapılışı; okulun, özellikle de askeri okulun, gözetim altında olması, sınıf içerisinde gerek sıraların dizilişi anlamında gerekse de yatakhanelerin yatakların konumundan bahseden foucault, bunların gözetimi yapan iktidarın bir disiplin için yaptığını vurgular. özellikle askeri bir kamp zihniyetine göre yapılmasına vurguda bulunan foucault, bunu yapan iktidarın disiplini nasıl sağlamaya çalıştığını şöyle açıklamaktadır:
disiplinleri hiyerarşik hale getirmiş olan gözetim içindeki iktidar, bir nesne gibi elde tutulmakta, bir mülkiyet gibi aktarılmakta; bir makineler bütünü gibi çalışmaktadır. ve piramit gibi olan örgütlemesinin ona bir ‘başkan’ verdiği doğruysa da, aygıtın tümü ‘iktidar’ üretmekte ve bireyler sürekli ve daimi bir alanın içine dağıtmaktadır. bu da disiplinsel iktidara aynı anda hem tamamen açık-çünkü her yerdedir ve hep uyanıktır, ilke olarak hiçbir karanlık alan bırakmamaktadır ve denetim yapma görevine sahip olanları bile aralıksız denetlemektedir- hem de tamamen ‘gizli’- çünkü sürekli olarak işlemektedir ve bunun büyücek bir bölümü sessizlik içinde olmaktadır- olması olanağını sağlar.(foucault, 2006:264–265).
normalleştirici yaptırım
disiplinsel sistemlere baktığımızda kendi sistemlerinin devamını sağlama amaçlı belirli kurallar ve ceza sistemine sahiptir. sistemlerini oluştururken aynı zamanda bunların devamını sağlama amaçlı bir de ceza sistemlerini içinde barındıran bu sistemler, alt kategoriler oluşturarak, hiyerarşik olarak tasarlanan piramidin tüm katmanlarını doldurarak, ceza sistemlerinde asla hata yapılamayacak kadar boşlukları bulunmamaktadır. foucault disiplinsel sistemlerin ceza mekanizmalarına değinerek özellikle disiplin ve ceza ilişkisinde ortaya çıkan söylemsel pratikleri vurgulamaya çalışmıştır. atölyede, okulda, orduda koskoca bir zaman(geç kalmalar, yerini bırakmalar, işin kesintiye uğratılması), faaliyet(dikkatsizlik, ihmal, heves yokluğu), tavır(kabalık, itaatsizlik), söylev(gevezelik, haddini bilmezlik), beden(‘düzgün olmayan’ tutumlar, uygunsuz hareketler, pislik), cinsellik(utanmazlık, açık saçıklık) mikro cezalandırma sistemi hüküm sürmekte(foucault, 2006:266). bunun yanında yapılması gerekenin yapılmadığı zaman bunun kendi içerisinde barındırdığı cezaya göre şekillendiği bir diğer ceza şekli vardır. foucault, disiplin kendisiyle beraber, kendine özgü cezaya sahip olduğunu, aynı zamanda görevin yerine getirilmemesi dâhilinde bu özneye karşı bir yaptırım uygulayıp bu işi tekrar yapmasını sağlama yetkisine sahip bir iktidar ortaya çıkıyor diyor. disiplinsel cezanın işlevinin sapmaları azaltmak olduğunu vurgulayan foucault(2006:268); ‘esas olarak bunların ıslah edici olması gerektiği, doğrudan adli modelden alınan cezaların(para cezası, kamçı, zindan) yanı sıra, disiplin cezaları alıştırmaya yönelik cezalara öncelik vermektedir’ diyor. ödevini yapmamış bir öğrenci ya da görevini yerine getirmemiş bir askere farklı bir ceza verilerek kendi hatasını telafi etme anlamında bir disiplin sağlayarak, daha önce yapması gereken görevin yerine getirilmesini sağlayıcı etkide bulunup hem ceza hem de yaptırım uygulamakta.
‘ödül-yaptırım’ ikilisinden yola çıkarak normalleştirici olan bu yaptırımda, ‘öğretmenin elinden geldiğince ceza vermekten kaçınması; tersine, tembelleri cezadan çok, tıpkı hamaratlar gibi ödüllendirme arzusuyla daha çok tahrik etmeleri gerekir (foucault, 2006:269). disiplinsel sistemlerde özelikle modern dönem iktidarın bir şekli olan artık öldürme yerine ödüllendirip yaşatarak, bedene hükmetme sistemini kullanan bu iktidar yapılanmaları bu sayede rıza gösteren özne üzerinde tahakküm oluşturmaktadır. bunu yaparken foucault’nun vurguladığı ‘mertebe-rütbe’ kavramları tehdit edici en büyük unsurdur. yüksek rütbesinin elinden alınması, maaşının kesilmesi, eski düzenden yeni ve daha da bozuk bir düzene geçme korkusu iktidarın elinde disiplini sağlayan en büyük kozlardan diğer bir tanesidir. genel olarak cezalandırma sisteminde disiplini sağlamaya çalışan iktidarın bilgiyle ve bilmeyle hükmetmeye başladığı ve bunları yaparken belli araçları kullandığına yönelik söylemlerde bulunan foucault(2006:272)‘bireysel eylemleri, performansları, hal ve gidişleri, aynı anda hem bir kıyaslama alanı hem bir farklılaştırma mekânı hem de izlenecek bir kuralın ilkesi olan bir bütüne göre değerlendirmekte olduğunu’ söyleyerek, bu iktidarın birbirinden farklı beş işlemi devreye soktuğunu vurgulamaktadır.
sınav
iktidarın araçlarından bir diğeri olan sınav foucault’ya göre(2006:274); ‘gözetim altında tutan hiyerarşi teknikleriyle normalleştiren yaptırım tekniklerini birleştirmekte; normalleştirici bir bakış; nitelemeye, tasnif etmeye ve cezalandırmaya izin veren bir gözetim olmakta; bireylerin üzerinde, onların onun boyunca farklılaştırdıkları bir görünebilirlik kurmakta ve bu nedenle sınav düzenleri, tüm disiplin düzenlemelerinde yüksek derecede ayinselleştirilmektedir.’ bilginin gelişimi açısından ve bilgi tekniklerinin artışı bakımından iktidarın şekillenmeye başladığı ve bu sınav sistemine bağlı olarak iktidarın kendi yaptıklarını bir bilgiye bağlama ve bunu elinde bulundurarak özneyi sınama, aynı zamanda disiplin araçlarından biri olan okullarda bunu sürdürmektedir.
—sınav iktidarın icra edilmesinin içinde görülebilme ekonomisinin sırasını değiştirmektedir
—sınav aynı zamanda bireyselliği belgesel bir alana sokmaktadır
—bütün bu belgesel tekniklerle çevrelenmiş olan sınav, her bireyi bir ‘şık’ haline getirmektedir
sınav, bireysel farklılıkların aynı anda hem ayinsel hem de ‘bilimsel’ saptanması olarak herkesin kendi özgünlüğüne(statülerin, doğumdan gelen farklılıkların, ayrıcalıkların, görevlerin, bunları işaret eden markaların tüm parlaklığıyla dışa vuruldukları törene zıt olarak) iğnelenmesi olarak aldığı ve statüsel olarak onu karakterize eden ve onu her halükarda bir ‘şık’ haline getiren saptamalara, ‘notlara’ bağlandığı yeni bir iktidar tarzının ortaya çıkışını iyice işaret etmektedir(foucault, 2006:284). disiplinin, iktidar tarafından oluşturulan hükümranlığının bir aracı olarak sınavın, bilgiyi iktidarın elinde bulundurma ve bireyi hem bilgi için var etmeye hem de özneye el koyma açısından bir sistem olarak tasvir etmek mümkün. son olarak sınav hakkında foucault(2006:284); ‘bireyi iktidarın bir sonucu ve nesnesi olarak, bilginin sonucu ve nesnesi olarak oluşturulan usullerin merkezinde; hiyerarşik gözetim ile normalleştirici yaptırımı birleştirerek, dağıtım ve sınıflandırma, maksimum güç ve zamanın alınması, sürekli genetik yığılım, yatkınlıkların optimal düzenlemesi gibi büyük disiplinsel işlevleri sağlayan’ olduğunu vurgular.
sonuç
sosyal bilimlerin ilgi alanı olarak ele alınmaya başlayan bilginin üzerinde düşünceler üreten düşünürlerin metodolojik yaklaşımlarına baktığımızda çeşitli teorilerin ortaya atıldığını ve bu teorilerin geçerliliğinin tartışıldığını görüyoruz. bilgi alanında çağdaş sosyal bilimlerin yaklaşımı ve bu alanda çalışma yürüten manheim, heiddeger, gadamer, derrida, foucault ve bunlardan etkilenen çeşitli düşünürler özellikle aydınlanma ve sonrası dönemdeki gelişmeler üzerinde yoğunlaşmış, kimi düşünürler sosyal bilimlerin gelişim göstermeden önceki dönemlerde de arkeolojik-dilbilimsel çabaların yapılması gerektiğini vurgulamışlardır. bilgi konusunda çeşitli araştırma ve öngörülerde bulunan düşünürlere baktığımızda birbirinden farklı alanlarda bilgi yaklaşımına katkıda bulunmuşlardır. bunlardan biri olan foucault’nun genelde bilginin arkeolojisi eserinden yola çıkarak bilgi konusunda ve hapishanenin doğuşu, cinselliğin tarihi, deliliğin tarihi gibi eserlerden yola çıkarak da bilgi-güç/iktidar ilişkisini ele almış, bunlarla ilgili söylemlerin yapısını gönüne sermeye çalışmıştır. modern disiplin toplumunda gözetim altında olan toplumun ve bacon’dan bu yana bilgiyi kullanan iktidarın ilişkisine baktığımızda foucault bilginin ve iktidarın birbirinden ayrılmazlığı politikası çerçevesinde iktidarın bu bilgiyi kullanarak nasıl disiplini sağladığını görmekteyiz. modern yapının araçları olan hapishane, akıl hastaneleri, kapatma evleri, gözetleme yapıları ve bunların üzerinde bir egemenlik hakkı elde eden iktidarların gücü toplumsal ilişkiler ağında nasıl bir konumda olduğuyla ilgili çalışma yürüten foucault modern dönemin ‘panopticon’ yapısını gözler önüne sererek, araçlar sayesinde nasıl bir denetim sağlandığını bize açıkça göstermeye çalışmaktadır. bunu yaparken özellikle nietzsche’nin görüşlerinden etkilenen foucault marx’ın birçok görüşünü de eleştirerek yaklaşımını sergilemekte, marksist yaklaşımdan ziyade nietzscheci iktidar yaklaşımını benimseyerek, nihilist yapıdan etkilenip insanın ölümü temasını da bu çerçeve de geliştirmiştir. bahsettiği iktidarın çerçevesine baktığımızda bu iktidar şeklinin hem kişilerin hayatında hem de toplumun her alanında var olan bir iktidar olduğunu vurgulayarak günümüz modern dönemin temasının disipline edici yapısı üzerinde durmaktadır.
devamını gör...
233.
gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme.
gönlüm duygularını anlatamadığı için kızarken dilime, dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor gönlüme.
**mevlana**
devamını gör...
234.
vladimir putin savaşa mı hazırlanıyor? – bruno maçães
sovyetler birliği’nin çöküşünü aklından hiç çıkaramayan rusya devlet başkanı, pandemiyi, iklim krizini, göçü ve kızışan uluslararası çatışma ortamını kullanarak kaosu güce dönüştürüyor.
vladimir putin ne istiyor? bu soruyu cevaplamak zor, çünkü putin’in hamlelerinde çok az mantık var. rusya devlet başkanı bir zamanlar ülke ekonomisini enerji sektörüne daha az bağımlı hale getirmek için çeşitlendirmeye çalışıyordu, ama sonra bu projeyi fazla ütopik bularak bıraktı. liderliği altında rusya, 2014’te ukrayna’yı işgal etti, 2015’te suriye’ye müdahale etti ve rus birlikleri her iki ülkede de bir çıkış stratejileri olmaksızın kalakaldı. 1999’da başlayan ve 2008 ile 2012 yılları arasında başbakanlık görevini de içeren uzun iktidar saltanatının rus siyasetine düzen ve süreklilik getirmesi gerekiyordu, ancak şimdi kendisinden sonra işlerin nasıl yürüyeceği, ölümcül bir rulet oyunu gibi duruyor.
putin sürekli kaostan bahsediyor ve kendisini sovyetler birliği’nin otuz yıl önceki çöküşünden sonra rusya’yı saran kaosun bir yarattığı bir aktör olarak görüyor gibi görünüyor. bugün hem rusya’nın hem de putin’in dünyada işlerin nasıl ilerlediğine dair en ufak yanılsaması yok. bu yıl kafkas dağlarında düzenlenen ve benim de bulunduğum rus ve uluslararası aydınların ve yetkililerin özel bir toplantısı olan valdai zirvesinde putin, rus toplumunun “aşırılıkçılığa karşı sürü bağışıklığı” geliştirdiğini ve bunun da onu geleceğin “kargaşalarına ve sosyo-ekonomik felaketlerine” karşı güçlü kıldığını söyledi.
putin açısından istikrar bir yanılsamadır, aslında hiç olmaz. valdai zirvesinde alman şair johann wolfgang von goethe’den alıntı yaparak söylediği gibi, soğuk savaş’ın sona ermesinden sonra kendilerini muzaffer hisseden ve olimpos dağı’na tırmandıklarını zannedenler, çok geçmeden altlarındaki zeminin kaymaya başladığını keşfettiler… sıra onlardaydı.” bir zamanlar egemen olan batı, şimdi dünya sistemindeki derin değişikliklere hazır olmalı.
putin’in konuşmasını dinlerken, bu satırların onun kim olduğunun ve neden kötü şeytan, kaosun oğlu, büyük tiran yaltabaoth rolünü oynar göründüğünün özüne işaret ettiğini düşündüm. soğuk savaş sonrası barış ve demokraside birleşmiş küresel bir topluluk umudu ortadan kalktı ve batı’daki birçokları için küresel çekişme, kargaşa ve düzensizliğe geri dönüşün suçlusu putin’di.
rus lider 2007’de alaycı bir şekilde “mahatma gandhi’nin ölümünden sonra konuşacak kimse kalmadı” demişti. bu referansın birçok yorumu olmuştur. bazıları için bu, acımasız bir nüktedanlıktan başka bir şey değildi. diğerleri, bunun reelpolitik egemenliğin ve uluslararası diyaloğun yararsızlığının iması olduğunu düşünüyor. washington’da uzun süredir rus siyaseti gözlemcisi olan birinin yakın zamanda bana söylediği gibi, bu putin’in ruh ikizi olarak gördüğü iki adama üstü kapalı bir gönderme olabilir: her ikisi de gandhi ile aynı zamanda ölen stalin ve hitler. başka bir deyişle, ancak bilenin anlayacağı özel bir şakaydı. kaynak, “putin gibi sözünü söylemekten çekinmeyen biri bile bu lafın gideceği yeri bilerek muhakkak hesaplı söylemiştir” diyor.
kulağa tuhaf ya da şok edici gelse de, putin muhtemelen kendisini gandhi ile aynı kategoride görüyor. hem o hem de gandhi imparatorlukların katili olmuştur. her ikisi de statükoları bozmuştur. gandhi’nin ingiliz imparatorluğunun sona ermesinde belirleyici rol oynaması gibi, putin de bir gün geriye dönüp savaş sonrası abd imparatorluğunun çöküşünü hızlandıran ve tarihin kapılarını yeniden açan rolünü memnuniyetle hatırlayabilir.
pratik anlamda, bundan esas faydayı çin görecektir. rus devlet başkanı’nın valdai’de belirttiği gibi: “çözülmemiş birçok sorunu olmasına rağmen bazı ülkelerin yükselişte olduğunu gözlemliyoruz. ispanyol adasındaki lavlarını boşaltan volkanlar gibi, patlayan volkanlara benziyorlar. ancak yangınların çoktan söndüğü ve yalnızca kuşların şarkı söylediğini duyabileceğiniz sönmüş yanardağlar da var.” ilk satır çin’e, ikincisi batı avrupa’ya atıfta bulunuyor. rusya’ya gelince, bir portal, bir dünya ile diğeri arasında bir geçit olarak görülebilir.
bu pasajda putin, sovyet tarihçisi lev gumilyov tarafından geliştirilen “tutku” teorisine atıfta bulunuyordu. gumilyov’un felsefesinin temel ilkesi, her ulusun yaşamının, hayati enerjisi genişledikçe veya daraldıkça farklı büyüme ve bozulma aşamalarından geçtiğidir. gumilyov’un fikirlerinin putin’in dünya görüşü üzerinde önemli bir etkisi oldu. ancak valdai’de başlıca entelektüel etkilerinin neler olduğu sorulduğunda, putin’in bahsettiği ilk isim 20. yüzyıl rus filozofu ıvan ilyin’di. “kitabı rafımda duruyor ve arada sırada alıp okuyorum” dedi.
bazıları putin’in kendisini ılyin’in arketipik rus lideri tanımına göre modellediğini iddia ediyor – rus ruhunun kurallarla kısıtlanamayacak kadar hayati ve geniş aşırılıklarını içerebilen güçlü bir kişilik.
kaosun oğlu putin, 1989 ve 1990’da sovyetler birliği’nin ölüm döşeğinde olduğu anlarda, sscb’nin jeopolitik gücünün bir iskambil kağıdı gibi çöktüğü zamanlarda yetişti. “o dönem ülkenin artık var olmadığı hissine kapılmıştım. adeta berhava olmuştu,” diyordu putin, 2000 yılında verdiği bir röportajda.
1990’da yazan rus şair joseph brodsky, önümüzdeki on yılın nasıl kaos ve çelişkilerle dolu olacağını daha o zamandan görebiliyordu, ancak aynı zamanda -en azından rusya’da- kaos ve siyasi güç arasındaki yakın bağlantıyı da anlıyordu. “bu kaos ve bu çelişkiler”, diye yazıyordu, “aslında, kaostan düzen yaratmaya çalışan bir gücün istikrarının garantisidir.”
brodsky, sovyetler birliği’nin son günlerinin, varoluşsal bir gerçeğin kanıtları olduğu için evrensel bir hayranlık nesnesi haline geleceğini de sözlerine ekledi. vahyedilmiş dinden yoksun bir dünyada, hiç kimsenin hayatın anlamını bilmediğini kabul etmeliyiz. bazıları günlük rutinlerine kapılıp gidecek ve yıllarını dünyada nasıl geçirmeleri gerektiğini asla sormayacak. demokrasi de dahil olmak üzere, içinde yaşadıkları siyasi rejim, insanları belirli yönlere itecek veya eğip bükecek ve hangi yaşamı sürerlerse sürsünler, ideale mümkün olduğunca yakın olduklarını sanacaklar. brodsky, anlam sorunundan kaçınmaya ya da onu gizlemeye çalışmamasının, ölmekte olan sovyet hükümetinin yararına olduğunu düşünüyordu. ortada bir cevap yoktu, hayatın anlamı yoktu – ve insanlar bu gerçekle yaşamak zorundaydı.
brodsky’nin belirlediği şey, güç ve kaos arasındaki bağlantıydı. iktidar bir meşruiyet kaynağı olarak kaosun varlığına ihtiyaç duyduğundan, kaosun kendisi meşrulaştırılır ve hatta kutlanabilir. rusya, 2014 yılında topraklarını işgal ettiği ve düzenli askeri harekatlarla tehdit etmeye devam ettiği ukrayna gibi ülkelerin istikrarsızlaştırılmasını aktif olarak sürdürdüğünde, bu kısmen, düzen yaratabilen devletler ile bu en temel siyasi ödevi yerine getiremeyen devletler arasındaki son derece künt güç hiyerarşisinden faydalanmak içindir.
brodsky, güç ve kaosun birbirini beslediğini ve birlikte büyüdüğünü fark etmişti. çünkü güç, kaosa düzen getirme eyleminden doğuyordu. eğer kaos yoksa, onu yaratmak için gücün kendisi kullanılmalıydı. putin’in düşüncesinin merkezinde bu var işte. 2015 yılında moskova’daki vasilyevsky spusk meydanı’ndaki bir kalabalığa seslenerek şunları söylemişti: “biz kendimiz ilerlemeye devam edeceğiz. devletimizi ve ülkemizi güçlendireceğiz. bu son zamanlarda kendimiz için boş yere yarattığımız zorlukların üstesinden geleceğiz.”
kaos asla tamamen yatıştırılmayacak. uygarlığın cilası altında var olmaya devam edecek ve egemenin rolü de, onun patlak vererek yüzeye çıkmaması için yönetilmesine dayanıyor. putin’in istediğinin sırrı bu. dilediğiniz kadar bir büyük tasarım, bir dünya vizyonu arayıp durun. bulamazsınız, putin’in tercihi çok daha akışkan ve değişken bir şey. onun siyasi düzen anlayışı, güç ve kaos arasında hassas bir şekilde dengelenmiş bir kavramdır. öyle sanıyorum ki bunu “doğal” olarak adlandıracaktır. o, batı’nın kaos düşüncesini siyasi hayattan kovma girişimini bir uydurma iş, siyasetin çelişkilerinin kapsamlı bir şekilde çözülebileceğine dair saf bir inanç olarak görüyor.
2019’da verona’daki palazzo della gran guardia’da etkili rus stratejist sergey karaganov’a rusya’nın suriye’deki niyetlerinin ne olduğunu sordum. rusya, ışid ile savaşmak ve esad rejiminin devrilmesini durdurmak için 2015 yılında suriye iç savaşı’na müdahale etti. askeri müdahalenin ilk aşaması başarılı olmuştu – beşar esad, rus koruyucusunun zamanında müdahalesiyle kurtarılmıştı. peki şimdi ne olacak? ortada bir plan olmalı, öyle değil mi? kremlin’de önemli bir etkiye sahip olan dış ve savunma politikası konseyi başkanı karaganov, hafif bir kınamayla başını salladı bu soruya. “bu, dünyada cenneti yaratmakla ilgili bir durum değil. biz amerikalı değiliz. işler zaten istediğimiz gibi. suriye, ekonomik aracılarımız için sonsuz iş fırsatları sunuyor ve bize suudi arabistan veya iran gibi ülkeler karşısında koz sağlıyor.” rusya, kalıcı bir siyasi düzen yaratmak için acele etmiyor – pahalı bir proje, nitelikleri revaçta olmayan ve çok az katkıda bulunabileceği bir proje.
putin’in kaos siyasetini bir sanat biçimine yükselttiği yer ise belarus. belarus istikrarlıyken, 1994’ten bu yana cumhurbaşkanı olan alexander lukashenko, moskova’yı memnun etme ihtiyacı hissetmiyordu ve hatta kırım’ın yasal statüsü hakkında ikircikli konuşmaya devam ettiğinde olduğu gibi, moskova’nın canını sıkmaya bile cüret edebiliyordu. bu ise, diktatörlükle siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştiren avrupa birliği’nin işine geliyordu. sonra kriz vurdu. 2019 yılında moskova, belarus’a ekonomik desteğini azaltmaya başladı. ardından covid ülke ekonomisine ciddi zarar verdi ve 2020’deki son cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlarını protesto eden kalabalıklarla birlikte halkın hoşnutsuzluğu arttı.
iktidardan düşeceğinden korkan lukashenko, kendisini koruyacağı beklentisiyle yüzünü rusya’ya döndü. kremlin, avrupalıların istikrarsızlık ve çatışmalarla uğraşmaya hiç istekli olmadıklarını o kadar iyi biliyor ki, avrupa’nın rusya’nın yakın çevresine nüfuz etmesini püskürtmenin kesin bir yolu, çözülmemiş çatışmalar, siyasi düzensizlikler ve sınır anlaşmazlıkları yaratmak oluyor. ab’nin doğu komşuları ermenistan, azerbaycan, belarus, gürcistan, moldova ve ukrayna ile ilişkilerini yöneten ab girişimi “doğu ortaklığı”nı oluşturan altı ülke arasında rusya’nın askeri ve siyasi dahlini içeren çözülmemiş bir askeri ihtilafla kuşatılmamış tek ülke belarus. rus birlikleri polonya sınırını korumak için konuşlandırıldığı için bu istisna bile artık geçerli olmayabilir. umutsuzluk içinde, lukashenko önünde sonunda bir gün belarus devletini putin’e sunmaya mahkum.
ab, kaos dünyasında bir istikrar adası olmayı ne kadar arzuluyorsa, konumu o kadar tehlikeli ve ölümcül hale geliyor. polonya sınırındaki kriz buna iyi bir örnek. lukashenko, çok sayıda ıraklı ve suriyeliyi menşe ülkelerinden doğrudan polonya sınırına taşıyarak, önceki ab yaptırımlarının intikamı olarak gördüğü bir göçmen krizi ve ayrıca kaçakçılık ücretleri şeklinde bir gelir kaynağı yarattı. kaos büyüyor ve sadece putin onu durdurabilecek gibi göründüğü için avrupalı liderler şimdi ondan belarus’a müdahale etmesini istiyor.
biri sakin bir medeniyet inşa etmek isteyen, diğeri bize her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatmak isteyen iki yaklaşım, avrupa ve rusya’nın enerji güvenliği hakkındaki düşüncelerinde olduğundan daha açık ifade bulamazdı. brüksel’deki ve başlıca ulusal başkentlerdeki yetkililer için rusya ile yakın enerji bağlantıları, karşılıklı bağımlılığın bir biçimi olarak görülüyor. rus enerjisine bağımlı olmakla ilgili herhangi bir endişenin yersiz olduğunu düşünüyorlar çünkü rusya, devlet gelirinin büyük bir kaynağı olan güvenilir bir doğal gaz tedarikçisi olmak istiyor. bu riskli bir bahis çünkü putin, enerji krizlerinin rusya’nın jeostratejik gücünün faydalı hatırlatıcıları olduğuna inandığını zaten göstermiş durumda.
bu dersler, dış politika kadar iç politika için de geçerli. kremlin, devlet gücünü uluslararası amaçları için kullanırken veya düşmanlarını cezalandırırken hiç çekinmiyor. ancak rusya salgınla uğraşırken, aşı ile ilgili olanlar gibi en zorlu kararlar bölge valilerine bırakıldı, yani merkezi devlet elini taşın altına sokmadı, tüm sorumluluğu almadı. putin için, neden yerine getirilemeyecek olanı vaat etsin ki? soçi’de, “koronavirüs pandemisinin, topluluğumuzun ne kadar kırılgan, ne kadar savunmasız olduğunun bir başka hatırlatıcısı haline geldiğini ve en önemli görevimizin insanlığa güvenli bir varoluş ve dayanıklılık sağlamak olduğunu” kaydetti. insanlara temel insani zayıflıklarını ve bireysel güçsüzlüklerini hatırlatın, bu onların devletle olan bağlarını güçlendirecektir. ne de olsa burjuva konforu devrimci düşünceleri besler.
putin’in stratejisinde riskler var ve soru, kaos güçlerini kontrol edip edemeyeceği veya kendi yarattığı şeytanlar tarafından yutulma riskini alıp alamayacağı. doğalgaz politikasıyla ilgili olarak, putin, serbest bıraktığı güçlerin onu ya da belki halefinin peşini bırakmayacağından emin olabilir mi? avrupa’nın kaygısı, büyük ölçüde ab’ye fosil yakıt ihracatına bağımlı bir ülke olan rusya üzerinde büyük bir etkiyle, yeşil enerji kaynaklarına daha hızlı bir geçişi hızlandırabilir.
son bir risk ise, kendisinden sonra kimin göreve geleceğidir. putin’in iktidardaki tutumu, onun yerini almak için ölümcül bir yarışın yaşanacağı korkusuyla güçlendi, ancak 69 yaşındaki putin, istikrarlı bir devir teslime giden her yolu ne kadar tıkarsa, geçiş o an o kadar tehlikeli ve kaotik hale gelecektir. rusya’da hiç kimsenin, putin aniden siyaset sahnesini terk ederse ne olacağı hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi görünüyor.
rus siyasetine dair güç hiyerarşisinin doğrudan ve açık olduğu şeklinde bir görüş vardır. kremlin’in içindekilerle uzun yıllar boyunca yaptığım konuşmaların hiçbiri bu görüşü desteklemiyor. isimleriyle anılmayı bir yana bırakın, çok fazla ayrıntı paylaşmaya da doğal olarak isteksizdirler, ancak onlarla konuşulduğunda göze çarpan bir tablo ortaya çıkar: putin, milletvekillerine muğlak mesajlar göndermeyi tercih eder. herkesi sözlerinin anlamını tahmin etmeye mahkum eder. işlerin ters gitmesi durumunda, bunun nedeni bu anlamın doğru bir şekilde yorumlanmaması olur. bu koşullar altında, kaos büyümeye mahkumdur, ancak kaos, üretken ve devlet iktidarını güçlendirmeye yarayan şey olarak görülmektedir.
pandemiden önceki yıl olan 2019’da putin, dört ünlü konukla birlikte valdai’ye geldi: azerbaycan cumhurbaşkanı ilham aliyev; kazakistan cumhurbaşkanı kassym-jomart tokayev; filipinler devlet başkanı rodrigo duterte ve ürdün kralı ıı. abdullah. çağdaş rusya’daki en popüler jeopolitik teori olan entegre bir avrasya’nın simgesiydi bu zirve. bu yıl putin dört dünya lideri değil dört hayalet getirdi: pandemi, iklim krizi, savaş tehdidi ve kontrolsüz göç. yeni dört atlı, konuşması boyunca belirgin bir şekilde yer aldı. yeni bir kaos çağına girerken, putin kendini haklı çıkmış hissedebilir. kaosu yaratan o mu yoksa sadece öngörüp haber mi veriyor?
bazı liderler düzenin yanında yer alırken, diğerleri kaosu seçer. putin, doğanın kaostan yana olduğuna inanıyor, bu nedenle kaos kazanmaya mahkum. rusya hasta bir adam olabilir ama silahlı bir hasta adam yine de tehlikeli bir adamdır ve kargaşa içindeki bir dünyada biz hepimiz de sonunda hasta olabiliriz. putin’in miras bırakmayı planladığı rusya budur.
sovyetler birliği’nin çöküşünü aklından hiç çıkaramayan rusya devlet başkanı, pandemiyi, iklim krizini, göçü ve kızışan uluslararası çatışma ortamını kullanarak kaosu güce dönüştürüyor.
vladimir putin ne istiyor? bu soruyu cevaplamak zor, çünkü putin’in hamlelerinde çok az mantık var. rusya devlet başkanı bir zamanlar ülke ekonomisini enerji sektörüne daha az bağımlı hale getirmek için çeşitlendirmeye çalışıyordu, ama sonra bu projeyi fazla ütopik bularak bıraktı. liderliği altında rusya, 2014’te ukrayna’yı işgal etti, 2015’te suriye’ye müdahale etti ve rus birlikleri her iki ülkede de bir çıkış stratejileri olmaksızın kalakaldı. 1999’da başlayan ve 2008 ile 2012 yılları arasında başbakanlık görevini de içeren uzun iktidar saltanatının rus siyasetine düzen ve süreklilik getirmesi gerekiyordu, ancak şimdi kendisinden sonra işlerin nasıl yürüyeceği, ölümcül bir rulet oyunu gibi duruyor.
putin sürekli kaostan bahsediyor ve kendisini sovyetler birliği’nin otuz yıl önceki çöküşünden sonra rusya’yı saran kaosun bir yarattığı bir aktör olarak görüyor gibi görünüyor. bugün hem rusya’nın hem de putin’in dünyada işlerin nasıl ilerlediğine dair en ufak yanılsaması yok. bu yıl kafkas dağlarında düzenlenen ve benim de bulunduğum rus ve uluslararası aydınların ve yetkililerin özel bir toplantısı olan valdai zirvesinde putin, rus toplumunun “aşırılıkçılığa karşı sürü bağışıklığı” geliştirdiğini ve bunun da onu geleceğin “kargaşalarına ve sosyo-ekonomik felaketlerine” karşı güçlü kıldığını söyledi.
putin açısından istikrar bir yanılsamadır, aslında hiç olmaz. valdai zirvesinde alman şair johann wolfgang von goethe’den alıntı yaparak söylediği gibi, soğuk savaş’ın sona ermesinden sonra kendilerini muzaffer hisseden ve olimpos dağı’na tırmandıklarını zannedenler, çok geçmeden altlarındaki zeminin kaymaya başladığını keşfettiler… sıra onlardaydı.” bir zamanlar egemen olan batı, şimdi dünya sistemindeki derin değişikliklere hazır olmalı.
putin’in konuşmasını dinlerken, bu satırların onun kim olduğunun ve neden kötü şeytan, kaosun oğlu, büyük tiran yaltabaoth rolünü oynar göründüğünün özüne işaret ettiğini düşündüm. soğuk savaş sonrası barış ve demokraside birleşmiş küresel bir topluluk umudu ortadan kalktı ve batı’daki birçokları için küresel çekişme, kargaşa ve düzensizliğe geri dönüşün suçlusu putin’di.
rus lider 2007’de alaycı bir şekilde “mahatma gandhi’nin ölümünden sonra konuşacak kimse kalmadı” demişti. bu referansın birçok yorumu olmuştur. bazıları için bu, acımasız bir nüktedanlıktan başka bir şey değildi. diğerleri, bunun reelpolitik egemenliğin ve uluslararası diyaloğun yararsızlığının iması olduğunu düşünüyor. washington’da uzun süredir rus siyaseti gözlemcisi olan birinin yakın zamanda bana söylediği gibi, bu putin’in ruh ikizi olarak gördüğü iki adama üstü kapalı bir gönderme olabilir: her ikisi de gandhi ile aynı zamanda ölen stalin ve hitler. başka bir deyişle, ancak bilenin anlayacağı özel bir şakaydı. kaynak, “putin gibi sözünü söylemekten çekinmeyen biri bile bu lafın gideceği yeri bilerek muhakkak hesaplı söylemiştir” diyor.
kulağa tuhaf ya da şok edici gelse de, putin muhtemelen kendisini gandhi ile aynı kategoride görüyor. hem o hem de gandhi imparatorlukların katili olmuştur. her ikisi de statükoları bozmuştur. gandhi’nin ingiliz imparatorluğunun sona ermesinde belirleyici rol oynaması gibi, putin de bir gün geriye dönüp savaş sonrası abd imparatorluğunun çöküşünü hızlandıran ve tarihin kapılarını yeniden açan rolünü memnuniyetle hatırlayabilir.
pratik anlamda, bundan esas faydayı çin görecektir. rus devlet başkanı’nın valdai’de belirttiği gibi: “çözülmemiş birçok sorunu olmasına rağmen bazı ülkelerin yükselişte olduğunu gözlemliyoruz. ispanyol adasındaki lavlarını boşaltan volkanlar gibi, patlayan volkanlara benziyorlar. ancak yangınların çoktan söndüğü ve yalnızca kuşların şarkı söylediğini duyabileceğiniz sönmüş yanardağlar da var.” ilk satır çin’e, ikincisi batı avrupa’ya atıfta bulunuyor. rusya’ya gelince, bir portal, bir dünya ile diğeri arasında bir geçit olarak görülebilir.
bu pasajda putin, sovyet tarihçisi lev gumilyov tarafından geliştirilen “tutku” teorisine atıfta bulunuyordu. gumilyov’un felsefesinin temel ilkesi, her ulusun yaşamının, hayati enerjisi genişledikçe veya daraldıkça farklı büyüme ve bozulma aşamalarından geçtiğidir. gumilyov’un fikirlerinin putin’in dünya görüşü üzerinde önemli bir etkisi oldu. ancak valdai’de başlıca entelektüel etkilerinin neler olduğu sorulduğunda, putin’in bahsettiği ilk isim 20. yüzyıl rus filozofu ıvan ilyin’di. “kitabı rafımda duruyor ve arada sırada alıp okuyorum” dedi.
bazıları putin’in kendisini ılyin’in arketipik rus lideri tanımına göre modellediğini iddia ediyor – rus ruhunun kurallarla kısıtlanamayacak kadar hayati ve geniş aşırılıklarını içerebilen güçlü bir kişilik.
kaosun oğlu putin, 1989 ve 1990’da sovyetler birliği’nin ölüm döşeğinde olduğu anlarda, sscb’nin jeopolitik gücünün bir iskambil kağıdı gibi çöktüğü zamanlarda yetişti. “o dönem ülkenin artık var olmadığı hissine kapılmıştım. adeta berhava olmuştu,” diyordu putin, 2000 yılında verdiği bir röportajda.
1990’da yazan rus şair joseph brodsky, önümüzdeki on yılın nasıl kaos ve çelişkilerle dolu olacağını daha o zamandan görebiliyordu, ancak aynı zamanda -en azından rusya’da- kaos ve siyasi güç arasındaki yakın bağlantıyı da anlıyordu. “bu kaos ve bu çelişkiler”, diye yazıyordu, “aslında, kaostan düzen yaratmaya çalışan bir gücün istikrarının garantisidir.”
brodsky, sovyetler birliği’nin son günlerinin, varoluşsal bir gerçeğin kanıtları olduğu için evrensel bir hayranlık nesnesi haline geleceğini de sözlerine ekledi. vahyedilmiş dinden yoksun bir dünyada, hiç kimsenin hayatın anlamını bilmediğini kabul etmeliyiz. bazıları günlük rutinlerine kapılıp gidecek ve yıllarını dünyada nasıl geçirmeleri gerektiğini asla sormayacak. demokrasi de dahil olmak üzere, içinde yaşadıkları siyasi rejim, insanları belirli yönlere itecek veya eğip bükecek ve hangi yaşamı sürerlerse sürsünler, ideale mümkün olduğunca yakın olduklarını sanacaklar. brodsky, anlam sorunundan kaçınmaya ya da onu gizlemeye çalışmamasının, ölmekte olan sovyet hükümetinin yararına olduğunu düşünüyordu. ortada bir cevap yoktu, hayatın anlamı yoktu – ve insanlar bu gerçekle yaşamak zorundaydı.
brodsky’nin belirlediği şey, güç ve kaos arasındaki bağlantıydı. iktidar bir meşruiyet kaynağı olarak kaosun varlığına ihtiyaç duyduğundan, kaosun kendisi meşrulaştırılır ve hatta kutlanabilir. rusya, 2014 yılında topraklarını işgal ettiği ve düzenli askeri harekatlarla tehdit etmeye devam ettiği ukrayna gibi ülkelerin istikrarsızlaştırılmasını aktif olarak sürdürdüğünde, bu kısmen, düzen yaratabilen devletler ile bu en temel siyasi ödevi yerine getiremeyen devletler arasındaki son derece künt güç hiyerarşisinden faydalanmak içindir.
brodsky, güç ve kaosun birbirini beslediğini ve birlikte büyüdüğünü fark etmişti. çünkü güç, kaosa düzen getirme eyleminden doğuyordu. eğer kaos yoksa, onu yaratmak için gücün kendisi kullanılmalıydı. putin’in düşüncesinin merkezinde bu var işte. 2015 yılında moskova’daki vasilyevsky spusk meydanı’ndaki bir kalabalığa seslenerek şunları söylemişti: “biz kendimiz ilerlemeye devam edeceğiz. devletimizi ve ülkemizi güçlendireceğiz. bu son zamanlarda kendimiz için boş yere yarattığımız zorlukların üstesinden geleceğiz.”
kaos asla tamamen yatıştırılmayacak. uygarlığın cilası altında var olmaya devam edecek ve egemenin rolü de, onun patlak vererek yüzeye çıkmaması için yönetilmesine dayanıyor. putin’in istediğinin sırrı bu. dilediğiniz kadar bir büyük tasarım, bir dünya vizyonu arayıp durun. bulamazsınız, putin’in tercihi çok daha akışkan ve değişken bir şey. onun siyasi düzen anlayışı, güç ve kaos arasında hassas bir şekilde dengelenmiş bir kavramdır. öyle sanıyorum ki bunu “doğal” olarak adlandıracaktır. o, batı’nın kaos düşüncesini siyasi hayattan kovma girişimini bir uydurma iş, siyasetin çelişkilerinin kapsamlı bir şekilde çözülebileceğine dair saf bir inanç olarak görüyor.
2019’da verona’daki palazzo della gran guardia’da etkili rus stratejist sergey karaganov’a rusya’nın suriye’deki niyetlerinin ne olduğunu sordum. rusya, ışid ile savaşmak ve esad rejiminin devrilmesini durdurmak için 2015 yılında suriye iç savaşı’na müdahale etti. askeri müdahalenin ilk aşaması başarılı olmuştu – beşar esad, rus koruyucusunun zamanında müdahalesiyle kurtarılmıştı. peki şimdi ne olacak? ortada bir plan olmalı, öyle değil mi? kremlin’de önemli bir etkiye sahip olan dış ve savunma politikası konseyi başkanı karaganov, hafif bir kınamayla başını salladı bu soruya. “bu, dünyada cenneti yaratmakla ilgili bir durum değil. biz amerikalı değiliz. işler zaten istediğimiz gibi. suriye, ekonomik aracılarımız için sonsuz iş fırsatları sunuyor ve bize suudi arabistan veya iran gibi ülkeler karşısında koz sağlıyor.” rusya, kalıcı bir siyasi düzen yaratmak için acele etmiyor – pahalı bir proje, nitelikleri revaçta olmayan ve çok az katkıda bulunabileceği bir proje.
putin’in kaos siyasetini bir sanat biçimine yükselttiği yer ise belarus. belarus istikrarlıyken, 1994’ten bu yana cumhurbaşkanı olan alexander lukashenko, moskova’yı memnun etme ihtiyacı hissetmiyordu ve hatta kırım’ın yasal statüsü hakkında ikircikli konuşmaya devam ettiğinde olduğu gibi, moskova’nın canını sıkmaya bile cüret edebiliyordu. bu ise, diktatörlükle siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştiren avrupa birliği’nin işine geliyordu. sonra kriz vurdu. 2019 yılında moskova, belarus’a ekonomik desteğini azaltmaya başladı. ardından covid ülke ekonomisine ciddi zarar verdi ve 2020’deki son cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlarını protesto eden kalabalıklarla birlikte halkın hoşnutsuzluğu arttı.
iktidardan düşeceğinden korkan lukashenko, kendisini koruyacağı beklentisiyle yüzünü rusya’ya döndü. kremlin, avrupalıların istikrarsızlık ve çatışmalarla uğraşmaya hiç istekli olmadıklarını o kadar iyi biliyor ki, avrupa’nın rusya’nın yakın çevresine nüfuz etmesini püskürtmenin kesin bir yolu, çözülmemiş çatışmalar, siyasi düzensizlikler ve sınır anlaşmazlıkları yaratmak oluyor. ab’nin doğu komşuları ermenistan, azerbaycan, belarus, gürcistan, moldova ve ukrayna ile ilişkilerini yöneten ab girişimi “doğu ortaklığı”nı oluşturan altı ülke arasında rusya’nın askeri ve siyasi dahlini içeren çözülmemiş bir askeri ihtilafla kuşatılmamış tek ülke belarus. rus birlikleri polonya sınırını korumak için konuşlandırıldığı için bu istisna bile artık geçerli olmayabilir. umutsuzluk içinde, lukashenko önünde sonunda bir gün belarus devletini putin’e sunmaya mahkum.
ab, kaos dünyasında bir istikrar adası olmayı ne kadar arzuluyorsa, konumu o kadar tehlikeli ve ölümcül hale geliyor. polonya sınırındaki kriz buna iyi bir örnek. lukashenko, çok sayıda ıraklı ve suriyeliyi menşe ülkelerinden doğrudan polonya sınırına taşıyarak, önceki ab yaptırımlarının intikamı olarak gördüğü bir göçmen krizi ve ayrıca kaçakçılık ücretleri şeklinde bir gelir kaynağı yarattı. kaos büyüyor ve sadece putin onu durdurabilecek gibi göründüğü için avrupalı liderler şimdi ondan belarus’a müdahale etmesini istiyor.
biri sakin bir medeniyet inşa etmek isteyen, diğeri bize her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatmak isteyen iki yaklaşım, avrupa ve rusya’nın enerji güvenliği hakkındaki düşüncelerinde olduğundan daha açık ifade bulamazdı. brüksel’deki ve başlıca ulusal başkentlerdeki yetkililer için rusya ile yakın enerji bağlantıları, karşılıklı bağımlılığın bir biçimi olarak görülüyor. rus enerjisine bağımlı olmakla ilgili herhangi bir endişenin yersiz olduğunu düşünüyorlar çünkü rusya, devlet gelirinin büyük bir kaynağı olan güvenilir bir doğal gaz tedarikçisi olmak istiyor. bu riskli bir bahis çünkü putin, enerji krizlerinin rusya’nın jeostratejik gücünün faydalı hatırlatıcıları olduğuna inandığını zaten göstermiş durumda.
bu dersler, dış politika kadar iç politika için de geçerli. kremlin, devlet gücünü uluslararası amaçları için kullanırken veya düşmanlarını cezalandırırken hiç çekinmiyor. ancak rusya salgınla uğraşırken, aşı ile ilgili olanlar gibi en zorlu kararlar bölge valilerine bırakıldı, yani merkezi devlet elini taşın altına sokmadı, tüm sorumluluğu almadı. putin için, neden yerine getirilemeyecek olanı vaat etsin ki? soçi’de, “koronavirüs pandemisinin, topluluğumuzun ne kadar kırılgan, ne kadar savunmasız olduğunun bir başka hatırlatıcısı haline geldiğini ve en önemli görevimizin insanlığa güvenli bir varoluş ve dayanıklılık sağlamak olduğunu” kaydetti. insanlara temel insani zayıflıklarını ve bireysel güçsüzlüklerini hatırlatın, bu onların devletle olan bağlarını güçlendirecektir. ne de olsa burjuva konforu devrimci düşünceleri besler.
putin’in stratejisinde riskler var ve soru, kaos güçlerini kontrol edip edemeyeceği veya kendi yarattığı şeytanlar tarafından yutulma riskini alıp alamayacağı. doğalgaz politikasıyla ilgili olarak, putin, serbest bıraktığı güçlerin onu ya da belki halefinin peşini bırakmayacağından emin olabilir mi? avrupa’nın kaygısı, büyük ölçüde ab’ye fosil yakıt ihracatına bağımlı bir ülke olan rusya üzerinde büyük bir etkiyle, yeşil enerji kaynaklarına daha hızlı bir geçişi hızlandırabilir.
son bir risk ise, kendisinden sonra kimin göreve geleceğidir. putin’in iktidardaki tutumu, onun yerini almak için ölümcül bir yarışın yaşanacağı korkusuyla güçlendi, ancak 69 yaşındaki putin, istikrarlı bir devir teslime giden her yolu ne kadar tıkarsa, geçiş o an o kadar tehlikeli ve kaotik hale gelecektir. rusya’da hiç kimsenin, putin aniden siyaset sahnesini terk ederse ne olacağı hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi görünüyor.
rus siyasetine dair güç hiyerarşisinin doğrudan ve açık olduğu şeklinde bir görüş vardır. kremlin’in içindekilerle uzun yıllar boyunca yaptığım konuşmaların hiçbiri bu görüşü desteklemiyor. isimleriyle anılmayı bir yana bırakın, çok fazla ayrıntı paylaşmaya da doğal olarak isteksizdirler, ancak onlarla konuşulduğunda göze çarpan bir tablo ortaya çıkar: putin, milletvekillerine muğlak mesajlar göndermeyi tercih eder. herkesi sözlerinin anlamını tahmin etmeye mahkum eder. işlerin ters gitmesi durumunda, bunun nedeni bu anlamın doğru bir şekilde yorumlanmaması olur. bu koşullar altında, kaos büyümeye mahkumdur, ancak kaos, üretken ve devlet iktidarını güçlendirmeye yarayan şey olarak görülmektedir.
pandemiden önceki yıl olan 2019’da putin, dört ünlü konukla birlikte valdai’ye geldi: azerbaycan cumhurbaşkanı ilham aliyev; kazakistan cumhurbaşkanı kassym-jomart tokayev; filipinler devlet başkanı rodrigo duterte ve ürdün kralı ıı. abdullah. çağdaş rusya’daki en popüler jeopolitik teori olan entegre bir avrasya’nın simgesiydi bu zirve. bu yıl putin dört dünya lideri değil dört hayalet getirdi: pandemi, iklim krizi, savaş tehdidi ve kontrolsüz göç. yeni dört atlı, konuşması boyunca belirgin bir şekilde yer aldı. yeni bir kaos çağına girerken, putin kendini haklı çıkmış hissedebilir. kaosu yaratan o mu yoksa sadece öngörüp haber mi veriyor?
bazı liderler düzenin yanında yer alırken, diğerleri kaosu seçer. putin, doğanın kaostan yana olduğuna inanıyor, bu nedenle kaos kazanmaya mahkum. rusya hasta bir adam olabilir ama silahlı bir hasta adam yine de tehlikeli bir adamdır ve kargaşa içindeki bir dünyada biz hepimiz de sonunda hasta olabiliriz. putin’in miras bırakmayı planladığı rusya budur.
devamını gör...
235.
"her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye,
altınları gümüşleriyle övünmeye.
tam işleri dilediği düzene girer:
ecel çıkıverir pusudan: benim ben, diye."
ömer hayyam
altınları gümüşleriyle övünmeye.
tam işleri dilediği düzene girer:
ecel çıkıverir pusudan: benim ben, diye."
ömer hayyam
devamını gör...
236.
ne yani; böylesi korkunç bir dünyanın, bir de cehennemi mi var?
u.eco
u.eco
devamını gör...
237.
uzakta olmanın en kötü yanı, seni özleyecekler mi yoksa unutacaklar mı, bilememendir.
sevim gözay
bunu yazdıktan sonra çok uzaklara gitmiş, hayatını kaybetmiştir. ve asla unutulmayacaktır.
sevim gözay
bunu yazdıktan sonra çok uzaklara gitmiş, hayatını kaybetmiştir. ve asla unutulmayacaktır.
devamını gör...
238.
"atatürk'ün vefatından yaklaşık bir yıl sonra, dünyanın yeniden büyük bir savaşın eşiğine geldiği günlerin hemen arefesinde, zamanın türkiye dışişleri bakanı şükrü saraçoğlu, sovyetler birliğine resmî ziyarette bulunur:
stalin, kendisini kollarını açarak dostça karşılar ve gülerek:
— "umarım gelirken boğazların anahtarlarını da yanınızda getirmişsinizdir." diye takılır.
tabii her şakanın altında bir gerçeklik vardır felsefesi ile.
saraçoğlu'nun bu takılmaya yanıtı hem tüm hariciyelerimize ders verir niteliğindedir hem de türkiye'nin boğazlar konusundaki ilelebet tavrını net bir dille ortaya koymaktadır:
— "maalesef ekselansları, atatürk giderken anahtarları da yanında götürdü!"
stalin, kendisini kollarını açarak dostça karşılar ve gülerek:
— "umarım gelirken boğazların anahtarlarını da yanınızda getirmişsinizdir." diye takılır.
tabii her şakanın altında bir gerçeklik vardır felsefesi ile.
saraçoğlu'nun bu takılmaya yanıtı hem tüm hariciyelerimize ders verir niteliğindedir hem de türkiye'nin boğazlar konusundaki ilelebet tavrını net bir dille ortaya koymaktadır:
— "maalesef ekselansları, atatürk giderken anahtarları da yanında götürdü!"
devamını gör...
239.
''yanlış çağda yaşamanın stresi içerisindeyim.''
-murat menteş
-murat menteş
devamını gör...
240.
"birine sahip olmak istiyorsan, ona kelepçe değil kanat takacaksın. uçabildiği halde hâlâ senin yanındaysa senindir."
devamını gör...