kan vermek
başlık "ilkokuldamasaaltındaunutulanresimcantasi" tarafından 11.11.2020 18:47 tarihinde açılmıştır.
1.
son 2 ay içerisinde 10 litreye yakın kan vermişimdir ne zaman hastaneye uğrasam 10 tüp kan alıyorlar, ayrıca çoğu kişiyi verirken kan tutar bende sorun olmuyor fakat insan bi kötü olmuyor değil.
devamını gör...
2.
kan vermek sorun değil de 2 saat hemşirenin damarı araması gerginlik yaratıyor dediğim durum.
devamını gör...
3.
(bkz: kan alırlar kamil kan)
devamını gör...
4.
3 ayda 1 defaya mahsus 1 ünite yapılması gereken eylem.
bağışıklık sistemini artırır, yavaşlayan kan akışını hızlandırır ve başkalarının canını kurtarır hatta kan verirken kök hücre de bağışlamak istiyorum derseniz 1 tüp kan ile kök hücre bağışçısı olabilirsiniz.
bağışıklık sistemini artırır, yavaşlayan kan akışını hızlandırır ve başkalarının canını kurtarır hatta kan verirken kök hücre de bağışlamak istiyorum derseniz 1 tüp kan ile kök hücre bağışçısı olabilirsiniz.
devamını gör...
5.
can kurtarmak demektir.
devamını gör...
6.
acemi bir hemşireye denk gelirseniz gününüz kötü geçer..
devamını gör...
7.
kızılay'ın sürekli müşterisi olmaktan gurur duyduğum eylemdir.
devamını gör...
8.
yapın yaptırın dediğim uygulamadır.
devamını gör...
9.
kaza veya ameliyat masasında çok kan kaybedilmesi sebebiyle ölümler gerçekleşebilir. bunu önlemek için kan değerleri yüksek insanların kan bağışında bulunması gerekir.
devamını gör...
10.
kızılay'a asla kan vermem, onları bile satıyorlardır. b rh negatif olduğum için genellikle hastanelerin kan merkezlerinde çok nadir bulunuyor. sosyal çevreden, mesleki çevreden ilanlar görürsem hastanın yattığı hastaneye gidip veriyorum.
devamını gör...
11.
düzenli yapıldığında vücuda faydası olan bir şeydir.
bir konuda düzeltme yapmak istiyorum. uygulamayi yapan sağlık personeli için ne kadar acemi ve tecrübesiz de olsa kolay bir uygulamadır. eğer işlemden sonra morarma oluyorsa bu sağlık personelinin değil sizin yüzünuzden oluyor. sonuçta kan damardan alınıyor. 2 dk pamuk bastırmaya üşendiğiniz ve "amaaan bir şey olmaz " diyerek gittiğiniz için kan damardan deri altına sızıp "hematom" oluşturuyor. orada kuruyan kan size kötü hemşireye denk geldik dedirtiyor. ınsan olarak kendi suçumuzu başkalarına yıkmaya bayılıyoruz.
bir konuda düzeltme yapmak istiyorum. uygulamayi yapan sağlık personeli için ne kadar acemi ve tecrübesiz de olsa kolay bir uygulamadır. eğer işlemden sonra morarma oluyorsa bu sağlık personelinin değil sizin yüzünuzden oluyor. sonuçta kan damardan alınıyor. 2 dk pamuk bastırmaya üşendiğiniz ve "amaaan bir şey olmaz " diyerek gittiğiniz için kan damardan deri altına sızıp "hematom" oluşturuyor. orada kuruyan kan size kötü hemşireye denk geldik dedirtiyor. ınsan olarak kendi suçumuzu başkalarına yıkmaya bayılıyoruz.
devamını gör...
12.
kızılaya kan vermem, satıyor kanları. ilanda bir yerlerde görürsem hastaneye gidip veriyorum, hiç olmazsa ihtiyacı olana gittiğini biliyorum
devamını gör...
13.
kızılay'ın kan almadan önce tartıya çıkarmasıyla başlayan ve biten olaydır. kilo şartını bir kilo daha zayıf olarak sağlayamadığım için benden kan almayarak kibarca kapıyı göstermişlerdir.
devamını gör...
14.
pazartesi günü sol kolumdaki damar üzerinden gerçekleştirdiğim eylem. şu kısıma küfür gelecek ama neyse işte olmuyor. hayatımda böyle bir kol morarması ben yaşamadım. ne moru siyaha döndü. 10 gün oldu hala ağrıyor. çünkü doku altına akan kan pıhtılaşmış. öylece duruyor. neyse cuma yine görüşeceğiz. seni bulcam olum!
devamını gör...
15.
üç ayda bir veriyorum yıllardır.pazartesi mobil araçlarında hallettim.ilk seferinde kusacak gibi hissetsem de sonrakiler çok rahattı.kanınız ihtiyaç sahiplerine ulaşınca gelen mesaj huzur veriyor.
devamını gör...
16.
tahlil için olanlarında aç karnına gelinmesi kan ve iğne fobilerimle de birleşince kan alındıktan sonra 5 dk. koltuktan kalkamaz hale geliyorum. başta kollarım olmak üzere tüm vücudum uyuşup buz kesiyor. bi tofita şeker biraz suyla biraz dinlenmeyle kendime anca gelebiliyorum sözlük.
benim için eziyet olandır.
benim için eziyet olandır.
devamını gör...
17.
bir kere verdim.
bende fobi oluşturdu. ne zaman merkeze insem hep kafamın içinde bir ses "kan versene" der, yavaş yavaş kızılay aracına yaklaşırım ama bir türlü girmeye cesaret edemem.
ilk ve son kez kan verdiğim anımı anlatmaya değer görüyor, uzun olacağını düşünsem de yazmak istiyorum. bundan sonrasını okumak zorunda değilsiniz.
çanakkale'de kyk yurdunda kalıyordum o dönem. üç tane arkadaş her birimiz farklı telden zamanımızı öldürüyoruz. ben sandalyemi yatağımın kenarına çekmiş, ayaklarım bodur yatağımın üzerinde kucağımdaki kocaman kitabı okuyordum. saatlerdir aşağıya inmemiştik. o sırada yemekhaneye kızılaydan bir ekip gelmiş litrelerce kan toplamıştı bile. birden hoparlörlerden yurt memurlarının biri konuşmaya başladı. yemekhanede kızılay ekibinin bulunduğunu, bizde fazladan bulunan kana ihtiyacımızın olmadığını, onları ihtiyacı olan birine vermemizin zamanı geldiğini söyleyerek hepimizi kan vermeye davet ediyordu. ben de bu sesi dinlemek için aşağıya eğilmiş başımı kaldırmış, bir rakun edasıyla kulaklarımı kabartmıştım. birden döndüm arkama "hadi lan" dedim "hepimiz kan vermeye gidelim". odadaki diğer arkadaşları bir kaç dakika ikna etme çabalarımın boşa gittiğini anlayınca tek başıma gitmeye karar verdim.
benim o sırada yıllardır muzdarib olduğum bir rahatsızlığım vardı. hâlâ da var ama artık alışığım, eskisi kadar rahatsız olmuyorum. kalabalık ortamlardaki sesler beni sağlıklı bir insanı etkilediğinden fazla etkiliyor, kelimelerle anlatamadığım bir tür duygu değişimine sokuyordu. uzun uzun bunu anlatmayacağım. ben bu rahatsızlığımı bir nebze olsun bastırsın diye her yere kulaklığımı götürürüm. rahatsızlandım mı sesi bastırsın diye takarım kulaklığı, kimseyi duymam. o gün inerken kulaklığımı her nedense almayı unutmuşum. kulaklığımı bulamadığım için derse bile gitmeyen bir öğrenciyim, bunu da söylemeden edemeyeceğim.
kyk yurdunun asansörü bozuk, tüm zamanu üç güne bölsek iki gün bozuk, bir gün çalışır o asansörler, bilen bilir. altıncı kattan bacaklarımın kuvvetiyle indim, yemekhaneye girdim, kan vermek isteyenlerin sırasına girdim, bana verdikleri formdaki bütün soruları cevaplayıp teslim ettim oradaki bir görevliye. formu aldıktan sonra parmağımın ucundan ufak bir kan örneğimi alıp değerlerine mi ne baktılar. kanım çok yoğunmuş, gidip 1 litre su içmem gerekiyormuş, bir saat kadar sonra geri gelmem gerekiyormuş. ben de yemekhaneden aldım 2 tane yarım litre suyu, içtim, yarım saat oyalandım ortalıkta, gidip durumu anlattım görevlilerden birine, artık verebilirsin diye cevap alınca uzandım şezlongvari şeye, sol kolumu omuzuna kadar sıyırdım. iğneden de oldukça korkarım, uzatmamak için bu kadarını söylesem yeterli.
ablanın biri serum gibi bir şeyi koluma taktı, onun başını da beşikli bir mekanizmaya koydu, sallandıkça uykum geliyordu. karşımda televizyon var, ablayla haberleri izleyip yorumluyoruz. sol kolum baştan sona kadar uyuşmuştu. yavaş yavaş baş dönmesi, mide bulantısı başladı. ablaya bunun normal olup olmadığını sordum. bana neden daha önce haber vermediğini söyleyerek üzerinde uzandığı mekanizmanın ayak kısmını yukarı kaldırdı. ayaklarımın başımın üstüne gelecek şekilde konumlandırdı. daha 1 saniye geçmeden hem baş dönmem geçti, hem mide bulantısı geçti. ama kolum hâlâ uyuşuk. abla yakında geçer dedi. bekledik kan torbasının dolmasını. bekleyiş sürdükçe dürdü, nihayet görevimi yerine getirerek kan torbasını gerektiği kadar doldurdum.
hemen salmadılar beni. abla endişeyle bakıyordu yüzüme. " sen" dedi "iyi görünmüyorsun. biraz burada bekle, yan taraftaki sedye boş olunca oraya alalım sen" bekledikçe bekledim. yan tarafta da kan vermenin yaramadığı başka bir öğrenci duruyordu. bunun bekleyişi bitti, çıktı gitti. beni de kolumdan tutarak oraya koydular.
sedyeden inince ayaklarım normal konumuna geldiğinde birden bir bağ dönmesi, mide bvulantısı başladı. kendimi gereğinden fazla içmiş biri gibi görüyorum o vakit. ayaklarım beni taşıyamıyor, o kadar. ama ne zaman sedyeye tekrar uzandım, ayaklarımın yüksekliği başımın yüksekliğini geçti, yine saniyesinde kendime geldim. 15-20 dk kadar beklettiler orada. sonra başkasına yerimi vermem gerektiğini, onun da dinlenmesi gerektiğini söylediler. ben de kalktım sedyeden, az ilerdeki masaya ayağımı yere süre süre gittim. oturdum, sandalyeye kafamı masaya koydum. vücudumda sanki enerji kalmamış, hiçbir yerimi kontrol edemiyorum. az önce bana bir soda bir bisküvi gibi bir şey vermişlerdi ye diye, onları bile mideme yollayamıyorum. kolum sanki benim kolum değil, kalk diyorum, beni umursamıyor. başım masada, kollarım yandan sarkık, sol tarafa dönük suratımla mal mal duvarı izliyorum.
sonra sesler gittikçe çoğalmaya, beni rahatsız etmeye başladı. derhal kulaklığımı takmam gerekiyor, yoksa gidişat hiç iyi değil gibi. zar zor ceplerimi kontrol etti, kulaklığımın orada olmadığını farkkettim. "has...tir" dedim kısık sesle. birazdan sıçmış bulunacaktım. iyimisi telefonla yukarıdaki arkadaşlarımdan birini aramaktı. ama vücudum izin vermiyor. zor bela kafamı biraz kaldırdım masadan, tam dik konuma gelemedim ama. elimi usul usul cebime soktum, düşürmekten korka korka en az 10 saniye kaldıra kaldıra masanın üzerine telefonumu koymayı becerdim. anında da başım masaya tekrar düştü. ellerim yandan sarkmış, bu sefer sol kulağım masayla kafam arasına sıkışmış, mal mal telefona bakıyorum. kollarım artık hiç çalışmıyor. sanki şarjım %1, birazdan sistem kendini kapatacak. telefona bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum... ama bir türlü elimi yukarı kaldırıp da birini arayamıyorum. o sıra telefonun çaldı. arayan oda arkadaşlarımdan biriydi. gözlerimle ekrana odaklandım. sanki bakışlarımla açabileceğim gibi onu. ellerimden birine bütün gücü verip o telefonu açmak istiyorum, elimi yarı yola kadar kaldırıyorum, geri düşüyor. "apo" diyorum kendi kendime, "sen galiba ya... yedin" diyorum. sarhoşluk gibi de değil, sarhoş olsak yine bir şeyler yapabiliyoruz. belki zihnimiz biraz bulantılı oluyor ama istediğimizi arayabiliyoruz. hatta aramak istemediğimizi de arayabiliyoruz. telefon çaldıkça çalıyori birazdan hat düşecek, arama bitecek, ben burada ölecem... diye düşünüyorum. sonra elimi kaldırmaktan vazgeçiyorum. "o telefonu burnumla açabilirim" diye bir fikir aydınlandı vücudumdan daha iyi çalışan kafamda. bu sefer de bütün gücümü boynuma veriyorum, güçbela biraz kafamı kaldırıyorum, bana bir ömür gibi gelen bir zaman diliminde yavaş yavaş burnumu telefonun üzerinde sürerek telefonu açıyorum. kafamı olduğu gibi telefonun üzerine bırakıyorum.
"apo" diyor karşıdaki ses. "nerdesin olum?"
enteresan bir şekilde iyi konuşuyorum ama yüksek sesle değil, zar zor kendimi duyuyorum. bereket versin telefondaki de beni duyabiliyorum.
"oğlum, iyi değilim lan. çabuk yemekhaneye gelin. kulaklığımı da getirmeyi unutmayın, komodinde unutmuşum. gelirken onu da alın" diye hatırladığım bir kaç sözcük söylüyorum.
birden biri omuzumdan tuttu. tutan kişi kızılaydaki görevlilerden biri. beni iki eliyle tutarak sürüklemeye başladı. "sen iyi görünmüyorsun" gibi bir şey dedi. "niye bize haber vermedin" diye de tersliyor. "lan, ben kendime bile haber veremiyordum, sana nasıl haber vereyim" demek istesem de diyemiyorum ya la. az önce beni üzerinden indirip de başkasına verdikleri sedyenin yanına getiriyorlar. yerimi verdiğim arkadaşı oradan indirip beni tekrar yatırıyorlar, ayaklarım yine başımın üstünde geliyor ve 1 saniye gibi mucizevi bir sürede kendime geliyorum yine. aslında çok şaşırıyorum, ama ağlamak işstediğimden bir şey de söylemiyorum. biraz sonra arkadaşlarımın üçü de geliyor, gül gül ölüyolar beni yukarı çıkarmak istiyorlar. ben asansörün bozuk olduğunu, burada bir süre takılmak istediğimi söyleyerek aldığım kulaklığı göreve veriyorum. arkadaşım asansörün çalışıyor olduğunu söylemesiyle buradan çıkmak istemem bir oluyor. çünkü bütün gelen giden bana bakmaya başlamıştı. az önce biri önümüzde kustu, bakan yok. bana niye bakıyorlar, anlamıyorum.
arkadaşlarımın koltukaltlarıma verdiği destekle asansörle altıncı kata çıkıyoruz, aşağıda öğrendiğim taktikle ayaklarımı kafamdan daha yüksek bir konuma getirerek 1-2 saat geçirip kendime geliyorum.
şimdi, böyle bir travma yaşayan ben, nasıl bir daha cesaret edip de kan vereyim. bana da hak verin. zamanınızı çok aldıysam, affedin. siz yine de kan verin. kan, hayat kurtarır. selamlar.
bende fobi oluşturdu. ne zaman merkeze insem hep kafamın içinde bir ses "kan versene" der, yavaş yavaş kızılay aracına yaklaşırım ama bir türlü girmeye cesaret edemem.
ilk ve son kez kan verdiğim anımı anlatmaya değer görüyor, uzun olacağını düşünsem de yazmak istiyorum. bundan sonrasını okumak zorunda değilsiniz.
çanakkale'de kyk yurdunda kalıyordum o dönem. üç tane arkadaş her birimiz farklı telden zamanımızı öldürüyoruz. ben sandalyemi yatağımın kenarına çekmiş, ayaklarım bodur yatağımın üzerinde kucağımdaki kocaman kitabı okuyordum. saatlerdir aşağıya inmemiştik. o sırada yemekhaneye kızılaydan bir ekip gelmiş litrelerce kan toplamıştı bile. birden hoparlörlerden yurt memurlarının biri konuşmaya başladı. yemekhanede kızılay ekibinin bulunduğunu, bizde fazladan bulunan kana ihtiyacımızın olmadığını, onları ihtiyacı olan birine vermemizin zamanı geldiğini söyleyerek hepimizi kan vermeye davet ediyordu. ben de bu sesi dinlemek için aşağıya eğilmiş başımı kaldırmış, bir rakun edasıyla kulaklarımı kabartmıştım. birden döndüm arkama "hadi lan" dedim "hepimiz kan vermeye gidelim". odadaki diğer arkadaşları bir kaç dakika ikna etme çabalarımın boşa gittiğini anlayınca tek başıma gitmeye karar verdim.
benim o sırada yıllardır muzdarib olduğum bir rahatsızlığım vardı. hâlâ da var ama artık alışığım, eskisi kadar rahatsız olmuyorum. kalabalık ortamlardaki sesler beni sağlıklı bir insanı etkilediğinden fazla etkiliyor, kelimelerle anlatamadığım bir tür duygu değişimine sokuyordu. uzun uzun bunu anlatmayacağım. ben bu rahatsızlığımı bir nebze olsun bastırsın diye her yere kulaklığımı götürürüm. rahatsızlandım mı sesi bastırsın diye takarım kulaklığı, kimseyi duymam. o gün inerken kulaklığımı her nedense almayı unutmuşum. kulaklığımı bulamadığım için derse bile gitmeyen bir öğrenciyim, bunu da söylemeden edemeyeceğim.
kyk yurdunun asansörü bozuk, tüm zamanu üç güne bölsek iki gün bozuk, bir gün çalışır o asansörler, bilen bilir. altıncı kattan bacaklarımın kuvvetiyle indim, yemekhaneye girdim, kan vermek isteyenlerin sırasına girdim, bana verdikleri formdaki bütün soruları cevaplayıp teslim ettim oradaki bir görevliye. formu aldıktan sonra parmağımın ucundan ufak bir kan örneğimi alıp değerlerine mi ne baktılar. kanım çok yoğunmuş, gidip 1 litre su içmem gerekiyormuş, bir saat kadar sonra geri gelmem gerekiyormuş. ben de yemekhaneden aldım 2 tane yarım litre suyu, içtim, yarım saat oyalandım ortalıkta, gidip durumu anlattım görevlilerden birine, artık verebilirsin diye cevap alınca uzandım şezlongvari şeye, sol kolumu omuzuna kadar sıyırdım. iğneden de oldukça korkarım, uzatmamak için bu kadarını söylesem yeterli.
ablanın biri serum gibi bir şeyi koluma taktı, onun başını da beşikli bir mekanizmaya koydu, sallandıkça uykum geliyordu. karşımda televizyon var, ablayla haberleri izleyip yorumluyoruz. sol kolum baştan sona kadar uyuşmuştu. yavaş yavaş baş dönmesi, mide bulantısı başladı. ablaya bunun normal olup olmadığını sordum. bana neden daha önce haber vermediğini söyleyerek üzerinde uzandığı mekanizmanın ayak kısmını yukarı kaldırdı. ayaklarımın başımın üstüne gelecek şekilde konumlandırdı. daha 1 saniye geçmeden hem baş dönmem geçti, hem mide bulantısı geçti. ama kolum hâlâ uyuşuk. abla yakında geçer dedi. bekledik kan torbasının dolmasını. bekleyiş sürdükçe dürdü, nihayet görevimi yerine getirerek kan torbasını gerektiği kadar doldurdum.
hemen salmadılar beni. abla endişeyle bakıyordu yüzüme. " sen" dedi "iyi görünmüyorsun. biraz burada bekle, yan taraftaki sedye boş olunca oraya alalım sen" bekledikçe bekledim. yan tarafta da kan vermenin yaramadığı başka bir öğrenci duruyordu. bunun bekleyişi bitti, çıktı gitti. beni de kolumdan tutarak oraya koydular.
sedyeden inince ayaklarım normal konumuna geldiğinde birden bir bağ dönmesi, mide bvulantısı başladı. kendimi gereğinden fazla içmiş biri gibi görüyorum o vakit. ayaklarım beni taşıyamıyor, o kadar. ama ne zaman sedyeye tekrar uzandım, ayaklarımın yüksekliği başımın yüksekliğini geçti, yine saniyesinde kendime geldim. 15-20 dk kadar beklettiler orada. sonra başkasına yerimi vermem gerektiğini, onun da dinlenmesi gerektiğini söylediler. ben de kalktım sedyeden, az ilerdeki masaya ayağımı yere süre süre gittim. oturdum, sandalyeye kafamı masaya koydum. vücudumda sanki enerji kalmamış, hiçbir yerimi kontrol edemiyorum. az önce bana bir soda bir bisküvi gibi bir şey vermişlerdi ye diye, onları bile mideme yollayamıyorum. kolum sanki benim kolum değil, kalk diyorum, beni umursamıyor. başım masada, kollarım yandan sarkık, sol tarafa dönük suratımla mal mal duvarı izliyorum.
sonra sesler gittikçe çoğalmaya, beni rahatsız etmeye başladı. derhal kulaklığımı takmam gerekiyor, yoksa gidişat hiç iyi değil gibi. zar zor ceplerimi kontrol etti, kulaklığımın orada olmadığını farkkettim. "has...tir" dedim kısık sesle. birazdan sıçmış bulunacaktım. iyimisi telefonla yukarıdaki arkadaşlarımdan birini aramaktı. ama vücudum izin vermiyor. zor bela kafamı biraz kaldırdım masadan, tam dik konuma gelemedim ama. elimi usul usul cebime soktum, düşürmekten korka korka en az 10 saniye kaldıra kaldıra masanın üzerine telefonumu koymayı becerdim. anında da başım masaya tekrar düştü. ellerim yandan sarkmış, bu sefer sol kulağım masayla kafam arasına sıkışmış, mal mal telefona bakıyorum. kollarım artık hiç çalışmıyor. sanki şarjım %1, birazdan sistem kendini kapatacak. telefona bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum... ama bir türlü elimi yukarı kaldırıp da birini arayamıyorum. o sıra telefonun çaldı. arayan oda arkadaşlarımdan biriydi. gözlerimle ekrana odaklandım. sanki bakışlarımla açabileceğim gibi onu. ellerimden birine bütün gücü verip o telefonu açmak istiyorum, elimi yarı yola kadar kaldırıyorum, geri düşüyor. "apo" diyorum kendi kendime, "sen galiba ya... yedin" diyorum. sarhoşluk gibi de değil, sarhoş olsak yine bir şeyler yapabiliyoruz. belki zihnimiz biraz bulantılı oluyor ama istediğimizi arayabiliyoruz. hatta aramak istemediğimizi de arayabiliyoruz. telefon çaldıkça çalıyori birazdan hat düşecek, arama bitecek, ben burada ölecem... diye düşünüyorum. sonra elimi kaldırmaktan vazgeçiyorum. "o telefonu burnumla açabilirim" diye bir fikir aydınlandı vücudumdan daha iyi çalışan kafamda. bu sefer de bütün gücümü boynuma veriyorum, güçbela biraz kafamı kaldırıyorum, bana bir ömür gibi gelen bir zaman diliminde yavaş yavaş burnumu telefonun üzerinde sürerek telefonu açıyorum. kafamı olduğu gibi telefonun üzerine bırakıyorum.
"apo" diyor karşıdaki ses. "nerdesin olum?"
enteresan bir şekilde iyi konuşuyorum ama yüksek sesle değil, zar zor kendimi duyuyorum. bereket versin telefondaki de beni duyabiliyorum.
"oğlum, iyi değilim lan. çabuk yemekhaneye gelin. kulaklığımı da getirmeyi unutmayın, komodinde unutmuşum. gelirken onu da alın" diye hatırladığım bir kaç sözcük söylüyorum.
birden biri omuzumdan tuttu. tutan kişi kızılaydaki görevlilerden biri. beni iki eliyle tutarak sürüklemeye başladı. "sen iyi görünmüyorsun" gibi bir şey dedi. "niye bize haber vermedin" diye de tersliyor. "lan, ben kendime bile haber veremiyordum, sana nasıl haber vereyim" demek istesem de diyemiyorum ya la. az önce beni üzerinden indirip de başkasına verdikleri sedyenin yanına getiriyorlar. yerimi verdiğim arkadaşı oradan indirip beni tekrar yatırıyorlar, ayaklarım yine başımın üstünde geliyor ve 1 saniye gibi mucizevi bir sürede kendime geliyorum yine. aslında çok şaşırıyorum, ama ağlamak işstediğimden bir şey de söylemiyorum. biraz sonra arkadaşlarımın üçü de geliyor, gül gül ölüyolar beni yukarı çıkarmak istiyorlar. ben asansörün bozuk olduğunu, burada bir süre takılmak istediğimi söyleyerek aldığım kulaklığı göreve veriyorum. arkadaşım asansörün çalışıyor olduğunu söylemesiyle buradan çıkmak istemem bir oluyor. çünkü bütün gelen giden bana bakmaya başlamıştı. az önce biri önümüzde kustu, bakan yok. bana niye bakıyorlar, anlamıyorum.
arkadaşlarımın koltukaltlarıma verdiği destekle asansörle altıncı kata çıkıyoruz, aşağıda öğrendiğim taktikle ayaklarımı kafamdan daha yüksek bir konuma getirerek 1-2 saat geçirip kendime geliyorum.
şimdi, böyle bir travma yaşayan ben, nasıl bir daha cesaret edip de kan vereyim. bana da hak verin. zamanınızı çok aldıysam, affedin. siz yine de kan verin. kan, hayat kurtarır. selamlar.
devamını gör...
18.
kan vereli yaklaşık 2.5 gün olmasına rağmen kolumda morluk oluşmasına sebebiyet veren durumdur.
hadi iğne yapılan bölge mor zaten onu anladık da, oradan birkaç cm uzaklıkta bir iki morluk daha var onu çözemedim.
neyse ki ağrı faksn yok.
edit: tabi bunda kolumu tavsiyelere uymayarak mal gibi ağırlık kaldırmak için kullanmış olmamın da payı vardır belki. ağırlık da 2.5 litrelik kola ve kedi ya lan.
hadi iğne yapılan bölge mor zaten onu anladık da, oradan birkaç cm uzaklıkta bir iki morluk daha var onu çözemedim.
neyse ki ağrı faksn yok.
edit: tabi bunda kolumu tavsiyelere uymayarak mal gibi ağırlık kaldırmak için kullanmış olmamın da payı vardır belki. ağırlık da 2.5 litrelik kola ve kedi ya lan.
devamını gör...
19.
morlukların sebebi kan alan personelin hatası olabileceği gibi aldıran kişi de olabilir. zira beş dakika kolu kırmadan sıkıca bastıranı nadir görürsünüz. bir de iğne yapılınca ovma meselesi var ya onun kan aldırmada da geçerli olduğunu zannedip hunharca ovalayıp kanın deri altına sızıp mor görünmesini özellikle sağlayan amca ve teyzeler vardır kan alan kişiye iğneci derler. kan sulandırıcı kullananlarda da morarma oluyor malesef ama onlar zaten bunu bildikleri için çokça bastırırlar.
devamını gör...
20.
kızılay'a kan vermem diyen arkadaşların kan alacak parası çok heralde(ki kanı almak veya satmak suçtur), kızılay yönetim şekli vs. bambaşka konular ama yarın, öbür gün sizin yada sevdiğiniz birinin başına bir olay gelirse ve kan ihtiyacınız olursa size karşılıksız olarak kan temin edecek tek kurum kızılay olacaktır.karşılığı en fazla grubu fark etmeksizin kan vermeniz olacaktır. vermeyin devam edin böyle başınıza gelince anlarsınız.
devamını gör...