ben hep onu yakalamaya çalışır, saklandıysa onu bulmaya çalışır veya topu ona atardım, benim peşimden koştuğunda da heyecandan düşerdim.
devamını gör...

ne kadar ve ne derece hizmet verdiklerini henüz deneyimleyemedim zira ulaşmak kısmet olmadı henüz.

hem fiziki olarak ulaşılamıyor hem de aradığımız kişiye ulaşılamıyor! şehrin dışına inşa edilen bu şehir hastaneleri benzersiz bir yolculuk sunuyor insana, sanırsın hicret ediyoruz.
bulunduğum şehrin merkezinde yıllardır hizmet veren, kolaylıkla ulaşılabilen hastaneler çat çat kapatıldı, pat pat otel yapılıyor. yeni şehir hastanemiz de çevre yolu manzarasıyla, allah’ın unuttuğu tepede, şehrin dışında adeta bir tatil köyü.
şehrin içinde kalan özel hastaneler ve olmayan sigortam bana işveli cilveli göz kırpıyor.

yola develer ile devam etmeyi göze alarak randevu almak istediğimde de mhrs’de hastane gözükmüyor bile?!

bu muhteşem hizmet anlayışı beni delirtmek üzere gerçekten. umarım ambulanslık bir durum olmaz çünkü bildiğim kadarıyla en yakın hastaneye götürüyorlar. öyle bir durum olursa da inşallah yolda ölürüm de o özel hastane faturasını görmem.
devamını gör...

bn kedi olmak isterdim,
sevgiye muhtaç
günün üçte ikisini uyku
devamını gör...

böyle çılgınlar gibi dans edeceğimizi umduğum yayın*bekleniyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bir galatasaraylı olarak beşiktaş'ı tebrik ederim. bu kadar dar kadro ile bunu başarmak zordu.

galatasaray'a gelecek olursak bu kadar alternatifli kadroya rağmen mütevazi kadrosu ile beşiktaş'ın gerisine düşüyorsan hatayı kendinde arayacaksın.
devamını gör...

üçüncü beğeni önemli arkadaşlar.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

allah belanı versin ismail yk
daha layığı yok.
devamını gör...

foşşik kampanya. ne ceza meraklısıymışsınız arkadaşım. bırakın isteyen istediğini açsın. *

moderasyonun işi ne? birleştirsinler başlıkları. maaşı alıp yan gelip yatma yeri mi burası?
devamını gör...

her ne kadar yönetimi, yönetimin kendisini birçok sebepten dolayı sevmesem de kendisi çok zeki, profesyonel.
bu kadar isyan ateşinde kanzuk'un ne yapacağını az çok kestirebilirdik, benjamin yoldaş bizi şaşırttı.
bilgi sekmesi çok hoş olmuş, evet.
sorunların çözülmeye başladığını görmek çok güzel, evet.

devamınında gelmesi gerekiyor mu?
evet.

cevabını iddiaları inkar ederek, tartışarak değil de sekme açarak ifade etmesi çok hoş, sağolsun.
iko'nun da ellerine sağlık.
devamını gör...

oyunu hatırlayanlar bilirler. final fight oyunundaki kötü damnd karekterinin gülüşü hala beynimde çınlamaktadır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

çok içimden geldi, bir iki kelam da ben edeyim hakkında.

herkesin kalemi kuvvetli olmak zorunda değil. herkes gönlünden geçenleri dilediği gibi kağıda aktaramaz mesela. herkesin sözü doğru, dili tatlı, ufku geniş olmayabilir. herkes hitap edemez engin kitlelere. ama bal porsuğu, işte bütün bu meşreplere sahip bir doğa harikasıdır, ender rastlanan.

kafa sözlük'te muhteşem bir başlık listeleme aracı var: "takip". aktif şekilde sözlüğü okuyan herkesin takip listesinde bir şekilde var olmuştur ya da olacaktır bal porsuğu. naçizane, benim de listemin ilk göz ağrılarındandır. "dur bakalım ne yazmış ben yokken?" diye muhakkak açılır bakılır önce. ve kesinlikle edinirsiniz bir şeyler kendinize. ya yeni bir bilgi, ya yeni bir görüş ya da yeni bir haber öğrenmiş olursunuz. "vay be", dersiniz, "döktürmüş gene."

insanlara bu denli ilham verebilmek ne büyük meziyet!

var olsun. kağıdı yırtılmasın, kalemi de kırılmasın hiç.
devamını gör...

'neoplastik' bir hastalıktır.

meşhur 'hallmarks of cancer' makalesi, "they acquire a succession of hallmark capabilities" olarak tanımlar kanser hücresini. hallmark, karakteristik özellik. her kanser türünde olan özellikler. testisinden khdak'ına (akciğer), glioblastomasından (beyin) lenfoblastik lösemisine (kan) kadar (attım hepsini. böyle değildir muhtemelen).

2000 makalesine göre 6 olan hallmark özellikler 2011 makalesiyle 10'a çıktı. ilk 6 özellik şu şekilde
1. proliferatif sinyalizasyonun sürdürülmesi: hücre bölünmesi, sağlıklı dokuda çok katı bir şekilde kontrol edilir. dış uyarana (ligand) bağlı olmakla birlikte iç mekanizmalar da bu konuda büyük rol oynar (dna hasar tamiri gibi). kanser hücresinde dış uyarana ihtiyaç yoktur. normalde uyaran varlığında hücre yüzeyindeki reseptörler bu uyarana bağlanır, reseptörler hücre içine sinyal verir (off durumundan on duruma geçer), sistem bu şekilde işler. kanser hücresinde reseptor off durumda olmaz. uyaranın yokluğunda bile içeri sürekli büyüme ve bölünme sinyali verir. bu yüzden growth factorlere karşı gereksinim duymaz.
2. growth suppresorlerden kaçış mekanizması: vücut baktı ki anormal bir büyüme var, ama ortada büyüme sinyali yok. hemen "büyüme artık, yeter, dur" moleküllerini yollar ortama. normal bir hücre bu sinyalleri alsa duracaktır, ama kanser hücresinde ya bu sinyali alacak reseptör yoktur, ya da mutanttır, hücre içine bu sinyali iletmez.
3. invazyon ve metastaz: tümör dokusu çok hızlı büyür, bulunduğu ortama baskı yapar. çinlilerin tren vagonlarına tıkıştırılmalarını izlemişsinizdir elbet. hah, tümör dokusu o videolardaki milleti vagona tıkıştıran görevliler gibidir. sağındaki solundaki hücreyi itikler, rahatsız eder, bölünüp bölünüp yer kapladıkça normal dokuyu sıkıştırır. ortaya çıktığı bölgeden sağa sola kol atmaya başlar, yakınlardaki başka bölgelere doğru uzar. çilek bitkisi gibi düşünün. buna invazyon denir. metastaz ise bulunduğu ekstraselüler matriksi parçalayan tümör (matrix metalloprotease enzimleri çok etkilidir bu konuda) hücrelerinin kan dolaşımına katılması (intravasation), dolaşıp dolaşıp başka bir dokuya/organa kolonize olması extravasation olayıdır. misal, akciğerinizde bir tümör var diyelim. bulunduğu ortamı parçalayıp kendi tümör hücrelerinin ortamla bağını kopartan tümör, bu hücrelerin bir kısmının kan dolaşımına katılmasını ve karaciğere sıçramasını sağlayabilir. her tümör, her organa sıçrama yapamaz. her tümör de metastaz yapmaz.
4. replikatif sınırsızlık: telomer-telomeraz isimlerini duymuşsunuzdur. duymayanlar için şöyle anlatayım, ayakkabı bağcığını düşünün. ucundaki plastik kaplı kısım telomer, bu telomeri yapan enzim de telomerazdır. normal sağlıklı bir hücrede telomeraz (enzim) aktivitesi belli bir yaştan sonra durur. hücreler, dna'larındaki telomer bölgelerini her bölünmede biraz kaybeder. yaklaşık 40-60 bölünme sonrasında da telomer diye birşey kalmaz. bebekken (ya da embryo dönemindeykendi sanırım. tam hatırlamıyorum) telomeraz aktiftir. kısalan telomer bölgesini yeniden yazar, bittikçe uzatır, bittikçe yenisini yapar. insan büyüdükçe bu enzim çalışmaz. hücrelerin de belirli bir bölünme ömrü olur telomer uzunluğuna göre. senesens (ing. senescence, yaşlılık) dedikleri şey tam olarak bu. hücre eğer daha fazla bölünürse bu sefer genlerden yemeye başlayacak, her bölünmeyle biraz daha kırpacak genlerden. buna izin vermemek için hücre, telomeri bittiğinde bölünmez.
kanser hücresi ise telomeri dert etmez çünkü elinde telomeraz gibi mükemmel bir silah var. bittikçe yenisini yapar, bölündükçe bölünür, yarın yokmuşçasına bölünür.
5. anjiyogenez: normal hücrelerimiz, eğer ağır yorgunluk geçirmiyorsanız oksijenli solunum yaparlar. bu ne demek? hepimiz nefes alıyoruz değil mi, evet. havadaki oksijeni alıyoruz vücudumuza. bunu birşeyler yapıyoruz elbet, boşu boşuna alıp vermiyoruz bu nefesleri. bu oksijen, çok mükemmel bir elektron alıcısı efendim. vücut hücreleri, normal halinde (resting phase) aldığı besini enerji üretmek için oksijenle "yakar". çok janjanlı da bir ismi vardır, 'oksidatif fosforilasyon' diye. bu "oksijenli solunum" 2 aşamada olur. ilk adım 'glikoliz', basit anlatımıyla 6 karbonlu bir şeker olan 'glukoz'u ortadan ikiye bölmektir [3 karbonlu 'piruvat'a çevirme işlemi]. detaylarına girmiyorum, ama basitçe böyle. sonra bu her bir piruvat, mitokondri denen organele gidip bir dizi reaksiyon geçirir, hidrojen verir, karbondioksit verir, onları garip garip moleküller yakalar bağlanır, falan filan. buralar karışık olaylar, merak eden 'krebs siklusu' şeklinde araştırsın. bahsettiğim çıkan karbondioksitlerle işimiz yok, protonlar (hidrojen çekirdekleri) bizim derdimiz. bunlar 'elektron transport sistemi' denilen bir dizi moleküle götürülür. ondan ona, ondan ona derken elektron en sonunda oksijene verilir, e negatif yüklü olan oksijen yanına bu hidrojenlerden (proton) de alıp su oluşturur. bu yolculuk sonunda 1 glukoz tanesi 6 karbondioksit + 6 su tanesine çevrilir, 38 tane de atp oluşur (enerji).
sistemin özeti bu şekilde. peki oksijen yokken vücudumuz ne yapar, glukozu ikiye böler bırakır (oksidatif fosforılasyonun aksine bu yöntem 2 enerji üretir sadece. çok verimsizdir). kaslar özellikle böyle davranır. peki ortamda biriken bu ikiye bölünmüş glukoz molekülleri (piruvat) boş boş beklemez ya, ne yapar, laktik aside dönüşür (laktat). deli dana gibi koşturup oksijensiz kaldığınızda vücudunuzda oluşan biyokimyasal reaksiyon bu işte. sonra o laktat beyindeki yorgunluk merkezine gidiyor da, yorgun olduğunuzu anlıyorsunuz da bilmemne. değişik işler.
kanserde nedir peki bu durum. oksijen var olsun olmasın, kanser hücresi glukozu ortadan ikiye böler bırakır. buna da hatta 'warburg effect' denir. oksijen varlığında laktat fermantasyonu yapmak daha türkçe tabiriyle. peki iyi hoş, yapsın, ama niye kanser hücresi glukozu sonuna kadar parçalayıp 38 atp (enerji) üretmek yerine 2 atp üretir? bu kadar az enerjiyle nasıl hücre bölünmesi gibi devasa enerji gerektiren bir işlemi yapar? el cevap: ikiye bölüp bıraktığı piruvatlar laktata, onlar da kendisi için gerekli biyokimyasal moleküllere dönüşür (aminoasitler, nükleik asitler vs). enerji ihtiyacını da 'anjiyogenez' ile çözer. anjiyogenez, yeni damar oluşumu demektir esasen. tümör dokusu, kendisi için yeni kan damarı oluşturur, bu damardan güzeeeelce bütün besinleri çeker, parçalar parçalar bırakır. şımarık bir çocuğun bütün çikolatalardan birer ısırık alıp bırakması gibi. sonra oluşturduğu bu damara atlayıp başka organlara da sıçrar.
6. hücre ölümüne direnç: vücudumuzun bir güzel özelliği var, işi biten hücrelere sinyal yollayıp öldürür. buna programlı hücre ölümü veya 'apoptoz' [ing. 'apoptosis'] denir. kanser hücresi buna da dirençlidir. hücre içindeki anti-apoptotik proteinleri pro-apoptotik (hücreyi apoptoza uğratacak olan) olanlara oranla daha fazladır.

yeni makaleyle birlikte ortaya çıkan 4 yeni özellik ise şöyle
7. immun sistemden kaçış: vücuttaki bütün hücreler yüzeylerinde mhc class 1 proteinlerini taşır. içeride olup biten neredeyse bütün proteinleri bu mhc-1 üzerinde dışarıda da yayınlar. immun hücreler (lenfositler, natural killer hücreler vs) diğer hücreler gibi adherent (yapışkan) hücreler değildir. yani, büyümeleri için bir yüzeye ihtiyaçları yoktur. akciğerdeki hücreler, kendi matrixlerini salgılayıp onun üzerine oturur, öyle büyür. matrix'e tutunur yani. böbrekteki hücreler kendi böbrek matrixini, beyindeki beyin matrixini, dalaktaki dalak matrixini salgılar. kandaki hücreler ne yapar peki, kan matrixini mi salgılar? 'hayır'. kan gördük hepimiz. kan içinde hücre olduğunu da biliyoruz, hani eritrositler lökositler falan. ya da daha türkçesiyle alyuvar akyuvar. bunlar bir yere tutunuyor mu sizce. cevap: tutunmuyorlar. şu videoyu izlerseniz çok daha iyi anlarsınız


lökositlerin yaptığı bu yüzeye tutunup yuvarlanma hareketine 'crawling' deniyor. eritrositler gibi fiyuuuvv diye uçup gitmiyor, diğer hücrelere tutuna tutuna gidiyorlar. işte bu noktada mhc-1 üzerinde sunulan proteinleri de kontrol edip geçiyor. eğer bir yanlışlık varsa (örneğin mutasyona uğramış bir protein) o hücreyi yok ediyor vücut.
tümör hücresinin bundan kaçmak için yaptığı hareket nedir peki, mhc-1 proteinini hiç üretmemek. adam diyor ki "ya ben içerdeki mutant proteinleri yüzeyde göstersem bunlar beni yok eder. en iyisi ben hiç göstermeyeyim, gösterge aparatı olan proteini bile göstermeyeyim". çok güzel bir düşünce, ama bu sefer devreye natural killer (nk) hücreler giriyor. yüzeyinde mhc-1 olmayan hücreyi de bunlar öldürüyor. tabi sayıca az oldukları için bütün vücuda yetişemiyor nk hücreler. "dinsizin hakkından imansız gelir" politikası vücutta böyle işliyor işte.
8. tümör destekleyici inflamasyon: tümör hücreleri, dış ortamdan gelen bölünme sinyalleri olmadan da bölünebilir demiştik ilk maddede. ama bölünme sinyali ortamda varsa bu onlar için daha iyi. şey gibi düşünün, kuru ekmekle de karnınız doyar ama kuru ekmek mi, kuru-pilav yanına turşu, bi de bol köpüklü susurluk ayranı, üzerine de güzel bi fırında sütlaç mı diye sorsak herkes ikinci menüyü seçer. kanser de sütlacı seçer işte. neden, çünkü içinde glukoz var heheh. glukoz-warburg effect-anjiyogenez-metastaz falan.
9. genom instabilitesi ve mutasyon: bu olmazsa olmaz. bir kanser hücresi, durduk yerde kanser olmuyor. bu aslında ilk madde olmalı, ama daha sonraki makalede bulunduğu için böyle düşük sıralarda kaldı.
her şeyin başı mutasyon gençler. mutant bir büyüme faktörü reseptörünüz vardır, sürekli içeri "bölün, bölün, bölün, bölün" diye sinyal yollar, sürekli bölünmeye çalışırsınız, kanser olursunuz. mutant bir p53 proteininiz vardır, dna hasarı olsa bile "tamamdır, turp gibi maşşallah" damgasını çakar, hücre bu hasarlı dna'yı eşlemeye başlar, kanser olursunuz. mutant bir anti-apoptotik proteininiz vardır (mesela bcl-2), "öl, geber, apoptoza git" sinyali almasına rağmen "ölmüyorum ulan!" diye direnir, kanser olursunuz. mutasyon önemli yani. her şeyin başı mutasyon diye boşuna demedim.
10. hücresel enerji kullanımının deregülasyonu: glukoz hikayesi buraya gelecek aslında. anjiyogenezde anlatmışız onu zaten, geri dönüp okursunuz.

özetle böyle işte kanserin altında yatan sebepler, moleküler hedeler, biyokimyasal vıdılar falan filan. merak eden şu makaleyi okusun www.cell.com/abstract/s0092...

kindred ile mbg101 dersine katılan herkese teşekkürler. sertifika programımız en kısa zamanda hizmetinize girecektir *
devamını gör...

yds gibi yabancı dil sınavlarında;

reading comprehension bölümünde içinde “ only, always, never” gibi kesin ifadeler bulunan şıklar büyük ihtimalle yanlıştır.

irrelevant sentence sorularında a şıkkı çıkma olasılığı düşüktür. atacaksanız c ya da d şıklarını deneyin.

restatement sorularında soru kökünde olan cümlenin içindeki conjunction, adverb ve adjective’i seçin ve şıklardan bunları karşılayanı işaretleyin.

an itibariyle bütün soru tipleri ile ilgili başlık açıp ip uçları verme kararı aldım. artık ösym düşünsün!
devamını gör...

felsefeme ve yaşam biçimime denk düşen bir müzik türü olmasından ötürü severim.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

düşüncelerim daima bir dans halindedir. belirli bir koreografisi yok fikirlerimin, canım isterse sallanırım, canım isterse zıplarım olduğum yerde.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

genellikle doğaçlarım ama ekseriyetle tasarlamaktan da kaçınmam. bazı şeyleri zorlarım, sınırları görmek için derinden yoklayıp hislerimden emin olmalıyım. çerçevelere sığmam, çizgilerim yoktur. karmaşadaki ahengi yakalamak için ritmi arar dururum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bir beyan.

arkadaşlar, adam söylemiş; oylama yapılırsa kötü niyetli birileri işi yine zora sokabilir demiş. bana da mantıklı geliyor bu yazılan. ben de olsam bir daha o riski almazdım. bence siz de ısrarcı olmayın. eleştirmek ayrı da, suçlar gibi konuşmak bambaşka bir şey.

kafa sözlük ismi de bize sorulmamıştı. ismi için gelmedik ama sonuçta geldik, alıştık, öyle kaldı. buna da alışılır, merak etmeyin. nelere alışılmıyor ki!..

normal görünümlü anormal meja
devamını gör...


(bkz: başkaldıran insan)
camusun okuması oldukça zor bir denemesidir. bu denemede camus başkaldırı dürtüsünün insanın doğasında var olduğunu, dünyanın anlamsızlığına başkaldırma ile belirli tarihsel koşullarda toplumu değiştirme amacıyla başkaldırıyı ayrı ayrı ele alır. kitap beş bölümden oluşur. birinci bölümde başkaldıran insanı tanımlar. " kimdir başkaldıran insan ? hayır diyen biri. ama yadsırsa da vazgeçmez; evet diyen bir insandır da , hem de daha ilk deviniminde. tüm yaşamı boyunca buyruk almış bir köle, birdenbire, yeni bir buyruğu kabul edilmez bulur. bu "hayır" ın içeriği nedir?

örneğin, "fazla uzadı bu iş" , buraya kadar evet, buradan ilerisine hayır", " çok ileri gidiyorsunuz" ya da " geçemeyeceğiniz bir sınır vardır" anlamlarına gelir. kısacası, bir sınırın varlığını kesinler bu hayır. başkaldırmışın ötekinin " fazlaya kaçtığı", hakkını bir başka hakkın kendisine karşı çıktığı, kendisini sınırladığı bir çizginin ötesine taşırdığı duygusunda da aynı sınır düşüncesini buluruz. böylece, başkaldırı edimi hem katlanılamaz bulunan bir haksızlığın kesinlikle yadsınmasına, hem de bulanık bir hak inancına, daha doğrusu başkaldırmışın"... yapmaya hakkı olduğu" izlenimine dayanır. herhangi bir biçimde , herhangi bir yerde bizim de haklı olduğumuz duygusu uyanmadıkça başkaldırı olmaz. işte bunun için başkaldıran köle aynı zamanda hem evet, hem de hayır der. sınırla birlikte, bu sınırın berisinde var sandığı ve korumak istediği şeyleri de kesinler. kendisinde de ".... çabasına değen", sakınılması gereken bir şey bulunduğunu kanıtlar inatla. bir bakıma, kendisini ezen düzene karşı, kabul edebileceğinden fazla ezilmeme hakkını çıkarır.

her başkaldırıda, haksıza karşı bir tiksintiyle birlikte, insanın kendi benliğinin herhangi bir yanına tam ve birdenbire bir katılış vardır. böylece, kendiliğinden bir değer yargısı sokar araya, ne denli nedensiz olursa olsun, tehlikeler içinde sürdürür onu. bu noktaya kadar umutsuzluk içindeydi, koşulunu haksız da bulsa kabulleniyor hiç değilse susuyordu. susmak, hiçbir şeyi yargılamıyor, hiçbir şey istemiyor sanılmasına yol açmak, kimi durumlarda da gerçekten hiçbir şey istememektir. umutsuzluksa, tıpkı saçmalık gibi, genel olarak her şeyi yargılar ve ister, özel olarak hiçbir şeyi. sessizlik iyi belirtir bunu. ama konuştuğu dakikadan sonra, hayır derken bile ister ve yargılar. başkaldıran insan, sözcüğün kökensel anlamıyla, yüz geri döner. efendinin kamçısı altında yürüyordu. işte karşı koymaktadır. yeğ tutulmayanının karşısına yeğ tutulanı çıkarmaktadır. her değer başkaldırıyı getirmez, ama her başkaldırı yönelimi bir değeri çağırır sessizce." sy 23-24

kitabın ikinci bölümünde doğa üstü başkaldırıya değinilir. " doğaötesi başkaldırı insanın kendi koşulunun ve bütün evrenin karşısına dikilmesidir. insanın ve evrenin ereklerini yadsıdığı için doğaötesidir. köle durumu içinde kendisine verilen koşula karşı çıkar, doğaötesi başkaldıransa, insan olarak kendisine verilen koşula. ayaklanmış köle benliğinde efendisinin kendisine davranışını yadsıyan bir şey bulunduğunu kesinler; doğaötesi başkaldıransa, evrence yoksun bırakıldığını bildirir. her ikisi için de yalnızca basit bir yadsıma söz konusu değildir. her ikisinde de bir değer yargısı buluruz, başkaldıran kişi işte bu değer yargısı adına yadsır durumunu benimsemeyi." insanlar herkeste herkesçe benimsenen, ortak bir değere dayanamıyorlarsa, insan için insan anlaşılmaz kalıyor demektir. ayaklanmış insan bu değerin açıkça benimsenmesini ister, çünkü sezer ya da bilir ki, bu ilke olmazsa, yeryüzünde karışıklık ve cinayet egemen olacaktır. başkaldırı edimi bir açıklık ve birlik savı olarak belirir onda. sy 37

- yaşamımızı bekleyişten bekleyişe tüketiyor ve hepimiz acı içinde ölüyoruz. sy 44

- iyiliğin ödüllendirilmediğini daha şimdiden, yeterince gördüğümüze göre, kötülüğün cezalandırılacağını nasıl söyleyebiliriz? sy 47

- sade'ın tanrı konusundaki en azından insanı ezen ve yok sayan bir tanrı düşüncesidir. sade'a göre dinler tarihinde öldürmenin bir tanrı ayrıcalığı olduğu yeterince görülür. insan ne diye erdemli olacaktır öyleyse? tutsağın ilk davranışı en uç sonuca atlamaktır. tanrı insanı öldürüyor ve yoksuyorsa, insanında benzerlerini yoksamasını, öldürmesini hiçbir şey yasaklayamaz. sy 54

- çağdaş yoksayıcılığın tarihi bu " her şeye izin vardır"la gerçekten başlar. romantik başkaldırı bu denli ileri gitmiyordu. her şeye izin olmadığını ama kendilerinin pervasız olduklarını, yasaklanmışı da yaptıklarını söylemekle yetiniyorlardı. oysa karamazovlarla öfke mantığı başkaldırıyı kendi kendisiyle karşı karşıya getirecek, onu umutsuz bir çelişki içine atacaktır. temel ayrım şuradadır : romantikler iyilik yapmaya da izinli görürler kendilerini, oysa ivan tutarlılığını yitirmemek için kötülük yapmaya çalışacaktır. iyi olma serbestliğini tanımayacaktır kendine. yalnız umutsuzluk ve yadsıma değildir yoksayıcılık, umudu kesme ve yadsıma istemidir her şeyden önce. öyle vahşicesine arılıktan yana çıkan, bir çocuğun acısı karşısında titreyen, geyiğin aslanın yanında uyuduğunu , kurbanın katili kucakladığını" gözleriyle görmek" isteyen adam, tanrının tutarlılığını yadsıyıp da kendi öz kuralını bulmaya çalışmaya başladıktan sonra, öldürmenin yasallığını benimser. öldürücü bir tanrıya başkaldırır ivan; ama başkaldırısını usa vurur vurmaz, bundan öldürme yasasını çıkarır. her şeye izin varsa babasını öldürebilir, hiç değilse öldürülmesine göz yumabilir. ölüm mahkumu koşulumuz üzerinde uzun bir düşünce, cinayetin doğrulanmasıyla sonuçlanır ancak. ivan hem idam cezasından nefret eder ( bir adamı anlatırken kızgınlıkla " başı düştü tanrının iyiliği adına" der) hem de cinayeti ilke olarak benimser. katile bütün hoşgörüler cellada hiçbir şey. içinde sade'ın rahatça yaşadığı bir çelişki ivan karamazovu boğar. gerçekten de ölümsüzlük var olsa bile, onu yadsıdığını söylemiş olmakla birlikte, sanki hiç yokmuş gibi düşünür görünür. kötülüğe ve ölüme karşı çıkmak için, ölümsüzlük gibi erdemin de var olmadığını söylemek ve babasının öldürülmesine ses çıkarmamak yolunu seçer. bile bile benimser bu ikiliği: ya erdemli ve mantık dışı ya da mantıklı ve cani olmak. öteki beni, şeytan, ivanın kulağına :" erdemli bir eylemi gerçekleştirmek istiyorsun; ama erdeme inanmıyorsun, seni sinirlendiren, kafanı karıştıran bu işte." diye fısıldarken haklıdır. sy 77-78

- insanlığa köle olmak tanrıya kulluk etmekten daha iyi bir şey değildir. öte yandan kardeşlikte komünistlerin hafta sonu görüşünden başka bir şey değildir. hafta içinde kardeşler köle olur. sy 84

- hristiyanlık dünyaya bir yön verdiği için yoksayıcılıkla savaştığını sanır, oysa yaşama düşsel bir anlam vererek gerçek anlamının bulunmasını önlediği oran da kendisi de yoksayıcıdır. sy 90

kitabın üçüncü bölümünde tarihsel başkaldırı çeşitli başlıklarda incelenir ayrıca uzunca bir marx ve komünizm eleştirisi de vardır. kral öldürücüler, tanrı öldürücüler, bireysel yıldırıcılık bölümün alt başlıklarından bir kaçıdır.

- insanın katil olunca ölmeye razı olması, bir katilin kurbanı olmamak içindir. sy 144

- goering, duruşmada, führer'e bağlılığını yadsıyor ve bu lanetli dünyada hala onur diye bir şey bulunduğunu söylüyordu. onur bazı bazı cinayetle birleşen bir boyun eğişteydi. askerlik yasası emre uymamayı ölümle cezalandırır, onuru da köleliktir. herkes asker olunca, asıl cinayet, emir öldürmeyi gerektirdiği zaman öldürmemektir. sy 219

- proleterler iktidarı askerlere ya da aydınlara, yani kendilerini köleleştirmekten geri durmayacak olan, geleceğin askerlerine vermek için dövüştüler ve öldüler. yine de bu savaş onurları oldu onların, umutlarını ve umutsuzluklarını paylaşmayı seçmiş herkesçe tanınan onurları oldu. ama bu onur eski ve yeni efendiler soyuna karşı kazanıldı. sy 257

- yalancı devrim aldatmacasının şimdi bir tanımı vardır. imparatorluğu fethetmek için her türlü özgürlük öldürülmelidir, bir gün imparatorluk özgür olacaktır. birliğin yolu tümlükten geçer o zaman. sy 274

kitabın son iki bölümünde ise başkaldırı ve sanat, başkaldırı ve öldürme , ölçü ve ölçüsüzlük üzerinden başkaldırıyı derinlemesine ele alır yazar. kitap insanlığın siyasal ve sanatsal serüveninde "başkaldırma" dürtüsüne derin bir bakış açısı getiriyor.
devamını gör...

benim. ama asosyal falan değilim. sadece pek sevmiyorum öyle şeyleri.
devamını gör...

uzun zamandır yoktum biri demiş öldü, şimdi yazsınlar kral geri döndü...

şaka la şaka. dönüyorum ama reel hayatıma.

ulan günlerdir yok olmak niyetiyle yazdıklarımı siliyorum. sil sil bitmedi, hakikaten uzun uzun kafa şişirmişim. (burada bir gülücük var.)

ben ne yazmışım?

içinde ufak tefek insanlık öğütleyen hikayeler.
sağda solda okuduğum kendi seanslarımda yaşadığım birine faydası olur belki diye oluşturduğum psikoloji konulu içerikler.
azıcık komikli,amcamlı,kadri abili, orhan abili anılar.
eşim, bebelerim.
toplamında kimseye zararı olmayan duygularım, düşüncelerim.

en son olarak da burada gördüğüm zorbalığa ilişkin bir yazı.

ayıp mı etmişim? utanmayı gerektirecek bir şey mi yapmışım? bilemedim, belki etmişimdir.

peki başka ne olmuş?

en temel vazifesi okumak olan
modaretör durumum yoktu okuyamadım demiş.
en temel vazifesi objektif olmak olan modaretör yönetimin attığı yazarın nickaltında gitmiş yas tutmuş.
hiç tanımadığım biri seni sevmiyorum seni seveni de sevmiyorum yazmış. bir saat olayın yanlışlığını tartıştığım sözde ikna olan yazar akşamına kadın bir yazarın nickaltını bombalamış, uyarmışım utanma belasına silmiş.
öteki benlen dalga geçmiş.
beriki zorbalığa devam etmiş...

umrumda mı? kesinlikle hayır. vallahi billahi ben yine yazmaya devam edecektim. bunlar silmeye de gitmeye de inanın sebep değildi. ki karşıt görüşlü kaç yazarla görüştüm olayın yanlışlığını anlattım kim ne anladı bilmiyorum. saygı çerçevesinde yazıştık. modaretörün yaptığı da beni bağlamaz, oda sağolsun. velhasıl ben o yazı yüzünden felan toplamadım valizi. kızmadım bile kimseye. içerisinde küfür, hakaret vs. olmadığı sürece düşüncelere saygı duymak lazım.

ne tatava yaptın hoşşik ne demeye siliyon o zaman koleksiyonu?

gelin niyesini söyleyeyim ben size.

beni, buraya nokta dahi faydası olmayan üstüne kaç tane yazarı kaçıran biri gecenin bir yarısı mesajıyla rahatsız etti ve benim dışarıya açılan tek penceremin önüne pisledi. yönetime de durumu izah ettim sağolsunlar anlayışla karşıladılar ellerinden gelen yardımı yaptılar.

ki güneş'i tanıyanlar az çok bilir öyle çabuk sinirlenmez sabrı çoktur. bakın evliyim iki evladım var ve bu benim kaldırabileceğim bir şey değil. ayrıca yönetim bu insana bir şey yapılamayacağını z kuşağının bu şekilde ileteşim kurduğunu söyledi. daha önce de oldu ufak tefek umursamadım. şikayet ettim geçtim. burası anonim bir mecra bunlar oluyor ve olacak kimseyi suçlamıyorum. herkes kendinden sorumludur kötü söz sahibinindir. rahatsızlık vermek isteyen her türlü verir.

ama tekrar söylüyorum üstüne basa basa söylüyorum bu yazarın yaptığı benim kaldırabileceğim bir şey değil. bu saatten sonra azıcık kafam dağılsın diye oturduğum yerden başıma iş açmak, sinirimi bozmak istemiyorum. bebeler tüm kotamı dolduruyor zaten.

şunu da belirteyim ben kimseden taraf olmadım. yine yazayım; beni kimse kurmadı. bir yanlış gördüm ve bunu sıklıkla gördüm. yine söylüyorum hep söyleyeceğim. kötülükten kimseye hayır gelmez. burası sanal da olsa topluma açık bir yerdir. yanlış kime yapılırsa yapılsın yanlıştır. yahu daha ne diyeyim ayıptır işte ötesi var mı?

bu bilgiler ışığında çok sevdiğim defterimin son sayfasını karalayıp penceremi kapatıyorum. zira burada kalırsam aynı samimiyet ile yazabileceğimi düşünmüyorum. süte sinek düştü bir kere ve ben sinekli yoğurt yiyemeyeceğim. hakikaten çok rahatsız oldum. beni rahatsız eden yazara da ruh sağlığı diliyorum. o da sağolsun ne diyeyim. zira yaptıklarını aklı selim biri kesinlikle yapmaz.

yine söylüyorum ben vicdanımın sesini dinledim, siz de öyle yapmaya gayret edin. iyilikten kimseye zarar gelmez. bugüne kadar yazdıklarımı okumaya değer bulan, zaman ayırıp okuyan herkese çok teşekkür ederim. çoğunu sildiğim için de hepinizden özür dilerim duygum ve düşüncelerim burada kalsın istemiyorum. hepiniz sağolun varolun.

hadi bakalım yine bir ruhunuza canınıza sağlık yapıştırayım buraya. hoşçakalın.

"balıklar birbirini yiyor anne fazla uzaklara gitme seni de yerler."
devamını gör...

yine de bir ethem amca olamayacak şanslı adam:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

“bir şeyi kaybedeceğinizi anladığınız an o şeyi daha çok seversiniz.” alfred adler’in sözünü aklıma getirdi.
kaybetmekten kortuğumuz her şeyin tutsağı oluyoruz malesef. kaçınılmaz gerçekler var ve korktuğumuz her şey ile er geç yüzleşmek durumunda kalacağız.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim