461.
shakespeare'den bir sone bırakıyorum *

" -29.sone-
kaderin ve insanların gözünden düştüğümde
oturup ağladığımda kimsesiz halime tek başıma
boş feryatlarımla haykırdığımda sağır göklere
dönüp kendime bakarak yandığımda alınyazıma
özenip, ümitten yana benden zengin olan birine
ona benzeseydim dediğimde, dostlarım olsaydı onun gibi;
falanın hünerine heveslendiğimde, filanın bilgisine,
en çok ne varsa bende, en az onu istediğimde sanki;
bir yandan böyle düşünüyorum diye küçümserken kendimi,
sen geliverirsin aklıma ve tüm varlığım o andan;
şafakta, somurtkan topraktan yükselen tarlakuşu gibi,
ilahiler söylemeye başlar tanrı katı eşliğinde
senin tatlı aşkınla öyle bir servete kavuştum ki
kim ne derse desin, krallarla bile değişmem yerimi"
devamını gör...
462.
"görülmemekten kaygı duyan insan,
dikkat çekmek için abartır!
her şeyi abartır...
iyilği abartır.
duyarlılığı abartır.
ilgiyi abartır.
üzüntüyü abartır.
kızgınlığı abartır.
bu onun diğerlerinden ayrışma yöntemidir.
beklediği tepkiyi alamazsa, içinden edepsiz çıkar!
bizi insanlardan aldığımız tepkilerle değerli hissetmeye teşvik eden, buna bizi talim eden toplumsal düzen,
histerik insanlardan oluşmuş bir toplumun devamını sağlamaktadır.
kendimizi bu tepki alma çılgınlığından korumanın tek yolu,
olduğumuz şeyi sevmek, sahneye oynamayı bırakmak,
özşefkat'i öğrenmeye başlamaktır." juno
devamını gör...
463.
"raskolnikov, sanki zihninde kendisini tekrar canlandırıp harekete geçiren yeni bir düşünce eğilimi belirivermiş gibi birdenbire başını kaldırarak, 'hayır sonya, bu tamamen yanlış.' diye yeniden söze başladı. 'bu, o değil! en iyisi... say ki (evet, böylesi çok daha iyi), say ki ben hırslı, kıskanç, hain, kötü, aşağılık, kinci bir adamım, evet... ve belki deliliğe de yatkın birisiyim. (varsın hepsi bir arada olsun! delilikten daha önce bahsetmişlerdi, biliyorum.) sana daha az önce üniversitede geçimimi sağlayamadığımı söyledim. ama biliyor musun, belki de yapabilirdim bunu. harçlarımı ödemeye yetecek kadar parayı annem gönderirdi ve ben de, büyük ihtimalle, ayakkabılar, elbise ve yiyecekler için gerekli parayı kazanabilirdim. özel dersler çıkıyordu; ders başına yarım ruble teklif etmişlerdi bana. al bak, razumihin çalışıyor! fakat ben huysuz herifin teki olmuştum, yapmadım bu işi. evet huysuz biri olmuştum-en uygun kelime bu! sonra, tıpkı örümcekler gibi bir köşeye çekilip, pusuya yattım. sen benin kaldığım fare deliğine gelmiştin değil mi; tabii ya, gördün orayı... fakat sonya şu alçak tavanlarla mengene gibi daracık odaların insanın ruhunu ve zihnini nasıl boğduğunu biliyor musun? ah, o pis hücreden nasıl da nefret ediyordum. ama, buna rağmen ayrılmıyordum odadan. bile bile içeride kalıyordum. günlerce dışarı çıkmadım. hiçbir iş yapmıyor, hatta yemek bile yemiyordum; öylece yatıyordum orada. eğer nastasya yemek getirirse, yerdim; getirmezse de, kasten sırf inadımdan, hiçbir şey istemeden geçirirdim günü! geceleri odamda ışık açık olmazdı, karanlıkta yatardım; çünkü bir mum almak için bile çalışıp para kazanıyordum. okuyor, ders çalışıyor olmam gerekirdi, fakat kitaplarımı satmıştım; hala da masamdaki defterlerle kağıtların üzerinde bir parmak toz vardır. sırtüstü uzanıp düşünmeyi her şeye tercih ediyordum. bütün vaktimi düşünmekle geçiriyordum... ve sürekli öyle rüyalar, çeşit çeşit, öyle tuhaf rüyalar görüyordum ki... bunların ne olduğunu sana söylememe gerek yok! işte ancak o zaman hayal etmeye başladım bu... hayır, öyle değil; yine yanlış yapıyorum! anla işte, sürekli kendime şu soruyu sorup durdum: 'diğer insanlar bu kadar aptalken ve ben de öyle olduklarını kesin olarak biliyorken, neden acaba ben onlardan akıllı olmayı istemeye dahi yanaşmayacak kadar aptallık ediyordum?' o zaman şunu fark ettim ki, eğer herkesin akıllanmasını beklersek bu çok zaman alacak. sonra, böyle bir şeyin hiçbir zaman olamayacağını, insanların değişmeyeceğini, hiç kimsenin onları değiştirmeyeceğini ve bunu, denemek için zahmete girmeye bile değmeyeceğini anladım! evet, vakıa budur! bu onların yaradılışlarının, mizaçlarının kanunudur... yaradılışlarındaki kanun sonya! bu böyledir... ve artık şunu biliyorum ki sonya, güçlü, sağlam bir kafa ve ruha sahip olan kişi, onların efendisidir. kim daha cesaretli ve gözüpek ise, onların gözünde o haklı ve doğrudur. kim daha çok sayıda şeyi ayakları altına alır, çiğner geçerse, onların yasa koyucusu o olur ve en arsız, en cüretkar olan, muhakkak ki en haklı olandır. bu hep böyle gelmiştir ve böyle de gidecektir. kör olmayan herkes görebilir bunu!"

suç ve ceza - fyodor mihayloviç dostoyevski
devamını gör...
464.
* annen var mı senin?
- var tabiî.
* ne iş yapar?
- çamaşıra gidiyor.
* sen ne olacaksın büyüyünce?
- ben mi.? dedi...
gözlerini gözüme kaldırdı...
ikimiz de birbirimize baktık...
-ben, dedi, boyacı olacağım.
* ne boyacısı..?
- kundura boyacısı...
* neden kundura boyacısı..?
- ya ne olayım?
* doktor ol, dedim...
- olmam, dedi...
* neden.. ?
- olmam işte.
* neden ama..?
- ben doktor'u sevmem ki.
- olur mu ya..? bak, dedim.
doktor sevilmez olur mu..?
- tabiî sevmem, dedi...
annem hasta oldu. o evimize geldi...
kumbara'mızı kırdık...
bütün yirmi beşlikleri ona verdik...
sonra çeyrek'ler kaldı...
onlarla da reçete'yi yaptırdık...
o da zorlan...
* ama annen iyileşti dimi...
- annem iyileşti ama para'mız gitti...
iki gün, yemek yemedim ben...
* peki, dedim, öğretmen ol...
- ben mektebe gitmiyorum ki.
* neden..?
- öğretmen hep beni döğüyor...
* neden..?
- yaramazlık ediyorum da ondan...
* sen de yaramazlık yapma...
- ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki...
* öğretmen'in yapma, dediği şey, dedim...
- belli olmuyor ki!.. bir gün arkadaş'ımın biri
“çamaşırcının p.çi” dedi...
ben de döğdüm onu...
öğretmen de beni döğdü...
ondan sonra hep çamaşırcı'nın p.çi diye çağırdılar...
ama ben hiç kimseyi döğmedim...
yaramazlıkmış diye...
birkaç gün sonra yanımdaki arkadaşın,
iki kalemi vardı. birini aldım.
hırsız'sın sen diye gene döğdüler beni ama,
benim kalem'im yoktu ondan aldım...
sonra o da yaramazlıkmış,
hem de çok fena bir şeymiş...
bir daha kimsenin kalemini almam dedim...
ama defter'ini aldım...
bu sefer hem döğdüler,
hem mektep'ten koğdular...
* çok fena yapmışsın.
- fena yaptım biliyorumda...
ben adam olmak istemiyorum ki...
* ne olmak istiyorsun ya..?
- boyacı olacağım dedim ya...

"ürkek bir serçe gibi eğme baş'ını...
kaldır, kaldır baş'ını ve dimdik dur...
bu senin değil, ülke'min ayıbı...
hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk. "
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
465.
"kimin umurundaydı, annesinin, babasının, sevgilisinin, kardeşinin, gömüldükten sonra başına neler geldiği? kimin umurundaydı, yaşarken âşık olunmuş hatta tapılmış bütün o bedenlerin, toprağın altında nelere dönüştüğü? ben ve dünyanın bütün sıradan insanları, biz sadece gömmeye kadar olan bölümü biliyorduk"
hakan günday-daha
devamını gör...
466.
milletin espri kabiliyetine laf edip yaptığım meme;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
467.
'biz sevgiyi bir "vazgeçiş" ya da insanın özünü reddetmesi olarak görmüyoruz. birey, sadece verebilecek bir şeyi ve kendi içinde de bunu verebilecek bir gücün temeli varsa gerçekten verebilir. toplumumuzda sevgiyi zayıflıkla özdeşleştirerek saldırganlıktan ve rekabetçi zaferden arındırmış olmamız gerçekten üzücüdür. bu aşılama o kadar başarılı olmuştur ki ortak ön yargı, insanların ne kadar zayıf olurlarsa o kadar çok sevebilecekleri ve güçlü bireylerin de sevmeye ihtiyaç duymadıkları yönündedir. işte bu yüzden de, ekmeğin kabarmasını sağlayan maya gibi sevgiyi kabartan şefkat, çoğu zaman aşağılanmış ve sevgi deneyiminden ayrı tutulmuştur.asıl unutulan, şefkatin güçle yan yana gittiği ve bireyin güçlü olduğu kadar şefkatli de olabileceğidir. yoksa şefkat ve nezaket sadece arkasına saklanılacak maskeler haline gelir.'

rollo may- kendini arayan insan
devamını gör...
468.
troilus ile cressida-shakespeare'den bırakıyorum

"troilos:
...
ben sana umutlarım denizlere düştü, boğuldu diyorum.
sen tutmuş denizler kaç kulaç diyorsun bana.
...
yüreğimi kemiren yaranın üstüne sen gelmiş
gözlerini, saçlarını, yanağını, yürüyüşünü, sesini döküyorsun."

i. perde i.sahne
çev:selahaddin eyüboğlu, mina urgan
devamını gör...
469.
özlemek düşünmeyi, düşünmek hayal etmeyi, hayaller de şekil ve kalıplar içinde görmeyi gerektiriyordu. yıllar yılı yüzünün şeklini, gözlerindeki ışıltıyı her hatırlayışımda, 'acaba şimdi nasıl?' sorusunu takiben ona yeni bir çehre, başka bir bakış yakıştırıp durdum.

iskender pala
devamını gör...
470.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
471.
sandalcı...

geçmiş zamanın birinde alimin biri, boğazın öbür yakasına geçmek için bir sandalcının yanına gelerek ona sorar:
– karşıya geçirmek için ne kadar
para alıyorsun?
– garşuya bir liraya geçürüm efendü.

alim, sandalcının bu bozuk türkçe ile verdiği cevabı pek beğenmez ama sandala biner.
– bu ne biçim konuşma böyle? yoksa sen dil bilgisi bilmiyor musun?
– yok ağam, güççükken haytalık ettük, okuyamaduk!
– yazık sana! desene gitti hayatın dörtte biri!

bir müddet gittikten sonra alim tekrar sorar:
– allah bilir şimdi sen, matematik de bilmezsin!

– yok beğüm! onu da bilmem! dedik ya, güççükken haylazluktan okula gidemedük!

– tüh yazık, yazık! hayatının dörtte biri daha boşa gitti!

bir müddet daha yol aldıktan sonra alim, tekrar sorar:

– sakın tarih, coğrafya filanda bilmem deme!

– belki hayatımın dörtte birü daha boşa getti; ama o dediklerini de bilmem efendü, vaktinde öğrenemedük işte!

– iyi de sandalcı! dil bilgisi bilmezsin; matematik, tarih ve coğrafyadan da anlamazsın ; sen ne diye yaşarsın?.

bu arada hava bozulmaktadır.
sandalcı büyük bir fırtınanın geleceğini anlar.

alime sorar:
– efendü, yüzme bilüsünüz deel mi?

alim, sandalcının bu sorusundan endişeye düşer ve bir korkudur başlar.
sandalcıya yalvaran gözlerle cevap verir:

– sandalcı ağa! ben yüzme bilmiyorum! çocukluktan beri o ilmi öğren, bu ilmi öğren derken yüzme öğrenmeye fırsat bulamadım.

– ahaa..!
n’apcan şimdi..!
şimdiden başla dua etmeye.! çünkü gettü hayatunun dörtte dördü..!

bildikleriyle övünen insan, bilmediklerinden dolayı dövünmeyi de hak eder..
devamını gör...
472.
tüm dikkatinizi bu âna verdiğinizde, egosal zihinden çok daha büyük bir zekâ yaşamınıza girer.
ego ile yaşadığınızda, daima, şimdiki ânı sizi bir amaca ulaştıracak bir araca indirgersiniz. gelecek için yaşarsınız ve hedeflerinize eriştiğinizde, onlar size -en azından uzun süre- doyum vermezler.
yapmaya -onun vasıtasıyla erişmek istediğiniz gelecekteki sonuçtan- daha çok dikkatinizi verdiğinizde, eski egosal koşullanmayı kırarsınız. yapışınız o zaman çok daha etkili olmakla kalmaz, çok daha doyum ve sevinç verici hale gelir.

dinginliğin gücü/eckhart tolle
devamını gör...
473.
ne kadar çok yaratıcı var. kendi gözlerinin sanal gerçeğinde, kendi kuyruklarıyla oynuyorlar.
yaratıyorlar, gökyüzüne yükseliyorlar ve oradan dibe vurmuş, tekil bakışlarla bakıyorlar insanlara.

[[alıntı]]
balzac' ın benzetmesini çağrıştırıyor bunların durumu. ağaca tırmanıp, oradan aşağıdaki yaratıklara gururla bakan maymunlara benziyorlar; kıçlarının aşağıdan çok daha iyi göründüğü gerçeği hariç, her şeyi biliyorlar.
[[/alıntı]]

muzaffer oruçoğlu
devamını gör...
474.
kafka, milena'ya yazdığı mektuplardan birinde; "bazen içinde bulunduğunuz durumu anlatmak için kelimeler aciz kalır. bazı durumlarda ise sadece acı çekilir." diyor. bu böyledir. kelimeler bazen bazı acıları anlatmaz. bazen sadece susarsın ve acını yaşarsın.
devamını gör...
475.
- hiç terk ettim mi seni?
+ gitmeme izin verdin.
samuel beckett
godot'yu beklerken,
devamını gör...
476.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
477.
çoğu gitti azı kaldı.
devamını gör...
478.
yuvasını bozduğum kuşların ahı desem çocuktum..
devamını gör...
479.
yazı biraz uzun ama okurken gözümden yaş geldi.

karşınızda oğuz aral ve muhteşem yazısı;

kendi kıçını ısırabilen ilk insan...
ağzımda tek bir tane bile diş yok... 2 sene önce bir haftada 15 diş birden çektirmek zorunda kalmıştım...
2 ay içinde yaptırdığım takma dişleri de maalesef 15 dakika takmış sonra çekmeceye atmıştım....
geçenlerde dişçim;
- artık, inadı bırakmak zorundasınız oğuz bey. size bir protez yapmamız gerekiyor dedi.
- nee!.. ben yüzük ve kol saati bile takamam. gömleğimin yakası enseme değince sinirlenirim… o tenekeyi ağzıma nasıl sokarım?
diye gürledim…
aslında gürlemek istedim de ağzımdan:
“pfotef… ben yümüfüf müfkof!..” gibisinden avni’ce sesler çıkardım. çünkü son yıllarda beni terk etmeye başlayan saçlarıma ve dişlerime yeni iki diş daha eklenmişti. zalim dişçi, son olarak önden iki dişimi daha benden çalmıştı… dişlerimin arasında oluşan boşluklardan hava kaçırıyor ve konuşurken pofuf, lofuf gibisinden türkçe’de olmayan sesler çıkarıyordum.
- ben, bunları dama atayım, yenisi çıkar!” filan dedimse de dişçim bilimsel bir ukalalıkla:
- beslenme bozukluğu başlayacak dedi.
- zaten bir şey çiğnediğim yok. son yıllarda alkolle besleniyorum.
- ama güzel bir kıza gülümsemeniz gerekince, ne yapacaksınız?
bu doktor bir haindi… bir zalimdi… belki de gizli bir rus casusuydu. bir hafta sonra, yarım ay şeklindeki bir tenekeye iliştirmiş üç dört kazma dişi burnuma dayayıp: “nasıl buldunuz?” diye sordu.
protez, kıçlarına sopayla vurduğum zaman bekir’in itlerinin bana hırlayışlarını anımsatıyordu. ben de yeni protezime “hırrf” diye hırladım.
tenekeyi ağzıma sokar sokmaz, midemin ne hale geldiğini ve neler olduğunu anlatmayacağım.
yalnız “beygir kompleksim” uzun sürdü. evde, durup dururken eşinip kişniyordum… hatta ruhumun derinliklerinden şaha kalkma arzuları yükseliyordu. çünkü, o teneke ağzımdayken kendimi ağzına gem vurulmuş beygir gibi hissediyordum.
ilk protez kazasını pencereden denizi seyrederken geçirdim. günde içtiğim üç paket sigaranın yardımıyla öksürürken, protez fırlayıp gitti ve camı kırdı. allah’ın ayazında, bir camcı bulup camı taktırana kadar dondum. böylece, protezin nezle yaptığını da öğrenmiş oldum.
daha ilk günlerde protezimle geçinemeyeceğimiz belli oldu. alçak, ağzının orasını burasını yeni bir pabuç gibi vuruyor, bazen fırlayıp gidiyor, öteberiyi kırıyordu. ben de onu evde takmamaya karar verdim. ancak, dışarı çıkınca ya da eve biri gelince, “adamlık ağzımı giyinirim” dedim.
yalnız, çıkarınca nereye koyacaktım? yıllardan beri protez mahkûmu olan bir arkadaşım takmadığım zamanlar onu su dolu bir bardağa koymamı salık verdi.
ama bir bardağın içinde sırıtarak bana bakan dişleri görürsem ben, ömür boyu herhangi bir bardaktan bir daha su içemem. su o kadar önemli değil, içki de içemem. bu yaştan sonra şişeden içecek değilim ya!..
sonunda protezimi, dergi ve kitapların arasına koymaya başladım. ama hangi dergiydi, hangi kitaptı ara ki bulasın. evde binlerce dergi ve kitap var.
zaten, çocukluğumdan beri dalgın ve unutkan biriyim!
“şeytan aldı götürdüüü…satamadan getirdii… lan alçak, neredeysen ses ver!” diye evde bütün gün dört döndüğüm oluyordu.
bazen evin kapısı çalınıyor. pencereden bakıyorum,bir konuk gelmiş… “bif dakkaf!” diye ünüleyip yıldırım gibi başlıyorum protezimi aranmaya… oradan oraya deliler gibi koşuşturup namerdin saklandığı yeri bulmaya çalışıyorum.
tabii, kapıdaki bir süre sonra sıkılıp gidiyor ve muhtemelen eve kadın filan attığımı düşünüyor. kitap, dergi gibi entelektüel metodlar sökmeyince, protezimi yanımda taşımaya karar verdim.
artık, deli danalar gibi oradan oraya saldırarak kendime bayramlık bir ağız aramaktan vazgeçmiştim.
dişli tenekeyi, mendilime sarıp cebime sokuşturuyordum. gerektiği anda, hızlı silah çeken bir kovboy fiyakasıyla çekip yerine yerleştiriyordum.
vee, yeni dişlerimle en dayanılmaz olduğuna inandığım gülücüklerimle gülümsüyordum.
geçen akşam evde yalnızdım. keyifle limonlu votkamı hazırladım. steyvırt grencır’la mel ferır’ın oynadığı ve benim için bütün zamanların en güzel filmi olan skaramuş‘u izlemek üzere televizyonun karşısındaki koltuğuma çöktüm.
ama çökmemle “yandım allah!” diye havaya zıplamam bir oldu. birisi, fena halde kıçımı ısırmıştı. birisi değil, ben kendi kıçımı ısırmıştım. mendilden sıyrılan protez, cebim delik olduğu için pantolonun ağ kısmına yuvarlanmış, üstüne oturunca da alçak dişli teneke beni dişlemişti.
böylece, kendi kıçını ısırabilen ilk insan olarak insanlık tarihine geçmiş bulunuyorum.
ihtiyarlayınca cumhurbaşkanı, başbakan filan olunuyor diye aldanmayın…
beş paralık aklınız varsa, sakın ihtiyarlamayın!"

oğuz aral
devamını gör...
480.
"şimdi konuşursak ikimizde de yalan söyleyeceğiz.
olur olmaz bahaneler üreteceğiz. en iyisi yıllar sonra bir gün buluşalım. sen bana neden gittiğini anlat, ben sana neden gidemediğimi..!"
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"güne bir alıntı bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim