kesinlikle lostdur.
devamını gör...

testi yapan personel için diğer tanı testlerinden daha ayrı bir yeri olandır.

zamanında spermiyogram yapmış bir stajyer olarak ben de tecrübelerimi paylaşayım ki tam olsun.

öncelikle gelen materyali 37 santigradlik etüv dediğimiz bir aletin içine koyuyoruz. etüv, böyle yarım buzdolabı büyüklüğünde birşey. aman niye uğraşıyorum, aha şöyle bişey.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
1-2 saat bekletiyoruz ki içinde bulunduğu semen iyice akışkan hale gelsin, sıvılaşsın falan. süre dolduktan sonra şırıngayla çekiyoruz, kontrol ediyoruz iyice sıvılaşmış mı diye. şırınganın iğnesinde garip bir aparat var, onu bulamadım şimdi.

şöyle tarif edeyim orasını. hani iğneyi şırıngaya oturttuğunuz yeşil başlık kısmı var ya, o kısmının bir yüzü düz. sanırım analizi yapacak cihazdaki yuva o şekilde ki, ona göre yapılmış. üzerinden 10 sene geçti, tam hatırlamıyorum *. cihaz dediğim de tüplü bilgisayar monitöründen daha küçük, üzerinde ufakça bir ekran olan birşey. mililitredeki sperm sayısı, vizkozitesi (akışkanlığı), canlı/ölü oranını falan veriyor. ekranda da güzel güzel görüyorsunuz oynayan spermleri.

tabi bazen hoş sonuçlanmıyor bu test. kamyoncu gibi iri yarı, beyaz atletli pos bıyıklı bir abi geldi bir gün. utana sıkıla verdi numuneyi. ulan 3 kere baktık, spermler gram hareket etmiyor. adam kısır yani. bana "sen söyle kindred" diyecekler diye çok korktum, neyse ki bana vermediler o görevi *. bu da böyle bir anımdır.
devamını gör...

merhaba sözlük yine ben geldim.

içimden atamıyorum. bari kanatıp yazayım. canım öyle bir derinden yanıyor ki boğazımda dikenli teller var sanıyorum. nefes aldığımda bile tek tek batıp acıtan.
herkesin şu dönemde kendine göre bir sürü sorunu var. kim mutlu, huzurlu ki? kim mükemmel hissediyor?
-hiçkimse.

ama herkesin acısı kendisine en çoğu geliyor işte. aile evi sorunları, corona, okul üçgeninde bir sürü şeyle uğraşırken. yeni güne başlamamak için elimden geleni yaparken ama buna rağmen bir düzende yaşarken kalbim kırıldı benim.
çok kırdılar hem de.
dün gece başkasının evinde başkasının yatağında başkasıyla uyudu. beraber fotoğraflar atıldı. her an snaplendi. 8 yıllık twitter hesabını -ki bu sevdiği nadir şeylerden biridir.- kıza vermiş. bir de yeni hesaptan beni takiplemiş.
daha ne kadar orada ve daha ne kadar her an atılacak o instagrama bilmiyorum. daha ne kadar bunu önemseyip onu sosyal medyalarımda tutacağım. onu da bilmiyorum.

hayat elbette devam edecekti. bir şeyler bitmiş olmalıydı benim için de. ona baktıkça bunu daha net görüyorum ama bitmedi işte. bitmemiş. bitmiş olsaydı yanmazdı canım böyle. gözlerim dolmazdı. onu düşünmezdim sürekli.
bir an onun için yaptıklarımı düşününce aptal gibi hissediyorum. bu kadar fedakarlık ve hiç.

biliyor musunuz, ben hiçmişim. hiç kadar değersizmişim. o kız için yaptıklarını gördükçe daha net anlıyorum.

bu değersizlik hissi öyle bir işledi ki içime. sürekli bunu düşünüyorum.

ağlayamıyorum. sonlandıramıyorum hiçbir şeyi içimde.
kendime acır hale geldim bu konu yüzünden. o orada gününü gün ederken benim geldiğim hale bakın.
sanki yeterince sıkıntım yokmuş gibi..

velhasılı sözlük can, yanıcı bir maddedir.
devamını gör...

osuruk mizahı başlığını görünce aklıma gelenlerden bir tanesini de buraya bırakayım. maksat başlık değişikliği olsun*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

barselona gibi ünlü bir şehrin kimliğinin oluşmasında önemli bir rol oynayan ve antoni gaudi tarafından tasarlanan ilk evdir.
gaudi aslında bu evi henüz 30’lu yaşlarındayken iş verenine yazlık olarak tasarlamış. ancak mimari ve sanat tarihi açısından bu hiç de sıradan bir yazlık ev olarak kalmamış elbette.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
öncelikle bu ev gaudi'nin çalışma tarzı ve modern mimarlık tarihinin başlangıcı hakkında bilgi verir. aynı zamanda art nouveau’nun ilk yapılarından biri olarak kabul görür.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
casa civens'te endülüs kültürü, neoklasik, katalan modernizmi ve art nouveau mimari özellikleri adeta birleşmiş ve gaudi'nin kendine has iç dünyasını dışarı vurmuştur. çünkü gaudi için önemli olan farklı stilleri bir araya getirip farklı malzemelerle özgün bir ürün ortaya koymaktı.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
gaudi’nin yaptığı ilk başyapıt sayılan casa vicens, yukarıdaki saydığımız özelliklerle 6 gaudi imzalı yapıyla birlikte unesco dünya mirası listesi’ne dâhil edilmiştir.
şimdilerde müze-ev olarak hizmet veren yapının içinde gaudi'nin mobilya koleksiyonu ile ispanyol ressam francesc torrescassana i sallares'in tabloları yer almaktadır.
daha detaylı bilgi ve görseller için aşağıdaki kaynakları ziyaret edebilirsiniz;
casa vicens'e gideeer
casa vicens'e gider
devamını gör...

o kadar zor ki bu soruya cevap vermek. sevmediğimi sorsanız belki daha az zorlanırdım ki sevmediğim şarkısı da bulunmamaktadır. :(
illaki bir cevap vermek gerekirse ki sen şarkısına ayrı bir hayranlığım vardır.
devamını gör...

o duyduğumuz içinde sargı bezi unuttular, yanlış bacağı kestiler, yanlış taraftaki organa müdahale ettiler gibi olaylar malpraktis denir.

mesela; buradan
devamını gör...

çekimlerinde plan sekans tekniğinin kullanılması ile öne çıkan birinci dünya savaşı konulu film. kör baykuş başlığında da yazdığım üzere, bir kurgu (roman ya da film olabilir) sadece üslup ve anlatım özellikleriyle anılıyor, içeriğine dair elle tutulur sözler edilemiyorsa en hafif tabirle "abartılmış" demektir. 1917 yılında avrupa cephelerinde çarpışan yüz binlerce askerin, bir o kadar sayıda öyküsü vardı muhakkak. ancak bu filmi çekenler muazzam teknolojik imkanlara sahip olmalarına rağmen aynı özeni içeriğe yansıtamamışlar maalesef. sanat eserleri arasında mukayese yapmak pek uygun düşmez ancak meramımı daha iyi anlatmak için 1928 yılında kaleme alınan garp cephesinde yeni bir şey yok'u örnek vermek zorundayım. sam mendes gibi dedesinden işittiklerini değil, bizzat cephede gördüklerini yazan erich maria remarque, henüz 10 yıl önce içinde bulunduğu cehenemmî muharebe sahasını hakkını vererek tasvir etmeyi başarmıştır. gerek diyaloglar gerekse olay örgüsü bizi tam manasıyla cephe ortamına (aynı zamanda cephe gerisine) götürmeyi başarır. üstelik gırtlak gırtlağa girdiği düşman askerlerini "kalleş, pislik, şerefsiz" olarak anlatmaz. aynı çukurun içinde çıplak elle mücadele etmesi icap ettiğinde görevini yapar ancak bunu soğukkanlı biçimde ifade etmez. duyduğu derin pişmanlığı ve vicdan azabını okurlara da hissettirir. savaşın her anına lanet ettirebilmek (sürekli kötülediklerine bakmayın, çoğu insanın özünde savaşa karşı bir merak vardır) ve böyle cazip bir bataklıktan gençleri uzak tutmaya çabalamak herkesin harcı değildir. romandan hareketle 1930 yapımı sinema uyarlamasına gelirsek, başkarakter paul baumer'in dramı mükemmel bir biçimde izleyicilere aktarılmış ve birinci dünya savaşı filmleri denince mihenk taşı olma özelliğini 90 senedir muhafaza edebilmiştir. 1917 filmine dönelim: yönetmen ve senarist düşmanı öcü göstererek alışılagelmiş bir basitlik sergileyip sınıfta kalmıştır. sinema seyircisi dokümanter bir yapım izlemek, savaşın acımasızlığını ve insandaki kötücül hisleri bütün çıplaklığıyla görmek isterse açar ışid veya meksika karteli videoları izler. sinema seyircisi dram izlemek istiyorsa ve yapımcılar bu iddia ile bir film çekip piyasaya sürüyorsa, gerçek ile kurgu yoğrulurken içine mümkün mertebe tarafsızlık ve insaniyet katılması beklenir. aksi takdirde saving private ryan tarzı görsel bir şölen ortaya çıkar ve maalesef şiddet pornosu olmaktan öteye geçemez.* karşılaştırma yapmayalım dedim ama aynı yıl çevrilen the thin red line'a bakınca aradaki farkı göreceksiniz. neyse, konu fazla dağıldı. zihnimdeki duygu ve düşünceleri ancak bu kadar toparlayıp aktarabildim. okuduysanız teşekkür ederim. 1917 filmi için verilen emeğe saygı duyuyorum ama "kahrol hain düşman" klişesi de aşılsın artık diyorum.

bu konuda tavsiye edebileceğim bazı filmler:

birinci dünya savaşı konulu:
(bkz: all quiet on the western front)
(bkz: paths of glory)
(bkz: johnny got his gun)
(bkz: uomini contro)

ikinci dünya savaşı konulu:
(bkz: stalingrad) (1993)
(bkz: the eagle has landed)
(bkz: der hauptmann)
(bkz: the thin red line)

vietnam savaşı konulu:
(bkz: apocalypse now)
(bkz: born on the fourth of july)
(bkz: platoon)

iç savaş konulu:
(bkz: wals im bashir)
(bkz: sepa sela lepo gore)
(bkz: lebanon)
(bkz: mandariinid)
(bkz: go-ji-jeon)
(bkz: incendies)
devamını gör...

kafa sözlük nezih, seviyeli, eğlenceli iken ekşi sözlük daha bilgilendirici ancak küfür kiyamet ve yoğun troll istilasına uğramış durumda.
devamını gör...

bakın burda dikkat edilmesi gereken başka bir husus daha var, sorun o delikanlıların (!) kot pantolon giyen kızın peşinden gitmesi değil, sorun kızların pantolon giymesi. erkekler her türlü karı kız peşinden gidebilir yani. zihniyetiniz batsın çükünüz kopsun.
devamını gör...

1946 yılında yapılan bir frank capra filmi. başrolde james stewart var. siyah beyaz bir filmdir fakat renkli versiyonu da bulunmaktadır bazı film sitelerinde. bu filmi izlemek, yurt dışında yeni yıl planlarının olmazsa olmazlarından biridir. çok spoiler vermeden konusundan bahsedeyim;

george bailey, tüm çevresine iyilik yapmış, başkalarının hayallerinin gerçekleşmesi, hayatlarının rahat olması için kendi hayallerinden vazgeçmiş, dünya tatlısı bir adamdır. bir gün bazı terslikler sebebiyle, christmas günü, kendini köprüden aşağı atarak intihar etmeye karar verir. o sırada kanatlarını kazanmak için birisinin hayatına dokunması gereken bir melek, george'u kurtarır. george, melek clarice ile konuşurken laf arasında "hiç doğmamış olmayı dilerdim" der. clarice de bunu fırsat bularak george'a onsuz hayatın nasıl olduğunu gösterir. george hiç doğmamış gibidir. zamanında hayatına ciddi olumlu katkılar yaptığı kişiler, sırf o doğmadı orda yoktu diye, acınası hayatlar yaşamışlardır. bütün bunları gördükten sonra george eski hayatına dönmek ister. ve döndüğünde, tüm ailesi, sevdikleri ve onu sevenler george'un hayatını zora sokan sorunu çözmek için onun gelmesini bekliyorlardır.


en sevdiğim filmdir diyebilirim. bu film olmasaydı çoktan bedenen dünyadan ayrılmış olurdum dostlarım. kendimden ne zaman nefret etsem, ne zaman bir işe yaramadığımı hissetsem, filmi düşünürüm, izlerim bazen, işte o zaman herhangi birinin hayatına olumlu bir konuda dokunduğum gelir aklıma, bir anlığına kendimi, yaşamayı severim. ve bu filmi bana öneren kıvırcık saçlı, hafif ayrık dişli, müthiş gülüşlü adam; ne düşündüğümü sen çok iyi biliyorsun.
devamını gör...

bunu asıl yapanların olaylarına şahidim. bu başlıkta kesilen ahkamlara kanmayınız. kocaman bir grup var insanları doldurup, manipüle eden ve insanları tanımadan etmeden suçlayanlar da mevcut.

yani görmesem bu az bilinen efsane duyarlara kanıcam. yazık gerçekten, yeni gelenler samimi falan sanıcak sizi yıkık sevgi pıtırcıkları.
devamını gör...

2010 yılı. 26 haziran cumartesi. yeni evimizi alalı iki ay olmuş.
öğlen 2 gibi eve geldim.anneme tost yapmasını söyledim. yaptı. çay da demlemiş. onu da içtim. salonda biraz uzandım anne uyursam 7 gibi uyandır beni dedim. bir de banyonun önündeki halıyı değiştirir misin dedim. tamam dedi. en son uyurken üstüme bir pike örttüğünü hatırlıyorum ve beni öptüğünü.
saat 19:15 gibi bir irkilme ile uyandım. gayri ihtiyari evde sadece annem olduğunu düşündüğüm için anne anne diye seslendim. ses yok. odasına doğru yürümeye başladım. o sırada banyo önünden geçerken halıyı değiştirdiğini gördüm.
odasına girdim. ters bir şekilde sanki başı ağrıyormuş gibi yatakta yatıyordu. anne anne dedim ses yok. ters çevirdim gözler kapalı ses yok.
o gün son anne deyişimmiş ona halbuki. uykuda kalp durması ölüm nedeni.
10 seneyi geçti. her gün biraz daha çok özlüyorum. en çokta kara kuzum demesini ve kokusunu.
devamını gör...

(bkz: hacılara yürüyor korkmuyorum)
devamını gör...

ölümsüzlük konusunun olabilecek en mantıklı şekilde işlendiği dizi ve roman serisidir.

dizinin ana fikri; insan zihninin ve hafızanın, dhf denilen kodları içeren belleklere yüklenmesiyle bedenden bedene geçişin mümkün kılınması ve bu imkana yeterli düzeyde ulaşabilen bir kaymak tabakasının yeni ve ölümsüz bir sınıf yaratmasıdır.
devamını gör...

müko
devamını gör...

su sıralar çok gündemde olan (bkz: herbokolog) şahısların bitirdiğini düşündüğüm bölüm.
devamını gör...

orgazmik hazlar veren bir şarkı, bugünlerde.
devamını gör...

tüylerimi diken diken etmiş şahane kafa sözlük olayı.

destek olacağım hemen, süper olay.
devamını gör...

pavlov'un göbeği göbeğin kaliteyle dolduğunu gösteriyor. seviyorum sizleri kaliteli insanlar.

geldiğimizde otlar yemyeşildi
ve kuzeydeydi güneş

sonra pastirmalicoreğin danası tam yemeğini yerken birisi otlardan ayırdı onu pastırma yaptı sonra çörek oldu. bir baktı kendini portakalların arasında buldu.

bu arada buradan da diyeyim orkide rozetlerini bekliyorum ve ben de ekibe girmek istiyorum. alın beni alın ! (her yerde çığırmaya devam edeceğim bıkmam)*
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim