bana balık verme balık tutmayı öğret
devamını gör...
makarnanın 8 dakikada pişmesi yalanı
dünyadaki en büyük yalandır. tüm makarna markalarının paketleri üzerinde türden türe değişiklik gösterse de ortalama 8-12 dakikada piştiği yazar. neredeyse hepsini denemiş biri olarak kaynamış suya atılan bi makarnanın ocağın da altı sonuna kadar açıkken 15 dakikanın altında piştiğini hiç görmedim. bu kandırmacaya bi dur demeliyiz. ya daha hızlı pişenini yapın ya da şu sayıları değiştirin artık.
devamını gör...
parfüm olup şişelense satın alınacak kokular
omo color parfüm olursa fransa’ ciddi bir krize girer. hristiyan birliğine bir darbe indirmeye ne dersiniz?
tühhh ya omo, amerikalılarınmış...... yine ve yeniden büyük oyunu bozamadık....
neyse efendim, ben deterjan haliyle bile parfüm etkisi yaratılacak bir sırrı paylaşayım.
omo color sıvı deterjanla yıkanmış kıyafetlerinizi, hafif nemliyken ütülerseniz eğer koku kıyafetlere tamamen hapsolur.
euro’nun arşa çıktığı bugünlerde temiz kokmak isteyenlere yatırım tavsiyesidir.
tühhh ya omo, amerikalılarınmış...... yine ve yeniden büyük oyunu bozamadık....
neyse efendim, ben deterjan haliyle bile parfüm etkisi yaratılacak bir sırrı paylaşayım.
omo color sıvı deterjanla yıkanmış kıyafetlerinizi, hafif nemliyken ütülerseniz eğer koku kıyafetlere tamamen hapsolur.
euro’nun arşa çıktığı bugünlerde temiz kokmak isteyenlere yatırım tavsiyesidir.
devamını gör...
tombalak
devamını gör...
kitaplardaki cümlelerin altını çizmek
kitap okurken alınan hazzı x10 katlayan olaydır.
devamını gör...
can't take my eyes off you
bob crewe ve bob gaudio tarafından yazılan bir şarkıdır.
şarkı frank valli’nin 1967 yılında piyasaya sürdüğü teklisi için yazılmış ve sene boyu listelerde yerini almıştır. bob crewe ve bob gaudio’nun şarkısı frank valli’nin muhteşem yorumu ile birleşince ortaya enfes bir şarkı çıkmıştır. burada ufak bir uyarı yapmam lazım şarkı internette frank sinatra adıyla yayılmış durumda ancak bu tamamiyle yanlıştır. sinatra şarkıyı söylemedi.
frank valli
şarkının yolculuğu bu kadarla kalmadı elbette. 1997 yılında richard donner tarafından çekilen ve başrollerinde mel gibson ve julia roberts’ın oynadığı ve benim gerçekten çok beğendiğim* conspiracy theory filminde hem frank valli hem de lauryn hill versiyonu kullanılmıştır.
lauryn hill
elbette şarkımız yorulmak bilmez bir zaman yolcusu olduğu için bu sefer 1999 yılında gil junger tarafından çekilen 10 things i hate about*you filminde heath ledger’ın harika performansı ile karşımıza çıkıyor. heath ledger şarkıyı eğlenmeli bir koreografi ile de süsleyerek nasıl bir yetenek olduğunu hepimize gösteriyor.
heath ledger
daha sonra 2001 yılında sharon maguire tarafından sinemaya aktarılan ve bir helen fielding romanı olan bridget jones’s diary filminde andy williams versiyonu kullanılmıştır. çok beğendiğim bir kitap ve film olmasa da* filmde renee zellweger, colin firth ve hugh grant üçlüsü takdire şayandı.
andy williams
şarkı türkiye’ye de dolapdere big gang’in farklı ezgilerle donattığı ve bence çok başarılı olan cover’ı ile ulaşmıştır.
dolapdere big gang
şarkı frank valli’nin 1967 yılında piyasaya sürdüğü teklisi için yazılmış ve sene boyu listelerde yerini almıştır. bob crewe ve bob gaudio’nun şarkısı frank valli’nin muhteşem yorumu ile birleşince ortaya enfes bir şarkı çıkmıştır. burada ufak bir uyarı yapmam lazım şarkı internette frank sinatra adıyla yayılmış durumda ancak bu tamamiyle yanlıştır. sinatra şarkıyı söylemedi.
frank valli
şarkının yolculuğu bu kadarla kalmadı elbette. 1997 yılında richard donner tarafından çekilen ve başrollerinde mel gibson ve julia roberts’ın oynadığı ve benim gerçekten çok beğendiğim* conspiracy theory filminde hem frank valli hem de lauryn hill versiyonu kullanılmıştır.
lauryn hill
elbette şarkımız yorulmak bilmez bir zaman yolcusu olduğu için bu sefer 1999 yılında gil junger tarafından çekilen 10 things i hate about*you filminde heath ledger’ın harika performansı ile karşımıza çıkıyor. heath ledger şarkıyı eğlenmeli bir koreografi ile de süsleyerek nasıl bir yetenek olduğunu hepimize gösteriyor.
heath ledger
daha sonra 2001 yılında sharon maguire tarafından sinemaya aktarılan ve bir helen fielding romanı olan bridget jones’s diary filminde andy williams versiyonu kullanılmıştır. çok beğendiğim bir kitap ve film olmasa da* filmde renee zellweger, colin firth ve hugh grant üçlüsü takdire şayandı.
andy williams
şarkı türkiye’ye de dolapdere big gang’in farklı ezgilerle donattığı ve bence çok başarılı olan cover’ı ile ulaşmıştır.
dolapdere big gang
devamını gör...
kadın yazarlara nickaltı giren tipler
nickaltı girdiği yazarın tanımlarını beğeniyor olamaz mı? neden her şeyi cinsiyete bağlamak zorunda hissediyorsunuz kendinizi?
devamını gör...
türkiye'de lüks hayat yaşıyorsunuz diyen gurbetçi teyze
e gel beraber yaşayalım bu lüksü teyzecim.
devamını gör...
altı bardakta dünya tarihi
günlük hayatımıza devam ederken içecekler müthiş figüranlar olarak boy gösterirler sahnemizde. ama düşündüğümüzden çok daha önemlidir bu içecekler. ve her içecek önümüze aşina olduğumuz bir sahne serer.
mesela bira. amerikan filmlerinde sanki su içer gibi lıkır lıkır içilir bira. biraz avam bir içecektir. genelde benim hatırıma gelen sahne şöyledir bira deyince: oduncu gömleği giymiş; uzun sakallı ve uzun saçlı bir adam bar tezgahına yaslanır ve bol dekolteli kadından soğuk bir bira ister ve içeceği gelene kadar omzunun üstünden içerideki diğer insanları izler.
ya da şarap. şarap biraz daha romantik bir içecektir. sahnemiz de şöyle olacak. jilet gibi takım elbisesi ile yakışıklı baş kahramanımız kırmızı elbise ile güzeller güzeli kadın kahramanımızla iki kişilik bir akşam yemeği buluşmasındadır. garson gelir ve şarabın bilmem kaç yılında bilmem nerde üretildiğini söyler ve adam da kadını daha çok etkilemek için saçma sapan açıklamalar yapar o bölge ve şarapları ile ilgili.
sonrasında viski var. viski zengin içeceğidir ve herkesin harcı değildir. sahnemizde şişman ve zengin bir abimiz çatallanmış sesiyle karşısında tir tir titreyen genç adama nükteli tehditler savurmakta ve bir yandan da buzlu viskisinden minik yudumlar almaktadır. kötü adam kahkahası ise sonradan gelecektir.
çay ise bizim başrol oyuncumuzdur. köy kahvesinin bahçesinde toplanmış ağaya borcunu nasıl ödeyeceğini düşünen köylüler birden “ herkese benden çay” nidası ile irkilir çünkü hiç beklemedikleri ve umursamadıkları bir genç bütün sorunların çözecek bir macera yaşamış ve köylünün borcunu ağaya ödemiştir. çaylar gelir, şakalar yapılır ve höpürdeyen çaylarla mutlu mesut yaşanır.
kahve bambaşkadır. son zamanlarda ortaya çıkan yeni nesil kahveciler işi biraz bozsa da biz nostaljik sahnemize bakalım. genç adam iki ayağını üst üste koyup heyecanla beklerken aşık olduğu genç kız tepside kahveleri getirir. anlık bir bakışma ve mahçup bir gülüş. herkes fark eder ama kimse oralı gibi davranmaz. isteme, el öpme, mutlu mesut yaşamaya devam etme...
son içeceğimiz de kola olsun. sahnemizde ergen bir genç basketbol sahası kenarında oturmakta bir yandan ayağıyla kaykayını sağa sola oynatırken bir yandan kolasını içmektedir. o sırada basketbol oynayanlar topu ondan tarafa kaçırırlar ve macera başlar. meğer çok aşırı yetenekliymiş hem kola içme hem basketbol oynama konusunda.
ben dünyayı aldı bardakla açıkladım. yazar daha iyisini yapmış, siz de okuyun ve kendi 6 bardağınızı bulun.
mesela bira. amerikan filmlerinde sanki su içer gibi lıkır lıkır içilir bira. biraz avam bir içecektir. genelde benim hatırıma gelen sahne şöyledir bira deyince: oduncu gömleği giymiş; uzun sakallı ve uzun saçlı bir adam bar tezgahına yaslanır ve bol dekolteli kadından soğuk bir bira ister ve içeceği gelene kadar omzunun üstünden içerideki diğer insanları izler.
ya da şarap. şarap biraz daha romantik bir içecektir. sahnemiz de şöyle olacak. jilet gibi takım elbisesi ile yakışıklı baş kahramanımız kırmızı elbise ile güzeller güzeli kadın kahramanımızla iki kişilik bir akşam yemeği buluşmasındadır. garson gelir ve şarabın bilmem kaç yılında bilmem nerde üretildiğini söyler ve adam da kadını daha çok etkilemek için saçma sapan açıklamalar yapar o bölge ve şarapları ile ilgili.
sonrasında viski var. viski zengin içeceğidir ve herkesin harcı değildir. sahnemizde şişman ve zengin bir abimiz çatallanmış sesiyle karşısında tir tir titreyen genç adama nükteli tehditler savurmakta ve bir yandan da buzlu viskisinden minik yudumlar almaktadır. kötü adam kahkahası ise sonradan gelecektir.
çay ise bizim başrol oyuncumuzdur. köy kahvesinin bahçesinde toplanmış ağaya borcunu nasıl ödeyeceğini düşünen köylüler birden “ herkese benden çay” nidası ile irkilir çünkü hiç beklemedikleri ve umursamadıkları bir genç bütün sorunların çözecek bir macera yaşamış ve köylünün borcunu ağaya ödemiştir. çaylar gelir, şakalar yapılır ve höpürdeyen çaylarla mutlu mesut yaşanır.
kahve bambaşkadır. son zamanlarda ortaya çıkan yeni nesil kahveciler işi biraz bozsa da biz nostaljik sahnemize bakalım. genç adam iki ayağını üst üste koyup heyecanla beklerken aşık olduğu genç kız tepside kahveleri getirir. anlık bir bakışma ve mahçup bir gülüş. herkes fark eder ama kimse oralı gibi davranmaz. isteme, el öpme, mutlu mesut yaşamaya devam etme...
son içeceğimiz de kola olsun. sahnemizde ergen bir genç basketbol sahası kenarında oturmakta bir yandan ayağıyla kaykayını sağa sola oynatırken bir yandan kolasını içmektedir. o sırada basketbol oynayanlar topu ondan tarafa kaçırırlar ve macera başlar. meğer çok aşırı yetenekliymiş hem kola içme hem basketbol oynama konusunda.
ben dünyayı aldı bardakla açıkladım. yazar daha iyisini yapmış, siz de okuyun ve kendi 6 bardağınızı bulun.
devamını gör...
çay vs kahve
yerine ve zamanına göre değişir. benim için kalabalıkken uzun uzun çayla olan muhabbetin tadından yenmez. konu konuyu açar, çaydanlıklar boşalır, bu çok güzeldir.
kahve ise tek başınayken güzel. ayrıca kahve öğrencilerin biricik dostudur. uykuyu açtığı için öğrencilerin ilk tercihi olur. faydası çok fazla görülür.
ikisi de iyiki var bence. çay kalabalığa, kahve yalnızlığa yakışıyor. biri olmazsa diğerinin eksikliği hissedilir. ama bana hayatta sadece birini içme hakkın olsa hangisini tercih edersin diye sorsalar* kesinlikle çay derim.
kahve ise tek başınayken güzel. ayrıca kahve öğrencilerin biricik dostudur. uykuyu açtığı için öğrencilerin ilk tercihi olur. faydası çok fazla görülür.
ikisi de iyiki var bence. çay kalabalığa, kahve yalnızlığa yakışıyor. biri olmazsa diğerinin eksikliği hissedilir. ama bana hayatta sadece birini içme hakkın olsa hangisini tercih edersin diye sorsalar* kesinlikle çay derim.
devamını gör...
geceye bir siyasetçi sözü bırak
urfa'ya , mardin'e güneydoğu ya deniz getireceğiz.
rahmetli erbakan da rahmetli demirel de bu sözleri söylemişlerdir, söyleme sebebi gap projesi aslında , ama halk milleti kandırıyorlar diye dalga geçerdi.
rahmetli erbakan da rahmetli demirel de bu sözleri söylemişlerdir, söyleme sebebi gap projesi aslında , ama halk milleti kandırıyorlar diye dalga geçerdi.
devamını gör...
küçük kara balık
"insan doğası gereği bilmek ister." yanlış hatırlamıyorsam aristotales'in bir eseri bu cümleleyle başlıyordu. küçük kara balık da bilmek istiyor. doğasına uygun olanı yapmak istiyor. hayatın anlamını öğrenmede buluyor ve bunun macerasız olmayacağını biliyor. bunun aksi anlayış neden sonra oldu bilinmez -belki de yerleşik yaşamın sağladığı rahatlıktandır- insan öğrenmekten korkar oldu. hatta başkalarının da öğrenmesini istemedi. ne olursa olsun gücünü unuttu. tembelleşti. işte küçük kara balık da bunu anlatan en güzel eserlerden ve unutulmaz kahramanlardandır.
bir sabah annesine dünya ne kadar, neresidir? dünyayı merak ediyorum, bana anlatır mısın? gibi sorduğu sorularla onu çok seven annesini bir hayli korkutmuştu. çünkü dünya işte "bu kadar" dı. yaşadıkları yer kadardı. başka dünya aramaya ne gerek vardı. dışarısı tehlikelerle doluydu. en iyisi hep yerinde kalmaktı. ancak tüm bunlar küçük kara balık'ın aklına yatmıyordu. dünya bu kadar küçük olamazdı. keşfedilecek okyanuslar, kurulacak arkadaşlıklar, öğrenilecek şeyler vardı. yaşanacak bir yaşam vardı. burada kalırsa yaşayamayacaktı. o da gitmeye karar verdi. salyangoz dostuyla da konuşurdu bunları. bulundukları bölgedeki yaşlı balıklar sevmezdi onu. aklında kötücül, zararlı düşünceler vardı. genç balıkların aklını çeliyordu. bu zararlıydı. balıklar sadece balıklarla arkadaş olmalıydı. küçük kara balık ise şöyle diyecekti:" bir balığın salyangozla dost olamadığını nereden biliyorsunuz. ben de böyle bir şey hiç duymadım. " sonuç olarak bu tek düze yaşama karşı çıktı, suçlandı ve hatta ortadan kaldırılmak istendi. birkaç balık arkadaşı onu koruyarak ona akıntıya kadar eşlik etti. küçük kara balık serüvenine atıldı. tam bu noktada iki farklı metin arasında bağlantı kurarak puslu kıtalar atlası'ndan bir alıntı yapmak isitiyorum:
uzun ihsan efendi oğluna, "buradan gitmek istediğini biliyorum oğlum" dedi, " kendime hakim olabilseydim belki de seni, çoktan içine girdiğin bu maceraya bırakmazdım. sana olan sevgim biricik oğlumu tehlikeye atmama engel oluyor. ama bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. macera ise en büyük ibadettir; çünkü o'nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim. kendi payıma ben, dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. bu, yeterince cesur olmadığımın bir göstergesi olabilir. aynı hatayı senin de yapmana yol açmak istemiyorum. sana izin veriyorum, git. git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. dünyadan ve onun hiçbir halinden korkma.
iki eserde de aynı düşünce savunulmaktadır. sonuç olarak öğrenmek ve tanıma arzusu şu yaşamı anlamlı kılan yegane unsur olmaktadır. bu yolculukta destekleyici, güven verici tutumlar olduğu sürece mutlu bireyler, mutlu toplumlar olacaktır kanaatindeyim. baskılayıcı tutumlar bir yere kadar sürer ve istenmeyen çıktıları bazen baş edilemez olur. en iyisi keşfetmenin, öğrenmenin önüne geçmeye çalışmamaktır çünkü su akar yolunu bulur ve dirençle akan bir suyun önünde ne durabilir?
bir sabah annesine dünya ne kadar, neresidir? dünyayı merak ediyorum, bana anlatır mısın? gibi sorduğu sorularla onu çok seven annesini bir hayli korkutmuştu. çünkü dünya işte "bu kadar" dı. yaşadıkları yer kadardı. başka dünya aramaya ne gerek vardı. dışarısı tehlikelerle doluydu. en iyisi hep yerinde kalmaktı. ancak tüm bunlar küçük kara balık'ın aklına yatmıyordu. dünya bu kadar küçük olamazdı. keşfedilecek okyanuslar, kurulacak arkadaşlıklar, öğrenilecek şeyler vardı. yaşanacak bir yaşam vardı. burada kalırsa yaşayamayacaktı. o da gitmeye karar verdi. salyangoz dostuyla da konuşurdu bunları. bulundukları bölgedeki yaşlı balıklar sevmezdi onu. aklında kötücül, zararlı düşünceler vardı. genç balıkların aklını çeliyordu. bu zararlıydı. balıklar sadece balıklarla arkadaş olmalıydı. küçük kara balık ise şöyle diyecekti:" bir balığın salyangozla dost olamadığını nereden biliyorsunuz. ben de böyle bir şey hiç duymadım. " sonuç olarak bu tek düze yaşama karşı çıktı, suçlandı ve hatta ortadan kaldırılmak istendi. birkaç balık arkadaşı onu koruyarak ona akıntıya kadar eşlik etti. küçük kara balık serüvenine atıldı. tam bu noktada iki farklı metin arasında bağlantı kurarak puslu kıtalar atlası'ndan bir alıntı yapmak isitiyorum:
uzun ihsan efendi oğluna, "buradan gitmek istediğini biliyorum oğlum" dedi, " kendime hakim olabilseydim belki de seni, çoktan içine girdiğin bu maceraya bırakmazdım. sana olan sevgim biricik oğlumu tehlikeye atmama engel oluyor. ama bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. macera ise en büyük ibadettir; çünkü o'nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş değilim. kendi payıma ben, dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. bu, yeterince cesur olmadığımın bir göstergesi olabilir. aynı hatayı senin de yapmana yol açmak istemiyorum. sana izin veriyorum, git. git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. dünyadan ve onun hiçbir halinden korkma.
iki eserde de aynı düşünce savunulmaktadır. sonuç olarak öğrenmek ve tanıma arzusu şu yaşamı anlamlı kılan yegane unsur olmaktadır. bu yolculukta destekleyici, güven verici tutumlar olduğu sürece mutlu bireyler, mutlu toplumlar olacaktır kanaatindeyim. baskılayıcı tutumlar bir yere kadar sürer ve istenmeyen çıktıları bazen baş edilemez olur. en iyisi keşfetmenin, öğrenmenin önüne geçmeye çalışmamaktır çünkü su akar yolunu bulur ve dirençle akan bir suyun önünde ne durabilir?
devamını gör...
ölümün en iyi tanımı
kaçınılmaz son.beni fazla uzak olmayan bir zamanda yakalamasını temenni ediyorum.
devamını gör...
gel gel sarışınım gel
gülşen versiyonu'nun klibi yasaklanmıştı diye hatırlıyorum.seksapalitesi yüksek bir klipti zira.
devamını gör...
seks esnasında ağlayan kadın
anlıyorum aklınıza başka sebepler geliyor ve bunlar da fallusunuzu besliyor lakin muhtemelen aşık olduğu için ağlayan kadındır kendisi. ayrılık sonrası seksidir. çok özlediğini fark etmiş ya da kabul etmek zorunda kalmıştır dolayısıyla da gözyaşlarını kontrol edebilecek kadar maske takamıyordur falan, bunun gibi şeyler...
yaşamayan bilmez. garip bir ağlamadır. bunlar hep bilgi.
yaşamayan bilmez. garip bir ağlamadır. bunlar hep bilgi.
devamını gör...
evlilikte tecavüz var mıdır sorunsalı
tecavüzün kelime anlamı saldırıdır. yani karşılıklı rıza yoksa evlilikte de tecavüz vardır.
devamını gör...
öz kızından çocuğu olan rezil insan
ahlak olarak çöktüğümüzün göstergesidir.
devamını gör...
kadın ve erkeğin arkadaş olması
dümdüz arkadaşlıktır işte. neden herkes duygusal veyahut cinsel bir çekim olduğu kanısında anlamış değilim. en iyi anlaştığım arkadaşlarıma baktığımda karşı cins sayısı hemcinslerimden fazla, hatta birkaçı ile hemcinslerimden daha iyi bile anlaşıyorum. hiçbirine sizin baktığınız anlamda bakmadım, bakmam da. arkadaşım ya o benim, hani ailemizden bile kimi zaman daha çok gördüğümüz ve bizi anlamaya çalışan insanlar. niye hemen bir ateş-barut muhabbeti aklınıza geliyor, anlamış değilim... oysa ben insan ilişkileri açısından ve kişinin kendini ifade edebilme yeteneğini geliştirmesi bakımından faydalı olduğu kanısındayım. karşı cinsten birisiyle nasıl konuşmanız gerektiğini anlarsınız. her iki cinsiyetin farklılıkları var ve bir konuda karşınızdakini anlayamadığınızda başvuracağınız insandırlar kendileri.
devamını gör...

