sözlük yazarlarının yetenekli olduğu konular
su damacanasından bardağın son damlasına kadar taşırmadan su doldurabiliyorum. *
devamını gör...
körler çarşısında ayna satmak
sağırlar çarşısında da gazel atma, diye devam eden (rivayete göre) mevlana sözüdür. şöyle ki; yaptığınız işin yanlış ve boş olduğu. çabanızın heba olabileceğini belirtir bu sözcük bizlere. mesela kör ayna bilmezzz sağır da gazel atsan duymazzz yaptığın iş beyhude diyor dostum beyhude!
devamını gör...
ellerim böyle boş mu kalacaktı
nesrin sipahi'nin efsane parçasıdır.
bizde mi böyle böyle olacaktık
bu en güzel çağda yas mı tutacaktık
ah be sanki bu zamanları anlatıyor.
bizde mi böyle böyle olacaktık
bu en güzel çağda yas mı tutacaktık
ah be sanki bu zamanları anlatıyor.
devamını gör...
bir öz eleştiri yap
yanlış anlaşılmaktan korkmayı bırak artık *, seni anlamayan, anlamak istemeyen veya anlamıyormuş gibi yapıp manipüle etmeye çalışanlara laf anlatmayı bırak.
devamını gör...
hayatı sözlük gibi yaşamak
sesli /yazılı konuşma esnasında aniden gelen bkz. belirtme isteği. *
devamını gör...
sözlükte hep aynı yazarları görmek
sözlüğe çok girmediğimden yazıp çıktığımdan farketmemiştim. sanırım butik bir sözlük olduğu için online sayısına nispeten hep aynı yazarlar yazıyor.
gözlemlediğim kadarıyla kücük bir topluluk oldugu icin yazılandan cok, takip ve begeni ugruna birbirlerine yalakalık yapan ya da popülerite uğruna sacma sapan triplere giren tektipleşmiş profiller sürekli olarak aktif.
kendi kulvarında kaliteli yazarları kesfetmek bu durumda güçleşiyor. her konudaki fikrini merak edicegim bi profile de denk gelmedim şu ana kadar. bu durum yazma ve okuma şevkimi kırıp sözlüğü sıkıcı kılmaya başladı.
edit: bunları dile getirmek icin binlerce tanım mı girmem gerekiyordu? çapsız tavsiyelerinizi kendinize saklayın, tşkrlrr.
gözlemlediğim kadarıyla kücük bir topluluk oldugu icin yazılandan cok, takip ve begeni ugruna birbirlerine yalakalık yapan ya da popülerite uğruna sacma sapan triplere giren tektipleşmiş profiller sürekli olarak aktif.
kendi kulvarında kaliteli yazarları kesfetmek bu durumda güçleşiyor. her konudaki fikrini merak edicegim bi profile de denk gelmedim şu ana kadar. bu durum yazma ve okuma şevkimi kırıp sözlüğü sıkıcı kılmaya başladı.
edit: bunları dile getirmek icin binlerce tanım mı girmem gerekiyordu? çapsız tavsiyelerinizi kendinize saklayın, tşkrlrr.
devamını gör...
1 yazar sizi sinir etmeye başladı
kaliteli troll. çirkinleşmiyor. her yazısında farklı karaktere bürünüyor. kendisi erkek, kadın, suriye'li sığınmacı, kripto imam, asker, fransa vatandaşı. bir çok karakter yaratıyor. zigindirik aktroll muhabbetlerine de girmiyor. aslında tiyatro gibi bir şey yapıyor. kötü değil. hatta yaptığı şey troll'lük bile değil. çünkü amacı tepki çekmek değil. eğlenmek. en azından öyle görünüyor. bozarsa, sapıtırsa çökeriz tepesine. ama şimdilik keyifli.
devamını gör...
dedesi adam vurmuş normal sözlük yazarları
benim dedem adam vurmamış, ama vurulmuş. ınsanın beline kadar kar yağdığı zamanlarda daha genç bir delikanlı iken dedem bir kış günü ormanda iki yabancıyla sebebini bilmediğim bir kavgaya tutuşmuş, bu iki adam dedemi iyi bir dövmüşler, dedem bayılmış, yıkılmış karlar içine , birisi hızını alamayıp silahını da çıkarıp vurmuş , ( mermi iç cebinde ki bıçağın ağaçtan sapına girmiş) neyse efendim, dedemi öldü diye bırakıp gitmişler. sonra dedem ayılmış , evine geri dönmüş. aradan 2-3 ay geçtikten sonra bir gece vakti evinin kapısı çalınmış, dışarda soğuktan donmak üzere olan iki avci duruyormuş. alel acele içeri almış , tabi şimdiki gibi elektrik yok, gaz lambasının ışığıyla adamlari sobanın başına oturtmuş ama ama o sırada da bunlar birbirini tanımış. adamlarda hareket edecek mecal yok, dedemin tüfeği ise hemen yanı başında. adamları almış bir korku. dedem sakinleştirmiş adamları. o olay geldi geçti , rahat olun , ısının, misafirim olun diye adamları sakinleştirmiş. rahmetli derdi asla kimseye kin tutmayın diye. cenazesine o iki adamdan biri de gelmişti de bize anlatmıştı dedemi. eski insanlar ne kadar sert olsalar da içlerinde bir merhamet duygusu varmış. şimdi ki insanların çoğunda vicdan ölmüş.
neyse, tüm geçmişlerimizin mekanı cennet olsun.
neyse, tüm geçmişlerimizin mekanı cennet olsun.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
modern talking-brother lui.
devamını gör...
toraman
hüseyin rahmi gürpınar romanı.
kitabın kaleme alındığı tarih, hicri 1335. hangi ayda yazıldığını bilmediğimden, 1915-16 yılı olmalı, ben de doğrudan bu yazımını okudum, yani orijinal metin.
yaşı 58'e gelmiş, şuayip iyi para kazanmaktadır. bütün hayatı, tek düze geçmiş, sürekli çeşitli burhanlar yaşayan bir kadınla evlenmiş, hayatını da bu şekilde idame etmektedir. eşi hasna hanım kitabın başında, komşusu adile hanımla girdiği diyalogla ya da mahalle dedikodusuyla, eğitimini ve kültürünü göstermektedir. hemen belirtmek gerekiyor ki hasna hanımın komşusu adile hanımla olan diyaloğunda ilginç bir detay var. iki kadının da kullandığı dil neredeyse günümüz turkcesidir ve bi dil de neredeyse yabancı hiçbir kelime yok. hüseyin rahmi'nin ağdalı ve ağır dili gözönüne alınınca bu detay hemen göze çarpıyor. iki de çocukları var, aziz-toraman- ve sabıre.
tum hayatını tek düze yaşayan şuayip bey, hayatını bir dramaya çeviren hasna hanımın yaşlanmasıyla bir buhran içindedir. dönemin istanbul'unu gözönüne alınca, şuayip beyin kazandığı paraların namı kısa sürede belli başlı çevrelere ulaşır. neredeyse her romanında seks işçisini konu alan hüseyin rahmi, yine yaşını almış, eski bir fahiseyi suayip'in bürosuna yerleştirir. kadın şuayip beyin, körlenmis cinsel arzusunu diriltemeyince, henüz 16,17 yaşında olan kızını devreye sokar. elbette kız dillere destan bir guzeliktedir ve bir süre sonra, şuayip beyi ayartır. lakin, kız bir metres olarak değil, evlilik şartıyla adamla birlikte olur. kız annesini ifşa ederek, annesinin kendisini yaşlı bir adama satmaya çalıştığını, eğer kendisine sahip çıkarsa onunla evleneceğini dile getirir. bunların hepsi bir tuzak olduğunu söylemeye gerek yok.
binnaz, annesinin kimden olduğu belli olmayan, umumihane'de büyümüş biridir. suayip'e anlattığı gibi ne eline erkek eli değmemistir ne de uzak sakın bir yaşam yaşama peşindedir. burada söyle bir sorun var, suayip'in evlenmek istediği ya da evlendiği binnaz, suayip'in oğlunun eski sevgilisidir. tabii bu gerçek, evlilik olduktan sonra ortaya çıkıyor. ve suayip'in oğlu ile binnaz, durumu kimseye belli etmeden birlikte olmaya devam ediyorlar.
yıl 1916, 58 yaşında bir adam, 48 yaşında eşi ve iki çocuk. 58 yaşında adam, genç bir kadınla evliliğe kalkıyor ve burada ciddi bir tuzağa düşürülüyor, çünkü kız kendisini tanıttığı gibi değil. ne geçmişi, ne de kafasında kurduğu dünya. 58 yaşında torunu yaşında bir kızla evleniyor ve kız çocuğunun eski sevgilisi çıkıyor. birbirlerini tekrar görür görmez - çünkü binnaz'ın annesi çulsuz aziz'le görüştürmek istemiyor, evet aziz çulsuz çünkü şuayip bey kazandığı paralardan kimseye bahsetmiyor- kollarına atılıp, kaldıkları yerden devam ediyorlar. bir nevi aziz, üvey annesiyle birlikte oluyor. yazıldığı dönem itibariyle romanın son derece cesur olduğunu belirtmek gerekiyor.
yazar, ilişki ağını kurduktan sonra karakterleri tek tek analize girisiyor. kim haklıydı? eşi yaşlanan, şuayip mi? kocasını başka kadına kaptıran hasna hanım mı? yoksa oğlu aziz mi? ya da babası dahi belki olmayan binnaz mı? roman kaybedenler klubu gibi. herkes haklı, herkes haksız.
dikkatimi çeken bir husus da şu, ya hüseyin rahmi'nin bu dönemde kafası karışık ya da roman üzerinden birilerine mesaj veriyor. çünkü tebessüm-i elem'de, evlilik hayatının nasıl olması gerektiği hususunda, vaaz veren yazar, bu romanında şuayip karakteri üzerinden evliliği yerden yere vuruyor. denilebilir ki, 58 yaşında evlenen bir adam için bu psikoloji normal değil mi? hayır değil çünkü şuayip 16,17 tadında evlendiği kız üzerinden değil, ilk eşi üzerinden de aynı eleştiriyi yapıyor. araştırmacılar, editörler hüseyin rahmi 'nın neden hiç evlenmedigine keşfetmeye çalışıyorlar. toraman romanında neden evlenmediğini açıkça ortaya koyuyor. burada dikkatimi başka bir husus celbetti, o da su; şuayip karakteri dilinden, doğanın bir kanunu olmadığını doğanın bir kaos barındırdığını evlilik betimlemesi üzerinden ifade ediyor. peki, diğer romanlarında "determinizmc felsefesi dediği şey üzerinden yeni kuşağı yerden yere vuran, hüseyin rahmi ne oluyor da, tek düze yaşayan yaşlı bir türk üzerinden bu defa da, aile kuramını hedef alıyor? bana göre yazar, içine girdiği yazar psikolojisini çok ama çok iyi analiz ederek, hem karakterin içine giriyor hem de zaman zaman karakterlerden bağımsız, nesnel bir tanım koyuyor ortaya. toraman romanı net bir şekilde, türk aile yapısının iki yüzlülüğünü hedef alıyor. ek olarak tüm dönem yazarları gibi, hüseyin rahmi'nin de kafası karışık. belki bu kafası karışıklığı olumsuz bir anlamda anlıyor olabilirsiniz fakat değil, çünkü hızla ama hızla bu insanların gözü önünde birçok şey, altüst oluyor. hatırlayın, avrupa'da darwin türlerin kökeni kitabını yayınlandığında, birçok kişi intihar ediyor, bunun anlamı nedir? insanların yüzyıllarca savunduğu, bağlı olduğu değerleri ellerinin altından çekip alıyorsun, bu kolay bir şeyden değil. dostoyevski'nin kafası çok mu net? ihtilal için, çarlık rejimine muhalefet eden dostoyevski, hayata gözlerini karamazov kardeşler adlı son eserinde ortodoks klisesine bağlılık ederek yumuyor. karamazov kardeşler de yazar başından sonuna kadar, açık bir şekilde ortodoks klisesinin propagandasını yapıyor.
romana dönelim, iki bukle vermek istiyorum. birini verdim aslında, suayip'in oğluyla olan konuşmasında evlilik kurumunu yerden yere vurması. ikincisi ise, binnaz'ın roman sonunda, şuayip kendisinden şüphe ederken isyan edip söyledikleri,
" ahmak adam, hiç bir şey bildiğin yok! her bir fenalık benim beynimde de vardır. kalbimde de. içimde de, dışımda da... anlıyor musun? habenneka? aynaya git de suratına bak! boyalı kukla! üzerine hıyanet edersem beni kim ayı playabilir? bile bile aldın pzevenk! bana adlan sanlan orospu servinaz'ın kızı binnaz derler. siz namuskarlığı aynalı, oyuncaklı, süslü tasması altında yaşayan insanlar... kendinize hoş gelen her fenalığı işler, fakat adını değiştirerek, kitaba uydurarak irtikap edersiniz. evet, bu dünya bütün sania ile kelime oyunuyla, bilerek aldatmak ve aldanmakla dönüyor. ihtiyar zevcenizin üzerine torununuz yerinde bir kızcağız aldığınız zaman vicdanınız size hiçbir itibda bulunmaz. bu genç kadın tabiattan hisse-i telezzüzünüzü istediği vakit meydana müthiş iki kelime çıkarırsınız: ırz ve namus... işte size manalarını zevkinize göre tefsir ettiğiniz iki lügat. "
tek kelime ile müthiş, müthiş. bu satırlar yazıldığında cumhuriyet'in henüz ilan edilmediğini akıldan çıkarmayın.
son olarak, hüseyin rahmi binnaz'ın da isyan ettirerek, dediğim gibi herkesin haklı, herkesin haksız olduğu bir son ile bizi basbasa bırakır.
kitabın kaleme alındığı tarih, hicri 1335. hangi ayda yazıldığını bilmediğimden, 1915-16 yılı olmalı, ben de doğrudan bu yazımını okudum, yani orijinal metin.
yaşı 58'e gelmiş, şuayip iyi para kazanmaktadır. bütün hayatı, tek düze geçmiş, sürekli çeşitli burhanlar yaşayan bir kadınla evlenmiş, hayatını da bu şekilde idame etmektedir. eşi hasna hanım kitabın başında, komşusu adile hanımla girdiği diyalogla ya da mahalle dedikodusuyla, eğitimini ve kültürünü göstermektedir. hemen belirtmek gerekiyor ki hasna hanımın komşusu adile hanımla olan diyaloğunda ilginç bir detay var. iki kadının da kullandığı dil neredeyse günümüz turkcesidir ve bi dil de neredeyse yabancı hiçbir kelime yok. hüseyin rahmi'nin ağdalı ve ağır dili gözönüne alınınca bu detay hemen göze çarpıyor. iki de çocukları var, aziz-toraman- ve sabıre.
tum hayatını tek düze yaşayan şuayip bey, hayatını bir dramaya çeviren hasna hanımın yaşlanmasıyla bir buhran içindedir. dönemin istanbul'unu gözönüne alınca, şuayip beyin kazandığı paraların namı kısa sürede belli başlı çevrelere ulaşır. neredeyse her romanında seks işçisini konu alan hüseyin rahmi, yine yaşını almış, eski bir fahiseyi suayip'in bürosuna yerleştirir. kadın şuayip beyin, körlenmis cinsel arzusunu diriltemeyince, henüz 16,17 yaşında olan kızını devreye sokar. elbette kız dillere destan bir guzeliktedir ve bir süre sonra, şuayip beyi ayartır. lakin, kız bir metres olarak değil, evlilik şartıyla adamla birlikte olur. kız annesini ifşa ederek, annesinin kendisini yaşlı bir adama satmaya çalıştığını, eğer kendisine sahip çıkarsa onunla evleneceğini dile getirir. bunların hepsi bir tuzak olduğunu söylemeye gerek yok.
binnaz, annesinin kimden olduğu belli olmayan, umumihane'de büyümüş biridir. suayip'e anlattığı gibi ne eline erkek eli değmemistir ne de uzak sakın bir yaşam yaşama peşindedir. burada söyle bir sorun var, suayip'in evlenmek istediği ya da evlendiği binnaz, suayip'in oğlunun eski sevgilisidir. tabii bu gerçek, evlilik olduktan sonra ortaya çıkıyor. ve suayip'in oğlu ile binnaz, durumu kimseye belli etmeden birlikte olmaya devam ediyorlar.
yıl 1916, 58 yaşında bir adam, 48 yaşında eşi ve iki çocuk. 58 yaşında adam, genç bir kadınla evliliğe kalkıyor ve burada ciddi bir tuzağa düşürülüyor, çünkü kız kendisini tanıttığı gibi değil. ne geçmişi, ne de kafasında kurduğu dünya. 58 yaşında torunu yaşında bir kızla evleniyor ve kız çocuğunun eski sevgilisi çıkıyor. birbirlerini tekrar görür görmez - çünkü binnaz'ın annesi çulsuz aziz'le görüştürmek istemiyor, evet aziz çulsuz çünkü şuayip bey kazandığı paralardan kimseye bahsetmiyor- kollarına atılıp, kaldıkları yerden devam ediyorlar. bir nevi aziz, üvey annesiyle birlikte oluyor. yazıldığı dönem itibariyle romanın son derece cesur olduğunu belirtmek gerekiyor.
yazar, ilişki ağını kurduktan sonra karakterleri tek tek analize girisiyor. kim haklıydı? eşi yaşlanan, şuayip mi? kocasını başka kadına kaptıran hasna hanım mı? yoksa oğlu aziz mi? ya da babası dahi belki olmayan binnaz mı? roman kaybedenler klubu gibi. herkes haklı, herkes haksız.
dikkatimi çeken bir husus da şu, ya hüseyin rahmi'nin bu dönemde kafası karışık ya da roman üzerinden birilerine mesaj veriyor. çünkü tebessüm-i elem'de, evlilik hayatının nasıl olması gerektiği hususunda, vaaz veren yazar, bu romanında şuayip karakteri üzerinden evliliği yerden yere vuruyor. denilebilir ki, 58 yaşında evlenen bir adam için bu psikoloji normal değil mi? hayır değil çünkü şuayip 16,17 tadında evlendiği kız üzerinden değil, ilk eşi üzerinden de aynı eleştiriyi yapıyor. araştırmacılar, editörler hüseyin rahmi 'nın neden hiç evlenmedigine keşfetmeye çalışıyorlar. toraman romanında neden evlenmediğini açıkça ortaya koyuyor. burada dikkatimi başka bir husus celbetti, o da su; şuayip karakteri dilinden, doğanın bir kanunu olmadığını doğanın bir kaos barındırdığını evlilik betimlemesi üzerinden ifade ediyor. peki, diğer romanlarında "determinizmc felsefesi dediği şey üzerinden yeni kuşağı yerden yere vuran, hüseyin rahmi ne oluyor da, tek düze yaşayan yaşlı bir türk üzerinden bu defa da, aile kuramını hedef alıyor? bana göre yazar, içine girdiği yazar psikolojisini çok ama çok iyi analiz ederek, hem karakterin içine giriyor hem de zaman zaman karakterlerden bağımsız, nesnel bir tanım koyuyor ortaya. toraman romanı net bir şekilde, türk aile yapısının iki yüzlülüğünü hedef alıyor. ek olarak tüm dönem yazarları gibi, hüseyin rahmi'nin de kafası karışık. belki bu kafası karışıklığı olumsuz bir anlamda anlıyor olabilirsiniz fakat değil, çünkü hızla ama hızla bu insanların gözü önünde birçok şey, altüst oluyor. hatırlayın, avrupa'da darwin türlerin kökeni kitabını yayınlandığında, birçok kişi intihar ediyor, bunun anlamı nedir? insanların yüzyıllarca savunduğu, bağlı olduğu değerleri ellerinin altından çekip alıyorsun, bu kolay bir şeyden değil. dostoyevski'nin kafası çok mu net? ihtilal için, çarlık rejimine muhalefet eden dostoyevski, hayata gözlerini karamazov kardeşler adlı son eserinde ortodoks klisesine bağlılık ederek yumuyor. karamazov kardeşler de yazar başından sonuna kadar, açık bir şekilde ortodoks klisesinin propagandasını yapıyor.
romana dönelim, iki bukle vermek istiyorum. birini verdim aslında, suayip'in oğluyla olan konuşmasında evlilik kurumunu yerden yere vurması. ikincisi ise, binnaz'ın roman sonunda, şuayip kendisinden şüphe ederken isyan edip söyledikleri,
" ahmak adam, hiç bir şey bildiğin yok! her bir fenalık benim beynimde de vardır. kalbimde de. içimde de, dışımda da... anlıyor musun? habenneka? aynaya git de suratına bak! boyalı kukla! üzerine hıyanet edersem beni kim ayı playabilir? bile bile aldın pzevenk! bana adlan sanlan orospu servinaz'ın kızı binnaz derler. siz namuskarlığı aynalı, oyuncaklı, süslü tasması altında yaşayan insanlar... kendinize hoş gelen her fenalığı işler, fakat adını değiştirerek, kitaba uydurarak irtikap edersiniz. evet, bu dünya bütün sania ile kelime oyunuyla, bilerek aldatmak ve aldanmakla dönüyor. ihtiyar zevcenizin üzerine torununuz yerinde bir kızcağız aldığınız zaman vicdanınız size hiçbir itibda bulunmaz. bu genç kadın tabiattan hisse-i telezzüzünüzü istediği vakit meydana müthiş iki kelime çıkarırsınız: ırz ve namus... işte size manalarını zevkinize göre tefsir ettiğiniz iki lügat. "
tek kelime ile müthiş, müthiş. bu satırlar yazıldığında cumhuriyet'in henüz ilan edilmediğini akıldan çıkarmayın.
son olarak, hüseyin rahmi binnaz'ın da isyan ettirerek, dediğim gibi herkesin haklı, herkesin haksız olduğu bir son ile bizi basbasa bırakır.
devamını gör...
geçti bor'un pazarı sür eşeği niğde'ye
orada vakit kaybetme bir de niğde'yi dene.oralar da güzeldir diyor.
devamını gör...
yavuz çetin
yaşamak istemem şarkısını hafızalara kazıdıktan sonra henüz otuz yaşında iken bipolar bozukluğu ile mücadele ettiği sıralarda boğaz köprüsü'nden atlayarak intihar eden türkiye' nin en önemli gitaristlerinden biri. erkan oğur ile çaldığı dünya parçası insanın iliklerine işliyor. erkan oğur yıllar sonra o günlerin anısını şöyle anlatıyor buradan
ve bonus: yavuz çetin öldüğü zaman henüz küçük bir çocuk olan oğlu yavuzcan çetin'in babası ile ilgili röportajı için tıklayın
edit: yavuz çetin'in sohbeti
ve bonus: yavuz çetin öldüğü zaman henüz küçük bir çocuk olan oğlu yavuzcan çetin'in babası ile ilgili röportajı için tıklayın
edit: yavuz çetin'in sohbeti
devamını gör...
ülkücülerin gizli ahmet kaya hayranı olması
sadece ahmet kaya severlerin uydurduğu bir görüştür.
ahmet kaya sevmem, dinlemem, ülkücü de değilim solcu da. ama ahmet şafak, mustafa özarslan, mustafa yıldızdoğan, ali kınık dinlerim. tarz meselesi.
ahmet kaya sevmem, dinlemem, ülkücü de değilim solcu da. ama ahmet şafak, mustafa özarslan, mustafa yıldızdoğan, ali kınık dinlerim. tarz meselesi.
devamını gör...
söylenecek çok şey varken susmayı tercih etmek
çok şey söyleyip anlaşılmamış olabilir. bu yüzden artık susarak cevap verir kimilerine. bazen karşındakine verilecek tek cevap susmaktır çünkü. duvarlara laf anlatılmaz.
bazen de hiç konuşmayıp susmak en iyisidir. karşındakini kırmaktansa, kendine işkence edecek kadar değerlidir çünkü karşındaki.
bazen de hiç konuşmayıp susmak en iyisidir. karşındakini kırmaktansa, kendine işkence edecek kadar değerlidir çünkü karşındaki.
devamını gör...
ilginç etimolojik bağlantılar
fransızca'da çalışmak anlamına gelen travailler fiilinin kökeni latincede yer alan "tripaliare" fiiline dayanmaktadır. latince'de "tripaliare" ise "trepalum" adında üç kazıklı hayvanları bağlayan bir alet ile işkence etmek ve acı çektirmek anlamına gelmektedir.
kaynak: mathias roux - sokrates yeşil sahalarda, tekin yayınevi
kaynak: mathias roux - sokrates yeşil sahalarda, tekin yayınevi
devamını gör...
melis sezen’in altın kelebek’te giydiği +18 kıyafet
gayet güzel çok da yakışmış hanım kızımıza.
devamını gör...
eski sevgiliyle karşılaşınca söylenmesi gereken sözler
öp de barışalım.
devamını gör...
penumbra
latincede yarı gölge anlamında kullanılan kelime.
astronomide, bir cismin arkasında kalan bölgenin, ışık kaynağından tam ışık alamasa da, tamamen karanlık olmayan kısmı için kullanılır.
aşağıda, bir güneş tutulması sırasında oluşan yarı gölgenin temsili bir resmini görüyorsunuz:

(görsel, timeanddate. com'dan alıntıdır.)
astronomide, bir cismin arkasında kalan bölgenin, ışık kaynağından tam ışık alamasa da, tamamen karanlık olmayan kısmı için kullanılır.
aşağıda, bir güneş tutulması sırasında oluşan yarı gölgenin temsili bir resmini görüyorsunuz:

(görsel, timeanddate. com'dan alıntıdır.)
devamını gör...
