yoldaş'tan normal sözlük yazarlarına açık mektup
nedensizce yüzümde gülümseme ile okuduğum mektuptur. ne güzel yazmışsın be yoldaş!
devamını gör...
anna karenina
anna-vronski, dolli-stiva ve kiti-levin. üç farklı hayat, üç farklı portre, üç farklı ölüm.
şimdi yazacaklarım spoiler içermeyecek. ancak daha sonrasında spoiler ile birlikte açıklayacağım düşündüklerimi. ve belki biraz uzun bir yazı olacak, o yüzden bir eser de koyuyorum:
tolstoy gibi bir dehanın belki de en büyük eseridir bu kitap. savaş ve barış'ı andırdığı çok fazla yön vardır. örneğin, savaş ve barış'ta olduğu gibi bizlere "dışsal bir gücün dayattığı zorunluluk" anlayışını verir. dıştan bağımsız içsel bir mücadele bu romanda da görülür. açıkçası bazen düşünüyorum: böyle bir romana roman yakıştırması yapmak adaletli midir? çünkü bir sürü roman okuruz ve dönüp dolaşıp da üzerine pek düşünmeyiz bazıları üzerine. gerçi üzerine düşünmediğimiz, kendini açmayan bir roman da ne kadar romandır tartışma konusu. lakin tolstoy'un kalemi o denli güçlü ki insan kendi kendine soruyor: ne okudum ben şimdi? gerçekten okudum mu bir şey, yoksa bu okuduğumu sandığım şeyi aslında görüm mü ve gerçek bir hayattan kısa bir kesit miydi bu sadece?
"bir düzyazı türü olarak roman" da denebilir, "apaçık hayat" da. romanı okurken çok keskin olarak anlaşılan bir konu varsa da bu mutlaka "karşıtlıklar" olur. derin bir analoji üzerine kuruludur ve bunu anna-vronski ilişkisi ile kiti-levin ilişkisi üzerinde görürüz.
bu analojiye az sonra spoiler ile birlikte değineceğim. ondan önce hislerimi açıklamama izin verin lütfen.
açıkçası böylesine bir eseri insan gerçekten de sindirerek okumalıymış diye düşünüyorum. ve ben epey uzun sürede bitirdiğim için (bilinçli olarak) bundan memnunum. kendimi sıkmadım, ruhum beni ne zaman çekti o gerçek hayata; işte o zaman döndüm oraya. kitap beni sıkmadı. * lakin beni kendinden uzaklaştırdığı da oldu. çünkü hanımlar, baylar; bu kitap gerçek bir hayatı anlatıyor adeta size. ve korkmamak elde mi? size neyin ne olduğunu söylüyor. * belki bu yüzdendir, kitapta hiç üzücü bir şeyin anlatılmadığı yerde bile gözyaşlarıma hakim olamadım. gerçi tamamıyla anlaşıldığında şüphesiz bir trajedidir bu. ama bir kurtuluşun da öyküsüdür. bir dirilişin veyahut. aynı zamanda bir ölümün. şu an bile düşündükçe tüylerim diken diken olur. okundu ve bitti, evet. anısı ise halen aklımda, gerçek bir romanın bizlere yapması gerektiği gibi.
gelgelelim bu yazıda umduğum gibi de yazamayacağım. cesaret etmeye bile korkuyorum bu roman hakkında. anlamını sözcüklerimle öldürmeyeyim istiyorum. diğer yandan samimi bir dille anlatırsam, işte o zaman, anlam güçlenebilir.
kitapta aşk kelimesi pek geçmez. ancak o aşkı iliklerinize kadar da hissedersiniz. daha doğrusu buna aşk demeye siz de cesaret edemezsiniz ya; yalnızca düşünür ve başka kelime bulamadığınızı fark edersiniz. evet, gerçek hayat gibidir derken belki de bunu kastediyordum işte. kelimeler yetersizdir ve kelimeler gereksizdir. insan doğasının bizlere "bahşettiği" bir lanettir kelimeler. çünkü gözler ve yürek zaten konuşur. bizlerse onları duyarız. kelimelerse bunu bozar bir noktada ve duyumu engeller. işte tolstoy bunu biliyor olmalı şüphesiz. bizlere öylesine sesleniyor ki, dış dünyayla bağlantımızı koparmadan iç dünyaya olan ilişiğimizi gösteriyor.
yani yazar var, yazar var...
şimdi içerikle beraber kısaca bu analojiye değinmek istiyorum. şüphesiz yüce olana çağrıdır bu roman. bir yakarıştır da yüce olan için. vicdanın ve yüce gönüllülüğün öldüğünü bize gösterir, sahtekarlığın ise hiç olmadığı kadar zirvede olduğunu gösterdiği gibi. anna'nın çığlıklarını duyarız ölümüne kadar. tek istediğinin sevilmek olduğunu anlarız. ve vronski'ye aslında teslim edemediğini tamamen kendini. fakat bunun sebebi pek de vronski'yle alakalı olmasa gerek. anna, levin gibi ince bir ruha sahiptir. hayatın olağan akışına ayak uyduramayan ve ayak da uydurmaktan çekinen kimselerdir bunlar. bu yüzden de toplum tarafından "dışlanırlar". anna'nın aşkı alay konusu olur sosyetede. levin'in hayat hakkında düşünceleri de. örneğin, levin'in kiti'ye günlüğünü okutmasını göz önüne alalım. böyle bir davranış biçimi hangi insanda görülür?
diğer yandan vronski levin'in -kanımca- tam zıttıdır. levin için aşk ölümsüz ve yücedir, cinsellikle bağdaşır fakat sevgi ile ayaktadır. vronski içinse aşk daha çok şehvetle karışıktır. öyle ki anna'ya aşık olduğunu söyledikten sonra kendine, ona karşı soğuduğunu hisseder zaman zaman:
"vronski'nin ne söylemek istediğini birden anımsayamadı. son zamanlarda giderek sıklaşan anna'nın kıskançlık nöbetleri dehşet veriyordu ona. bu kıskançlığın nedeninin sevgi olduğunu bilmesine karşın, bu durum vronski'yi anna'ya karşı soğutuyordu. bunu gizlemeye çalışıyordu vronski. anna'nın sevgisinin onun için bir mutluluk olduğunu kaç kez söylemişti kendi kendine, işte şimdi anna, dünyada en önemli şeyi aşkı olan bir kadının sevebileceği gibi seviyordu onu. oysa o, anna'nın peşinden gitmek için moskova'dan ayrıldığı zamanki mutluluğundan çok uzaklardaydı. o zaman mutsuz sayıyordu kendini. önündeydi mutluluk. şimdiyse en tatlı mutluluğu geride bıraktığını hissediyordu. anna, ilk zamanlar gördüğü anna değildi. onda ruhsal yönden de, bedensel yönden de kötüye doğru bir değişme olmuştu. kalınlaşmıştı. yüzünde aktristten söz ederken olduğu gibi hain, yüzünü çirkinleştiren bir anlatım belirmişti. vronski, anna'ya, kopardığı solmuş bir çiçeğe, onda artık onu koparmasının nedeni olan güzelliğini görmeden bakan bir insan gibi bakıyordu. buna karşın vronski, eskiden aşkı daha güçlü olduğu zamanlar, çok isterse bu aşkı yüreğinden koparıp atabileceğini düşünürken şimdi anna'yı sevmediğini hissettiği şu anda, onunla arasındaki bağın koparılamayacak bir bağ olduğunu biliyordu." (sayfa 467)
levin ise daha çok şöyle düşünür:
"levin, şimdiye dek evlilik üzerine düşüncelerinin yaşamını nasıl düzenleyeceği üzerine kurduğu hayallerinin tümünün çocukça şeyler olduğunu; bunun, onun şimdiye dek anlamadığı, şimdi de, bunu yaşamasına karşın daha da az anladığı bir şey olduğuunu giderek daha iyi hissediyordu. göğsünden boğazına doğru bir şey yükseldi, yükseldi, tutamadığı gözyaşlarıyla doldu gözleri." (sayfa 581)
"kiti'nin bu söylediklerinde olağanüstü hiçbir şey yoktu görünüşte. ama o, bunu söylerken sesinin her kıvrımında, dudaklarının da, gözlerinin de, ellerinin de her hareketinde levin için sözle anlatılamayacak ne büyük anlam vardı! her şey vardı burada: özür dileme de, levin'e güven de, şefkat de -ince, ürkek bir şefkatti bu-, söz veriş de, umut da, sevgi de -bu sevgiye inanmamak elinde değildi levin'in, mutluluktan soluğu kesilecek gibi oluyordu-..." (sayfa 499)
"özgürlük mü? neye yarar özgürlük? sevmektir mutluluk. istemek, onun istediği şeyleri istemek, onun düşündüğü şeyleri düşünmektir mutluluk. özgürlüğün olmamasıdır yani!" (sayfa 570)
vronski zaten oldukça gösterişli bir adamdır. yakışıklı, zengin, mevkiili vs. vs. levin ise bütün bunlara yabancı bir romantiktir. yakışıklı ve paralıdır belki ama sosyete hayatına vronski kadar alışık değildir ve yabancı hisseder orada kendini. huzursuz hisseder ve çiftlik evine, kitaplarına ve laska'ya, çulluk avına döner. bir yandan da düşünmektedir hayat hakkında. tıpkı anna'nın o sıralar düşündüğü gibi. fakat levin'in düşünceleri doğrudan felsefidir ve hayatın anlamıyla alakalıdır. bu açıdan levin içe dönük bir doğaya sahiptir. anna'nın düşünceleri ise yaşamak ile alakalıdır ve yine kendini var etmekle alakalıdır. ikisinde de bir yaşama arzusu vardır ve bu dışsal olan ideale yöneliktir. diğer insanlardan farklılardır; diğerleri kendilerini herkesin kendisini kaptırdığı bir akıntıya kaptırmıştır. bunu levin ile köylülerin diyaloglarında görebiliriz. örneğin, çar'ın savaşa adam yollamasıyla alakalı bir konuşmada, sergey ivanvoviç idi yanılmıyorsam- şöyle bir şey sorar köylüye: "bu savaş hakkında ne düşünüyorsun?" köylü cevap verir: "imparatorumuz ne derse o iyidir."
bu bakımdan levin'in ve hatta sergey ivanoviç'in auraları anlaşılabilir.
şimdi düşünüyorum da... bu kadar fazla karakteri nasıl anlatmaya kalkışacağımı bilemedim. ayrı ayrı isimleriyle başlıklar açsam daha makul olur diye düşünmekteyim. bir sürü karakter var ve bu karakterlere az yer verilmişse de her biri konuşulmayı hak ediyor. örneğin mariya nikolayevna, lvov, katavasov, mihaylov vs. vs.
ama genel hatlarıyla söylenebilir ki bir devrin bittiği açıklanmaktadır bu kitapla birlikte. romantizmin sonu, hovardalığın başlangıcı. veya şöyle de denebilir (gerçi çok şey denebilir): "anlaşılmak"ın yenilgisi...
şuna da değinmek istiyorum: fru-fru'nun ölümü ile anna'nın ölümü oldukça paralellik gösteriyordu. anna'nın orada haykırışı aslında bir noktada kendi ölümünü doğurdu. nasılsa fru-fru'nun ölmeden ve düşmeden önce haykırdığı gibi. vronski dengeyi sağlayamamıştı fru-fru'nun üzerinde ve istemi dışında düşmüştü. fakat tam olarak da istemi dışında düşmemişti. nasılsa anna'yı istemeden ve aynı zamanda isteyerek öldürdüğü gibi. şüphesiz kendi hovardalığı da sebep oldu bunlara ve anna'yı anlayamadı. anna zaten anlaşılması oldukça zor bir kadındı. o yüzden de bu kadar yalnızdı bugüne kadar. (levin gibi)
neticede anna anlaşılamadı ve öldü, levin ise anlaşıldı ve yeniden doğdu. fakat bir noktada levin'in de neredeyse öldüğünü ve tanrı'ya inanmamasına rağmen tanrı'ya yakardığını gördük: çocuğunun doğumu. bu nokta levin için dehşet vericiydi, öyle ki kiti ölecek diye korkunç bir buhrana girmişti. ve gördük ki, çocuk doğunca, levin pek de memnun olmadı. çünkü oydu ona bunca acıyı veren.
pek açılmaya müsait şeyler söylediklerim, farkındayım. lakin şu konu anlaşılmalıdır: bu kitap kendisini sonsuza kadar açabilir. nasılsa kendi hayatlarımız sonsuza kadar açılabilecekse. nitekim bazı anlarda düşünüp düşünüp dururuz ama bir sonuca varamayız, çünkü sonsuz olasılık, senaryo vardır.
ayrıyeten dolli ve stiva'dan bahsetmek isterdim. onlar ise aslında bu başkaldırıdan uzak kimselerdir ki bunu özellikle stiva'nın aldatmalarında ve kadınlar hakkındaki düşüncelerinde, dolli'nin ise en sonlarda anna'ya giderkenki çapkınlık düşüncelerinde görürüz. bunlar sadece düşüncedir dolli için çünkü kendisi evlidir. anna gibi cesaret edemez yeni maceralara atılmaya. fakat içten içe istemektedir de.
sanırım bu kadar yazacağım. ileride eklemeler yapar, renklendiririm bu yazıyı. ve aklıma geldikçe doldurmaya özen göstereceğim. şüphesiz birkaç yıl sonra -şayet burada olursam- yine bir şeyler yazacağımdır. çünkü saatlerce konuşmaya değer bir konu. doğrudan hayatla ilişkili işte. biraz alıntıya yer vereyim öyleyse son olarak:
anna:
özgürlüğünün, sağlığına hızla kavuşmasının bu birinci döneminde anna bağışlanamayacak kadar mutlu, yaşam dolu olduğunu hissediyordu. kocasının mutsuzluğunun anısı zehirlemiyordu mutluluğunu. bir yandan, bu anı üzerinde düşünülemeyecek kadar korkunçtu; öte yandan, kocasının mutsuzluğu ona pişmanlık duyamayacağı kadar büyük bir mutluluk veriyordu. hastalanmasından sonra olan biten her şeyin anısı -kocasıyla barışması, bozuşmaları, vronski'nin yaralandığı haberi, onun eve gelmesi, boşanma hazırlıkları, kocasının evinden ayrılışı, oğluyla vedalaşması- bütün bunlar ona kâbus gibi geliyordu. kocasına yaptığı kötülük şimdi tiksintiyi uyandıran bir duygu uyandırıyordu içinde. boğulmak üzere olan bir insanın, ona sarılmış, onu dibe çeken bir insandan kendini kurtardığı anda duyabileceği duygunun aynıydı bu duygu. öteki adam boğulmuştur. elbbette iyi bir şey değildir bu. ama tek kurtuluşu o korkunç ayrıntıları düşünmemekti.
stepan arkadyeviç, aleksey aleksandroviç karenin'e anna'yla boşanmaları için konuşuyor:
"her gün senden gelecek yanıtı bekliyor. doğrusu, ölüm cezasına çarptırılmış bir insanı, boynunda bir ilmekle, belki öleceksin, belki bağışlanacaksın diye aylarca öyle bekletmeye benziyor bu."
levin ve doğası hakkında:
"ama korkunç olan bir şey var... sen evlendin, bilirsin bu duyguyu...bizim gibi yaşlıların, aşklarının değil de günahlarının geçmişiyle...ansızın tertemiz, masum bir yaratığa yaklaşmamızdır korkunç olan. iğrenç bir şey bu. insanın bu yüzden kendini ona layık görmesi olası değildir..."
"işlediğim sevaplara göre bağışlama beni, yüce yürekliliğinle bağışla... "
levin, aşırı uysallıklarıyla, çekingenlikleriyle can sıkan insanların çok kısa bi zaman sonra aşırı titizlikleriyle, huzursuzluklarıyla çekilmez olduklarını bilirdi. aynı durumun ağabeyinde de ortaya çıktığını hissediyordu. gerçekten de, nikolay'ın munisliği çok sürmedi. devrisi gün başladı huysuzluğa. sürekli çatıyordu kardeşine. onun en duyarlı yerlerine dokunuyordu.
aile yaşamında bir şey yapabilmesi için karı koca arasında ya kesin bir anlaşmazlık ya da sevgi dolu bir anlaşma olmalıdır. karı koca arasında ilişki belirsizse, anlaşmazlık da, sevgi dolu anlaşma da yoksa, bu durumda hiçbir şey yapılamaz.
birçok aile, sırf karı koca arasında tam bir anlaşmazlık ya da anlaşma olmadığı için ikisinin de çoktan bıktıkları yeri yıllarca değiştiremezler.
insan sevdiğini olduğu gibi sever, olmasını istediği gibi değil.
ışıktan yoksun olmamak için gözlerini kapamaması yeter insanın.
sevgide az ya da çok diye bir şey yoktur.
eğer iyiliğin bir nedeni varsa, o artık iyili değildir; eğer iyiliğin bir sonucu, yani ödülü varsa yine iyilik değildir. demek ki iyilik, neden ve sonuç zincirinin dışındadır.
- ama eğitimin amacı da bu zaten: her şeyi zevk haline getirmek.
+ eh, eğer amaç buysa o zaman ben yabani kalmak isterim.
şimdi yazacaklarım spoiler içermeyecek. ancak daha sonrasında spoiler ile birlikte açıklayacağım düşündüklerimi. ve belki biraz uzun bir yazı olacak, o yüzden bir eser de koyuyorum:
tolstoy gibi bir dehanın belki de en büyük eseridir bu kitap. savaş ve barış'ı andırdığı çok fazla yön vardır. örneğin, savaş ve barış'ta olduğu gibi bizlere "dışsal bir gücün dayattığı zorunluluk" anlayışını verir. dıştan bağımsız içsel bir mücadele bu romanda da görülür. açıkçası bazen düşünüyorum: böyle bir romana roman yakıştırması yapmak adaletli midir? çünkü bir sürü roman okuruz ve dönüp dolaşıp da üzerine pek düşünmeyiz bazıları üzerine. gerçi üzerine düşünmediğimiz, kendini açmayan bir roman da ne kadar romandır tartışma konusu. lakin tolstoy'un kalemi o denli güçlü ki insan kendi kendine soruyor: ne okudum ben şimdi? gerçekten okudum mu bir şey, yoksa bu okuduğumu sandığım şeyi aslında görüm mü ve gerçek bir hayattan kısa bir kesit miydi bu sadece?
"bir düzyazı türü olarak roman" da denebilir, "apaçık hayat" da. romanı okurken çok keskin olarak anlaşılan bir konu varsa da bu mutlaka "karşıtlıklar" olur. derin bir analoji üzerine kuruludur ve bunu anna-vronski ilişkisi ile kiti-levin ilişkisi üzerinde görürüz.
bu analojiye az sonra spoiler ile birlikte değineceğim. ondan önce hislerimi açıklamama izin verin lütfen.
açıkçası böylesine bir eseri insan gerçekten de sindirerek okumalıymış diye düşünüyorum. ve ben epey uzun sürede bitirdiğim için (bilinçli olarak) bundan memnunum. kendimi sıkmadım, ruhum beni ne zaman çekti o gerçek hayata; işte o zaman döndüm oraya. kitap beni sıkmadı. * lakin beni kendinden uzaklaştırdığı da oldu. çünkü hanımlar, baylar; bu kitap gerçek bir hayatı anlatıyor adeta size. ve korkmamak elde mi? size neyin ne olduğunu söylüyor. * belki bu yüzdendir, kitapta hiç üzücü bir şeyin anlatılmadığı yerde bile gözyaşlarıma hakim olamadım. gerçi tamamıyla anlaşıldığında şüphesiz bir trajedidir bu. ama bir kurtuluşun da öyküsüdür. bir dirilişin veyahut. aynı zamanda bir ölümün. şu an bile düşündükçe tüylerim diken diken olur. okundu ve bitti, evet. anısı ise halen aklımda, gerçek bir romanın bizlere yapması gerektiği gibi.
gelgelelim bu yazıda umduğum gibi de yazamayacağım. cesaret etmeye bile korkuyorum bu roman hakkında. anlamını sözcüklerimle öldürmeyeyim istiyorum. diğer yandan samimi bir dille anlatırsam, işte o zaman, anlam güçlenebilir.
kitapta aşk kelimesi pek geçmez. ancak o aşkı iliklerinize kadar da hissedersiniz. daha doğrusu buna aşk demeye siz de cesaret edemezsiniz ya; yalnızca düşünür ve başka kelime bulamadığınızı fark edersiniz. evet, gerçek hayat gibidir derken belki de bunu kastediyordum işte. kelimeler yetersizdir ve kelimeler gereksizdir. insan doğasının bizlere "bahşettiği" bir lanettir kelimeler. çünkü gözler ve yürek zaten konuşur. bizlerse onları duyarız. kelimelerse bunu bozar bir noktada ve duyumu engeller. işte tolstoy bunu biliyor olmalı şüphesiz. bizlere öylesine sesleniyor ki, dış dünyayla bağlantımızı koparmadan iç dünyaya olan ilişiğimizi gösteriyor.
yani yazar var, yazar var...
şimdi içerikle beraber kısaca bu analojiye değinmek istiyorum. şüphesiz yüce olana çağrıdır bu roman. bir yakarıştır da yüce olan için. vicdanın ve yüce gönüllülüğün öldüğünü bize gösterir, sahtekarlığın ise hiç olmadığı kadar zirvede olduğunu gösterdiği gibi. anna'nın çığlıklarını duyarız ölümüne kadar. tek istediğinin sevilmek olduğunu anlarız. ve vronski'ye aslında teslim edemediğini tamamen kendini. fakat bunun sebebi pek de vronski'yle alakalı olmasa gerek. anna, levin gibi ince bir ruha sahiptir. hayatın olağan akışına ayak uyduramayan ve ayak da uydurmaktan çekinen kimselerdir bunlar. bu yüzden de toplum tarafından "dışlanırlar". anna'nın aşkı alay konusu olur sosyetede. levin'in hayat hakkında düşünceleri de. örneğin, levin'in kiti'ye günlüğünü okutmasını göz önüne alalım. böyle bir davranış biçimi hangi insanda görülür?
diğer yandan vronski levin'in -kanımca- tam zıttıdır. levin için aşk ölümsüz ve yücedir, cinsellikle bağdaşır fakat sevgi ile ayaktadır. vronski içinse aşk daha çok şehvetle karışıktır. öyle ki anna'ya aşık olduğunu söyledikten sonra kendine, ona karşı soğuduğunu hisseder zaman zaman:
"vronski'nin ne söylemek istediğini birden anımsayamadı. son zamanlarda giderek sıklaşan anna'nın kıskançlık nöbetleri dehşet veriyordu ona. bu kıskançlığın nedeninin sevgi olduğunu bilmesine karşın, bu durum vronski'yi anna'ya karşı soğutuyordu. bunu gizlemeye çalışıyordu vronski. anna'nın sevgisinin onun için bir mutluluk olduğunu kaç kez söylemişti kendi kendine, işte şimdi anna, dünyada en önemli şeyi aşkı olan bir kadının sevebileceği gibi seviyordu onu. oysa o, anna'nın peşinden gitmek için moskova'dan ayrıldığı zamanki mutluluğundan çok uzaklardaydı. o zaman mutsuz sayıyordu kendini. önündeydi mutluluk. şimdiyse en tatlı mutluluğu geride bıraktığını hissediyordu. anna, ilk zamanlar gördüğü anna değildi. onda ruhsal yönden de, bedensel yönden de kötüye doğru bir değişme olmuştu. kalınlaşmıştı. yüzünde aktristten söz ederken olduğu gibi hain, yüzünü çirkinleştiren bir anlatım belirmişti. vronski, anna'ya, kopardığı solmuş bir çiçeğe, onda artık onu koparmasının nedeni olan güzelliğini görmeden bakan bir insan gibi bakıyordu. buna karşın vronski, eskiden aşkı daha güçlü olduğu zamanlar, çok isterse bu aşkı yüreğinden koparıp atabileceğini düşünürken şimdi anna'yı sevmediğini hissettiği şu anda, onunla arasındaki bağın koparılamayacak bir bağ olduğunu biliyordu." (sayfa 467)
levin ise daha çok şöyle düşünür:
"levin, şimdiye dek evlilik üzerine düşüncelerinin yaşamını nasıl düzenleyeceği üzerine kurduğu hayallerinin tümünün çocukça şeyler olduğunu; bunun, onun şimdiye dek anlamadığı, şimdi de, bunu yaşamasına karşın daha da az anladığı bir şey olduğuunu giderek daha iyi hissediyordu. göğsünden boğazına doğru bir şey yükseldi, yükseldi, tutamadığı gözyaşlarıyla doldu gözleri." (sayfa 581)
"kiti'nin bu söylediklerinde olağanüstü hiçbir şey yoktu görünüşte. ama o, bunu söylerken sesinin her kıvrımında, dudaklarının da, gözlerinin de, ellerinin de her hareketinde levin için sözle anlatılamayacak ne büyük anlam vardı! her şey vardı burada: özür dileme de, levin'e güven de, şefkat de -ince, ürkek bir şefkatti bu-, söz veriş de, umut da, sevgi de -bu sevgiye inanmamak elinde değildi levin'in, mutluluktan soluğu kesilecek gibi oluyordu-..." (sayfa 499)
"özgürlük mü? neye yarar özgürlük? sevmektir mutluluk. istemek, onun istediği şeyleri istemek, onun düşündüğü şeyleri düşünmektir mutluluk. özgürlüğün olmamasıdır yani!" (sayfa 570)
vronski zaten oldukça gösterişli bir adamdır. yakışıklı, zengin, mevkiili vs. vs. levin ise bütün bunlara yabancı bir romantiktir. yakışıklı ve paralıdır belki ama sosyete hayatına vronski kadar alışık değildir ve yabancı hisseder orada kendini. huzursuz hisseder ve çiftlik evine, kitaplarına ve laska'ya, çulluk avına döner. bir yandan da düşünmektedir hayat hakkında. tıpkı anna'nın o sıralar düşündüğü gibi. fakat levin'in düşünceleri doğrudan felsefidir ve hayatın anlamıyla alakalıdır. bu açıdan levin içe dönük bir doğaya sahiptir. anna'nın düşünceleri ise yaşamak ile alakalıdır ve yine kendini var etmekle alakalıdır. ikisinde de bir yaşama arzusu vardır ve bu dışsal olan ideale yöneliktir. diğer insanlardan farklılardır; diğerleri kendilerini herkesin kendisini kaptırdığı bir akıntıya kaptırmıştır. bunu levin ile köylülerin diyaloglarında görebiliriz. örneğin, çar'ın savaşa adam yollamasıyla alakalı bir konuşmada, sergey ivanvoviç idi yanılmıyorsam- şöyle bir şey sorar köylüye: "bu savaş hakkında ne düşünüyorsun?" köylü cevap verir: "imparatorumuz ne derse o iyidir."
bu bakımdan levin'in ve hatta sergey ivanoviç'in auraları anlaşılabilir.
şimdi düşünüyorum da... bu kadar fazla karakteri nasıl anlatmaya kalkışacağımı bilemedim. ayrı ayrı isimleriyle başlıklar açsam daha makul olur diye düşünmekteyim. bir sürü karakter var ve bu karakterlere az yer verilmişse de her biri konuşulmayı hak ediyor. örneğin mariya nikolayevna, lvov, katavasov, mihaylov vs. vs.
ama genel hatlarıyla söylenebilir ki bir devrin bittiği açıklanmaktadır bu kitapla birlikte. romantizmin sonu, hovardalığın başlangıcı. veya şöyle de denebilir (gerçi çok şey denebilir): "anlaşılmak"ın yenilgisi...
şuna da değinmek istiyorum: fru-fru'nun ölümü ile anna'nın ölümü oldukça paralellik gösteriyordu. anna'nın orada haykırışı aslında bir noktada kendi ölümünü doğurdu. nasılsa fru-fru'nun ölmeden ve düşmeden önce haykırdığı gibi. vronski dengeyi sağlayamamıştı fru-fru'nun üzerinde ve istemi dışında düşmüştü. fakat tam olarak da istemi dışında düşmemişti. nasılsa anna'yı istemeden ve aynı zamanda isteyerek öldürdüğü gibi. şüphesiz kendi hovardalığı da sebep oldu bunlara ve anna'yı anlayamadı. anna zaten anlaşılması oldukça zor bir kadındı. o yüzden de bu kadar yalnızdı bugüne kadar. (levin gibi)
neticede anna anlaşılamadı ve öldü, levin ise anlaşıldı ve yeniden doğdu. fakat bir noktada levin'in de neredeyse öldüğünü ve tanrı'ya inanmamasına rağmen tanrı'ya yakardığını gördük: çocuğunun doğumu. bu nokta levin için dehşet vericiydi, öyle ki kiti ölecek diye korkunç bir buhrana girmişti. ve gördük ki, çocuk doğunca, levin pek de memnun olmadı. çünkü oydu ona bunca acıyı veren.
pek açılmaya müsait şeyler söylediklerim, farkındayım. lakin şu konu anlaşılmalıdır: bu kitap kendisini sonsuza kadar açabilir. nasılsa kendi hayatlarımız sonsuza kadar açılabilecekse. nitekim bazı anlarda düşünüp düşünüp dururuz ama bir sonuca varamayız, çünkü sonsuz olasılık, senaryo vardır.
ayrıyeten dolli ve stiva'dan bahsetmek isterdim. onlar ise aslında bu başkaldırıdan uzak kimselerdir ki bunu özellikle stiva'nın aldatmalarında ve kadınlar hakkındaki düşüncelerinde, dolli'nin ise en sonlarda anna'ya giderkenki çapkınlık düşüncelerinde görürüz. bunlar sadece düşüncedir dolli için çünkü kendisi evlidir. anna gibi cesaret edemez yeni maceralara atılmaya. fakat içten içe istemektedir de.
sanırım bu kadar yazacağım. ileride eklemeler yapar, renklendiririm bu yazıyı. ve aklıma geldikçe doldurmaya özen göstereceğim. şüphesiz birkaç yıl sonra -şayet burada olursam- yine bir şeyler yazacağımdır. çünkü saatlerce konuşmaya değer bir konu. doğrudan hayatla ilişkili işte. biraz alıntıya yer vereyim öyleyse son olarak:
anna:
özgürlüğünün, sağlığına hızla kavuşmasının bu birinci döneminde anna bağışlanamayacak kadar mutlu, yaşam dolu olduğunu hissediyordu. kocasının mutsuzluğunun anısı zehirlemiyordu mutluluğunu. bir yandan, bu anı üzerinde düşünülemeyecek kadar korkunçtu; öte yandan, kocasının mutsuzluğu ona pişmanlık duyamayacağı kadar büyük bir mutluluk veriyordu. hastalanmasından sonra olan biten her şeyin anısı -kocasıyla barışması, bozuşmaları, vronski'nin yaralandığı haberi, onun eve gelmesi, boşanma hazırlıkları, kocasının evinden ayrılışı, oğluyla vedalaşması- bütün bunlar ona kâbus gibi geliyordu. kocasına yaptığı kötülük şimdi tiksintiyi uyandıran bir duygu uyandırıyordu içinde. boğulmak üzere olan bir insanın, ona sarılmış, onu dibe çeken bir insandan kendini kurtardığı anda duyabileceği duygunun aynıydı bu duygu. öteki adam boğulmuştur. elbbette iyi bir şey değildir bu. ama tek kurtuluşu o korkunç ayrıntıları düşünmemekti.
stepan arkadyeviç, aleksey aleksandroviç karenin'e anna'yla boşanmaları için konuşuyor:
"her gün senden gelecek yanıtı bekliyor. doğrusu, ölüm cezasına çarptırılmış bir insanı, boynunda bir ilmekle, belki öleceksin, belki bağışlanacaksın diye aylarca öyle bekletmeye benziyor bu."
levin ve doğası hakkında:
"ama korkunç olan bir şey var... sen evlendin, bilirsin bu duyguyu...bizim gibi yaşlıların, aşklarının değil de günahlarının geçmişiyle...ansızın tertemiz, masum bir yaratığa yaklaşmamızdır korkunç olan. iğrenç bir şey bu. insanın bu yüzden kendini ona layık görmesi olası değildir..."
"işlediğim sevaplara göre bağışlama beni, yüce yürekliliğinle bağışla... "
levin, aşırı uysallıklarıyla, çekingenlikleriyle can sıkan insanların çok kısa bi zaman sonra aşırı titizlikleriyle, huzursuzluklarıyla çekilmez olduklarını bilirdi. aynı durumun ağabeyinde de ortaya çıktığını hissediyordu. gerçekten de, nikolay'ın munisliği çok sürmedi. devrisi gün başladı huysuzluğa. sürekli çatıyordu kardeşine. onun en duyarlı yerlerine dokunuyordu.
aile yaşamında bir şey yapabilmesi için karı koca arasında ya kesin bir anlaşmazlık ya da sevgi dolu bir anlaşma olmalıdır. karı koca arasında ilişki belirsizse, anlaşmazlık da, sevgi dolu anlaşma da yoksa, bu durumda hiçbir şey yapılamaz.
birçok aile, sırf karı koca arasında tam bir anlaşmazlık ya da anlaşma olmadığı için ikisinin de çoktan bıktıkları yeri yıllarca değiştiremezler.
insan sevdiğini olduğu gibi sever, olmasını istediği gibi değil.
ışıktan yoksun olmamak için gözlerini kapamaması yeter insanın.
sevgide az ya da çok diye bir şey yoktur.
eğer iyiliğin bir nedeni varsa, o artık iyili değildir; eğer iyiliğin bir sonucu, yani ödülü varsa yine iyilik değildir. demek ki iyilik, neden ve sonuç zincirinin dışındadır.
- ama eğitimin amacı da bu zaten: her şeyi zevk haline getirmek.
+ eh, eğer amaç buysa o zaman ben yabani kalmak isterim.
devamını gör...
whatsapp vs telegram
finlandiya ve estonya'da geçen deadwind isimli polisiye dizinin bir bölümünde kadın dedektif ile istihbarat merkezi arasında şu konuşma geçiyor?
tulsio'nun konuşmalarını dinliyor muyuz?
tabii
whatsapp ve telegram mesajlarını görebilir miyiz?
telegramı göremeyiz.
yıllar boyu kontrolsüz dinlemeler, telefondaki makaralardan bile insanların yargılandığı korku ikliminde artık en güvenilir iletişim kanalları whatsapp ve whatsapp grupları olmuştur. hatta bu konu hakkında whatsapp ile ilgili şüpheler ayyuka çıktı ama whatsapp, buna karşılık şifreleme sisteminin etkisini anlatarak insanların yüreğine su serpmeye çalıştı. ama buna rağmen dünya çapında seyredilen dizide böyle bir cümle dikkati çekiyor. bunun iki açıklaması var.
ya doğruluğu olan bir konu
ya da diziye yerleştirilmiş gizli bir telegram reklamı.
tulsio'nun konuşmalarını dinliyor muyuz?
tabii
whatsapp ve telegram mesajlarını görebilir miyiz?
telegramı göremeyiz.
yıllar boyu kontrolsüz dinlemeler, telefondaki makaralardan bile insanların yargılandığı korku ikliminde artık en güvenilir iletişim kanalları whatsapp ve whatsapp grupları olmuştur. hatta bu konu hakkında whatsapp ile ilgili şüpheler ayyuka çıktı ama whatsapp, buna karşılık şifreleme sisteminin etkisini anlatarak insanların yüreğine su serpmeye çalıştı. ama buna rağmen dünya çapında seyredilen dizide böyle bir cümle dikkati çekiyor. bunun iki açıklaması var.
ya doğruluğu olan bir konu
ya da diziye yerleştirilmiş gizli bir telegram reklamı.
devamını gör...
çakra
santkrikçe kaynaklı bir kelime olup, tekerlek ya da dönüş anlamına da gelmektedir. omurga hizasında ve başın tepesine kadar 7 ana çakra yani enerji giriş çıkış merkezleri vardır. bunlardan farklı olarak bedenimizde birçok önemli çakra olduğu düşünülüyor. örnek verecek olursak avuç içleri, diz kapakları, dirsekler bunlar arasında sayılabilir. 7 ana çakra taç çakrası( sahasrara), üçüncü göz çakrası( ajna), boğaz çakrası ( vishuddha), kalp çakrası( anahata), solar plexus çakrası( manipura), sakral çakra( swadhishthana) ve kök çakrası( muladhara)' ndan oluşmaktadır.
her çakranın rengi, elementi, gezegeni, duyusu, değerli taşı, notası, burcu, etkilediği salgı bezi, sinir ağı kendine özeldir.
her çakranın rengi, elementi, gezegeni, duyusu, değerli taşı, notası, burcu, etkilediği salgı bezi, sinir ağı kendine özeldir.
devamını gör...
günaydın sözlük
günaydın sözlük.

bu saatte ne kadar güzel oluyor buralar.
çok az insan çok çok kedi...
sakin bir deniz havası, çiçekler böcekler.
doğa uyanıyor hadi doğa uyanıyor uyanmış ben niye telaş etmişim de erkenden yollara düşmüşüm.
çok sıcak çok acayip sıcak.
bugün yine çok işim var şaşılmayacak bir durum bunların hiç birini yapasım yok.
ölü mölü toprağı mı serpilmiş acep üzerime?
bu ara gereksiz bir durgunluk var üzerimde.
'bu durgun halin mi?' dediğinizi duyar gibiyim.
evet, bayağı hem de.
neyse gidemde az daha yatam.
güzel günlere...

bu saatte ne kadar güzel oluyor buralar.
çok az insan çok çok kedi...
sakin bir deniz havası, çiçekler böcekler.
doğa uyanıyor hadi doğa uyanıyor uyanmış ben niye telaş etmişim de erkenden yollara düşmüşüm.
çok sıcak çok acayip sıcak.
bugün yine çok işim var şaşılmayacak bir durum bunların hiç birini yapasım yok.
ölü mölü toprağı mı serpilmiş acep üzerime?
bu ara gereksiz bir durgunluk var üzerimde.
'bu durgun halin mi?' dediğinizi duyar gibiyim.
evet, bayağı hem de.
neyse gidemde az daha yatam.
güzel günlere...
devamını gör...
murphy kanunları
bir nevi başarısızlıklar veya şanssızlıklar üzerine yoğunlaşmış olan mühendis edward a. murphy jr tarafından ortaya atılan murphy kanunları için kaynak araştırması yapıldığında pek çok değişik hikaye ile karşılaşılıyor. konu hakkında yazılmış pek çok kitap da bulunuyor.
hikayenin başlangıcı kaliforniya’daki edwards hava üssü’nde 1949 yılına kadar gidiyor. murphy’nin, amerikan hava kuvvetlerinin mx981 kod adlı, çarpışma testi araştırma projesi sırasında john stapp tarafından meşhur edilmesine dayanıyor.
kanunun isim babası, o sırada mühendis bir yüzbaşı olan ed murphy. gerginlik ölçen algılayıcılarda kablolamadan doğan sürekli hatalardan bıkan murphy, kablolamayı yapan teknisyene kızgınlığını “bir işi yanlış yapmanın bir yolu varsa, bu adam onu mutlaka bulur” diyerek dile getiriliyor. buradaki komedi potansiyelini gören iş arkadaşları, murphy’nin bu cümlesi ve çeşitli varyasyonlarına “murphy’nin kanunları” adını veriyorlar ve aralarında esprili bir şekilde yaymaya başlıyorlar.
bu kanunların kapalı bir çalışma ortamı olan bu hava üssünden, halka ve dünyaya yayılmasının sebebi de yine john strapp. proje ile ilgili yaptığı basın toplantısında gazetecilere şöyle diyor: “yıllardır yaptığımız çarpışma testlerinin güvenle devam etmesi; murphy kanunları’na kalpten inanmamız ve kaçınılmaz olan sonuçları sürekli görmezden gelmemizden kaynaklanmaktadır!”.
bu basın toplantısı ve ardından murphy kanunu’nun bazı reklamlarda kullanılması, bir anda kamuoyunda bir ilgi patlamasına yol açmış ve “murphy kanunları” önce amerikan toplumunda, sonra dünyada bir anda büyük bir ilgi ile karşılaşmıştır.
bir kaç ay içinde “murphy’nin kanunları”, mühendislik sahasında çalışanlar arasında yayıldı ve 1958′de de nihayet webster’in sözlüğüne girdi.
bir proje üzerinde çalışırken işlerin sürekli ters gitmesini eleştirmek üzere bir dizi kuramlar geliştiren murhpy, aynı yıllarda new york menşeli ‘harvey hutter’ yayınevi tarafından derlenerek bir kitap haline getirilince bir anda kendi adıyla anılan kuramları ile birlikte dünya çapında ün kazandı. teknoloji, aşk, askerlik ve hukuk ile ilgili günlük hayatta yaşanan sorunları gözler önüne seren ve zaman zaman da pratik çözümler sunan ‘murhpy kanunları’, 1949 yılından sonra başkaları tarafından da geliştirildi.
en bilinen kanunları:
"bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir."
"bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir."
"bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır."
"bir şeyin olma olasılığı, isteme olasılığı ile ters orantılıdır."
"er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır."
"ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir."
"olmuyorsa zorlayın, kırılırsa zaten değişmesi gerekir."
"ne kadar beklersen bekle istenmediği zaman gelecektir."
"çözülen her problem yeni problemler yaratır."
"her şey yolunda gidiyorsa, kesin bir terslik vardır."
"bir şeyle fazla oynarsanız, onu bozarsınız."
"bütün bir dönem kusursuz çalışan hesap makinesinin, matematik sınavında pili biter. (açıklama: her ihtimale karşın, beraberinizde pil taşırsanız, o da bayat çıkar)"
"hiçbir şey göründüğü kadar kolay değildir."
"piyangoda para kazandığınız gün, ölümünüze fazla kalmamıştır."
"bir şeyi anlayamıyorsanız, içgüdüsel olarak doğrudur."
"bir kişiye "masa boyalı, sakın değme!" derseniz, size inanmadan önce mutlaka masaya dokunacaktır."
"eğer kendinizi iyi hissediyorsanız, üzülmeyin geçer." [2]
"aradığınız bir şeyi en başından değil en sonundan aramaya başlayın.
"anlattığın bir şeyin dinlenme ihtimali, anlatma isteğinle ters orantılıdır
devamını gör...
kaygı bozukluğu
dünya üzerinde insanın başına gelebilecek en kötü iki şeyden birisi olduğunu düşünüyorum.belki de bu ikisi hayatımda tattığım en acı deneyimlerden olduğu için böyle bir genellemeye başvurdum, bilmiyorum.yaşanabilecek en s.ktiri boktan iki şey: depresyon ve kaygı bozukluğu.depresyon sosyalleşmenizle doğrudan bağlantılı olmasa da, kaygı bozukluğu sizin sosyalliğinizin kökünü kurutan bir bozukluk.eğer siz de kaygı bozukluğuna sahip olduğunuzdan şüpheleniyorsanız lütfen vakit kaybetmeden bir uzmana danışın.çünkü şu devirde influencer adı arkasına saklanan sude alkış isimli bireyler gibileri şey diyor: depresyonunu sonuna kadar, dibine dek yaşa! :d
{böyle (bkz: herbokolog) kişileri çevrenizden ve görüş alanınızdan uzak tutun.}
ilk başta sosyalleşme olmak üzere, birçok alanda hayatınızı kısıtlayan, düşmanınız mı dostunuz mu bilinmeyen varlık.evet 'varlık'.çünkü bazen sizi ateşleyen de o, ateşe veren de.özellikle şey lafı sizin dostunuz olur: 'abartmıyor musun biraz ya?'.gülüp s. ktir lan diyip geçeceğiniz dönemler ne yazık ki henüz yakınlarda değildir eğer yeni yeni tanışıyorsanız.muhtemelen birkaç yıl içerisinde sevmeye, parçanız olarak görmeye başlayacaksınız bu kaygı bozukluğunu.asla nefret beslemeyin, hor görmeyin.gözlerinizi açar, etrafınızdakileri elekten geçirir, birçok 'ince taneler' kayıp gider.
kısacası çevrenizi gözlemleme, kendinizi tanıma ve insanları yorumlama şansı sunar size.bunun karşılığında aldıklarını yaşayanlar bilir...
{böyle (bkz: herbokolog) kişileri çevrenizden ve görüş alanınızdan uzak tutun.}
ilk başta sosyalleşme olmak üzere, birçok alanda hayatınızı kısıtlayan, düşmanınız mı dostunuz mu bilinmeyen varlık.evet 'varlık'.çünkü bazen sizi ateşleyen de o, ateşe veren de.özellikle şey lafı sizin dostunuz olur: 'abartmıyor musun biraz ya?'.gülüp s. ktir lan diyip geçeceğiniz dönemler ne yazık ki henüz yakınlarda değildir eğer yeni yeni tanışıyorsanız.muhtemelen birkaç yıl içerisinde sevmeye, parçanız olarak görmeye başlayacaksınız bu kaygı bozukluğunu.asla nefret beslemeyin, hor görmeyin.gözlerinizi açar, etrafınızdakileri elekten geçirir, birçok 'ince taneler' kayıp gider.
kısacası çevrenizi gözlemleme, kendinizi tanıma ve insanları yorumlama şansı sunar size.bunun karşılığında aldıklarını yaşayanlar bilir...
devamını gör...
öğretmen mi öğretemez yoksa öğrenci mi öğrenemez sorunsalı
öğretene öğretmen, öğrenene öğrenci denir.
yani; öğretemeyene öğretmen, öğrenemeyene de öğrenci denilmez.
yani; öğretemeyene öğretmen, öğrenemeyene de öğrenci denilmez.
devamını gör...
ideal ölme yaşı
kendi işimi kendim görüyorken, kimseye muhtaç değilken ve zihnim hâlâ berrakken
devamını gör...
rezonans frekansı
rezonans,
fizik
parçacık fiziği
kimya
ve elektrikte oldukça önemli bir yere sahiptir.
rezonans ilk olarak 1600 'ün başlarında galileo galilei tarafından müzik aletleri üzerinde çalışırken keşfedilmiştir.
rezonans teorikte genliğin sonsuza gitmesi olarak açıklanır.
fizikte, bir sistemin bazı frekanslarda daha büyük genlikte salınması eğilimidir.
konuya ilişkin bir yıllar öncesi okulda hocamızın verdiği basit bir örneği anlatmak gerekirse; askeri birlikler normal yolda uygun adım yürürken köprü geçişlerinde "adi adım" yürürler.
sebebi rezonanstır. doğrusal bir sistemde periyodik salınımlar doğrusal sistemin rezonans frekansını yakaladığı anda genliğin sonsuza gitmesi sonucu köprünün yıkılmasına sebep olabilir.
rezonans, elektrikte 'de çok önemlidir. alternatif akımda kullanılan bobin (endüktif reaktif ) ve kondansatör (kapasitif reaktif) devre elamanları, rezonanstan en çok etkilenen devre elemanlarıdır.
burada bir bilgi aktarmak istiyorum.
endüktif reaktansın kapasitif reaktansa eşit olduğu frekans rezonans frekansıdır.
alternatif akım şebeke frekansının harmonikleri en çok kondansatörleri etkilemektedir. frekans arttıkça kondansatörün kapasitif direnci azalır. etkisi, düşük bir harmonik gerilim ve yüksek kondansatör akımına sebep olur. ısınma ve dielektrik kayıplarına yol açar. kondansatörün patlamasıyla sonuçlanır.
bahsi geçen kondansatörler elektronik cihaz içindekiler değil elektrik santralleri ve şalt tesislerinde kullanılan yüksek voltaj altında çalışan devre elemanlarıdır.
genel olarak rezonansla ilgili basit olarak anlatabileceklerim bu kadar.
parçacık fiziği ve kimya konularında geçen rezonans ile ilgili bir bilgim olmadığından o konuyu pas geçiyorum.
fizik
parçacık fiziği
kimya
ve elektrikte oldukça önemli bir yere sahiptir.
rezonans ilk olarak 1600 'ün başlarında galileo galilei tarafından müzik aletleri üzerinde çalışırken keşfedilmiştir.
rezonans teorikte genliğin sonsuza gitmesi olarak açıklanır.
fizikte, bir sistemin bazı frekanslarda daha büyük genlikte salınması eğilimidir.
konuya ilişkin bir yıllar öncesi okulda hocamızın verdiği basit bir örneği anlatmak gerekirse; askeri birlikler normal yolda uygun adım yürürken köprü geçişlerinde "adi adım" yürürler.
sebebi rezonanstır. doğrusal bir sistemde periyodik salınımlar doğrusal sistemin rezonans frekansını yakaladığı anda genliğin sonsuza gitmesi sonucu köprünün yıkılmasına sebep olabilir.
rezonans, elektrikte 'de çok önemlidir. alternatif akımda kullanılan bobin (endüktif reaktif ) ve kondansatör (kapasitif reaktif) devre elamanları, rezonanstan en çok etkilenen devre elemanlarıdır.
burada bir bilgi aktarmak istiyorum.
endüktif reaktansın kapasitif reaktansa eşit olduğu frekans rezonans frekansıdır.
alternatif akım şebeke frekansının harmonikleri en çok kondansatörleri etkilemektedir. frekans arttıkça kondansatörün kapasitif direnci azalır. etkisi, düşük bir harmonik gerilim ve yüksek kondansatör akımına sebep olur. ısınma ve dielektrik kayıplarına yol açar. kondansatörün patlamasıyla sonuçlanır.
bahsi geçen kondansatörler elektronik cihaz içindekiler değil elektrik santralleri ve şalt tesislerinde kullanılan yüksek voltaj altında çalışan devre elemanlarıdır.
genel olarak rezonansla ilgili basit olarak anlatabileceklerim bu kadar.
parçacık fiziği ve kimya konularında geçen rezonans ile ilgili bir bilgim olmadığından o konuyu pas geçiyorum.
devamını gör...
normal sözlük'e veda
bilmem kaç aydır şu sözlükteyim. gerçi ilk sözlük-sosyal medya deneyimim olmaması münasebetiyle herhangi bir şey karşısında nasıl tavır almam gerektiğini, nelere göz yumup nelerle hukuki mücadele vermem gerektiğini çok iyi biliyorum artık. ama bazılarımız bunu pek bilmiyor olsa gerek.
genellikle güldük eğlendik burda, birlikte güldüklerimize burdan teşekkürlerimi yolluyorum. ama onlar haricinde ciddi anlamda haddini aşanlar da oldu. hatta kişisel sınırlarımı ihlal etmeye çalışıp; ip adresimi, ikametimi, telefon bilgilerimi yasal olmayan yollardan elde etmeye çalışanlar, çalıştığım yeri ifşa etmeye çalışıp mesleki saygınlığımı zedelemeye çalışanlar da. edilen hakaretleri saymıyorum bile. arkadaşlar o küçük beyniniz bunu algılamaya yetmiyor olabilir ama bu yaptığınız alelen suç ve benim bunları görmezden gelmeye hiç niyetim yok. gereken neyse en kısa zamanda yapacağım.
burda harika insanlar var onları hep keyifle hatırlayacağım. bir kısmı ile iletişimimiz başka kanallardan devam edecektir-ediyor da. ama artık buradaki tahammülüm sıfırlandı.
aranızdaki güzel insanlar... hepinizi corona'ya inat öpüyorum.
genellikle güldük eğlendik burda, birlikte güldüklerimize burdan teşekkürlerimi yolluyorum. ama onlar haricinde ciddi anlamda haddini aşanlar da oldu. hatta kişisel sınırlarımı ihlal etmeye çalışıp; ip adresimi, ikametimi, telefon bilgilerimi yasal olmayan yollardan elde etmeye çalışanlar, çalıştığım yeri ifşa etmeye çalışıp mesleki saygınlığımı zedelemeye çalışanlar da. edilen hakaretleri saymıyorum bile. arkadaşlar o küçük beyniniz bunu algılamaya yetmiyor olabilir ama bu yaptığınız alelen suç ve benim bunları görmezden gelmeye hiç niyetim yok. gereken neyse en kısa zamanda yapacağım.
burda harika insanlar var onları hep keyifle hatırlayacağım. bir kısmı ile iletişimimiz başka kanallardan devam edecektir-ediyor da. ama artık buradaki tahammülüm sıfırlandı.
aranızdaki güzel insanlar... hepinizi corona'ya inat öpüyorum.
devamını gör...
turistin görebileceği herkesi aşılayacağız
dış işleri bakanının skandal açıklaması. turistle muhattap olmayacak vatandaşın canının değeri yok mu?
siz hükümet misiniz sömürge valiliği misiniz?
turistlerin çocukları sokaktaki türklere fındık fıstık atacak mı?
turistler yoldaki türkleri "gel kuçu kuçuu aşını oldun mu bakıyım sen?" diye sevip ağızlarına euro sıkıştıracak mı?
siz hükümet misiniz sömürge valiliği misiniz?
turistlerin çocukları sokaktaki türklere fındık fıstık atacak mı?
turistler yoldaki türkleri "gel kuçu kuçuu aşını oldun mu bakıyım sen?" diye sevip ağızlarına euro sıkıştıracak mı?
devamını gör...
öğrenci yurdunda kalmanın insana kazandırdıkları
gelecek hayat için bir çok ipuçları... sizinle tamamen ters karakterde insanlarla bir arada yaşayabilme, baş edebilme becerisi kazandırır. öğrenciyken umursamayıp, görüşmezsiniz olur biter, ama anlaşamayacağınız türde insanlar iş hayatınızda da karşınıza çıkacak, belki müdürünüz olacaktır. kaçma imkanınız olmadığında, yurtta edindiğiniz becerileri artık kullanabileceksiniz.
devamını gör...
girift radyo yayını
hellöööö
bu salı da mümkün oldu ve 21.00 da buluşmak üzere aykutcuğumla kavilleştik.
çayınızı kahvenizi alın gelin anacığım.
bir takım konular var kafamızda ama artık bildiğiniz üzere kafamız da karışık.
madem geçen hafta anlaşmak üzerine konuştuk bu hafta da empati kurabilmek üzerine biraz konuşabiliriz.
ve alakasız bir şekilde dijital platformlara yapılan işlerden de bahsetmeyi planlıyoruz.
ama hayat biraz da biz planlar yaparken başımıza gelenler falan filan.
yayınımızla ilgili en çok güvendiğim-bu kesin var dediğim- şey ise aykut'un harika playlisti.

- sözlük radyosu: blog.normalsozluk.com/
- instagram : www.instagram.com/sozlukrad...
- twitter : twitter.com/RadyoSozluk
ps: beni neden takip ettiğini anlamadığım 40 takipçim; tanısam sizleri çok severdim.
ek: bir şeyler bir şeyler olunca yayın olmadı malum.
haftaya aynı tema ve aynı şekil görüşürüz diyelim..
bu salı da mümkün oldu ve 21.00 da buluşmak üzere aykutcuğumla kavilleştik.
çayınızı kahvenizi alın gelin anacığım.
bir takım konular var kafamızda ama artık bildiğiniz üzere kafamız da karışık.
madem geçen hafta anlaşmak üzerine konuştuk bu hafta da empati kurabilmek üzerine biraz konuşabiliriz.
ve alakasız bir şekilde dijital platformlara yapılan işlerden de bahsetmeyi planlıyoruz.
ama hayat biraz da biz planlar yaparken başımıza gelenler falan filan.
yayınımızla ilgili en çok güvendiğim-bu kesin var dediğim- şey ise aykut'un harika playlisti.

- sözlük radyosu: blog.normalsozluk.com/
- instagram : www.instagram.com/sozlukrad...
- twitter : twitter.com/RadyoSozluk
ps: beni neden takip ettiğini anlamadığım 40 takipçim; tanısam sizleri çok severdim.
ek: bir şeyler bir şeyler olunca yayın olmadı malum.
haftaya aynı tema ve aynı şekil görüşürüz diyelim..
devamını gör...
bursa'da atatürk heykeline baltalı saldırı
kimse kimseyi sevmek zorunda değil, evet, bunda hem fikiriz hepimiz zaten. senin yaşadığın devleti onca zorlukta kuran kişiyi bile sevmek zorunda değilsin, evet bu doğru. ancak başka insanlara birini sevdiği için karışamamalısın, hele bu kişi atatürk’se, bunu hiç yapmamalısın. kardeşim adam sana ne yaptı? icraatlerini beğenmiyor musun, boşver, düşünme atatürk hakkında. zaten kaç yıl önce ölmüş, gitmiş yok artık. bu nasıl bir nefret ya? atatürk heykelini baltalamak nedir? kamu malı o ya, yapamazsın öyle bir şey. yapmaya cesaret bulabilmesi bile korkunç. bugün heykel baltalayan, yarın heykeli yapılan insanı destekleyene saldırmaya çalışmaz mı? ülkem insanı iyi değil, yok hiç iyi değiliz biz. allah belamızı veriyor sanırım.
devamını gör...
21 aralık 2020 epdk'dan elektrik kesintisi kararı
keşke bu kadar pahalı olmasaydı da insanlar ödeme güçlüğü çekmeyip bu duruma gelinmeseydi dediğim karardır.
--- alıntı ---
epdk başkanı yılmaz, "65 yaş üstü tüketiciler, engelli tüketiciler ve şehit aileleri ve muharip/malul gazilerin elektriği, borcundan ötürü 3 ay boyunca kesilemeyecek" dedi. yılmaz ayrıca, "mağduriyet oluşmaması için cuma günleri, resmi ve dini bayramlarda ve bu bayramların bir önceki gününde, yani arifesinde, elektrik kesme işlemi yapılamayacak" açıklamasında bulundu.
--- alıntı ---
buradan
--- alıntı ---
epdk başkanı yılmaz, "65 yaş üstü tüketiciler, engelli tüketiciler ve şehit aileleri ve muharip/malul gazilerin elektriği, borcundan ötürü 3 ay boyunca kesilemeyecek" dedi. yılmaz ayrıca, "mağduriyet oluşmaması için cuma günleri, resmi ve dini bayramlarda ve bu bayramların bir önceki gününde, yani arifesinde, elektrik kesme işlemi yapılamayacak" açıklamasında bulundu.
--- alıntı ---
buradan
devamını gör...
sözlük radyosu istek listesi
madem sözlük radyosu kurulacak bizler de isteklerimizi girelim dediğim başlıktır. belki bir yayın sırf bu istekler üzerine yapılır ne dersiniz?
benim isteğim müzeyyen senar'dan bir ihtimal daha var şarkısıdır efendim. iyi dinlemeler.
benim isteğim müzeyyen senar'dan bir ihtimal daha var şarkısıdır efendim. iyi dinlemeler.
devamını gör...
kırılmış kalbin ilacı
affetmektir.
sizi üzeni bağışlayın böylece size verdiği zararı giderebilir ve yaralarınızı sarıp kendinize gelebilirsiniz.
zamana bırakmak yada unutmaya çalışmak, sizi yarım yamalak yaşamak zorunda bırakır, hep bir yeriniz inceden kanar. affedin, zor olabilir bu ama affedin bu sizin ne kadar yürekli olduğunuzu gösterir.
affetmek için kimseden özür beklemeyin, buna da ihtiyacınız yok.
sizi üzeni bağışlayın böylece size verdiği zararı giderebilir ve yaralarınızı sarıp kendinize gelebilirsiniz.
zamana bırakmak yada unutmaya çalışmak, sizi yarım yamalak yaşamak zorunda bırakır, hep bir yeriniz inceden kanar. affedin, zor olabilir bu ama affedin bu sizin ne kadar yürekli olduğunuzu gösterir.
affetmek için kimseden özür beklemeyin, buna da ihtiyacınız yok.
devamını gör...
yazarların mahlaslarının bir üst seviyesi
%80
devamını gör...
