buz devri replikleri
-hanım hanııım bunlay benim yavyulayım..!
devamını gör...
öksürünce ele gelen kanı görmek ama kimseye söylememek
çok eski filmlerde geçen bir sahnedir. halbuki kişinin, kendini toplumdan izole etmesi gerekir. çünkü söz konusu kana sebep olan hastalık yani verem bulaşıcıdır.
devamını gör...
güne bir film bırak
(bkz: gün batımı)*
devamını gör...
cadı avı
cadılık mı kötü yoksa insanlık mı?
14. yüzyılda bütün avrupa, kara ölüm denen veba ile boğuşmaktaydı. salgın hastalık bütün kıtaya yayılırken köylerdeki bütün insanlar özellikle çocuklar ölmektedir. kara ölümle ile birlikte korkuya dayalı histeriye bağlı büyük ve kudretli şeytanın yeryüzüne geldiğine dair söylentiler yayılmıştı. yaşanan kötü kaderin şeytanın işi olduğuna inandılar. kilise durumdan faydalandı engizisyon mahkemeleri kurdu. kilise her zaman feodal sistemin devamlılığına katkı vermiştir. bu mahkemelerin görevi şeytanın günahkarlarını yeryüzünde yok etmekti. 14. yüzyılın sonunda, büyü, günahlar içerisinde en kötüsü olarak görüldü. çünkü ruhunuzu şeytana sattığınızın bir işareti idi. öyle ki yaratılan korku cadıların uçabildiği inancını yaygınlaştırdı. 16. yüzyılda yaşayan hollanda'lı doktor, okültist ve şeytanolog johann weyer, cadıların kullandığı natura adlı bir ilacın insanlarda halüsinasyonlara neden olduğunu iddia etmiştir. cadıların uçtuğu inancı böylece yaygın söylenti olarak yayıldı.

johann weyer
cadıların şeytanla bir anlaşma yaptıkları, geceleri büyülü toplantılarda şeytana taptıkları düşünülürdü. uçarak gittikleri bu toplantılarda ahlak dışı olaylarda gerçekleşmekteydi. ahlaksız, gizemli bir topluluktan bahsedilirdi. bu sebeple günlerinde ölü bebeklerden korkunç ziyafet düzenlendiğine inanılırdı. bu toplantılara karanlığın prensi şeytanın katılmasıyla doruk noktasına ulaşılır ve şeytan cadılarla cinsel ilişkide bulunurdu.

illüstrasyon, martin van maële 1911
1486 yılında cadıların belirlenmesi ve yok edilmesinde cadı avcılarına yardımcı olacak bir kitap yazıldı. kitaba “cadı baltası” (malleus maleficarum – hammer of witches) adı verildi. dominikan tarikatından iki alman keşiş (heinrich kramer and jacob sprenger) tarafından yazılan kitap o devrin en yaygın inanışını yansıtıyordu. bu kitaba göre kadınlar, şeytan için kolay bir avdı. kadının bedeni, şehvet ve büyü birlikte ilişkilendirildi. cadıların nasıl tanınacağı ve nasıl yakalanacağı anlatılıyordu. bu kitapta yazılanlar iki yüzyıl boyunca cadı avcılarına rehberlik etti. acımasızlık ve zulüm içeren bu kitap incil’den sonra en çok okunan kitapdı.

aslında kurbanlar o kötü günlerde topluma yardımcı olmaya çalışan kadınlardı. köylüler başlarına gelen felaketlerin sorumlusu olarak büyüyü ve kendilerine zarar veren cadının kadın olduğuna inandırıldı. yemeği pişiren, ebelik yapan, hastalıkta şifalı otlarla insanları tedavi eden kadınlar ve geliştirdikleri beceriler onlardan daha çok kuşku duyulmasına neden oldu. kadınlar neden kilise tarafından hedef tahtasına oturtuldu? kilise bilge kadınlardan neden korktu?
kaynağını derin bir korku ve nefretten alan engizisyonun alevleri asla sönmeyecek gibiydi. ilerleyen zamanlarda binlerce kadın korku ve ihanetle tuzağa düşürülecekti. cadı olmak ile suçlanan bir kadın yakalandığında dehşet başlıyordu. 1600’lü yılların sonunda binlerce insan yargılanmak üzere engizisyon mahkemelerine çıkarılıyordu. suçlananlar çırılçıplak soyulup inceleniyordu. şeytana ait izler bulmak üzere uzun iğneler ile acımasızca işkence ediliyordu. gariplik olarak ben ya da doğum lekesi yeterli olmaktaydı. delil bulunduktan sonra itirafta bulunması gerekiyordu, aksi takdirde öldürülemezdi. en korkunç en gelişmiş işkence metotları suçlarını itiraf ettirmek amacıyla tapınak şövalyeleri için geliştirilmişti.
tapınak şövalyelerinin 14.yüzyılda ortadan kaybolmasıyla, büyücü bilge kadınlara yönelik yeniden benzer işkenceler kilise tarafından başlatılmıştır. bu işkencelerin üç ayrı seviyesi vardı ve üçüncü seviye insanlara ölümü getiren işkenceleri içeriyordu. parmak ve bacakları döndürmek için yapılan aletler, baş için kullanılan mengeneler, çivili koltuk gibi dayanılmaz acı veren pek çok korkunç, vahşi işkence aletleri o yıllarda geliştirilmiştir. hatta işkence altında olan cadıların çok tehlikeli olduğu düşünülürdü. cadıların gözlerine bakılmazdı, sahip oldukları şeytani güçlerden korkulurdu. onların gözüne bakarsanız acıya bilirdiniz. getirilen açıklama ise cadının sizi büyülediği biçimindeydi. gerçek ise acıma ve merhamet etme ihtimalini ortadan kaldırmaktı.
işkence acımasızca artarak devam ettirildiğinde, en sonunda ne istenirse söylendi. bu gittikçe büyüyen bir girdabı andırıyordu. cadı olduğuna inanılan birkaç kadın ile başlıyor, sonunda düzinelerce kadının yok edildiği bir vahşete dönüşüyordu. mahkeme tarafından uydurulan iğrenç fantazilere dayalı acı dolu ve korkunç işkencelerden korkanların itiraf edeceği umuluyordu. kader günü geldiğinde suçlu bir vagona konuyor, dar sokaklardan geçirilerek köy meydanına getiriliyordu. burada bir kazığa bağlanıyordu. avrupa’da binlerce kadın yakılarak öldürüldü. nedeni ise içindeki şeytan ancak ve ancak yakılarak yok edilebilirdi. cadı dönemi denen iki yüz yıl boyunca fransa ve almanya’nın köylerinde çok korkunç katliamlar gerçekleşti.
ingilizler cadıyı yüzdürmek denen bir yöntem geliştirmişlerdi. suçlunun iki eli ve ayakları göbeği üzerinde bağlanıp su üzerine bırakılıyordu, eğer sanık su üzerinde kalmayı becerirse onun bir cadı olduğuna inanıp öldürüyorlardı, batar ve boğulursa suçsuz olduğuna inanıyorlardı. ancak her iki durumda da kadın ölüyordu. 16. yüzyılda kendilerini dehşete kaptırmış en tehlikeli olan yer almanya’nın wurzburg şehridir. hakimler en sonunda neredeyse tüm şehir halkının şeytana hizmet ettiğine karar verdi. 600 kişiyi ölümle cezalandırdılar. bunların 19'u rahip 41 ise çocuktu. geriye hiç kadın kalmamıştı. toplamda tüm avrupa’da 60.000 ile 300.000 kişinin yok edildiği iddia edilmektedir.
14. yüzyılda bütün avrupa, kara ölüm denen veba ile boğuşmaktaydı. salgın hastalık bütün kıtaya yayılırken köylerdeki bütün insanlar özellikle çocuklar ölmektedir. kara ölümle ile birlikte korkuya dayalı histeriye bağlı büyük ve kudretli şeytanın yeryüzüne geldiğine dair söylentiler yayılmıştı. yaşanan kötü kaderin şeytanın işi olduğuna inandılar. kilise durumdan faydalandı engizisyon mahkemeleri kurdu. kilise her zaman feodal sistemin devamlılığına katkı vermiştir. bu mahkemelerin görevi şeytanın günahkarlarını yeryüzünde yok etmekti. 14. yüzyılın sonunda, büyü, günahlar içerisinde en kötüsü olarak görüldü. çünkü ruhunuzu şeytana sattığınızın bir işareti idi. öyle ki yaratılan korku cadıların uçabildiği inancını yaygınlaştırdı. 16. yüzyılda yaşayan hollanda'lı doktor, okültist ve şeytanolog johann weyer, cadıların kullandığı natura adlı bir ilacın insanlarda halüsinasyonlara neden olduğunu iddia etmiştir. cadıların uçtuğu inancı böylece yaygın söylenti olarak yayıldı.
johann weyer
cadıların şeytanla bir anlaşma yaptıkları, geceleri büyülü toplantılarda şeytana taptıkları düşünülürdü. uçarak gittikleri bu toplantılarda ahlak dışı olaylarda gerçekleşmekteydi. ahlaksız, gizemli bir topluluktan bahsedilirdi. bu sebeple günlerinde ölü bebeklerden korkunç ziyafet düzenlendiğine inanılırdı. bu toplantılara karanlığın prensi şeytanın katılmasıyla doruk noktasına ulaşılır ve şeytan cadılarla cinsel ilişkide bulunurdu.

illüstrasyon, martin van maële 1911
1486 yılında cadıların belirlenmesi ve yok edilmesinde cadı avcılarına yardımcı olacak bir kitap yazıldı. kitaba “cadı baltası” (malleus maleficarum – hammer of witches) adı verildi. dominikan tarikatından iki alman keşiş (heinrich kramer and jacob sprenger) tarafından yazılan kitap o devrin en yaygın inanışını yansıtıyordu. bu kitaba göre kadınlar, şeytan için kolay bir avdı. kadının bedeni, şehvet ve büyü birlikte ilişkilendirildi. cadıların nasıl tanınacağı ve nasıl yakalanacağı anlatılıyordu. bu kitapta yazılanlar iki yüzyıl boyunca cadı avcılarına rehberlik etti. acımasızlık ve zulüm içeren bu kitap incil’den sonra en çok okunan kitapdı.
aslında kurbanlar o kötü günlerde topluma yardımcı olmaya çalışan kadınlardı. köylüler başlarına gelen felaketlerin sorumlusu olarak büyüyü ve kendilerine zarar veren cadının kadın olduğuna inandırıldı. yemeği pişiren, ebelik yapan, hastalıkta şifalı otlarla insanları tedavi eden kadınlar ve geliştirdikleri beceriler onlardan daha çok kuşku duyulmasına neden oldu. kadınlar neden kilise tarafından hedef tahtasına oturtuldu? kilise bilge kadınlardan neden korktu?
kaynağını derin bir korku ve nefretten alan engizisyonun alevleri asla sönmeyecek gibiydi. ilerleyen zamanlarda binlerce kadın korku ve ihanetle tuzağa düşürülecekti. cadı olmak ile suçlanan bir kadın yakalandığında dehşet başlıyordu. 1600’lü yılların sonunda binlerce insan yargılanmak üzere engizisyon mahkemelerine çıkarılıyordu. suçlananlar çırılçıplak soyulup inceleniyordu. şeytana ait izler bulmak üzere uzun iğneler ile acımasızca işkence ediliyordu. gariplik olarak ben ya da doğum lekesi yeterli olmaktaydı. delil bulunduktan sonra itirafta bulunması gerekiyordu, aksi takdirde öldürülemezdi. en korkunç en gelişmiş işkence metotları suçlarını itiraf ettirmek amacıyla tapınak şövalyeleri için geliştirilmişti.
tapınak şövalyelerinin 14.yüzyılda ortadan kaybolmasıyla, büyücü bilge kadınlara yönelik yeniden benzer işkenceler kilise tarafından başlatılmıştır. bu işkencelerin üç ayrı seviyesi vardı ve üçüncü seviye insanlara ölümü getiren işkenceleri içeriyordu. parmak ve bacakları döndürmek için yapılan aletler, baş için kullanılan mengeneler, çivili koltuk gibi dayanılmaz acı veren pek çok korkunç, vahşi işkence aletleri o yıllarda geliştirilmiştir. hatta işkence altında olan cadıların çok tehlikeli olduğu düşünülürdü. cadıların gözlerine bakılmazdı, sahip oldukları şeytani güçlerden korkulurdu. onların gözüne bakarsanız acıya bilirdiniz. getirilen açıklama ise cadının sizi büyülediği biçimindeydi. gerçek ise acıma ve merhamet etme ihtimalini ortadan kaldırmaktı.
işkence acımasızca artarak devam ettirildiğinde, en sonunda ne istenirse söylendi. bu gittikçe büyüyen bir girdabı andırıyordu. cadı olduğuna inanılan birkaç kadın ile başlıyor, sonunda düzinelerce kadının yok edildiği bir vahşete dönüşüyordu. mahkeme tarafından uydurulan iğrenç fantazilere dayalı acı dolu ve korkunç işkencelerden korkanların itiraf edeceği umuluyordu. kader günü geldiğinde suçlu bir vagona konuyor, dar sokaklardan geçirilerek köy meydanına getiriliyordu. burada bir kazığa bağlanıyordu. avrupa’da binlerce kadın yakılarak öldürüldü. nedeni ise içindeki şeytan ancak ve ancak yakılarak yok edilebilirdi. cadı dönemi denen iki yüz yıl boyunca fransa ve almanya’nın köylerinde çok korkunç katliamlar gerçekleşti.
ingilizler cadıyı yüzdürmek denen bir yöntem geliştirmişlerdi. suçlunun iki eli ve ayakları göbeği üzerinde bağlanıp su üzerine bırakılıyordu, eğer sanık su üzerinde kalmayı becerirse onun bir cadı olduğuna inanıp öldürüyorlardı, batar ve boğulursa suçsuz olduğuna inanıyorlardı. ancak her iki durumda da kadın ölüyordu. 16. yüzyılda kendilerini dehşete kaptırmış en tehlikeli olan yer almanya’nın wurzburg şehridir. hakimler en sonunda neredeyse tüm şehir halkının şeytana hizmet ettiğine karar verdi. 600 kişiyi ölümle cezalandırdılar. bunların 19'u rahip 41 ise çocuktu. geriye hiç kadın kalmamıştı. toplamda tüm avrupa’da 60.000 ile 300.000 kişinin yok edildiği iddia edilmektedir.
devamını gör...
kedilere özgü gariplikler
benim kedim baya kendini insan zannediyor. uyuma şeklinden trip atmasına varana dek pek çok örnek verebilirim.
devamını gör...
yüzbaşı jack
gerçek adı kintpuash'dı. california'nın kuzeyi, oregon'un güneyinde yaşayan küçük bir kızılderili kabilesi olan modoc'ların reisinin oğluydu. babası gittikçe çoğalan beyazlarla çarpışıyor ve onlardan uzak durmalarını istiyordu. fakat oğlu beyazların elbiselerini, evlerini, at arabalarını, yaşam tarzlarını seviyordu.
babası ölünce reis oldu ve beyazlara gidip çarpışmaya gerek olmadığını, onlar gibi yaşamak istediklerini söyledi. beyazlar, bizimle yaşayamazsınız, en iyisinin bir rezervasyona gitmeleri olduğunu söylediler. klamath kabilesinin rezervasyonuna gönderildiler ama oradakiler o kadar kötü davrandı ve gelen yiyecek sadece onlara verilip bunlar aç kalınca, eski topraklarına geri döndüler. a.b.d ordusu kamplarına gelip rezervasyona dönmelerini istedi. modoc'lar orada kendilerine yiyecek verilmediğini, dönmek istemediklerini söylediler ama mecburdular. silahları teslim ederken ortalık karıştı ve birkaç asker öldürüldü. kızılderililer hemen diğer kampa kaçtılar. kintpuash'ın yanına gittiler ve olanları anlattılar. reis adamlarına çatıştıkları için kızgındı, savaşmak istemiyordu, zaten küçük bir kabileydiler ve 50 savaşçıları belki vardı ama kendi halkınıda idam etmeleri için beyazlara veremezdi. bütün savaşçılar toplantı yaptı ve kintpuash ve birkaç kişi hariç, askerleri vuranlar başta olmak üzere, savaş kararı çıktı. artık modoc savaşı başlamıştı. lav yatakları olan kayalık bölgeye saklandılar ama bir zaman sonra etrafları a.b.d askerleri ile doldu. a.b.d ordusu önce toplarla vuruyor, saldırıyor ama ölenler, yaralananlar olsada, kayalık alandaki savaşçılar onları kolayca vuruyorlardı. ne kızılderililer kaçabiliyor, ne beyazlar onları yok edebiliyordu. bu yüzden beyazlar görüşme istediler ama birkaç kere toplantı olsada, birileri idam edileceği için sonuç çıkmadı. belki komutanlarını vurursak, ordu dağılır ve kaçabiliriz diyerek, toplantıya gelen general canby'i kintpuash öldürdü. gerçekten kaçtılar ama her yer a.b.d askeri doluydu zamanla yaşlılar, çocuklar, kadınlar ve savaşçılar vuruldu yada yakalandılar. artık sadece etrafa dağılmış aç, perişan birkaç savaşçı kalmıştı ve sürekli yer değiştiriyorlardı. reis kintpuash'ın beyazlara vermediği, askerleri öldüren dört kişi, askerlere haber gönderdiler ve eğer affedilirlerse, reisi sağ yada ölü getireceklerini söylediler. askerler bunu kabul etti ve eski savaşçıları, askerleri reisin saklanabileceği yerlere götürdüler. sonunda bir yerde reis ve üç savaşçısını yakaladılar. kintpuash devamlı savaş isteyen, askerleri öldüren eski savaşçılarını, askerlerin yanında görünce şaşırdı. artık onlar için herşey bitmişti, 1873 yılında kintpuash ve üç adamı asıldılar.
babası ölünce reis oldu ve beyazlara gidip çarpışmaya gerek olmadığını, onlar gibi yaşamak istediklerini söyledi. beyazlar, bizimle yaşayamazsınız, en iyisinin bir rezervasyona gitmeleri olduğunu söylediler. klamath kabilesinin rezervasyonuna gönderildiler ama oradakiler o kadar kötü davrandı ve gelen yiyecek sadece onlara verilip bunlar aç kalınca, eski topraklarına geri döndüler. a.b.d ordusu kamplarına gelip rezervasyona dönmelerini istedi. modoc'lar orada kendilerine yiyecek verilmediğini, dönmek istemediklerini söylediler ama mecburdular. silahları teslim ederken ortalık karıştı ve birkaç asker öldürüldü. kızılderililer hemen diğer kampa kaçtılar. kintpuash'ın yanına gittiler ve olanları anlattılar. reis adamlarına çatıştıkları için kızgındı, savaşmak istemiyordu, zaten küçük bir kabileydiler ve 50 savaşçıları belki vardı ama kendi halkınıda idam etmeleri için beyazlara veremezdi. bütün savaşçılar toplantı yaptı ve kintpuash ve birkaç kişi hariç, askerleri vuranlar başta olmak üzere, savaş kararı çıktı. artık modoc savaşı başlamıştı. lav yatakları olan kayalık bölgeye saklandılar ama bir zaman sonra etrafları a.b.d askerleri ile doldu. a.b.d ordusu önce toplarla vuruyor, saldırıyor ama ölenler, yaralananlar olsada, kayalık alandaki savaşçılar onları kolayca vuruyorlardı. ne kızılderililer kaçabiliyor, ne beyazlar onları yok edebiliyordu. bu yüzden beyazlar görüşme istediler ama birkaç kere toplantı olsada, birileri idam edileceği için sonuç çıkmadı. belki komutanlarını vurursak, ordu dağılır ve kaçabiliriz diyerek, toplantıya gelen general canby'i kintpuash öldürdü. gerçekten kaçtılar ama her yer a.b.d askeri doluydu zamanla yaşlılar, çocuklar, kadınlar ve savaşçılar vuruldu yada yakalandılar. artık sadece etrafa dağılmış aç, perişan birkaç savaşçı kalmıştı ve sürekli yer değiştiriyorlardı. reis kintpuash'ın beyazlara vermediği, askerleri öldüren dört kişi, askerlere haber gönderdiler ve eğer affedilirlerse, reisi sağ yada ölü getireceklerini söylediler. askerler bunu kabul etti ve eski savaşçıları, askerleri reisin saklanabileceği yerlere götürdüler. sonunda bir yerde reis ve üç savaşçısını yakaladılar. kintpuash devamlı savaş isteyen, askerleri öldüren eski savaşçılarını, askerlerin yanında görünce şaşırdı. artık onlar için herşey bitmişti, 1873 yılında kintpuash ve üç adamı asıldılar.
devamını gör...
there is no spoon
the matrix filminde geçen ve aslında kısmen de olsa filmin anlatmaya çalıştıklarını özetleyen cümledir. kaşık aslında yok!
bu cümleyi ilk kez neo kahin ile görüşmek için beklerken küçük bir çocuktan duyar. çocuk oturduğu yerde kaşıkları bükmektedir. neo'nun dikkatini çekince çocuk eğer kaşığın gerçek olmadığına inanırsa bunu yapabileceğini ima eder ve neo ilk seferde kaşığı büker.
bu cümleyi ikinci kez duyduğumuzda söyleyen neo’dur trinity ile asansör tepesinde romantik sayılabilecek bir kurtaran operasyonu ile ajan smith’in elindeki morpheus’un imdadına koşarlarken sarf eder cümleyi.
film neredeyse tamamen temel mantık olarak platon’un mağara alegorisi üzerine kurulmuştur. doğdukları günden itibaren bir mağarada duvarını izlemek üzere zincirlenmiş bir grup insan vardır. arkalarında yanan sonsuz bir ateş ve bu ateşin önünde ellerinde kuklalarla dolaşan bir grup kuklacı tarafından duvara yansıtılan gölgelerin gerçek olduğuna inanan bu insanlar asla güneş ışığı görmemiştir.
bir gün içlerinden biri zincirlerimden başla kaybedecek neyim acaba diye düşünür ve ben bir dışarı varıp geleyim derken hem karl marx’a anahtar bir cümle ilham etmiş hem de ilk kez gün ışığı görmüş olur.
döndüğü zaman mağaradakilere gölgelerin gerçek değil birer yansıma olduğunu söylediğinde ona kimse inanmaz.
platon böyle anlatır dünyayı, the matrix ise bize ufak bir özet sunar there is no spoon ile.
bu cümleyi ilk kez neo kahin ile görüşmek için beklerken küçük bir çocuktan duyar. çocuk oturduğu yerde kaşıkları bükmektedir. neo'nun dikkatini çekince çocuk eğer kaşığın gerçek olmadığına inanırsa bunu yapabileceğini ima eder ve neo ilk seferde kaşığı büker.
bu cümleyi ikinci kez duyduğumuzda söyleyen neo’dur trinity ile asansör tepesinde romantik sayılabilecek bir kurtaran operasyonu ile ajan smith’in elindeki morpheus’un imdadına koşarlarken sarf eder cümleyi.
film neredeyse tamamen temel mantık olarak platon’un mağara alegorisi üzerine kurulmuştur. doğdukları günden itibaren bir mağarada duvarını izlemek üzere zincirlenmiş bir grup insan vardır. arkalarında yanan sonsuz bir ateş ve bu ateşin önünde ellerinde kuklalarla dolaşan bir grup kuklacı tarafından duvara yansıtılan gölgelerin gerçek olduğuna inanan bu insanlar asla güneş ışığı görmemiştir.
bir gün içlerinden biri zincirlerimden başla kaybedecek neyim acaba diye düşünür ve ben bir dışarı varıp geleyim derken hem karl marx’a anahtar bir cümle ilham etmiş hem de ilk kez gün ışığı görmüş olur.
döndüğü zaman mağaradakilere gölgelerin gerçek değil birer yansıma olduğunu söylediğinde ona kimse inanmaz.
platon böyle anlatır dünyayı, the matrix ise bize ufak bir özet sunar there is no spoon ile.
devamını gör...
bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülük
"kendiniz olmak yerine, başkalarının istediği bir bireye dönüşmektir."
devamını gör...
mutfakta duran sarı bez
uzun zamandır kullanmıyorum, çünkü eskidikçe çıkardığı havlar, midemi bulandırıyor. mikrofiber bezleri daha başarılı bulup onlara terfi ettim. çamaşır suyu + sarı bez ikilisi yerine mikrofiber bez + asperox sarı güç kullanıyorum. tavsiye ederim.
devamını gör...
şu an dinlenen şarkıdan bir cümle
yanıp da sönmeyen bir alev
bu öldürmeyen ama
ne yazık süründürür
varıp da dönmeyen bir yolun
altındaki heves
ne yazık böyle kurur
artık yapma yapma demem
bu sözlerim kanar benim
söylenmedi hiçbir zaman
seviyorduk, hayal değil.
bu öldürmeyen ama
ne yazık süründürür
varıp da dönmeyen bir yolun
altındaki heves
ne yazık böyle kurur
artık yapma yapma demem
bu sözlerim kanar benim
söylenmedi hiçbir zaman
seviyorduk, hayal değil.
devamını gör...
forrest gump
hayat bir kutu çikolata gibidir. içinden ne çıkacağını asla bilemezsin.
devamını gör...
space oddity
david bowie'nin 1969 çıkışlı şarkısı. link
ground control to major tom (ten, nine, eight, seven, six)
commencing countdown, engines on (five, four, three)
check ignition and may god's love be with you (two, one, liftoff)
chris hadfield bu şarkıyı iss (uluslararası uzay istasyonunda) yeniden seslendirmiş ve dünyanın potansiyeli en pahalı müzik klibine imza atmıştır. 150.000.000.000$ link
edit: olayı biraz daha derinlemesine araştırdım. aslında gerçek maliyeti bu değilmiş. kendisine izin verilmese, oturup kendisine uzay istasyonu vs. yapmaya kalksa harcayacağı para bu olurmuş.
ground control to major tom (ten, nine, eight, seven, six)
commencing countdown, engines on (five, four, three)
check ignition and may god's love be with you (two, one, liftoff)
chris hadfield bu şarkıyı iss (uluslararası uzay istasyonunda) yeniden seslendirmiş ve dünyanın potansiyeli en pahalı müzik klibine imza atmıştır. 150.000.000.000$ link
edit: olayı biraz daha derinlemesine araştırdım. aslında gerçek maliyeti bu değilmiş. kendisine izin verilmese, oturup kendisine uzay istasyonu vs. yapmaya kalksa harcayacağı para bu olurmuş.
devamını gör...
19 haziran 2021 istanbul depremi
bazı semtleri baya sallamış olan bir deprem. ben hiç hissetmedim umarım daha büyük depremler yaşanmaz. herkese çok geçmiş olsun diliyorum, iyisinizdir umarım.
devamını gör...
üç frenk havası radyo yayını
"... bana şiir gelirken..."
ahh gözlerimi dolduran nadide arkadaş,
şiir bana hep acı gelir.
emeklerinize sağlık, kalbimi bıraktım bu güzel yayına sizler hep var olunuz.
ahh gözlerimi dolduran nadide arkadaş,
şiir bana hep acı gelir.
emeklerinize sağlık, kalbimi bıraktım bu güzel yayına sizler hep var olunuz.
devamını gör...
en iyi 36 yazarın kolajı
az önce çok sıkılmış iken aklıma gelip hemen yaptığım kolajdır. "en iyi" turnusolu karma puanına göre seçilmiştir.

eklemek istediğim yerler ise şunlar:
-daddy ve kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası yakışıklı adammışsınız kıskandım.
-haklıyım ama mutlu değilim'in pp'si favorim.ama kedilere eziyet olabilir kendileri istemediği sürece vermeyin sigara.*
-lodos86 nasıl bir fight club (film) hayranı ise pp+kapak fotosu+rozeti aynı konsept. bayıldım.
-helios'un portakal ayrıntısı çok güzel.
edit:03.03.2021 tarihinde 12.48 saatinde alınmış veriler ile yapılmıştır. teşekkürler elbarto.
edit 2: yanlış anlayıp sataşan arkadaşlar olmuş. sayın yazarlar,bu kolaj genel puan tablosu üzerinden yapıldı yani hiçbir öznel yargı söz konusu değil.

eklemek istediğim yerler ise şunlar:
-daddy ve kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası yakışıklı adammışsınız kıskandım.
-haklıyım ama mutlu değilim'in pp'si favorim.ama kedilere eziyet olabilir kendileri istemediği sürece vermeyin sigara.*
-lodos86 nasıl bir fight club (film) hayranı ise pp+kapak fotosu+rozeti aynı konsept. bayıldım.
-helios'un portakal ayrıntısı çok güzel.
edit:03.03.2021 tarihinde 12.48 saatinde alınmış veriler ile yapılmıştır. teşekkürler elbarto.
edit 2: yanlış anlayıp sataşan arkadaşlar olmuş. sayın yazarlar,bu kolaj genel puan tablosu üzerinden yapıldı yani hiçbir öznel yargı söz konusu değil.
devamını gör...
break my baby
devamını gör...
karbonat erol
ünal gürel tarafından canlandırılan kurgusal karakter. ünal gürel'in diğer tiplemeleri genel olarak bıyıklıyken karbonat erol bıyıksızdır. kendini iş adamı olarak tanıtır fakat aslında eroin işi yapmaktadır. buna rağmen iki kez şevket ve osman tarafından dolandırılmaktan kurtulamaz. ünal gürel'in canlandırdığı diğer kurgusal karakterler; karamürselli deli hamdi, gardrop fuat, fatsalı osman, barut osman ve kerpeten hüsnü'dür.
devamını gör...
tollund adamı
2400 yıl önce, danimarka'da bir bataklığa atılan ve bir ritüelde kurban edildiği düşünülen ceset.
ceset bunca yıldır bataklıkta olduğundan, doğal bir şekilde mumyalanarak korunmuş halde bulundu.
ayrıca (bkz: bataklık cesetleri)
görsel arkeofili. com'dan alıntıdır:
ceset bunca yıldır bataklıkta olduğundan, doğal bir şekilde mumyalanarak korunmuş halde bulundu.
ayrıca (bkz: bataklık cesetleri)
görsel arkeofili. com'dan alıntıdır:
devamını gör...
mix dergi sayı 2
elinize sağlık, sabrınıza bereket dediğim harika derginin ikinci sayısı.
trevor philips ilk sayıyla bizlere diğer sayıların neler getireceğini, ne derece etkileyeceğini göstermişti. gerçekten çok fazla emek verilmiş, yorulmuş ve bir övgüyü hak etmiş kendisi. takdir ediyorum. tabii teşekkür de ederim emek vermemi sağlamış olduğu için.
darısı üçüncü sayının başına!
trevor philips ilk sayıyla bizlere diğer sayıların neler getireceğini, ne derece etkileyeceğini göstermişti. gerçekten çok fazla emek verilmiş, yorulmuş ve bir övgüyü hak etmiş kendisi. takdir ediyorum. tabii teşekkür de ederim emek vermemi sağlamış olduğu için.
darısı üçüncü sayının başına!
devamını gör...
