lahmacun yerken yanında ayran içen kız
“aslanım graliçem” olmaya adaydır. halayımın başı, gönlümün telaşı, gözümün nuru, dilimin türküsü olması için hiçbir engel yoktur*.
not: gönül işleri başkanlığıma hemen atamasını gerçekleştiririm.
not: gönül işleri başkanlığıma hemen atamasını gerçekleştiririm.
devamını gör...
yağmur yağdığında kaçmak vs yağmurda bilerek ıslanmak
tabiki ıslanmak.
devamını gör...
hrant dink
2007 yılında, gazetesinin önünde, ayağında tabanı delik ayakkabılarıyla yüzü koyun yatan bir güvercindir...
kimsesiz bir anadolu ermenisi, barışa ve kardeşliğe yeminli esmer yüzlü bir çocuk, koruyamadığımız bir çocuktur...
güvercin ürkekliği ile yaşamış, sokak ortasında sırtından vurulmuştur.
katilinin eline de bayrak verilip fotoğraflar çekilmiş, kahraman ilan edilmiş, hatta kimi polisler protesto eylemlerine cinayet günü ogün samast'ın taktığı beyaz berelerle gelmişlerdir.
ayrıca ogün'ün cinayeti tek başına planlamadığı belli olsa da, bunca yıldır kamu vicdanını rahatlatan bir dava süreci de işlememiştir.
ama gariptir ki yaşamını barış ve kardeşliğe adamış hrant'ın ölümü, bir noktada türk milliyetçileri ile ermeni milliyetçilerini birleştirmiştir. türk milliyetçileri hem solcu, hem ermeni, hem oydu hem buydu diye ölümüne canı gönülden sevinmişlerdir. ermeni milliyetçileri ise ayaklarına bağ olan bu 'hain'nin hem ölmesine sevinmişler, hem de ellerine türk düşmanlığını körükleyecek harikulade bir koz geçtiği için avuçlarını zevkle ovuşturmuşlardır.
bizeyse bir buruk gülüş, iki damla göz yaşı ve 14 yıldır hiç eksilmeyen bir acı kalmıştır hrant'tan geriye... ama ne gariptir hatırası bizi daha bir çok bağlamıştır bu memlekete... çünkü onu yitirdiğimizden beri bu memleket bize, esmer yüzlü yetim bir ermeni çocuğundan emanettir. onun yarım kalmış kardeşlik türküleri ve canından çok sevdiği anadolusu hepimize emanettir o günden şimdiye...
yokluğunun içimizde bıraktığı geçmeyen yaraya rağmen, iyi ki geçti ömrümüzden...
inan olsun dostlar, inan olsun kardeşler, bu karanlığı yırtacak dünyayı yeniden kuracağız bunu bir güvercine ve memleketimize borçluyuz....
kimsesiz bir anadolu ermenisi, barışa ve kardeşliğe yeminli esmer yüzlü bir çocuk, koruyamadığımız bir çocuktur...
güvercin ürkekliği ile yaşamış, sokak ortasında sırtından vurulmuştur.
katilinin eline de bayrak verilip fotoğraflar çekilmiş, kahraman ilan edilmiş, hatta kimi polisler protesto eylemlerine cinayet günü ogün samast'ın taktığı beyaz berelerle gelmişlerdir.
ayrıca ogün'ün cinayeti tek başına planlamadığı belli olsa da, bunca yıldır kamu vicdanını rahatlatan bir dava süreci de işlememiştir.
ama gariptir ki yaşamını barış ve kardeşliğe adamış hrant'ın ölümü, bir noktada türk milliyetçileri ile ermeni milliyetçilerini birleştirmiştir. türk milliyetçileri hem solcu, hem ermeni, hem oydu hem buydu diye ölümüne canı gönülden sevinmişlerdir. ermeni milliyetçileri ise ayaklarına bağ olan bu 'hain'nin hem ölmesine sevinmişler, hem de ellerine türk düşmanlığını körükleyecek harikulade bir koz geçtiği için avuçlarını zevkle ovuşturmuşlardır.
bizeyse bir buruk gülüş, iki damla göz yaşı ve 14 yıldır hiç eksilmeyen bir acı kalmıştır hrant'tan geriye... ama ne gariptir hatırası bizi daha bir çok bağlamıştır bu memlekete... çünkü onu yitirdiğimizden beri bu memleket bize, esmer yüzlü yetim bir ermeni çocuğundan emanettir. onun yarım kalmış kardeşlik türküleri ve canından çok sevdiği anadolusu hepimize emanettir o günden şimdiye...
yokluğunun içimizde bıraktığı geçmeyen yaraya rağmen, iyi ki geçti ömrümüzden...
inan olsun dostlar, inan olsun kardeşler, bu karanlığı yırtacak dünyayı yeniden kuracağız bunu bir güvercine ve memleketimize borçluyuz....
devamını gör...
kimliksiz hikayeler
iki metre kare bir alan. siyah film camdan görünen biraz gökyüzü biraz da yandaki evin çatısı. uçsuz bucaksız ile çirkin bir kefede. duvarda deniz kabukları, sahte bir kuş hisssetiğim çoğu an gibi. birkaç mum romantik yanımı simgeleyen. ha bir de ay şeklinde minik pilli bir lamba. yakınca etrafa pek ışık saçmıyor ama izlemesi keyifli. hayatım gibi...
ne zaman biraz hüzün hissetsem açıyorum bir bira; ilişiyorum tahta, rahatsız, minik sandalyeye açıyorum bir müzik. şöyle göğsümde biriken acılara ulaşmak için... üflüyorum 'puffff' diye, tozların altında kalan yara izlerine bakıyorum sonra. çoğu iyileşmiş. bir tanesi var, işte o çok derin. her seferinde tam iyi oldu artık kabuk kopacak, çirkin bir iz kalacak diye bekliyorum. ve yine her seferinde bir parça pis iltihapla beraber kan akıyor. yine olmamış, diyorum.
geceye karışan müzik, başka ses yok. etrafı kaplayan, kocaman bir yalnızlığın sesi. dayanamıyorum. alıyorum elime telefonu. basıyorum bir tuşa. benim kadar sahte bir hayatı olan çok uzakta ancak bir o kadar yakındaki dostu arıyorum. ilk cümleyi ben kuruyorum. hep, her zaman. her mesajda, her telefonda. yine öyle oluyor.
- naber?
- iyi, normal. senden?
diyor her zamanki gibi. hep iyi, hep normal. işte bu cümle de onun özeti. yaşanmamış gibi. gün içerisinde aklından geçen, canını yakan onca şey yokmuş gibi; heyecanlandıran, gülümseten onca an. ona sorsan yok. ona sorsan kibri de yok. oysaki var işte adam göğsünde bir bıçak, zihninde deli cümleler var.
- ben kötüyüm ama...
- neden?
neden, desin istiyorum. biri beni görsün, gerçek beni. kırılgan acıyan yanımı. kahkahaların ardındaki hisleri de. sahte değil gülüşlerim. ama çok kocamanlar. yaşadığım her şeyi sığdırıyorum onların içine. bu yanımı da görsün istiyorum.
ama herkes değil. anlattığımda bana acımayacak, yargılamayacak biri görsün istiyorum. kimileri derine gömer, ben deşip iyileşiyorum kelimelere döktükçe. ama kelimelerin anlamını bilen biri dinlesin istiyorum. o neden, diyor; ben anlatıyorum.
kırıldığım, kırdığım anları seriyorum ipe. çok cümle kurmuyorum. uzun cümleler de kurmuyorum. ilk kez güzellemeden, savunmadan olduğu gibi aktarmaya çalışıyorum. çünkü yalın bir şekilde anlatmayı pek başaramam. her şeyi biraz savunarak, biraz güzelleyerek anlatırım. benim savunma mekanizmam da bu çünkü.
"gitti. beni benim onu sevdiğim kadar sevmedi. geri geldi ama artık ne bu sevgi eskisi gibi ne de ben."diyorum.
ne kadar klişe geliyor değil mi kulağa aşk acısı. ulan herkes bir diğerininkini umursamıyor da 'en çok benim acıyan' diye düşünüyor ya. işte tam olarak bu. beni az seviyor oluşu, bir zaman az sevmiş olması, bende değil bir başkasında huzuru araması... yıllar geçiyor. acı arada bir kalkıp yumruk atıyor. ahh, be...
"şimdi geçmiş işte. bir yola girmiş, bir karar vermişsin. sızlanma. korkaksın! korku çirkin bir bağ onu güzel bir masa üstü ile kapatıp üzerine bir çiçek koyup adına da aşk diyorsunuz." diyor. gerçeği pat diye bırakıyor havaya.
gözümden yaşlar akıyor. onca zamana rağmen. şöyle bir yokluyorum. o da ne! eskisi gibi acımıyor. hala kocaman bir yara, iyileşmedi. iyileşmesi de çok zor. kapatıyorum telefonu. uyuyorum sonra.
yeni bir güne uyanıyorum. bugün çok daha güzel diyorum. güzel görüyor, güzel hissediyorum gerçekten. çünkü fark ettim. ben korkağım! kendime itiraf edemediğim hep buydu. güçlü durmaya çalışıyor, kendimle mücadele ediyordum. artık kendime yalan yok. kabul ettim. buyum ben: aciz, aşık bir kadın.
ne zaman biraz hüzün hissetsem açıyorum bir bira; ilişiyorum tahta, rahatsız, minik sandalyeye açıyorum bir müzik. şöyle göğsümde biriken acılara ulaşmak için... üflüyorum 'puffff' diye, tozların altında kalan yara izlerine bakıyorum sonra. çoğu iyileşmiş. bir tanesi var, işte o çok derin. her seferinde tam iyi oldu artık kabuk kopacak, çirkin bir iz kalacak diye bekliyorum. ve yine her seferinde bir parça pis iltihapla beraber kan akıyor. yine olmamış, diyorum.
geceye karışan müzik, başka ses yok. etrafı kaplayan, kocaman bir yalnızlığın sesi. dayanamıyorum. alıyorum elime telefonu. basıyorum bir tuşa. benim kadar sahte bir hayatı olan çok uzakta ancak bir o kadar yakındaki dostu arıyorum. ilk cümleyi ben kuruyorum. hep, her zaman. her mesajda, her telefonda. yine öyle oluyor.
- naber?
- iyi, normal. senden?
diyor her zamanki gibi. hep iyi, hep normal. işte bu cümle de onun özeti. yaşanmamış gibi. gün içerisinde aklından geçen, canını yakan onca şey yokmuş gibi; heyecanlandıran, gülümseten onca an. ona sorsan yok. ona sorsan kibri de yok. oysaki var işte adam göğsünde bir bıçak, zihninde deli cümleler var.
- ben kötüyüm ama...
- neden?
neden, desin istiyorum. biri beni görsün, gerçek beni. kırılgan acıyan yanımı. kahkahaların ardındaki hisleri de. sahte değil gülüşlerim. ama çok kocamanlar. yaşadığım her şeyi sığdırıyorum onların içine. bu yanımı da görsün istiyorum.
ama herkes değil. anlattığımda bana acımayacak, yargılamayacak biri görsün istiyorum. kimileri derine gömer, ben deşip iyileşiyorum kelimelere döktükçe. ama kelimelerin anlamını bilen biri dinlesin istiyorum. o neden, diyor; ben anlatıyorum.
kırıldığım, kırdığım anları seriyorum ipe. çok cümle kurmuyorum. uzun cümleler de kurmuyorum. ilk kez güzellemeden, savunmadan olduğu gibi aktarmaya çalışıyorum. çünkü yalın bir şekilde anlatmayı pek başaramam. her şeyi biraz savunarak, biraz güzelleyerek anlatırım. benim savunma mekanizmam da bu çünkü.
"gitti. beni benim onu sevdiğim kadar sevmedi. geri geldi ama artık ne bu sevgi eskisi gibi ne de ben."diyorum.
ne kadar klişe geliyor değil mi kulağa aşk acısı. ulan herkes bir diğerininkini umursamıyor da 'en çok benim acıyan' diye düşünüyor ya. işte tam olarak bu. beni az seviyor oluşu, bir zaman az sevmiş olması, bende değil bir başkasında huzuru araması... yıllar geçiyor. acı arada bir kalkıp yumruk atıyor. ahh, be...
"şimdi geçmiş işte. bir yola girmiş, bir karar vermişsin. sızlanma. korkaksın! korku çirkin bir bağ onu güzel bir masa üstü ile kapatıp üzerine bir çiçek koyup adına da aşk diyorsunuz." diyor. gerçeği pat diye bırakıyor havaya.
gözümden yaşlar akıyor. onca zamana rağmen. şöyle bir yokluyorum. o da ne! eskisi gibi acımıyor. hala kocaman bir yara, iyileşmedi. iyileşmesi de çok zor. kapatıyorum telefonu. uyuyorum sonra.
yeni bir güne uyanıyorum. bugün çok daha güzel diyorum. güzel görüyor, güzel hissediyorum gerçekten. çünkü fark ettim. ben korkağım! kendime itiraf edemediğim hep buydu. güçlü durmaya çalışıyor, kendimle mücadele ediyordum. artık kendime yalan yok. kabul ettim. buyum ben: aciz, aşık bir kadın.
devamını gör...
ortaokullarda seçmeli satranç dersinin okutulmasına karar verilmesi
öğrenciler adına çok sevindiğim ve ''at le çizer, fil çarpaz gider''den öte bir içerik sunulacağını umduğum olay. dilerim ki bu ders öyle diğer seçmeliler gibi boş beleş muhabbetlerle geçmez veyahut da seçmeli satranç dersi ayağına başka bir ders zorunlu seçmeli kılınmaz. küçükken beni ne ailemde ne de okulda satranca yönlendirecek kimsem olmamıştı. kendi kendime de yolumu bulamadım. tabii sonra büyüyünce öğrendim bir şeyler ama işte çocuklukta başlamak gibi olmuyor. bu yüzden de satranç olimpiyatlarına katılan küçükleri görünce hep gıpta ile bakıyorum.
devamını gör...
küpe takan erkek modeli
yakışan taksın, kesinlikle tuhaf bir durum değil.
devamını gör...
tanımı beğenmeden önce gelen acaba yazar yobaz mı fikri
benden fersah fersah uzak düşüncedeki insanların tanımlarını ya da başlıklarını okuduğumda beğeniyorsam, hiç düşünmem basarım artıya, çok çok beğenmişsem favorilerim. bu tarz şeyleri kompleks haline getirmemek lazım. önemli olan tanımlara ve başlıklara verilen emek ve bunların özgünlüğü. benim düşünce dünyama sözde yakın(!) olanların saçmaladığı bir sürü tanım/başlık görüyorum, parmağımı kımıldatmadan bu tanım ve başlıkların yanından öylece geçip gidiyorum.
herkes burada birbirine türlü türlü sebeplerle kıl olabilir. kişinin yansıttığı karakter, düşünce dünyası, üslubu vesaire... siz kalkar bunları dert eder ve o ca(ğ)nım güzellikte ki, tanımları ve başlıkları es geçerseniz, işte o zaman ayıp etmiş olursunuz. bilginin, yaratıcılığın ya da güzel anlatımın ne suçu var?
buraya yazmaya ve okumaya geliyorsunuz. kin bileylemeye değil der, selamlar eder, kaçarım.
herkes burada birbirine türlü türlü sebeplerle kıl olabilir. kişinin yansıttığı karakter, düşünce dünyası, üslubu vesaire... siz kalkar bunları dert eder ve o ca(ğ)nım güzellikte ki, tanımları ve başlıkları es geçerseniz, işte o zaman ayıp etmiş olursunuz. bilginin, yaratıcılığın ya da güzel anlatımın ne suçu var?
buraya yazmaya ve okumaya geliyorsunuz. kin bileylemeye değil der, selamlar eder, kaçarım.
devamını gör...
mansur yavaş'ın paket verme ayıbını ortadan kaldıran projesi
baskanım ya ülkeyi yönetin ya da biz oraya toplanıp taşınalım
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
bir anda efsane modumu yükseltti. üzgün üzgün tavanı izlerken beni kaldırıp dans ettirdi.* size de bırakayım...
devamını gör...
göksu deltası
akdeniz kıyısında çukurova'dan sonra ikinci büyük delta olma özelliğine sahip olan deltadır.
devamını gör...
normal sözlük’ü bırakmak
olmuyor, ne yaparsam yapayım bırakamıyorum. ben bir kafa sözlük bağımlısıyım. kafa sözlük bağımlılığını bıraktırma destek hattı gibi bir şey kurulsun lütfen.
devamını gör...
mısır hiyeroglifleri
eski bir mısır alfabesi. bu alfabenin kullanıldığı dil de ara-sıra "hiyeroglif dili" olarak anılır. bu alfabenin diğerlerinden farkı, olayları harflerle anlatmak yerine sembollerle anlatmasıdır. yani bu alfabede harfler yerine semboller kullanılır. bugün hala hiyeroglif dili ve alfabesi tam çözülememiştir. hiyeroglif alfabesinin zor olmasının sebebi, sembollerle okunmasıdır ayrıca antik mısır zamanında bile okuma-yazma bilenlerin sayısı çok düşük olduğu için, kendileri bile bu alfabeyi "anlayamıyorlardı" dersek yanlış olmaz. antik mısırlıların çoğunun okuma-yazma bilmemelerinin sebebinin bazıları tarafından hiyeroglif alfabesi olduğu da söylenir. çünkü bu alfabeyi ve dili öğrenmek epey zor olsa gerek.
bu resimde, hiyeroglif alfabesinin sembolleri görülüyor, her sembolün üzerinde günümüz harflerini görüyorsunuz. böylelikle sembollerin hangi harf anlamına geldiği açıklanmış:

bu da başka bir örnek,

alfabenin ingilizce anlamlarının yazıldığı bir versiyonu daha var, bu sefer semboller renkli bir biçimde,

burda da, bir mısır hiyeroglif örneği görüyoruz,
bu resimde, hiyeroglif alfabesinin sembolleri görülüyor, her sembolün üzerinde günümüz harflerini görüyorsunuz. böylelikle sembollerin hangi harf anlamına geldiği açıklanmış:

bu da başka bir örnek,

alfabenin ingilizce anlamlarının yazıldığı bir versiyonu daha var, bu sefer semboller renkli bir biçimde,

burda da, bir mısır hiyeroglif örneği görüyoruz,
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
radyo ekibi hep birlikte şarkı söylemiş ve çok güzel olmuş.
devamını gör...
sonunda iyiler mutlaka kazanır
bizim toplumda herkes iyi insan olduğu için* biz hep kazanan taraftayız sıkıntı yok.
devamını gör...
solak olmanın zorlukları
poligonda atış esnasında yuvadan çıkan kovanın gömleğimin sağ cebine girmesiyle göğsümde sıcaklık hissetmeme ve vurulduğumu zannetmeme neden olmuş olmayan zorluktur.
kabahat bende değil. sağ tarafından kovan atan silahta.
kabahat bende değil. sağ tarafından kovan atan silahta.
devamını gör...
koşer
aynı islamdaki helal kesim gibi olan, yahudi tradisyonundaki et kesim esasıdır.
aranızda bazı arkadaşlarım yurtdışına çıktıkları zaman lokantalarda hop oturup hop kalkıyor ''ayyy pork domuz yemesek bariiii'' diye... sonra dana kaburgalara falan saldırılıyor... aslında ne kadar gereksiz bir şey. ayrıca, doğu avrupa'daki çükomastik sovyet eskisi ülkeleri falan saymazsak kimse size afedersiniz puştluğuna domuz eti falan yedirmez. çünkü adamlar bizim gibi sığır değiller. orada da lokantalarda marketlerde her şeyin üzerinde yazıyor domuz mu değil mi vs.
herneyse; domuza bu kadar kıllanıyorsunuz. hassasiyetiniz için tebrikler. ancak yurtdışına çıktığınız zaman herhangi bir sığır eti de yememelisiniz çünkü islam kurallarına göre duası okunup kanı boşaltılmış hayvanın etini yemediğiniz için yine redzone'da kalıyorsunuz. ha bu kadar yemeden içmeden nem kapıyorsanız da şayet, ya yurtdışına hiç çıkmayın ya da vegan beslenin oralarda...
ama tabi bu tarz dilemmalar türk toplumundaki kültürel özellikleri görmemiz açısından da enteresan. aslında islama göre haram olan pek çok gıda ürünü tüketilmekte... ancak domuz eti ultra sevilmiyor bizde... eh tabi bunun da altında yatan bir tarihsel altyapı var. islam öncesinde de türkler domuz eti yemez, domuz beslemezlerdi. çünkü pis olarak kabul edilirdi... böyle de bir nüans var...
aranızda bazı arkadaşlarım yurtdışına çıktıkları zaman lokantalarda hop oturup hop kalkıyor ''ayyy pork domuz yemesek bariiii'' diye... sonra dana kaburgalara falan saldırılıyor... aslında ne kadar gereksiz bir şey. ayrıca, doğu avrupa'daki çükomastik sovyet eskisi ülkeleri falan saymazsak kimse size afedersiniz puştluğuna domuz eti falan yedirmez. çünkü adamlar bizim gibi sığır değiller. orada da lokantalarda marketlerde her şeyin üzerinde yazıyor domuz mu değil mi vs.
herneyse; domuza bu kadar kıllanıyorsunuz. hassasiyetiniz için tebrikler. ancak yurtdışına çıktığınız zaman herhangi bir sığır eti de yememelisiniz çünkü islam kurallarına göre duası okunup kanı boşaltılmış hayvanın etini yemediğiniz için yine redzone'da kalıyorsunuz. ha bu kadar yemeden içmeden nem kapıyorsanız da şayet, ya yurtdışına hiç çıkmayın ya da vegan beslenin oralarda...
ama tabi bu tarz dilemmalar türk toplumundaki kültürel özellikleri görmemiz açısından da enteresan. aslında islama göre haram olan pek çok gıda ürünü tüketilmekte... ancak domuz eti ultra sevilmiyor bizde... eh tabi bunun da altında yatan bir tarihsel altyapı var. islam öncesinde de türkler domuz eti yemez, domuz beslemezlerdi. çünkü pis olarak kabul edilirdi... böyle de bir nüans var...
devamını gör...



