461.
"kimin umurundaydı, annesinin, babasının, sevgilisinin, kardeşinin, gömüldükten sonra başına neler geldiği? kimin umurundaydı, yaşarken âşık olunmuş hatta tapılmış bütün o bedenlerin, toprağın altında nelere dönüştüğü? ben ve dünyanın bütün sıradan insanları, biz sadece gömmeye kadar olan bölümü biliyorduk"
hakan günday-daha
devamını gör...
462.
milletin espri kabiliyetine laf edip yaptığım meme;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
463.
'biz sevgiyi bir "vazgeçiş" ya da insanın özünü reddetmesi olarak görmüyoruz. birey, sadece verebilecek bir şeyi ve kendi içinde de bunu verebilecek bir gücün temeli varsa gerçekten verebilir. toplumumuzda sevgiyi zayıflıkla özdeşleştirerek saldırganlıktan ve rekabetçi zaferden arındırmış olmamız gerçekten üzücüdür. bu aşılama o kadar başarılı olmuştur ki ortak ön yargı, insanların ne kadar zayıf olurlarsa o kadar çok sevebilecekleri ve güçlü bireylerin de sevmeye ihtiyaç duymadıkları yönündedir. işte bu yüzden de, ekmeğin kabarmasını sağlayan maya gibi sevgiyi kabartan şefkat, çoğu zaman aşağılanmış ve sevgi deneyiminden ayrı tutulmuştur.asıl unutulan, şefkatin güçle yan yana gittiği ve bireyin güçlü olduğu kadar şefkatli de olabileceğidir. yoksa şefkat ve nezaket sadece arkasına saklanılacak maskeler haline gelir.'

rollo may- kendini arayan insan
devamını gör...
464.
troilus ile cressida-shakespeare'den bırakıyorum

"troilos:
...
ben sana umutlarım denizlere düştü, boğuldu diyorum.
sen tutmuş denizler kaç kulaç diyorsun bana.
...
yüreğimi kemiren yaranın üstüne sen gelmiş
gözlerini, saçlarını, yanağını, yürüyüşünü, sesini döküyorsun."

i. perde i.sahne
çev:selahaddin eyüboğlu, mina urgan
devamını gör...
465.
özlemek düşünmeyi, düşünmek hayal etmeyi, hayaller de şekil ve kalıplar içinde görmeyi gerektiriyordu. yıllar yılı yüzünün şeklini, gözlerindeki ışıltıyı her hatırlayışımda, 'acaba şimdi nasıl?' sorusunu takiben ona yeni bir çehre, başka bir bakış yakıştırıp durdum.

iskender pala
devamını gör...
466.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
467.
sandalcı...

geçmiş zamanın birinde alimin biri, boğazın öbür yakasına geçmek için bir sandalcının yanına gelerek ona sorar:
– karşıya geçirmek için ne kadar
para alıyorsun?
– garşuya bir liraya geçürüm efendü.

alim, sandalcının bu bozuk türkçe ile verdiği cevabı pek beğenmez ama sandala biner.
– bu ne biçim konuşma böyle? yoksa sen dil bilgisi bilmiyor musun?
– yok ağam, güççükken haytalık ettük, okuyamaduk!
– yazık sana! desene gitti hayatın dörtte biri!

bir müddet gittikten sonra alim tekrar sorar:
– allah bilir şimdi sen, matematik de bilmezsin!

– yok beğüm! onu da bilmem! dedik ya, güççükken haylazluktan okula gidemedük!

– tüh yazık, yazık! hayatının dörtte biri daha boşa gitti!

bir müddet daha yol aldıktan sonra alim, tekrar sorar:

– sakın tarih, coğrafya filanda bilmem deme!

– belki hayatımın dörtte birü daha boşa getti; ama o dediklerini de bilmem efendü, vaktinde öğrenemedük işte!

– iyi de sandalcı! dil bilgisi bilmezsin; matematik, tarih ve coğrafyadan da anlamazsın ; sen ne diye yaşarsın?.

bu arada hava bozulmaktadır.
sandalcı büyük bir fırtınanın geleceğini anlar.

alime sorar:
– efendü, yüzme bilüsünüz deel mi?

alim, sandalcının bu sorusundan endişeye düşer ve bir korkudur başlar.
sandalcıya yalvaran gözlerle cevap verir:

– sandalcı ağa! ben yüzme bilmiyorum! çocukluktan beri o ilmi öğren, bu ilmi öğren derken yüzme öğrenmeye fırsat bulamadım.

– ahaa..!
n’apcan şimdi..!
şimdiden başla dua etmeye.! çünkü gettü hayatunun dörtte dördü..!

bildikleriyle övünen insan, bilmediklerinden dolayı dövünmeyi de hak eder..
devamını gör...
468.
tüm dikkatinizi bu âna verdiğinizde, egosal zihinden çok daha büyük bir zekâ yaşamınıza girer.
ego ile yaşadığınızda, daima, şimdiki ânı sizi bir amaca ulaştıracak bir araca indirgersiniz. gelecek için yaşarsınız ve hedeflerinize eriştiğinizde, onlar size -en azından uzun süre- doyum vermezler.
yapmaya -onun vasıtasıyla erişmek istediğiniz gelecekteki sonuçtan- daha çok dikkatinizi verdiğinizde, eski egosal koşullanmayı kırarsınız. yapışınız o zaman çok daha etkili olmakla kalmaz, çok daha doyum ve sevinç verici hale gelir.

dinginliğin gücü/eckhart tolle
devamını gör...
469.
ne kadar çok yaratıcı var. kendi gözlerinin sanal gerçeğinde, kendi kuyruklarıyla oynuyorlar.
yaratıyorlar, gökyüzüne yükseliyorlar ve oradan dibe vurmuş, tekil bakışlarla bakıyorlar insanlara.

[[alıntı]]
balzac' ın benzetmesini çağrıştırıyor bunların durumu. ağaca tırmanıp, oradan aşağıdaki yaratıklara gururla bakan maymunlara benziyorlar; kıçlarının aşağıdan çok daha iyi göründüğü gerçeği hariç, her şeyi biliyorlar.
[[/alıntı]]

muzaffer oruçoğlu
devamını gör...
470.
kafka, milena'ya yazdığı mektuplardan birinde; "bazen içinde bulunduğunuz durumu anlatmak için kelimeler aciz kalır. bazı durumlarda ise sadece acı çekilir." diyor. bu böyledir. kelimeler bazen bazı acıları anlatmaz. bazen sadece susarsın ve acını yaşarsın.
devamını gör...
471.
- hiç terk ettim mi seni?
+ gitmeme izin verdin.
samuel beckett
godot'yu beklerken,
devamını gör...
472.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
473.
çoğu gitti azı kaldı.
devamını gör...
474.
yuvasını bozduğum kuşların ahı desem çocuktum..
devamını gör...
475.
yazı biraz uzun ama okurken gözümden yaş geldi.

karşınızda oğuz aral ve muhteşem yazısı;

kendi kıçını ısırabilen ilk insan...
ağzımda tek bir tane bile diş yok... 2 sene önce bir haftada 15 diş birden çektirmek zorunda kalmıştım...
2 ay içinde yaptırdığım takma dişleri de maalesef 15 dakika takmış sonra çekmeceye atmıştım....
geçenlerde dişçim;
- artık, inadı bırakmak zorundasınız oğuz bey. size bir protez yapmamız gerekiyor dedi.
- nee!.. ben yüzük ve kol saati bile takamam. gömleğimin yakası enseme değince sinirlenirim… o tenekeyi ağzıma nasıl sokarım?
diye gürledim…
aslında gürlemek istedim de ağzımdan:
“pfotef… ben yümüfüf müfkof!..” gibisinden avni’ce sesler çıkardım. çünkü son yıllarda beni terk etmeye başlayan saçlarıma ve dişlerime yeni iki diş daha eklenmişti. zalim dişçi, son olarak önden iki dişimi daha benden çalmıştı… dişlerimin arasında oluşan boşluklardan hava kaçırıyor ve konuşurken pofuf, lofuf gibisinden türkçe’de olmayan sesler çıkarıyordum.
- ben, bunları dama atayım, yenisi çıkar!” filan dedimse de dişçim bilimsel bir ukalalıkla:
- beslenme bozukluğu başlayacak dedi.
- zaten bir şey çiğnediğim yok. son yıllarda alkolle besleniyorum.
- ama güzel bir kıza gülümsemeniz gerekince, ne yapacaksınız?
bu doktor bir haindi… bir zalimdi… belki de gizli bir rus casusuydu. bir hafta sonra, yarım ay şeklindeki bir tenekeye iliştirmiş üç dört kazma dişi burnuma dayayıp: “nasıl buldunuz?” diye sordu.
protez, kıçlarına sopayla vurduğum zaman bekir’in itlerinin bana hırlayışlarını anımsatıyordu. ben de yeni protezime “hırrf” diye hırladım.
tenekeyi ağzıma sokar sokmaz, midemin ne hale geldiğini ve neler olduğunu anlatmayacağım.
yalnız “beygir kompleksim” uzun sürdü. evde, durup dururken eşinip kişniyordum… hatta ruhumun derinliklerinden şaha kalkma arzuları yükseliyordu. çünkü, o teneke ağzımdayken kendimi ağzına gem vurulmuş beygir gibi hissediyordum.
ilk protez kazasını pencereden denizi seyrederken geçirdim. günde içtiğim üç paket sigaranın yardımıyla öksürürken, protez fırlayıp gitti ve camı kırdı. allah’ın ayazında, bir camcı bulup camı taktırana kadar dondum. böylece, protezin nezle yaptığını da öğrenmiş oldum.
daha ilk günlerde protezimle geçinemeyeceğimiz belli oldu. alçak, ağzının orasını burasını yeni bir pabuç gibi vuruyor, bazen fırlayıp gidiyor, öteberiyi kırıyordu. ben de onu evde takmamaya karar verdim. ancak, dışarı çıkınca ya da eve biri gelince, “adamlık ağzımı giyinirim” dedim.
yalnız, çıkarınca nereye koyacaktım? yıllardan beri protez mahkûmu olan bir arkadaşım takmadığım zamanlar onu su dolu bir bardağa koymamı salık verdi.
ama bir bardağın içinde sırıtarak bana bakan dişleri görürsem ben, ömür boyu herhangi bir bardaktan bir daha su içemem. su o kadar önemli değil, içki de içemem. bu yaştan sonra şişeden içecek değilim ya!..
sonunda protezimi, dergi ve kitapların arasına koymaya başladım. ama hangi dergiydi, hangi kitaptı ara ki bulasın. evde binlerce dergi ve kitap var.
zaten, çocukluğumdan beri dalgın ve unutkan biriyim!
“şeytan aldı götürdüüü…satamadan getirdii… lan alçak, neredeysen ses ver!” diye evde bütün gün dört döndüğüm oluyordu.
bazen evin kapısı çalınıyor. pencereden bakıyorum,bir konuk gelmiş… “bif dakkaf!” diye ünüleyip yıldırım gibi başlıyorum protezimi aranmaya… oradan oraya deliler gibi koşuşturup namerdin saklandığı yeri bulmaya çalışıyorum.
tabii, kapıdaki bir süre sonra sıkılıp gidiyor ve muhtemelen eve kadın filan attığımı düşünüyor. kitap, dergi gibi entelektüel metodlar sökmeyince, protezimi yanımda taşımaya karar verdim.
artık, deli danalar gibi oradan oraya saldırarak kendime bayramlık bir ağız aramaktan vazgeçmiştim.
dişli tenekeyi, mendilime sarıp cebime sokuşturuyordum. gerektiği anda, hızlı silah çeken bir kovboy fiyakasıyla çekip yerine yerleştiriyordum.
vee, yeni dişlerimle en dayanılmaz olduğuna inandığım gülücüklerimle gülümsüyordum.
geçen akşam evde yalnızdım. keyifle limonlu votkamı hazırladım. steyvırt grencır’la mel ferır’ın oynadığı ve benim için bütün zamanların en güzel filmi olan skaramuş‘u izlemek üzere televizyonun karşısındaki koltuğuma çöktüm.
ama çökmemle “yandım allah!” diye havaya zıplamam bir oldu. birisi, fena halde kıçımı ısırmıştı. birisi değil, ben kendi kıçımı ısırmıştım. mendilden sıyrılan protez, cebim delik olduğu için pantolonun ağ kısmına yuvarlanmış, üstüne oturunca da alçak dişli teneke beni dişlemişti.
böylece, kendi kıçını ısırabilen ilk insan olarak insanlık tarihine geçmiş bulunuyorum.
ihtiyarlayınca cumhurbaşkanı, başbakan filan olunuyor diye aldanmayın…
beş paralık aklınız varsa, sakın ihtiyarlamayın!"

oğuz aral
devamını gör...
476.
"şimdi konuşursak ikimizde de yalan söyleyeceğiz.
olur olmaz bahaneler üreteceğiz. en iyisi yıllar sonra bir gün buluşalım. sen bana neden gittiğini anlat, ben sana neden gidemediğimi..!"
devamını gör...
477.
hayat senin bakışınla anlam kazanır. ya sadece bir noktayı görürsün, hayatın akıp gider, sen farkına varmazsın. ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın, akıp giden zamanın anlam kazanır. hayatının anlamı senin bakışlarında gizli.
devamını gör...
478.
“çektiğim hiçbir acı nedensiz değil. ben onlar sayesinde “ben” oldum.”

doğan cüceloğlu
devamını gör...
479.
"zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur." ( cemil meriç )
devamını gör...
480.
çocukları büyüyüp oğlanları delikanlı, kızları genç kız olunca, anne-babalar geleceklerine dair pembe hayaller kurarlar oğullarını mühendis, doktor, tüccar, avukat, memur veya iyi bir meslek sahibi yapmak isterler. kızları içinse zengin bir koca aramaya koyulurlar.çocukları için hep servet ve refah sağlamaya uğraşırlar böylelikle annelik ve babalık görevini en iyi bir şekilde yerine getirdiklerine inanırlar. bu konuda lev tolstoy, gayet haklı olarak şu sözleri söylüyor:"hayattaki düzensizliklerin en büyük nedenlerinden biri şudur ki, herkes hayatında refaha kavuşmayı arzu eder, fakat hayatını terfi ettirmesini ve bizzat çalışma sonucunda hayatını daha iyi bir biçimde düzenleme ihtiyacını hissetmez."herkes hayattan bir şey almak ister, ama ona bir şey vermek istemez. çoğu kimse hayata menfaatçi, zorba ve asalak olarak atılır. hayatın anlamını bu asalaklıkta ararlar.böyle bir hayat anlayışı çocuklara aşılanır.
kimler aşılar? anne-baba!..
bu telkinlerle yetişen çocuklar, büyüdüklerinde zorba, aç- gözlü, şehvet düşkünü, tembel ve vurdumduymaz olurlar.en sonunda artık hiç kimseye ve hiçbir şeye sevgi ve bağlılık duymayan duyarsız gençler olur çıkarlar. bu tiplerde ülkeye, millete karşı sevgi, yüksek düşüncelere ciddi uğraşlara saygı uyanmaz. anne ve babalarını da içtenlikle sevmezler.ne ekerseniz, onu biçersiniz.! ne pişirirseniz, onu yersiniz! eğer gençliğin ruhunu tarım yapılmayan bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız, orada ısırgan otları ve dikenler yetişir.anne-babaların, çocuklarının beyinlerini ve kalplerini işlemeden kendi haline bırakmaları, akla ve vicdana uygun değildir. hatta böyle bir ihmal, ahlâksızlıktır, cinayettir. çünkü çocukların iyi terbiye görüp görmemesi meselesi, yalnız anne-babayı ilgilendiren bir mesele olmayıp, aynı zamanda toplumu ve devleti de ciddi bir şekilde ilgilendiren hayatî bir meseledir.

beyaz zambaklar ülkesinde
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"güne bir alıntı bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim