evleneceğiniz kişide aradığınız 3 özellik
kaşarlı, kavurmalı, kapalı olsun.
ay pardon ben pideye geçmişim.
eş mi? o bir zahmet uzak olsun.
ay pardon ben pideye geçmişim.
eş mi? o bir zahmet uzak olsun.
devamını gör...
leyla gencer
leyla gencer -avrupa'da bilinen ismiyle la diva turca- türk opera sanatçısı ve yirminci yüzyılın en önemli sopranolarından birisidir. hem seçkin opera sahnelerinde hem resitallerinde hayranlık uyandırmış sanatçılardandır.opera repertuvarı 23 bestecinin 72 yapıtını kapsamıştır.
ilk defa 1953 yılında, türkiye ile italya arasında imzalanan kültür anlaşması çerçevesinde bir radyo konseri vermek için roma'ya gitti. bu konserin başarısı üzerine napoli yaz festivali'nde sahnelenen cavalleria rusticana operası'nda başrol üstlenmek fırsatını elde etti. bir sonraki sezon napoli'nin ünlü san carlo operası'nda eugenio onegin ve madam butterfly operalarında başrol oynama teklifi aldı. leyla gencer'in uluslararası platformdaki opera serüveni böylece başladı, madam butterfly operasındaki başarısı ile napolillerin sevgisini kazandı. bu başarı bir sonraki sezon san carlo operası'nda sahnelenen la traviatadaki violetta rolü ile sürmüştü. sanatçı "la traviata"'yı palermo, trieste, ankara, torino, varşova, poznan, lodzi krakov'da, viyana devlet operası'nda herbert von karajan yönetiminde, san francisco ve philadelphia'da, moskova ve leningrad'da seslendirdi. 1956'da san francisco operasında san francesca da rimini operasında son anda oynayamayacağını bildiren ünlü soprano renata tebaldi'nin yerine başrolü seslendirdi. eserin san francisco ve los angeles temsillerinden sonra san francisco operası ile kontrat imzaladı.
leyla gencer, 1988 yılında "devlet sanatçısı" unvanıyla onurlandırıldı. 2004 yılında darphane ve damga matbaası genel müdürlüğü tarafından 1000 yılın türkleri özel koleksiyonunda adına 15.000.000 tl değerinde gümüş hatıra para basıldı. 10 mayıs 2008'de milano'daki evinde kalp ve solunum yetmezliğine bağlı olarak hayatını kaybetti. leyla gencer’in cenazesi 12 mayıs günü milano’da la scala operası’nın santa babila kilisesi‘nde düzenlenen kalabalık bir törenden sonra vasiyeti doğrultusunda krematoryuma götürülerek yakıldı. leyla gencer’in külleri daha sonra istanbul’a getirildi. kendi vasiyeti gereği küller, 16 mayıs günü dolmabahçe sarayı ile dolmabahçe camii arasındaki yapılan bir törenden sonra dolmabahçe açıklarında boğaz sularına döküldü.
leyla gencer
kaynak: daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz
ayrıca buradan müthiş sesini dinleyebilirsiniz.
ilk defa 1953 yılında, türkiye ile italya arasında imzalanan kültür anlaşması çerçevesinde bir radyo konseri vermek için roma'ya gitti. bu konserin başarısı üzerine napoli yaz festivali'nde sahnelenen cavalleria rusticana operası'nda başrol üstlenmek fırsatını elde etti. bir sonraki sezon napoli'nin ünlü san carlo operası'nda eugenio onegin ve madam butterfly operalarında başrol oynama teklifi aldı. leyla gencer'in uluslararası platformdaki opera serüveni böylece başladı, madam butterfly operasındaki başarısı ile napolillerin sevgisini kazandı. bu başarı bir sonraki sezon san carlo operası'nda sahnelenen la traviatadaki violetta rolü ile sürmüştü. sanatçı "la traviata"'yı palermo, trieste, ankara, torino, varşova, poznan, lodzi krakov'da, viyana devlet operası'nda herbert von karajan yönetiminde, san francisco ve philadelphia'da, moskova ve leningrad'da seslendirdi. 1956'da san francisco operasında san francesca da rimini operasında son anda oynayamayacağını bildiren ünlü soprano renata tebaldi'nin yerine başrolü seslendirdi. eserin san francisco ve los angeles temsillerinden sonra san francisco operası ile kontrat imzaladı.
leyla gencer, 1988 yılında "devlet sanatçısı" unvanıyla onurlandırıldı. 2004 yılında darphane ve damga matbaası genel müdürlüğü tarafından 1000 yılın türkleri özel koleksiyonunda adına 15.000.000 tl değerinde gümüş hatıra para basıldı. 10 mayıs 2008'de milano'daki evinde kalp ve solunum yetmezliğine bağlı olarak hayatını kaybetti. leyla gencer’in cenazesi 12 mayıs günü milano’da la scala operası’nın santa babila kilisesi‘nde düzenlenen kalabalık bir törenden sonra vasiyeti doğrultusunda krematoryuma götürülerek yakıldı. leyla gencer’in külleri daha sonra istanbul’a getirildi. kendi vasiyeti gereği küller, 16 mayıs günü dolmabahçe sarayı ile dolmabahçe camii arasındaki yapılan bir törenden sonra dolmabahçe açıklarında boğaz sularına döküldü.
leyla gencer
kaynak: daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz
ayrıca buradan müthiş sesini dinleyebilirsiniz.
devamını gör...
muhteş ikiliyle kafa rock radyo yayını
naaaaaber cinimms?
biricik yayin ortagim kafadandeniz ile cumartesiyi pazara baglayan gece yani bu gece, -planlanana gore- 2 saatlik bir yayin ile kulaklariniza -“kendimizce” ziyafet vermek niyetindeyiz.
bize eslik etmek isteyenlere kapimiz, yayin basligimiz ve mesaj kutularimiz ardina kadar acik.
ps: bir moderator olarak baslangic sarkisini kacirmamanizi oneririm.*
00:00, bekleriz efenim.
biricik yayin ortagim kafadandeniz ile cumartesiyi pazara baglayan gece yani bu gece, -planlanana gore- 2 saatlik bir yayin ile kulaklariniza -“kendimizce” ziyafet vermek niyetindeyiz.
bize eslik etmek isteyenlere kapimiz, yayin basligimiz ve mesaj kutularimiz ardina kadar acik.
ps: bir moderator olarak baslangic sarkisini kacirmamanizi oneririm.*
00:00, bekleriz efenim.
devamını gör...
aşık olmak
" bazılarımız şiirlere, şarkılara, filmlere, kitaplara tutunuyor... sanırım artık insan, tutunamıyor insana." - oğuz atay
yaşadığımız yıllarda bir insana aşık olmak pek mümkün değil.
tanım: aşık olmak kendi bedeninde başkasını yaşatmaktır.
yaşadığımız yıllarda bir insana aşık olmak pek mümkün değil.
tanım: aşık olmak kendi bedeninde başkasını yaşatmaktır.
devamını gör...
sevgiliye kasaptaki koyunun makatındaki çiçeği çalıp vermek
sonu pek de hayırlı bitmemiş olan durumdur.
bundan iki hafta önce başıma geldi bu olay. üzerimdeki sorumsuz aşık olmanın verdiği utanç vesikası tavrı ancak atabildim ve sanırım içimi dökme zamanı geldi dostlar.
bilenler zaten biliyor her 2 mayıs esra'mın (yani köy yumurtamın) doğum günü. onunla doğum gününde lunaparka gider önce bir güzel çocuk gibi eğlenir, sonra değişiklik olsun diye a la carte bir restorana gidip romantik bir akşam yemeği yer ve otelde romantik bir gece geçiririz ancak bu sefer kapanma dolayısıyla bu rutin planımız iptal oldu. ben acaba ne gibi bir sürpriz hazırlasam diye düşünürken unutup gitmişim. zaten hediye olarak diriliş ertuğrul dizisindeki alplerin taktığı kayı obası şapkası almıştım sonra beğenmeyeceğini düşünerek vermekten vazgeçtim, hem havalar da ısındı kız neden bere taksın ki..
neyse işte ben doğum gününü unuttum ballı çöreğimin, tamamen aklımdan çıkmış... işten çıktım eve doğru geliyorum. yolda iki tane genç kavga ediyordu. aralarına sızdım:
"ay gençler, canım gençler, nedir bu haliniz he?! bakın her taraf virüsten kırılıyor siz burada sarmaş dolaş kavga ediyorsunuz??"
içlerinden irice olan sözümü kesti:
"dayı bu şerefsizi geberteceğim! keseceğim!"
"hopp.. kısa kes aydın havası olsun. düzgün durun şimdi lan! haydi öpüşün barışın. dur lan temas yoktu dimi... siz en iyisi öpüşmeyin olaysız dağılın haydi yallah."
ikisini de ayırdığım için mahalle abisi gururu geldi bana bir. topuklarımın üzerine basa basa gidiyom, ceketi havalı bir şekilde sırtıma attım ama yan camdan kendime baktım o kadar komik görünüyorum ki, kuzey tekinoğlu gibi hissederken, silivri f tipi cezaevine düşmüş barbaros şansal gibi olmuşum anasını satim. tam da o esnada kasabın önünden geçiyordum ki, gözüme koyunların makat bölgesine takılan çiçek ilişti. zamanında çayır çimende otlayıp oyun oynayan bu kuzucukların düştüğü vaziyet epey bir canımı acıtır zaten. hayatın metaforik bir göstergesi bu sanırım. dün yediğin çimenler, bugün k*çında çiçekler... o anda birdenbire aydınlanma yaşadım ve haykırdım:
aman tanrım!
esra'nın doğum günü ve benim elimde hiçbir şey yok!
her yer kapalı!...
macdonalds'tan soğan halkası mı alsam acaba!
remzi sürekli mideni düşünüyorsun der bana!
ayrıca hiç romantik değil!
çiçekten şaşmamalı! kadınlar çiçeğe böceğe bayılır!
bir de cemal süreya'nın üvercinka'sından çaktırmadan bir şiir okudum muydu tamamdır!
işte böyle!...
ulan ben neden,
19 yaşında post-modernlik ayağına ergence kafiyesiz sallayan wattpad şairi gibi bağırıyorum anasını satim!
o anda hemen karşıdaki camdan koyunların makat bölgesine iliştirilmiş olan kırmızı sümbülü aşırmak için dükkana girdim. içeriyi bir gözetledim ve "burası temiz" diyerek girdim. sesten anladığım kadarıyla kasap amca arkadaki bölmede satırla takır tukur bir şeyler doğruyor. koyunun makat bölgesi camekanın en uç kısmında kaldığından, vücudumun en esnek halini kullanarak işaret ve orta parmağımla kıstırarak aldım ancak o anda karşımda dikilen iki tane ızbandut gibi adamla birlikte ufak bir kalp krizi geçirdim. betim benzim atmıştı bu iki çam yarmasını görünce. adamların suratları o kadar korkunç, o kadar meymenetsiz ki dostlar, size yemin ederim şehzade mustafa'yı katleden cellatlar bu heriflerin yanında brad pitt gibi kalır anasını satim. o kadar korkunçlar yani.. bir tanesinin suratında boydan boya dikiş izi var ama böyle en iyi ihtimalle kargo zımbasıyla falan dikmişler yani belli... kollarındaki ve vücudunun geri kalanındaki kıllar nil nehri deltası gibi bereketli. içlerinden kır saçlı ve daha yaşlıca olanı, elindeki satırın kanını önlüğüne sildi ve bana dönerek:
"hayırdır koçum??" dedi.
siz sesin g*te kaçmasının ne demek olduğunu bilir misiniz dostlarım? ben bildim işte, sesim çıkmıyor altıma etmişimdir belki de... kaçsam kapı uzakta, yani gidene kadar teksas katliamındaki adam gibi kafama fırlatır baltayı ben kaçarken imkanı yok yani. saniyenin binde biri bir hızla düşünüp, başka çarem kalmadığı için
"beni abi gönderdi, bugün yevmiyeli çalışacağım aybi.." dedim sezercik gibi.
"murat abi mi gönderdi seni evlat?"
"ev- ev- evet aybi"
içeriye bağırdılar, murat abi dedikleri dükkan sahibi girdi. adam kolpaçino'daki ekrem abiye o kadar benziyor anasını satim... o an zevzek bir şekilde "bari dalaktan düşseydik be abi" dememek için kendimi zor tuttum. zaten pek espriden anlıyor gibi görünmüyorlardı. içeri giren murat abi'nin meymenetsiz suratı en son ilhan mansız senegal'e gol attığında gülmüştür allah bilir. neyse ne diyordum dostlar? o anda kılık kıyafetime gülerek gidip değiştirmemi istediler. kanlı, organlı giysileri giyip üstüme önlüğü geçirdim. düştüğüm duruma bak diye düşünüyorum bir yandan allah kahretsin diyorum. bıraksalar sinirden ağlayacağım, en son bu hissi askerliğin ilk günü koğuşta osuruk kokusundan uyuyamadığımda yaşamıştım. 6-7 saat boyunca kasapta masatla bıçak biledim, satırla et kestim. bir ara az daha parmağımı uçuracaktım ramak kalmıştı. içeride cimilli ibo, azer bülbül falan çalıyor, ben erik satie, chopin, rachmaninoff dinleyip öküzgözü şarabımı yudumlamayı seven rafine zevkleri olan bir adamım. düştüğüm hale bak, kabus gibi ama bitmiyor.
en son iş çıkışında dükkanı kapatırken bana 150 lira yevmiye verdiler. murat abi bana dönerek: "elinin ayarı yok senin aslanım. eti mundar ettin bir daha gelmeyesin" dedi. "tamam abi" dedim ve topuklarım vura vura arkama bakmadan kaçtım oradan. gece 12'ye doğru geliyordu. elimde sadece güdük bir çiçek var ama hala canlı görünüyor. bu saatte çiçek alabileck herhangi bir yer yok, mezarlık bulsam bir şeyler toplayacağım ama en yakın mezarlık 2-3 km uzaklıkta. bir tek bu çiçeği vermek de saçma olur. o anda üstümü başımı yırtıp parçalamaya karar verdim. "sana gelirken köpek saldırısına uğradım" diyecektim. inanır mı bilmem. benim köy yumurtam için karşıma herkesi alırım çünkü heh!
kendimi güç bela içeri attım. dizlerimde derman kalmamıştı. benim bu serkeş halimi görünce esra hemen yanıma koştu:
esra: "remzi! aşkım bu hal ne!"
üstümde, sevdiği için canını vermek üzere olan bir askerin ağır ama mağrur ifadesi vardı. popo cebimdeki çiçeği çıkarararak:
"sana çiçek almıştım ama köpek saldırısına uğradım... her yerimi parçaladılar..." dedim. cümlemim son hecesini, son nefesini veren biri gibi söylemiştim.
kız beni hemen duşa soktu. gerçekten de kolumu kaldıracak halim yok. elbiselerimi soymadan yıkamaya karar verdi.
esra: aşkım bu kemik parçaları ne?
ben: ne-ne ke-kemik parçası tatlım?!?!
esra: üstünde diyorum kemik parçaları ve kan var!
ben: lanet olsun her tarafımı parçalamışlar
esra: neeeh!!!
ben: yok yok bu benim kanım değil, muhtemelen köpecikler birbirlerini parçalarken ben kavganın arasında kalmışım. bak tek parça, sapasağlamım.
esra: tamam aşkım. kötü kokuyorsun ama.
bundan sonra romantik dakikalar yaşadık esra ile. daha doğrusu benim aşırı yorgunluktan dolayı yatakta sızıp kalmamdan dolayı romantizmimiz ertelenmiş oldu. evet ben belki yalancı bir aşığım dostlarım, bana küfredebilir ve belki de ayıplayabilirsiniz ama ben bal böceğim için her şeyi yaparım. bunu da sizlerle paylaşmak istedim, sevdiğinize bir sürpriz yapacaksanız işi uzun tutmayın lütfen, onlara verdiğiniz değeri hissettirin.
bundan iki hafta önce başıma geldi bu olay. üzerimdeki sorumsuz aşık olmanın verdiği utanç vesikası tavrı ancak atabildim ve sanırım içimi dökme zamanı geldi dostlar.
bilenler zaten biliyor her 2 mayıs esra'mın (yani köy yumurtamın) doğum günü. onunla doğum gününde lunaparka gider önce bir güzel çocuk gibi eğlenir, sonra değişiklik olsun diye a la carte bir restorana gidip romantik bir akşam yemeği yer ve otelde romantik bir gece geçiririz ancak bu sefer kapanma dolayısıyla bu rutin planımız iptal oldu. ben acaba ne gibi bir sürpriz hazırlasam diye düşünürken unutup gitmişim. zaten hediye olarak diriliş ertuğrul dizisindeki alplerin taktığı kayı obası şapkası almıştım sonra beğenmeyeceğini düşünerek vermekten vazgeçtim, hem havalar da ısındı kız neden bere taksın ki..
neyse işte ben doğum gününü unuttum ballı çöreğimin, tamamen aklımdan çıkmış... işten çıktım eve doğru geliyorum. yolda iki tane genç kavga ediyordu. aralarına sızdım:
"ay gençler, canım gençler, nedir bu haliniz he?! bakın her taraf virüsten kırılıyor siz burada sarmaş dolaş kavga ediyorsunuz??"
içlerinden irice olan sözümü kesti:
"dayı bu şerefsizi geberteceğim! keseceğim!"
"hopp.. kısa kes aydın havası olsun. düzgün durun şimdi lan! haydi öpüşün barışın. dur lan temas yoktu dimi... siz en iyisi öpüşmeyin olaysız dağılın haydi yallah."
ikisini de ayırdığım için mahalle abisi gururu geldi bana bir. topuklarımın üzerine basa basa gidiyom, ceketi havalı bir şekilde sırtıma attım ama yan camdan kendime baktım o kadar komik görünüyorum ki, kuzey tekinoğlu gibi hissederken, silivri f tipi cezaevine düşmüş barbaros şansal gibi olmuşum anasını satim. tam da o esnada kasabın önünden geçiyordum ki, gözüme koyunların makat bölgesine takılan çiçek ilişti. zamanında çayır çimende otlayıp oyun oynayan bu kuzucukların düştüğü vaziyet epey bir canımı acıtır zaten. hayatın metaforik bir göstergesi bu sanırım. dün yediğin çimenler, bugün k*çında çiçekler... o anda birdenbire aydınlanma yaşadım ve haykırdım:
aman tanrım!
esra'nın doğum günü ve benim elimde hiçbir şey yok!
her yer kapalı!...
macdonalds'tan soğan halkası mı alsam acaba!
remzi sürekli mideni düşünüyorsun der bana!
ayrıca hiç romantik değil!
çiçekten şaşmamalı! kadınlar çiçeğe böceğe bayılır!
bir de cemal süreya'nın üvercinka'sından çaktırmadan bir şiir okudum muydu tamamdır!
işte böyle!...
ulan ben neden,
19 yaşında post-modernlik ayağına ergence kafiyesiz sallayan wattpad şairi gibi bağırıyorum anasını satim!
o anda hemen karşıdaki camdan koyunların makat bölgesine iliştirilmiş olan kırmızı sümbülü aşırmak için dükkana girdim. içeriyi bir gözetledim ve "burası temiz" diyerek girdim. sesten anladığım kadarıyla kasap amca arkadaki bölmede satırla takır tukur bir şeyler doğruyor. koyunun makat bölgesi camekanın en uç kısmında kaldığından, vücudumun en esnek halini kullanarak işaret ve orta parmağımla kıstırarak aldım ancak o anda karşımda dikilen iki tane ızbandut gibi adamla birlikte ufak bir kalp krizi geçirdim. betim benzim atmıştı bu iki çam yarmasını görünce. adamların suratları o kadar korkunç, o kadar meymenetsiz ki dostlar, size yemin ederim şehzade mustafa'yı katleden cellatlar bu heriflerin yanında brad pitt gibi kalır anasını satim. o kadar korkunçlar yani.. bir tanesinin suratında boydan boya dikiş izi var ama böyle en iyi ihtimalle kargo zımbasıyla falan dikmişler yani belli... kollarındaki ve vücudunun geri kalanındaki kıllar nil nehri deltası gibi bereketli. içlerinden kır saçlı ve daha yaşlıca olanı, elindeki satırın kanını önlüğüne sildi ve bana dönerek:
"hayırdır koçum??" dedi.
siz sesin g*te kaçmasının ne demek olduğunu bilir misiniz dostlarım? ben bildim işte, sesim çıkmıyor altıma etmişimdir belki de... kaçsam kapı uzakta, yani gidene kadar teksas katliamındaki adam gibi kafama fırlatır baltayı ben kaçarken imkanı yok yani. saniyenin binde biri bir hızla düşünüp, başka çarem kalmadığı için
"beni abi gönderdi, bugün yevmiyeli çalışacağım aybi.." dedim sezercik gibi.
"murat abi mi gönderdi seni evlat?"
"ev- ev- evet aybi"
içeriye bağırdılar, murat abi dedikleri dükkan sahibi girdi. adam kolpaçino'daki ekrem abiye o kadar benziyor anasını satim... o an zevzek bir şekilde "bari dalaktan düşseydik be abi" dememek için kendimi zor tuttum. zaten pek espriden anlıyor gibi görünmüyorlardı. içeri giren murat abi'nin meymenetsiz suratı en son ilhan mansız senegal'e gol attığında gülmüştür allah bilir. neyse ne diyordum dostlar? o anda kılık kıyafetime gülerek gidip değiştirmemi istediler. kanlı, organlı giysileri giyip üstüme önlüğü geçirdim. düştüğüm duruma bak diye düşünüyorum bir yandan allah kahretsin diyorum. bıraksalar sinirden ağlayacağım, en son bu hissi askerliğin ilk günü koğuşta osuruk kokusundan uyuyamadığımda yaşamıştım. 6-7 saat boyunca kasapta masatla bıçak biledim, satırla et kestim. bir ara az daha parmağımı uçuracaktım ramak kalmıştı. içeride cimilli ibo, azer bülbül falan çalıyor, ben erik satie, chopin, rachmaninoff dinleyip öküzgözü şarabımı yudumlamayı seven rafine zevkleri olan bir adamım. düştüğüm hale bak, kabus gibi ama bitmiyor.
en son iş çıkışında dükkanı kapatırken bana 150 lira yevmiye verdiler. murat abi bana dönerek: "elinin ayarı yok senin aslanım. eti mundar ettin bir daha gelmeyesin" dedi. "tamam abi" dedim ve topuklarım vura vura arkama bakmadan kaçtım oradan. gece 12'ye doğru geliyordu. elimde sadece güdük bir çiçek var ama hala canlı görünüyor. bu saatte çiçek alabileck herhangi bir yer yok, mezarlık bulsam bir şeyler toplayacağım ama en yakın mezarlık 2-3 km uzaklıkta. bir tek bu çiçeği vermek de saçma olur. o anda üstümü başımı yırtıp parçalamaya karar verdim. "sana gelirken köpek saldırısına uğradım" diyecektim. inanır mı bilmem. benim köy yumurtam için karşıma herkesi alırım çünkü heh!
kendimi güç bela içeri attım. dizlerimde derman kalmamıştı. benim bu serkeş halimi görünce esra hemen yanıma koştu:
esra: "remzi! aşkım bu hal ne!"
üstümde, sevdiği için canını vermek üzere olan bir askerin ağır ama mağrur ifadesi vardı. popo cebimdeki çiçeği çıkarararak:
"sana çiçek almıştım ama köpek saldırısına uğradım... her yerimi parçaladılar..." dedim. cümlemim son hecesini, son nefesini veren biri gibi söylemiştim.
kız beni hemen duşa soktu. gerçekten de kolumu kaldıracak halim yok. elbiselerimi soymadan yıkamaya karar verdi.
esra: aşkım bu kemik parçaları ne?
ben: ne-ne ke-kemik parçası tatlım?!?!
esra: üstünde diyorum kemik parçaları ve kan var!
ben: lanet olsun her tarafımı parçalamışlar
esra: neeeh!!!
ben: yok yok bu benim kanım değil, muhtemelen köpecikler birbirlerini parçalarken ben kavganın arasında kalmışım. bak tek parça, sapasağlamım.
esra: tamam aşkım. kötü kokuyorsun ama.
bundan sonra romantik dakikalar yaşadık esra ile. daha doğrusu benim aşırı yorgunluktan dolayı yatakta sızıp kalmamdan dolayı romantizmimiz ertelenmiş oldu. evet ben belki yalancı bir aşığım dostlarım, bana küfredebilir ve belki de ayıplayabilirsiniz ama ben bal böceğim için her şeyi yaparım. bunu da sizlerle paylaşmak istedim, sevdiğinize bir sürpriz yapacaksanız işi uzun tutmayın lütfen, onlara verdiğiniz değeri hissettirin.
devamını gör...
berenarı
-mahmut beş tane lahmacunu gömdün nasıl, doydun mu bari?
+berenarı.
edit: alttaki entry'nin tam aksine berenarı kısmen anlamına gelir.
+berenarı.
edit: alttaki entry'nin tam aksine berenarı kısmen anlamına gelir.
devamını gör...
kalbe dokunan şarkı sözleri
birden çok yüreği öpen kalbin bana tükürürmüş ben yağmur sandım ya
emir can iğrek - beyaz skandal.
emir can iğrek - beyaz skandal.
devamını gör...
nazlı ılıcak
her dönemin kadını olarak gemisini yüzdürme konusunda ustaydı, mehmet barlas ile aynı kalibre bunlar, ta ki siyasal islam ile tanışana dek, ters rüzgara yakalanınca gemisi karaya oturdu.
devamını gör...
biri tanımını beğenince tanımını yeniden okumak
bir realite.
sanki başkası yazmış gibi heyecanla okuyoruz manyak mıyız la biz.
sanki başkası yazmış gibi heyecanla okuyoruz manyak mıyız la biz.
devamını gör...
mutlu olma sanatı (bertrand russell)
bertrand russell*ın 1930 yılında yaşam deneyimleri ile gözlemlerine dayanarak yazdığı, mutlu ve tatminkar bir hayat yaşamak üzerine olan kitabının adıdır.
kitap, yaşam kalitesini artırmak isteyenlere bir reçete niteliğinde olan popüler bir sağduyu ürünüdür. kişisel gelişim adına yazılmış bir çok kitapta aranan mutluluğun sırlarını açıklar.
russell'e göre mutluluk, bazı insanların bizim elimizden alabileceği temel insani haklardan birisi değildir. kişi mutluluğa başkalarını suçlayarak değil, belirlediği hedeflere erişmek için mücadele ederek ve bu mücadele sırasında eğlenerek ulaşmalıdır. kişi bu mücadeleyi iç dünyasında değil, sosyal yaşamına yönelerek vermelidir.
hoşnutsuzluk ile heves kırıklığının başlıca nedenlerinden birisi, insanın sevilmediği duygusuna kapılmasıdır. bunun aksi olarak, seviliyorum duygusu da, keyfi artırır. bir insan, sevilmediği duygusuna birçok nedenlerden kapılabilir. ya kendisinin hiç kimse tarafından sevilemeyecek derecede kötü bir insan olduğuna inanmıştır ya çocukluğunda fazla sevilmemiş ve bunu kabullenmek zorunda kalmıştır ya da gerçekten hiç kimsenin sevmediği bir insandır. bu sonuncusu, çocuklukta uğranılmış bir talihsizlik nedeniyle kendine güvenini yitirmiş olmaktan ileri gelebilir. sevilmediğini sanan kimse, değişik davranışlarda bulunur. sevilmek için büyük çaba harcar; örneğin, görülmemiş iyilikler yapabilir. ama bunda başarısızlığa uğraması çok olasıdır, çünkü iyiliğin asıl nedeni, iyilik görenlerce kolayca anlaşılır; oysa insanın yapısı, sevilmeyi az isteyenlere sevgi göstermeye uygundur.
hayatı güvenle karşılayanlar, güvensizlikle karşılayanlardan çok daha mutludurlar; hiç değilse kendilerine güvenleri bir felakete yol açmadığı sürece bu böyledir. üstelik her durumda olmasa bile, büyük bir çoğunlukla güven duygusu, başkalarının karşılaşacağı tehlikelerden kaçabilmeye yardımcı olur. bir uçurumun bir kıyısından öbürüne uzatılmış dar bir kalas üzerinde yürürken, korkanın düşme olasılığı, korkmayandan fazladır. yaşam yolunda da aynı durum vardır. korkusuz da beklenmeyen bir felaketle karşılaşabilir, ama çekingenin mutsuzluğa düşeceği birçok güç durumdan burnu bile kanamadan kurtulma şansı büyüktür. güvende olmanın bu yararlı biçimi çeşitlidir. birisi dağlarda, diğeri denizlerde, bir diğeri havalarda güvenli olur. ama genelde yaşama güvenmek, gereksinim duyulan sevginin bulunmasıyla mümkün olur.
güven duygusunu sevmek değil, sevilmek doğurur, ama bu duygu en çok karşılıklı sevgiyle oluşur. daha doğrusu, yalnız sevgi değil, hayranlık da bu etkiye sahiptir. anne-babası kendisine düşkün olan bir çocuk, bu sevgiyi bir doğa yasası olarak kabul eder. bu sevgi onun mutluluğu için büyük önem taşımasına karşın, üzerinde pek fazla durup düşünmez. dünyayı, önüne çıkmış ve büyüdüğü zaman çıkacak olan daha ilgi çekici serüvenleri düşünür. ama bütün bu dış ilgilerin ardında, kendisini her felaketten koruyacak bir anne-baba sevgisi bulunduğunu hisseder. şu ya da bu nedenle anne-baba sevgisinden yoksun kalan bir çocuk, korkuya ve kendine acıma duygusuna kapılır, pısırıklaşıp çekingen olur ve artık dünyaya görüp öğrenme isteği ile bakamaz. böyle çocuklar, şaşılacak derecede küçük yaşlarından itibaren hayatı, ölümü ve insanlığın kaderini düşünmeye başlarlar. önce melankolik olurlar; sonunda ise herhangi bir felsefe ya da inançtan medet umar, içlerine kapanırlar. oysa dünya, belirli bir sıra gözetilmeden serpiştirilmiş hoş ve hoş olmayan şeylerle dolu bir pazar yeridir. bunlardan anlaşılması mümkün bir sistem çıkarma isteği, aslında korkuya dayanır, daha doğrusu agorafobiden, yani açık alan korkusundan gelir. çekingen öğrenci, kitaplığın dört duvarı içinde güven duyar. eğer kendisini dış alemin de aynı biçimde düzenli olduğuna inandırabilirse, sokağa çıktığında da buna benzer bir güven duyar. eğer bu kişi daha fazla sevilmiş olsaydı, gerçek dünyadan daha az korkar ve onun yerine ideal bir dünya yaratma zorunluluğu duymazdı.
sevginin en iyi biçimini tarif etmek kolay değildir, çünkü her türünde az çok bir koruma niteliği vardır. sevdiklerimizin acılarına omuz silkemeyiz. ama ben, sevilenin uğradığı talihsizliğe acımanın da, ileride uğrayabilecekleri için endişe etmenin de, sevgide mümkün olduğu kadar az yer alması gerektiğine inanıyorum.
buraya kadar, kişinin hedef olduğu sevgiden, sevilmekten söz ettik. şimdi de sevmekten söz açmak istiyorum. sevmek iki türlüdür; birisi hayata karşı duyulan istek ve hevesin belki en büyük ifadesi, diğeri ise korku ifadesidir. bence ilki bütünüyle hayran olunacak bir durum, ikincisi ise, olsa olsa bir avuntudur. güzel bir günde göz alan bir kıyı boyunca vapurda giderken kıyıyı seyreder, manzaradan zevk alırsınız. bu, dışarıya bakmakla alınmış bir zevktir ve herhangi büyük bir gereksiniminizle bağlantısı yoktur. ama eğer geminiz batmış da kıyıya doğru yüzmekteyseniz, bu kıyıya başka türlü bir sevgi beslersiniz: kıyı, sizin için güvenliği temsil eder; güzel ya da çirkin olması önemli değildir. sevmenin üstün olanı, gemisi güvenli olan kişinin duygusuna benzeyendir; daha az güzel olanı da, gemisi batmış olana uyandır. bu iki türlü sevginin birincisini, kişi ancak güvendeyken ya da en azından kendisini kuşatan tehlikelere aldırış etmiyorsa duyabilir; ikincisi ise tam tersine, güvenli olmayan bir durumda bulunmaktan ileri gelir. güvenli olmayan durumun doğurduğu sevgi, diğerinden çok daha öznel ve bencildir; çünkü sevilen, nitelikleri için değil, işe yaradığı için değerli görülmektedir. böyle bir sevginin hayatta hiç yeri yoktur demek istemiyorum. aslına bakarsak, hemen hemen bütün gerçek sevgilerde her iki durumun yan yana bulunduğunu, sevginin güvende olmama duygusunu gerçekten sona erdirmesi kadar, dış dünyaya karşı zayıflamış olan ilginin tehlike ve korku anlarında yeniden doğduğunu görürüz. yalnız, böyle bir sevginin hayatta rolü olabileceğini kabul etmekle birlikte, diğerinden daha az güzel olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız, çünkü bu sevgi, korkudan doğmaktadır, korku ise kötüdür ve çünkü sevginin böylesi bencil bir sevgidir.
en iyi sevgi, insanın eski mutsuzluklarından kaçmak için değil de, yeni mutluluklara kavuşmak umuduyla beslediği sevgidir.
sevginin en iyisi her iki tarafa da hayat verir; her iki taraf da sevilmekten haz duyar ve kendini zorlamadan sever; bu karşılıklı mutluluğun sonucu olarak iki taraf da dünyayı daha bir ilgiye değer bulur. sevgi taşımayan bir büyük istek, genel olarak ya gençlikte başa gelmiş bir talihsizlik ya daha sonraki yıllarda uğranılmış bir haksızlık ya da işkence korkusunu doğuran nedenlerden biri yüzünden insanlığa karşı duyulan bir çeşit öfke ya da nefretten ileri gelir. fazla güçlü bir benlik, kişiyi bağlayan bir zincirdir; eğer dünyadan tam olarak zevk almak istiyorsa, kişi bu zincirden kurtulmak zorundadır. gerçekten sevebilme yeteneği ise, kişinin bu zincirden kurtulmuş olduğunu gösteren belirtilerden biridir. sevilmek hiçbir zaman yetmez; sevilmek sevgiye yol açmalıdır ve ancak bu iki kapı eşit olarak açık tutulursa sevgi en büyük olanaklarını gerçekleştirebilir. karşılıklı sevgi tomurcuğunun açmasına engel olan psikolojik ya da toplumsal bütün nedenler, dünyanın yaşamış olduğu ve hala da yaşadığı büyük kötülüklerdir. insanlar yanılmış olma korkusu ile hayranlık göstermekte yavaş davranırlar; sevdiklerinin ya da her şeyde bir kusur bulan insanların kendilerine acı çektirmesinden çekindikleri için de sevmekte yavaş davranırlar. ahlak ve sağgörü adına tedbirli olmak istenir, bunun sonucu olarak da sevgide cömertlik ve ataklık hoş görülmez. bu ise insanlığa karşı çekingenlik ve öfkeyi doğurur, çünkü böylece birçok insan yaşamları boyunca gerçek temel gereksinimlerinden ve onda dokuzu da dünyaya karşı mutlu ve coşkunca davranışın vazgeçilmez koşullarından yoksun edilmiş olur.
bir yatırım tavsiyesi değildir, şuradan indirilip okunabilecek okuma tavsiyesidir.
afiyetle okuyunuz efendim..
kitap, yaşam kalitesini artırmak isteyenlere bir reçete niteliğinde olan popüler bir sağduyu ürünüdür. kişisel gelişim adına yazılmış bir çok kitapta aranan mutluluğun sırlarını açıklar.
russell'e göre mutluluk, bazı insanların bizim elimizden alabileceği temel insani haklardan birisi değildir. kişi mutluluğa başkalarını suçlayarak değil, belirlediği hedeflere erişmek için mücadele ederek ve bu mücadele sırasında eğlenerek ulaşmalıdır. kişi bu mücadeleyi iç dünyasında değil, sosyal yaşamına yönelerek vermelidir.
hoşnutsuzluk ile heves kırıklığının başlıca nedenlerinden birisi, insanın sevilmediği duygusuna kapılmasıdır. bunun aksi olarak, seviliyorum duygusu da, keyfi artırır. bir insan, sevilmediği duygusuna birçok nedenlerden kapılabilir. ya kendisinin hiç kimse tarafından sevilemeyecek derecede kötü bir insan olduğuna inanmıştır ya çocukluğunda fazla sevilmemiş ve bunu kabullenmek zorunda kalmıştır ya da gerçekten hiç kimsenin sevmediği bir insandır. bu sonuncusu, çocuklukta uğranılmış bir talihsizlik nedeniyle kendine güvenini yitirmiş olmaktan ileri gelebilir. sevilmediğini sanan kimse, değişik davranışlarda bulunur. sevilmek için büyük çaba harcar; örneğin, görülmemiş iyilikler yapabilir. ama bunda başarısızlığa uğraması çok olasıdır, çünkü iyiliğin asıl nedeni, iyilik görenlerce kolayca anlaşılır; oysa insanın yapısı, sevilmeyi az isteyenlere sevgi göstermeye uygundur.
hayatı güvenle karşılayanlar, güvensizlikle karşılayanlardan çok daha mutludurlar; hiç değilse kendilerine güvenleri bir felakete yol açmadığı sürece bu böyledir. üstelik her durumda olmasa bile, büyük bir çoğunlukla güven duygusu, başkalarının karşılaşacağı tehlikelerden kaçabilmeye yardımcı olur. bir uçurumun bir kıyısından öbürüne uzatılmış dar bir kalas üzerinde yürürken, korkanın düşme olasılığı, korkmayandan fazladır. yaşam yolunda da aynı durum vardır. korkusuz da beklenmeyen bir felaketle karşılaşabilir, ama çekingenin mutsuzluğa düşeceği birçok güç durumdan burnu bile kanamadan kurtulma şansı büyüktür. güvende olmanın bu yararlı biçimi çeşitlidir. birisi dağlarda, diğeri denizlerde, bir diğeri havalarda güvenli olur. ama genelde yaşama güvenmek, gereksinim duyulan sevginin bulunmasıyla mümkün olur.
güven duygusunu sevmek değil, sevilmek doğurur, ama bu duygu en çok karşılıklı sevgiyle oluşur. daha doğrusu, yalnız sevgi değil, hayranlık da bu etkiye sahiptir. anne-babası kendisine düşkün olan bir çocuk, bu sevgiyi bir doğa yasası olarak kabul eder. bu sevgi onun mutluluğu için büyük önem taşımasına karşın, üzerinde pek fazla durup düşünmez. dünyayı, önüne çıkmış ve büyüdüğü zaman çıkacak olan daha ilgi çekici serüvenleri düşünür. ama bütün bu dış ilgilerin ardında, kendisini her felaketten koruyacak bir anne-baba sevgisi bulunduğunu hisseder. şu ya da bu nedenle anne-baba sevgisinden yoksun kalan bir çocuk, korkuya ve kendine acıma duygusuna kapılır, pısırıklaşıp çekingen olur ve artık dünyaya görüp öğrenme isteği ile bakamaz. böyle çocuklar, şaşılacak derecede küçük yaşlarından itibaren hayatı, ölümü ve insanlığın kaderini düşünmeye başlarlar. önce melankolik olurlar; sonunda ise herhangi bir felsefe ya da inançtan medet umar, içlerine kapanırlar. oysa dünya, belirli bir sıra gözetilmeden serpiştirilmiş hoş ve hoş olmayan şeylerle dolu bir pazar yeridir. bunlardan anlaşılması mümkün bir sistem çıkarma isteği, aslında korkuya dayanır, daha doğrusu agorafobiden, yani açık alan korkusundan gelir. çekingen öğrenci, kitaplığın dört duvarı içinde güven duyar. eğer kendisini dış alemin de aynı biçimde düzenli olduğuna inandırabilirse, sokağa çıktığında da buna benzer bir güven duyar. eğer bu kişi daha fazla sevilmiş olsaydı, gerçek dünyadan daha az korkar ve onun yerine ideal bir dünya yaratma zorunluluğu duymazdı.
sevginin en iyi biçimini tarif etmek kolay değildir, çünkü her türünde az çok bir koruma niteliği vardır. sevdiklerimizin acılarına omuz silkemeyiz. ama ben, sevilenin uğradığı talihsizliğe acımanın da, ileride uğrayabilecekleri için endişe etmenin de, sevgide mümkün olduğu kadar az yer alması gerektiğine inanıyorum.
buraya kadar, kişinin hedef olduğu sevgiden, sevilmekten söz ettik. şimdi de sevmekten söz açmak istiyorum. sevmek iki türlüdür; birisi hayata karşı duyulan istek ve hevesin belki en büyük ifadesi, diğeri ise korku ifadesidir. bence ilki bütünüyle hayran olunacak bir durum, ikincisi ise, olsa olsa bir avuntudur. güzel bir günde göz alan bir kıyı boyunca vapurda giderken kıyıyı seyreder, manzaradan zevk alırsınız. bu, dışarıya bakmakla alınmış bir zevktir ve herhangi büyük bir gereksiniminizle bağlantısı yoktur. ama eğer geminiz batmış da kıyıya doğru yüzmekteyseniz, bu kıyıya başka türlü bir sevgi beslersiniz: kıyı, sizin için güvenliği temsil eder; güzel ya da çirkin olması önemli değildir. sevmenin üstün olanı, gemisi güvenli olan kişinin duygusuna benzeyendir; daha az güzel olanı da, gemisi batmış olana uyandır. bu iki türlü sevginin birincisini, kişi ancak güvendeyken ya da en azından kendisini kuşatan tehlikelere aldırış etmiyorsa duyabilir; ikincisi ise tam tersine, güvenli olmayan bir durumda bulunmaktan ileri gelir. güvenli olmayan durumun doğurduğu sevgi, diğerinden çok daha öznel ve bencildir; çünkü sevilen, nitelikleri için değil, işe yaradığı için değerli görülmektedir. böyle bir sevginin hayatta hiç yeri yoktur demek istemiyorum. aslına bakarsak, hemen hemen bütün gerçek sevgilerde her iki durumun yan yana bulunduğunu, sevginin güvende olmama duygusunu gerçekten sona erdirmesi kadar, dış dünyaya karşı zayıflamış olan ilginin tehlike ve korku anlarında yeniden doğduğunu görürüz. yalnız, böyle bir sevginin hayatta rolü olabileceğini kabul etmekle birlikte, diğerinden daha az güzel olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız, çünkü bu sevgi, korkudan doğmaktadır, korku ise kötüdür ve çünkü sevginin böylesi bencil bir sevgidir.
en iyi sevgi, insanın eski mutsuzluklarından kaçmak için değil de, yeni mutluluklara kavuşmak umuduyla beslediği sevgidir.
sevginin en iyisi her iki tarafa da hayat verir; her iki taraf da sevilmekten haz duyar ve kendini zorlamadan sever; bu karşılıklı mutluluğun sonucu olarak iki taraf da dünyayı daha bir ilgiye değer bulur. sevgi taşımayan bir büyük istek, genel olarak ya gençlikte başa gelmiş bir talihsizlik ya daha sonraki yıllarda uğranılmış bir haksızlık ya da işkence korkusunu doğuran nedenlerden biri yüzünden insanlığa karşı duyulan bir çeşit öfke ya da nefretten ileri gelir. fazla güçlü bir benlik, kişiyi bağlayan bir zincirdir; eğer dünyadan tam olarak zevk almak istiyorsa, kişi bu zincirden kurtulmak zorundadır. gerçekten sevebilme yeteneği ise, kişinin bu zincirden kurtulmuş olduğunu gösteren belirtilerden biridir. sevilmek hiçbir zaman yetmez; sevilmek sevgiye yol açmalıdır ve ancak bu iki kapı eşit olarak açık tutulursa sevgi en büyük olanaklarını gerçekleştirebilir. karşılıklı sevgi tomurcuğunun açmasına engel olan psikolojik ya da toplumsal bütün nedenler, dünyanın yaşamış olduğu ve hala da yaşadığı büyük kötülüklerdir. insanlar yanılmış olma korkusu ile hayranlık göstermekte yavaş davranırlar; sevdiklerinin ya da her şeyde bir kusur bulan insanların kendilerine acı çektirmesinden çekindikleri için de sevmekte yavaş davranırlar. ahlak ve sağgörü adına tedbirli olmak istenir, bunun sonucu olarak da sevgide cömertlik ve ataklık hoş görülmez. bu ise insanlığa karşı çekingenlik ve öfkeyi doğurur, çünkü böylece birçok insan yaşamları boyunca gerçek temel gereksinimlerinden ve onda dokuzu da dünyaya karşı mutlu ve coşkunca davranışın vazgeçilmez koşullarından yoksun edilmiş olur.
bir yatırım tavsiyesi değildir, şuradan indirilip okunabilecek okuma tavsiyesidir.
afiyetle okuyunuz efendim..
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
ben sevdim burayı aşık atışması, yoldaşı,
olmayanı villaya destek, dalarım saçı, başı,
şimdi geldim ve gidiyorum amma,
banane lan olamam ben aşı, maşı.
olmayanı villaya destek, dalarım saçı, başı,
şimdi geldim ve gidiyorum amma,
banane lan olamam ben aşı, maşı.
devamını gör...
anavatan çağırıyor
rusya toprakları içinde bulunan zamanının en büyük heykeli, şimdiki zamanın ise en büyük kadın heykelidir.

ikinci dünya savaşı esnasında gerçekleşen stalingrad muharebesi anısına muharebenin gerçekleştiği tepeye inşa edilen heykel görkemi ile büyülemektedir. bir sanat harikası olduğunu düşündüğüm heykel güzelliğine yakından şahit olanlarda stendhal sendromuna neden olabilir. sembolik öneminin, vermeye çalıştığı mesajın yanı sıra bu yönü de göz önünde bulundurulmalıdır. belki sembolik öneminden daha bile dikkate değerdir sanatsal yanı.
ülkemde yapılan sinan şamil sam heykeli ve ünlü türk büyüğü optimus prime heykelinin tarihsel ve sanatsal değerine alıştırıldığımız günümüz türkiye’sinde heykel yapmanın bir sanat olduğunu hatırlatmak için güzel bir araç olabileceğini düşündüğüm bu başlık ve tanımın.
heykelde bir elinde kılıç tutarak diğer eliyle arkasından gelenleri anavatanı nazilere karşı savunmaya davet eden bir kadın görüyoruz. ve hangi açıdan değerlendirirsek değerlendirelim heykel görenlerde yaşanılan o dönemin duygularını canlandırma yeterliliğine sahip.
heykel nikolay nikitin ve (bkz: yengeniy vuçetiç) işbirliği ile yapılmış ve mamayev kurgan tepesine konuşlandırılmıştır.

ikinci dünya savaşı esnasında gerçekleşen stalingrad muharebesi anısına muharebenin gerçekleştiği tepeye inşa edilen heykel görkemi ile büyülemektedir. bir sanat harikası olduğunu düşündüğüm heykel güzelliğine yakından şahit olanlarda stendhal sendromuna neden olabilir. sembolik öneminin, vermeye çalıştığı mesajın yanı sıra bu yönü de göz önünde bulundurulmalıdır. belki sembolik öneminden daha bile dikkate değerdir sanatsal yanı.
ülkemde yapılan sinan şamil sam heykeli ve ünlü türk büyüğü optimus prime heykelinin tarihsel ve sanatsal değerine alıştırıldığımız günümüz türkiye’sinde heykel yapmanın bir sanat olduğunu hatırlatmak için güzel bir araç olabileceğini düşündüğüm bu başlık ve tanımın.
heykelde bir elinde kılıç tutarak diğer eliyle arkasından gelenleri anavatanı nazilere karşı savunmaya davet eden bir kadın görüyoruz. ve hangi açıdan değerlendirirsek değerlendirelim heykel görenlerde yaşanılan o dönemin duygularını canlandırma yeterliliğine sahip.
heykel nikolay nikitin ve (bkz: yengeniy vuçetiç) işbirliği ile yapılmış ve mamayev kurgan tepesine konuşlandırılmıştır.
devamını gör...
rüyalardan mana çıkartılmasının abartılması
eskiden rüya tabirleri kitabına * bakar, gördüğüm rüyanın tabirine göre geleceğimi tahmin etmeye çalışırdım ama tamamen çocukça bir şey ve aslında kara büyü gibi biraz. mesela rüyada diş görmek, hep birilerinin öleceği şeklinde yorumlanır. ben de o zamanlar diş rüyası çok görür ve acaba kim ölecek diye korkardım. işin aslını yıllar sonra öğrendim. rüya tabirlerinde yazılanlar doğru değilmiş. rüyalarda görülen şeyler, kişiye göre farklı şeyleri sembolize ediyormuş. bunun için rüya defteri tutmak önemliymiş. bunu öğrendikten sonra ben de rüyalarımı yazmaya başladım, rüyalarımı abuk subuk rüya tabirlerine göre değil, şimdi kendi sembollerime göre yorumluyorum.
devamını gör...
yazarların normal sözlük'ten öğrendikleri
bir çevre oluşturmadığınız zaman yaptıklarınızın çok da anlamı yoktur. sözlükte bile. *
devamını gör...
beni beğeneni ben beğenmem benim beğendiğim ise beni beğenmez
hayatımın özeti, ismail yk'nın güzel bi sözü.
devamını gör...
bilgi kategorisinden sorumlu moderatörün ayrımcı olması
aslında var olmayan ama çok seri başlık açılması ve tanım girilmesi nedeniyle bunların birikmesi sonucunda artan iş yükü nedeniyle öyleymiş gibi algılanan durum.
en azından ben öyle düşünüyorum diyeyim. fazla birikiyor ve sıra gelmiyor diye düşünüyorum, zira bilgi içeriği olduğu kabak gibi ortada olan bazı başlıklar bir süre kategoriye girmeden bekleyebiliyor.
bence de kendimiz ekleyebilmeliyiz kategoriyi. trolleme amaçlı başlıklar açıp bilgi olarak işaretlemek suretiyle kötüye kullanan olursa da şikayet edilebilmeli kategorinin değiştirilmesi için.
en azından ben öyle düşünüyorum diyeyim. fazla birikiyor ve sıra gelmiyor diye düşünüyorum, zira bilgi içeriği olduğu kabak gibi ortada olan bazı başlıklar bir süre kategoriye girmeden bekleyebiliyor.
bence de kendimiz ekleyebilmeliyiz kategoriyi. trolleme amaçlı başlıklar açıp bilgi olarak işaretlemek suretiyle kötüye kullanan olursa da şikayet edilebilmeli kategorinin değiştirilmesi için.
devamını gör...
5 temmuz 2021 ilk defa yoldaş’tan artı oy almam
başarılarının devamını dilerim kuzucuk.
geçen de benim tanımımı beğenmişti ama tonla tanımımı sildiği için teselli mahiyetinde beğendi. *
geçen de benim tanımımı beğenmişti ama tonla tanımımı sildiği için teselli mahiyetinde beğendi. *
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
içinde tek tek isimlerin açıkça yazıldığı bir mektup yazmak istiyorum. her isme ayrı bir görev atfedilmiş olacak. herkes ayrı bir şeyden sorumlu tutulacak. öyle şeyler yazacağım ki en derin uykularından bile kabuslarla uyanıp saatlerce duvara boş boş bakacaklar. öyle şeyler yazacağım ki son nefeslerini verene dek en mutlu oldukları anda bile kalplerinde bir sızı gibi akıp geçeceğim. yaşıyorsam bir sebebi var, nefes alıyorsam hiçbiri plansız değil. bir gün gelecek, işte o zaman dünyada kafalarını vuracak taş bulamayacaklar, öyle kötü ve öyle felaket. bir mektup yazacağım ve onlarca hayata dokunacak, onları yakıp yıkacak. onları harap etmek istiyorum çünkü.
bir mektup yazacağım ve bu da son olacak.
bir mektup yazacağım ve bu da son olacak.
devamını gör...

