işçinin ve emekçinin bayramı.
unutmamak gerekir, çevremizde ne görüyorsak, hep işçinin ve emekçinin eseridir.
devamını gör...

"dünyada yaşam sona erip insanlar başka bir gezegene giderse hacca nasıl gideriz?"
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kediden ne istedin be şerefsizin evladı. kedi ulan bu kedi. neyin cinsel saldırısı hayvan herif.

nefes ziyanlığı onun bunun evladı ya.
devamını gör...

"baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık."

yeraltından notlar

dostoyevski
devamını gör...

asıl adı bryophyllum delagoense olan, türkçeye "aşkın gözyaşları" olarak çevrilen ve yaprakları çubuk şeklinde, yaprak uzunluğu ortalama 7 santimetre olan bir bitkidir.

gövdesinin boyu yaklaşık 1 metreyi bulabilir, yapraklarının rengi haki-yeşil tonlarındadır. yaprak rengi ekildiği toprağa, aldığı güneş derecesine göre değişmektedir. dayandığı en son sıcaklık derecesi -2°dir.

bir efsaneye göre bitkinin yapraklarından düşen filizler, gerçekte bitkinin gözyaşlarıdır. zaten ona isminin verilmesinin nedeni budur. bitki aşıktır, fakat kavuşamamış ve ağlamıştır. gözyaşlarının düştüğü yerde yeni bir bitki oluşur. çoğalması oldukça kolaydır.
devamını gör...

gogol'un mirgorod öykülerinde yer alan ilk cildin ikinci öyküsü. kendi içinde barındırdığı muazzam ironi ile muhtemelen gogol'un kaleminden çıkmış olan en etkileyici eserlerden biri bu kazak destanı. çocukluk yıllarını vasilyevka'da geçiren gogol panayırlar ve düğünlerde halk ozanlarından dinlediği şarkılar, söylenceler ve hikayeler ile zamanını geçirdi ve bunun etkisi ile aslında erken dönem eserlerinin bir kısmı bu halk hikayelerinden, destanlardan ve masallardan izler taşıdı. bundan ötürü taras bulba gogol'un çocukluğunun izlerini taşıyan bir eser demek yanlış olmayacaktır. destan ismini ana kahramanı olan kazak taras bulba'dan alıyor. eserin üzerine odaklandığı kişi taras bulba olsa bile ilk bölümünde uzun uzun kazak boylarının yaşamlarını, geleneklerini, uyguladıkları cezaları yani bir nevi bu yarı göçebe savaşçı topluluğun adalet anlayışını ve ne kadar milliyetçi bir biçimde hareket ettiklerine odaklanıyoruz. öykü taras bulba'nın kiev papaz okuluna göndermiş olduğu büyük oğlu ostap ve küçük oğlu andrey'in dönüşü ile başlıyor daha sonra ise bu üçlünün kazak savaşçılarının bir ataman altında toplandığı zaporozhye'ye uzanan yolculuğunu izliyoruz. bu yolculuk boyunca gogol bozkırları öyle güzel betimlemiştir ki bugün bile aklımdan görüntüsü çıkmıyor. lehler ve kazaklar'ın ucu nereye varılacağı kestirilemeyen savaşının orta yerinde taras bulba gibi savaşmayı yaşam amacı olarak gören bir adamın küçük oğlu andrey'in kovno voyvodasının kızına aşık olarak taraf değiştirmesi william shakespeare trajedilerini aratmayacak cinstendir. en sonunda taras bulba onu kendi elleri ile vurmak zorunda kalmış, büyük oğlunun ise lehlerin elinde işkence görerek ölmesini seyretmeye mahkum olmuştur.

eser bir kazak coşkunluğu ile anlatılsa bile sanılanın aksine gogol milliyetçilik ve dindarlık altına gizlenmiş olan ve bir ırkı kıyıma götüren tüm bu düşüncelerin anlamsızlığını bir çok bölümde üstüne basa basa alaya alır. özellikle taras bulba'nın ölümü güzel bir kara mizah örneğidir. leh birliklerinden kaçan taras bulba tütün kesesini düşürür ve herhangi bir polonyalının onu bulup kullanması fikrinden o kadar tiksinir ki geri dönüp sazlıkların arasında onu aramaya koyulur. bu aptallığı ise yakalanmasına ve en sonunda acımasızca öldürülmesine sebebiyet verir. taras bulba'da bulunan pek çok detay dönemine bir çok noktada ışık tuttuğu gibi ani-semitizm izleri de taşıyor fakat 1962 yılında yul brynner, tony curtis ve christine kaufmann'ın rol aldığı taras bulba filminde bu detay tamamen yok sayılmış durumda. 2009 yılında çekilen ve bohdan stupka'nın oyunculuk dersi verdiği taras bulba filmi ise bu dahil pek çok konuda gogol'a daha sadık kalmıştır. özellikle yul brynner muhteşem bir oyunculuk sergilese bile ne yazık ki 60'larda çekilen film taras bulba'yı hiç yansıtmaz hatta neredeyse öykü tahrip edilmiştir ve taras bulba bir kahraman edası ile izleyiciye servis edilmiştir. özellikle son sahnede kahkaha atmaktan kendimi alamadım, ne alaka taras bulba gibi bir adamın çıkıp şehri ele geçirdik ama kimseye zarar verip çalıp çırpmayacağız demesi? ne yazık ki üzeri kahramanlık sosu ile bulandığı için film oyuncularına rağmen öykünün etkileyiciliğinden oldukça uzak bir çizgide. eserin çevirisine gelecek olursak eğer koleksiyonerler için 20'li yıllarda basılmış olan constance garnett imzalı mirgorod ülke sınırları içerisinde bulunması zor olsa bile bulunabilecek bir çeviri ama dili çok ağır, kendi adıma okuduğumdan bir şey anlamadığım için ikinci sayfada bıraktım. dilimize pek çok çevirmen tarafından çevrilmiş olsa bile mehmet özgül ve nurullah ataç çevirileri okunabilir düzeyde.


"ama ilerde neler olacağını kimse kestiremez. bataklıklardan kalkan bir güz sisine benzer gelecek denen bilinmezlik. o sisin içinde güvercin atmacayı, atmaca güvercini tanımaksızın boşlukta döner dururlar... ölüme kıl payı yaklaşmışken bile tehlikeyi göremezler." s.68

"onlar ilerledikçe bozkır da büsbütün güzelleşiyordu. şimdi yeni rusya dediğimiz güney bölgesi, o zamanlar ta karadeniz'e değin uzanan ıssız, yemyeşil topraklardı. yabanıl otların bürüdüğü bitmez-tükenmez kırlar hiç saban yüzü görmemişti. adam boyu yükseklikteki bitki örtüsünü yalnızca buralardan gelip geçen atlılar çiğnerlerdi. bu yerlerde doğa öylesine güzeldi ki, yeşilli-kırmızılı milyonlarca çiçek, geniş ovaları uçsuz-bucaksız bir renk denizine dönüştürürdü. otların ince uzun sapları arasında mavi, mor, lacivert çan çiçekleri boy gösteriyor; katırtırnakları sarı çiçeklerini kat kat açıyor; ak yoncalar şemsiye biçimi yaprak kümeleriyle yükseliyor; buralara nereden geldiği bilinmeyen buğdaylar başaklarını sallıyorlardı. çil keklikler dolaşıyordu ince bitki kökleri arasında. havayı binlerce kuşun cıvıltısı doldurmuştu. gökte bir atmaca kocaman kanatlarını açmış süzülüyor, keskin gözleriyle otların arasını tarıyordu. uzaklarda bir gölde uçuşan yaban kazlarının çığlıkları yankılanıyordu arada bir. ölçülü kanat vuruşlarıyla havalanan bir martı göklere doğru yükseldi, mavilikler arasında yiterek bir noktaya dönüştü. fakat sonra geriye döndü, tüyleri güneşte ışıl ışıl yanmaya başladı. ah, bozkırlar, canım bozkırlar, ne kadar da güzelsiniz!" s.32

" o temmuz gecesinin güzelliğine şimdi bir de korkunç, görkemli bir kızıllık karışmıştı. çevreyi yakıp kül eden yangınların kızıllığıydı bunlar. alevler gökyüzünün bir köşesini kan rengine boyadıktan sonra hareketsiz dururken; başka bir köşesinde yeni yeni yangınlar çıkararak göğe doğru fışkırıyor, sıçrayan ateş parçaları sanki yükselip yıldızların altında sönüyordu. yanmış bir manastırın kapkara kaburgası, kudurgan ateşin kızıllığında, kolları havada açık duran öfkeli bir keşişe benzetilebilirdi." s.70

"kasyan nerelerde! borodavka'ya ne oldu? koloper'den, pidsişok'tan ne haber?" borodavka'nın tolopan'dan asıldığını, koloper'in kizikirmen kalesi önünde diri diri derisinin yüzüldüğünü, pidsişok'un kellesinin uçurulup tuzlandığını, sonra bir fıçı içinde istanbul'a gönderildiğini duyunca bulba başını önüne eğdi; "yaman kazaklardı! hepsi de yaman kazaklardı!" diye mırıldandı. s.43

ordu komutanı elçiye;
- başrahibine benden ve bütün zaporojyelilerden selam söyle, dedi. bizden korkmalarına hiç gerek yok, çünkü çubuğumuzu daha yeni yakıyoruz. aradan çok geçmedi, o görkemli manastırı alevler sardı; dev gözlerini andıran karanlık gotik pencerelerden, dalga dalga ateşler saçıldı. kaçışan keşişlerin, yahudilerin, kadınların oluşturduğu yığınlar kentlere doluştular. oralarda askeri birlikler bulunduğunu, kentlerin ne de olsa iyi korunacağını sanıyorlardı. s.65





devamını gör...

amerikan filmlerindeki kızılderili imajından dolayı, bütün kabilelerin sahip olduğu sanılan, ailelerin ataları saydığı hayvanların sembolleri olan, ağaçtan oyulmuş yüksek direktir.
gerçekte sadece pasifik kıyısında, kuzeybatı bölgesindeki a.b.d'nin washington ve kuzeyde alaska eyaletinde ve ikisinin arasındaki kanada'nın british columbia eyaletindeki kabilelerde vardır.
devamını gör...

bazı insanların hala anlamakta güçlük çektiği bir şey var: eşcinsellik birilerinin örnek göstermesiyle, yönlendirmesiyle ortaya çıkan bir şey değildir. eşcinsellik doğuştan gelen bir yönelimdir, tercih değildir.

keşke dendiği gibi erkek çocukları onu örnek alsaydı. onun naifliğini, kibarlığını, sanatçı kimliğini örnek alsaydı. o zaman belki çok daha başka bir noktada olurduk.

topluma örnek olan kişileri eleştirecekseniz gündüz kuşağı programlarını, içinde her türlü şiddet bulunan dizileri eleştirin. yıl olmuş 2021 hala homofobiye karşı savaşıyoruz. hala eşcinselliğin normal bir durum olduğunu vurgulamak zorunda kalıyoruz. yazık.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

dinledikçe hayretlere düşüren yayındır.
geleneksel medya sapır sapır dökülmektedir.
devamını gör...

tek gerçek olan ölümün ilânı olan selaların okunuşu insanı biraz duraksatır. ister inançlı ol ister inanma ölüm gerçeğini en çok hatırlatan ve bir hayatın ardından veda namesi şeklinde okunan sela insanı birazcık da olsun hüzünlendirir.
not: bahsettiğim selalar sadece ölüm selalarıdır.
devamını gör...

tamu, cehennem.
od, ateş.
kelimelerin estetikliği değil bu kez.
sanırım bilinçaltım bir mesaj da veriyor. inkar tek başına bir çözüm değil. zamanın izi silinmiyor insanın korkularından.
devamını gör...

yakın gelecekte olmasa da orta vadede sözlüğe doğrudan resim yükleme özelliği gelecek ve bu sorunsal ortadan kalkacaktır.
devamını gör...

kafa sözlük'te gerçekten hoş muhabbetli insanlar var. fakat abazanlara karşı dikkatli olunuz.
devamını gör...

mesela bu başlığa yazarken bile kendi kendime konuşuyordum. tenhada yapmak sorun olmuyor da kalabalık da yapınca "haa , bana mı dedin ? bir şey mi dedin?" gibi soruların yanında ayrıca tuhaf bakışlara maruz kalmaktır.
devamını gör...

üzücü olan ama bir o kadar da gerçek olan durum. ha şimdi bazı ülkelerde krallıktan da beteri var ama ne yapalım. krallık rejimlerinin bu kadar yakın tarihli olmasının asıl nedeni ise insanların yöneticilerin gelip geçici olduğunu unutup onlara derinden bir bağla bağlanmaları, onları haşa allah'ın yeryüzündeki yansıması olarak tanımlamalarıdır. oysaki yöneticiler gelip geçicidir. sultan süleyman'a kalmadı dünya, kimseye de kalmayacaktır zaten.
devamını gör...

zaten veririm diye diye bi beş kilo daha alırım.
devamını gör...

"ne güzel bir başlık!" dedirten başlıktır.

insanın iki değeri vardır, biri varlık sahasına çıkmış olmaklığından gelen değeridir. bu değer ırk, cinsiyet, yaş, maddiyat, boy, kilo vs gözetmeksizin herkesin eşit sahip olduğu varlık değeridir. doğmakla otomatik hesabınıza güncellenir.

diğer değer, ve aslolan değer, tüm insanlarda var olan potansiyelin ortaya çıkma miktarıyla ölçülür. çekirdeğinde kodlanan "hakiki insan olma" potansiyelini ortaya çıkaran insanlar değerlidir.

kimsenin sizi değersizleştirmesine, aşağılamasına, eleştirmesine izin vermeyin. insanlar konuşur, konuştukları genelde kendileriyle alakalıdır. çok az insan gerçekten karşısındaki için konuşur.
değerinizi ancak kendi çabanızla belirlersiniz, başka kimse değil.
devamını gör...

isabet olmuş.
tüm gıdacılar açıkken, onların kapanması abes idi. hep marketler mi kazansın? pazar dediğin açık havada, taze ekseriyetle yerli gıdaların satıldığı yer değil mi?
tam da pandemi şartlarında olması gereken.
hükümet bayramdan önce bizi de salsa, oyumu verecem onlara. 1 oy da bir oydur. partiden birileri okuyorsa iletsin lütfen.
devamını gör...

benden esirgenen sevginin başkasına gani gani verildiğini görmek.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim