441.
doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır, o da mutlu olmak için burada olduğumuzu sanmamızdır.
schopenhauer
schopenhauer
devamını gör...
442.
kaşlarınızı çatıp alnınızı kırıştıracağınıza,
gülün göz kenarlarınız kırışsın.
tebessüm, kana en hızlı karışan ilaçtır.
güzel bir gülüş karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer.
tostoy
mutlu olduğumuz için gülmeyiz, güldüğümüz için mutluyuzdur.
william james
öyle güzel gülmelisin ki, insanlar seni ağlatmaya utanmalı.
gabriel garcia marquez
kahkaha, iki insan arasındaki en yakın mesafedir.
victor hugo
gülmek hayatın en güzel eylemidir. ve her ne varsa sizi bundan alıkoyan, onları yok edin. charlie chaplin.
bol bol gülümse, hem maliyeti sıfırdır hem de bedeline paha biçilmez.
jackson brown
gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder.
victor hugo
gülmek her zaman mutlu olmak için değildir. bazen öyle gülmeler vardır ki; en büyük
acıları gizlemek içindir.
bob marley
buradan
gülün göz kenarlarınız kırışsın.
tebessüm, kana en hızlı karışan ilaçtır.
güzel bir gülüş karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer.
tostoy
mutlu olduğumuz için gülmeyiz, güldüğümüz için mutluyuzdur.
william james
öyle güzel gülmelisin ki, insanlar seni ağlatmaya utanmalı.
gabriel garcia marquez
kahkaha, iki insan arasındaki en yakın mesafedir.
victor hugo
gülmek hayatın en güzel eylemidir. ve her ne varsa sizi bundan alıkoyan, onları yok edin. charlie chaplin.
bol bol gülümse, hem maliyeti sıfırdır hem de bedeline paha biçilmez.
jackson brown
gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder.
victor hugo
gülmek her zaman mutlu olmak için değildir. bazen öyle gülmeler vardır ki; en büyük
acıları gizlemek içindir.
bob marley
buradan
devamını gör...
443.
"evet oğlum, güneş yakında yine dönecek ve bizi şefkatle ısıtacak.”
dinle küçük adam-wilhelm reich
dinle küçük adam-wilhelm reich
devamını gör...
444.
o taşıdığın dağlar, sadece tırmanıp aşman içindi.
*
*
devamını gör...
445.
siyahi ve isyankar şarkıcı bob marley’in benim çok sevdiğim bir sözü vardır “bir yıldız gibi kayar giderim hayatından, yapacağın tek şey dilek tutmak olur benim arkamdan.” diyor. çok güzel bir söz deyiş!
devamını gör...
446.
evren büyüktür ve daha da büyüyor...
(alfa kitap/ bilim tarihi)
(alfa kitap/ bilim tarihi)
devamını gör...
447.
tahammül mümkünü yıktın hülâgû han mısın kâfir
aman dünyayı yaktın ateş-i sûzân mısın kâfir.
nedim efendi.
not: iyi yapmış.
aman dünyayı yaktın ateş-i sûzân mısın kâfir.
nedim efendi.
not: iyi yapmış.
devamını gör...
448.
"hayattaki küçük şeylerden keyif al çünkü bir gün geriye bakacaksın ve bunların büyük şeyler olduğunu farkedeceksin"
devamını gör...
449.
devamını gör...
450.
kalp hatırlar. ona iyi geleni ya da ansızın bırakılmış hissettireni ...
devamını gör...
451.
bütün hayat böyle bahtiyar bir aşkın yanında neydi? o halde bunu kaçırmak, bunu devam ettirmek için bütün hayat feda olunmaz mıydı? bir gün bu aşkın öldüğünü, yaralı, dargın, düşman eden derin bir infialle girdaplar açtığını görmemek için.. ilelebet, ilelebet mesut olmak için.. bu artık ruhlarında tahammül kuvveti tükenmiş ferdâ-yı garâmda ikisi de ayrı birer tarafta ölmemek için böyle severken, beraber, dudak dudağa ölmekten başka ne çare vardı?
devamını gör...
452.
her şey karanlıkta olup bitmişti. tıpkı bir sel tarafından açılan girdapta iki taşın aniden birbirine çarpması gibi.
devamını gör...
453.
niye bu kadar zorluyorsun ya? he?.. neden bu kadar zorluyorsun yani… neden sürekli ne yapmam gerektiğini söylüyorsun bana? nasıl davranmam gerektiğini söylüyorsun… biraz akışına bıraksana. beni olduğum gibi kabul et! ne olur yani… sürekli yapmam gereken şeyleri söylüyorsun farkında mısın? bırak. bazen öyle şeyler oluyor ki, bana söylediğin, yapmamı istediğin şeyleri sadece sen söylüyorsun diye direnç oluşturuyorum ve yapmıyorum… bunu fark etmiyor musun ya? elif?.. heh? sürekli yanlış yapıyormuşum gibi hissediyorum. ulan şu an acaba neyi yanlış yapıyorum demekten, o kadar yoruldum ki… bunun nasıl kötü bir şey olduğunu sana anlatamam elif…
*
benden özür dileyeceksin elif.
- neden senden özür dileyecekmişim?
benden özür dileyeceksin. gözlerinin içinde görüyorum bunu. benden özür dileyeceksin. bana yaptığın her şey için özür dileyeceksin. beni dönüştürdüğün bu hal için özür dileyeceksin. hayatımın orta yerine koydum seni; orada duramadığın için benden özür dileyeceksin. biz bu ilişkiyi bambaşka bir yere taşıyabilirdik… buna izin vermediğin için benden özür dileyeceksin. beni sevebilecekken nefret ettiğin bir adama dönüştürdüğün için benden özür dileyeceksin. ve o yüzüğü anında parmağından çıkardığın için benden özür dileyeceksin elif… ben ne yapacağım biliyor musun? bütün özürlerini kabul edeceğim. çünkü ben böyleyim. sana bir şey söylemiştim, hatırlıyor musun? bizim ilişkimizi benim hoşgörüm kurtaracak elif.
leyla ile mecnun
*
benden özür dileyeceksin elif.
- neden senden özür dileyecekmişim?
benden özür dileyeceksin. gözlerinin içinde görüyorum bunu. benden özür dileyeceksin. bana yaptığın her şey için özür dileyeceksin. beni dönüştürdüğün bu hal için özür dileyeceksin. hayatımın orta yerine koydum seni; orada duramadığın için benden özür dileyeceksin. biz bu ilişkiyi bambaşka bir yere taşıyabilirdik… buna izin vermediğin için benden özür dileyeceksin. beni sevebilecekken nefret ettiğin bir adama dönüştürdüğün için benden özür dileyeceksin. ve o yüzüğü anında parmağından çıkardığın için benden özür dileyeceksin elif… ben ne yapacağım biliyor musun? bütün özürlerini kabul edeceğim. çünkü ben böyleyim. sana bir şey söylemiştim, hatırlıyor musun? bizim ilişkimizi benim hoşgörüm kurtaracak elif.
leyla ile mecnun
devamını gör...
454.
“büyük hayaller kuralım sevgilim! ben şimdi böyle yapıyorum.. tertemiz bir şehirde, asfalt caddeler üstünde, dibinden metrolar geçen, üstünden kolosal otobüsler uçan, muazzam, eğlenceli bir şehirde seninle yaşamak istiyorum. yazılarım bize yaşamak için lazım olanı getiriyor. büyük kahvelerde çay içiyor, temiz lokantalarda kolalı peşkirlerle yemek yiyor, latif rayihalı şaraplar içiyor, tertemiz bir yatakta seni kollarımın arasına alıyor, sana :
-bütün mesut şehir uyudu, uyuyalım sevgilim, diyorum.
sabahleyin bitlerle dolu, kimsenin kimseye hürmet etmediği, kimsenin kimseyi hürmete layık bulmadığı, istismar edenin, çalanın zengin ve bahtiyar olduğu, esnafının azgın, zenginin deli, haris, egoist, gaddar, fakirinin kayıtsız sersem olduğu bir şehirde; işin kötüsü sensiz, oldukça kirli bir yatakta uyanıyorum.
ama sevgilim, olacak, büyük hayaller kuruyorum.”
bugün üzerimde abasıyanık umudu var. halbuki sabah hacı bektaş kitabındaki* idris karakteri gibi uyanmıştım. allahtan çok geçmeden yolum hacı bektaş'a denk geldi de bi örselendim* karşımda "dinlemeyi ve sır tutmayı iyi biliriz" derken zihnimden sorular süzüldü öylece. "sonunda mutlak ölüm olan bir hayatta, günleri kendimize zindan etmenin ne anlamı var? ya da herkes hayatı aynı sıra ile mi yaşamak zorunda?" sessizce gözlerime bakışından, daha doğrusu gözlerindeki tebessümden aradığımı çektim çıkardım. aramakmış mühim olan, arayan muhakkak buluyormuş çünkü.*
belki bulunduğunuz konumda volta atıp hayat zindanından beraat edeceğiniz günü bekliyor olabilirsiniz. yormayın o güzel bacaklarınızı, başınızı göğe kaldırın, uçsuz bucaksız gökyüzünün altında sizin gibi milyarlarcasının bulunduğunu hatırlayın. en güzelini yapın, isteyerek ve iyi niyetlerle yaptıktan sonra ortaya kötü bir şey çıkmaz zaten.* haa idris'i anmışken bir tavsiyede bulunacağım.* başı bozuk türkmen akıbetini hayr yapar da, gözünü dünya hırsı bürüyen insanı allah ne yapar bilmiyorum.*
ay konudan saptım yine, ne diyordum? hah,abasıyanık umudu var bugün üzerimde. ayağım kırılsa kanadım olacakmış gibi.*
not: delirmedim valla, korkmayın. arada kitapların içine girip çıkıyorum, bir de zihnimde iki perdelik oyunlar sergileniyor o kadar. aynı anda bir sürü sekme de açık ama şarkı çalmıyor bu sefer. iyiyiz iyiyiz, cıncık gibiyiz.*
-bütün mesut şehir uyudu, uyuyalım sevgilim, diyorum.
sabahleyin bitlerle dolu, kimsenin kimseye hürmet etmediği, kimsenin kimseyi hürmete layık bulmadığı, istismar edenin, çalanın zengin ve bahtiyar olduğu, esnafının azgın, zenginin deli, haris, egoist, gaddar, fakirinin kayıtsız sersem olduğu bir şehirde; işin kötüsü sensiz, oldukça kirli bir yatakta uyanıyorum.
ama sevgilim, olacak, büyük hayaller kuruyorum.”
bugün üzerimde abasıyanık umudu var. halbuki sabah hacı bektaş kitabındaki* idris karakteri gibi uyanmıştım. allahtan çok geçmeden yolum hacı bektaş'a denk geldi de bi örselendim* karşımda "dinlemeyi ve sır tutmayı iyi biliriz" derken zihnimden sorular süzüldü öylece. "sonunda mutlak ölüm olan bir hayatta, günleri kendimize zindan etmenin ne anlamı var? ya da herkes hayatı aynı sıra ile mi yaşamak zorunda?" sessizce gözlerime bakışından, daha doğrusu gözlerindeki tebessümden aradığımı çektim çıkardım. aramakmış mühim olan, arayan muhakkak buluyormuş çünkü.*
belki bulunduğunuz konumda volta atıp hayat zindanından beraat edeceğiniz günü bekliyor olabilirsiniz. yormayın o güzel bacaklarınızı, başınızı göğe kaldırın, uçsuz bucaksız gökyüzünün altında sizin gibi milyarlarcasının bulunduğunu hatırlayın. en güzelini yapın, isteyerek ve iyi niyetlerle yaptıktan sonra ortaya kötü bir şey çıkmaz zaten.* haa idris'i anmışken bir tavsiyede bulunacağım.* başı bozuk türkmen akıbetini hayr yapar da, gözünü dünya hırsı bürüyen insanı allah ne yapar bilmiyorum.*
ay konudan saptım yine, ne diyordum? hah,abasıyanık umudu var bugün üzerimde. ayağım kırılsa kanadım olacakmış gibi.*
not: delirmedim valla, korkmayın. arada kitapların içine girip çıkıyorum, bir de zihnimde iki perdelik oyunlar sergileniyor o kadar. aynı anda bir sürü sekme de açık ama şarkı çalmıyor bu sefer. iyiyiz iyiyiz, cıncık gibiyiz.*
devamını gör...
455.
felaketler, cinayetler, ölümler, salgınlar değildir bizi yaşlandıran ve öldüren; insanların nasıl baktıkları ve gördükleri, otobüslerin basamaklarını nasıl hızla tırmandıklarıdır.
virginia woolf
devamını gör...
456.
elinde duygusal bir büyüteç, yatırmış ruh halini bir tablanın üzerine, pür dikkat inceliyor...saptadığı her kusuru cımbızla, neşterle didik didik ediyor. bunu yaparken yüreğini de lime lime ettiğini anlayamadan...
siyah süt, elif şafak
siyah süt, elif şafak
devamını gör...
457.
shakespeare'den bir sone bırakıyorum *
" -29.sone-
kaderin ve insanların gözünden düştüğümde
oturup ağladığımda kimsesiz halime tek başıma
boş feryatlarımla haykırdığımda sağır göklere
dönüp kendime bakarak yandığımda alınyazıma
özenip, ümitten yana benden zengin olan birine
ona benzeseydim dediğimde, dostlarım olsaydı onun gibi;
falanın hünerine heveslendiğimde, filanın bilgisine,
en çok ne varsa bende, en az onu istediğimde sanki;
bir yandan böyle düşünüyorum diye küçümserken kendimi,
sen geliverirsin aklıma ve tüm varlığım o andan;
şafakta, somurtkan topraktan yükselen tarlakuşu gibi,
ilahiler söylemeye başlar tanrı katı eşliğinde
senin tatlı aşkınla öyle bir servete kavuştum ki
kim ne derse desin, krallarla bile değişmem yerimi"
" -29.sone-
kaderin ve insanların gözünden düştüğümde
oturup ağladığımda kimsesiz halime tek başıma
boş feryatlarımla haykırdığımda sağır göklere
dönüp kendime bakarak yandığımda alınyazıma
özenip, ümitten yana benden zengin olan birine
ona benzeseydim dediğimde, dostlarım olsaydı onun gibi;
falanın hünerine heveslendiğimde, filanın bilgisine,
en çok ne varsa bende, en az onu istediğimde sanki;
bir yandan böyle düşünüyorum diye küçümserken kendimi,
sen geliverirsin aklıma ve tüm varlığım o andan;
şafakta, somurtkan topraktan yükselen tarlakuşu gibi,
ilahiler söylemeye başlar tanrı katı eşliğinde
senin tatlı aşkınla öyle bir servete kavuştum ki
kim ne derse desin, krallarla bile değişmem yerimi"
devamını gör...
458.
"görülmemekten kaygı duyan insan,
dikkat çekmek için abartır!
her şeyi abartır...
iyilği abartır.
duyarlılığı abartır.
ilgiyi abartır.
üzüntüyü abartır.
kızgınlığı abartır.
bu onun diğerlerinden ayrışma yöntemidir.
beklediği tepkiyi alamazsa, içinden edepsiz çıkar!
bizi insanlardan aldığımız tepkilerle değerli hissetmeye teşvik eden, buna bizi talim eden toplumsal düzen,
histerik insanlardan oluşmuş bir toplumun devamını sağlamaktadır.
kendimizi bu tepki alma çılgınlığından korumanın tek yolu,
olduğumuz şeyi sevmek, sahneye oynamayı bırakmak,
özşefkat'i öğrenmeye başlamaktır." juno
dikkat çekmek için abartır!
her şeyi abartır...
iyilği abartır.
duyarlılığı abartır.
ilgiyi abartır.
üzüntüyü abartır.
kızgınlığı abartır.
bu onun diğerlerinden ayrışma yöntemidir.
beklediği tepkiyi alamazsa, içinden edepsiz çıkar!
bizi insanlardan aldığımız tepkilerle değerli hissetmeye teşvik eden, buna bizi talim eden toplumsal düzen,
histerik insanlardan oluşmuş bir toplumun devamını sağlamaktadır.
kendimizi bu tepki alma çılgınlığından korumanın tek yolu,
olduğumuz şeyi sevmek, sahneye oynamayı bırakmak,
özşefkat'i öğrenmeye başlamaktır." juno
devamını gör...
459.
"raskolnikov, sanki zihninde kendisini tekrar canlandırıp harekete geçiren yeni bir düşünce eğilimi belirivermiş gibi birdenbire başını kaldırarak, 'hayır sonya, bu tamamen yanlış.' diye yeniden söze başladı. 'bu, o değil! en iyisi... say ki (evet, böylesi çok daha iyi), say ki ben hırslı, kıskanç, hain, kötü, aşağılık, kinci bir adamım, evet... ve belki deliliğe de yatkın birisiyim. (varsın hepsi bir arada olsun! delilikten daha önce bahsetmişlerdi, biliyorum.) sana daha az önce üniversitede geçimimi sağlayamadığımı söyledim. ama biliyor musun, belki de yapabilirdim bunu. harçlarımı ödemeye yetecek kadar parayı annem gönderirdi ve ben de, büyük ihtimalle, ayakkabılar, elbise ve yiyecekler için gerekli parayı kazanabilirdim. özel dersler çıkıyordu; ders başına yarım ruble teklif etmişlerdi bana. al bak, razumihin çalışıyor! fakat ben huysuz herifin teki olmuştum, yapmadım bu işi. evet huysuz biri olmuştum-en uygun kelime bu! sonra, tıpkı örümcekler gibi bir köşeye çekilip, pusuya yattım. sen benin kaldığım fare deliğine gelmiştin değil mi; tabii ya, gördün orayı... fakat sonya şu alçak tavanlarla mengene gibi daracık odaların insanın ruhunu ve zihnini nasıl boğduğunu biliyor musun? ah, o pis hücreden nasıl da nefret ediyordum. ama, buna rağmen ayrılmıyordum odadan. bile bile içeride kalıyordum. günlerce dışarı çıkmadım. hiçbir iş yapmıyor, hatta yemek bile yemiyordum; öylece yatıyordum orada. eğer nastasya yemek getirirse, yerdim; getirmezse de, kasten sırf inadımdan, hiçbir şey istemeden geçirirdim günü! geceleri odamda ışık açık olmazdı, karanlıkta yatardım; çünkü bir mum almak için bile çalışıp para kazanıyordum. okuyor, ders çalışıyor olmam gerekirdi, fakat kitaplarımı satmıştım; hala da masamdaki defterlerle kağıtların üzerinde bir parmak toz vardır. sırtüstü uzanıp düşünmeyi her şeye tercih ediyordum. bütün vaktimi düşünmekle geçiriyordum... ve sürekli öyle rüyalar, çeşit çeşit, öyle tuhaf rüyalar görüyordum ki... bunların ne olduğunu sana söylememe gerek yok! işte ancak o zaman hayal etmeye başladım bu... hayır, öyle değil; yine yanlış yapıyorum! anla işte, sürekli kendime şu soruyu sorup durdum: 'diğer insanlar bu kadar aptalken ve ben de öyle olduklarını kesin olarak biliyorken, neden acaba ben onlardan akıllı olmayı istemeye dahi yanaşmayacak kadar aptallık ediyordum?' o zaman şunu fark ettim ki, eğer herkesin akıllanmasını beklersek bu çok zaman alacak. sonra, böyle bir şeyin hiçbir zaman olamayacağını, insanların değişmeyeceğini, hiç kimsenin onları değiştirmeyeceğini ve bunu, denemek için zahmete girmeye bile değmeyeceğini anladım! evet, vakıa budur! bu onların yaradılışlarının, mizaçlarının kanunudur... yaradılışlarındaki kanun sonya! bu böyledir... ve artık şunu biliyorum ki sonya, güçlü, sağlam bir kafa ve ruha sahip olan kişi, onların efendisidir. kim daha cesaretli ve gözüpek ise, onların gözünde o haklı ve doğrudur. kim daha çok sayıda şeyi ayakları altına alır, çiğner geçerse, onların yasa koyucusu o olur ve en arsız, en cüretkar olan, muhakkak ki en haklı olandır. bu hep böyle gelmiştir ve böyle de gidecektir. kör olmayan herkes görebilir bunu!"
suç ve ceza - fyodor mihayloviç dostoyevski
suç ve ceza - fyodor mihayloviç dostoyevski
devamını gör...
460.
* annen var mı senin?
- var tabiî.
* ne iş yapar?
- çamaşıra gidiyor.
* sen ne olacaksın büyüyünce?
- ben mi.? dedi...
gözlerini gözüme kaldırdı...
ikimiz de birbirimize baktık...
-ben, dedi, boyacı olacağım.
* ne boyacısı..?
- kundura boyacısı...
* neden kundura boyacısı..?
- ya ne olayım?
* doktor ol, dedim...
- olmam, dedi...
* neden.. ?
- olmam işte.
* neden ama..?
- ben doktor'u sevmem ki.
- olur mu ya..? bak, dedim.
doktor sevilmez olur mu..?
- tabiî sevmem, dedi...
annem hasta oldu. o evimize geldi...
kumbara'mızı kırdık...
bütün yirmi beşlikleri ona verdik...
sonra çeyrek'ler kaldı...
onlarla da reçete'yi yaptırdık...
o da zorlan...
* ama annen iyileşti dimi...
- annem iyileşti ama para'mız gitti...
iki gün, yemek yemedim ben...
* peki, dedim, öğretmen ol...
- ben mektebe gitmiyorum ki.
* neden..?
- öğretmen hep beni döğüyor...
* neden..?
- yaramazlık ediyorum da ondan...
* sen de yaramazlık yapma...
- ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki...
* öğretmen'in yapma, dediği şey, dedim...
- belli olmuyor ki!.. bir gün arkadaş'ımın biri
“çamaşırcının p.çi” dedi...
ben de döğdüm onu...
öğretmen de beni döğdü...
ondan sonra hep çamaşırcı'nın p.çi diye çağırdılar...
ama ben hiç kimseyi döğmedim...
yaramazlıkmış diye...
birkaç gün sonra yanımdaki arkadaşın,
iki kalemi vardı. birini aldım.
hırsız'sın sen diye gene döğdüler beni ama,
benim kalem'im yoktu ondan aldım...
sonra o da yaramazlıkmış,
hem de çok fena bir şeymiş...
bir daha kimsenin kalemini almam dedim...
ama defter'ini aldım...
bu sefer hem döğdüler,
hem mektep'ten koğdular...
* çok fena yapmışsın.
- fena yaptım biliyorumda...
ben adam olmak istemiyorum ki...
* ne olmak istiyorsun ya..?
- boyacı olacağım dedim ya...
"ürkek bir serçe gibi eğme baş'ını...
kaldır, kaldır baş'ını ve dimdik dur...
bu senin değil, ülke'min ayıbı...
hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk. "
- var tabiî.
* ne iş yapar?
- çamaşıra gidiyor.
* sen ne olacaksın büyüyünce?
- ben mi.? dedi...
gözlerini gözüme kaldırdı...
ikimiz de birbirimize baktık...
-ben, dedi, boyacı olacağım.
* ne boyacısı..?
- kundura boyacısı...
* neden kundura boyacısı..?
- ya ne olayım?
* doktor ol, dedim...
- olmam, dedi...
* neden.. ?
- olmam işte.
* neden ama..?
- ben doktor'u sevmem ki.
- olur mu ya..? bak, dedim.
doktor sevilmez olur mu..?
- tabiî sevmem, dedi...
annem hasta oldu. o evimize geldi...
kumbara'mızı kırdık...
bütün yirmi beşlikleri ona verdik...
sonra çeyrek'ler kaldı...
onlarla da reçete'yi yaptırdık...
o da zorlan...
* ama annen iyileşti dimi...
- annem iyileşti ama para'mız gitti...
iki gün, yemek yemedim ben...
* peki, dedim, öğretmen ol...
- ben mektebe gitmiyorum ki.
* neden..?
- öğretmen hep beni döğüyor...
* neden..?
- yaramazlık ediyorum da ondan...
* sen de yaramazlık yapma...
- ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki...
* öğretmen'in yapma, dediği şey, dedim...
- belli olmuyor ki!.. bir gün arkadaş'ımın biri
“çamaşırcının p.çi” dedi...
ben de döğdüm onu...
öğretmen de beni döğdü...
ondan sonra hep çamaşırcı'nın p.çi diye çağırdılar...
ama ben hiç kimseyi döğmedim...
yaramazlıkmış diye...
birkaç gün sonra yanımdaki arkadaşın,
iki kalemi vardı. birini aldım.
hırsız'sın sen diye gene döğdüler beni ama,
benim kalem'im yoktu ondan aldım...
sonra o da yaramazlıkmış,
hem de çok fena bir şeymiş...
bir daha kimsenin kalemini almam dedim...
ama defter'ini aldım...
bu sefer hem döğdüler,
hem mektep'ten koğdular...
* çok fena yapmışsın.
- fena yaptım biliyorumda...
ben adam olmak istemiyorum ki...
* ne olmak istiyorsun ya..?
- boyacı olacağım dedim ya...
"ürkek bir serçe gibi eğme baş'ını...
kaldır, kaldır baş'ını ve dimdik dur...
bu senin değil, ülke'min ayıbı...
hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk. "

devamını gör...