
asansörde bir erkek varsa binmeyen kadın
sürekli kadın cinayeti işlenen ülkenin vatandaşıdır.
kadın cinayetlerini durduracağız platformu şubat 2021 raporu. 2021 şubat ayında erkekler tarafından 28 kadın öldürüldü, 12 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu
kadın cinayetlerini durduracağız platformu şubat 2021 raporu. 2021 şubat ayında erkekler tarafından 28 kadın öldürüldü, 12 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu
devamını gör...
şikayetname
fuzûlî'nin mektup tarzında yazılmış süslü nesir örneği şaheseri.
selam verdim rüşvet değildir diye almadılar
edit imla
selam verdim rüşvet değildir diye almadılar
edit imla
devamını gör...
z kuşağı
"merhaba arkadaşlar, tanımıma hoşgeldiniz. tanımımı okuduktan sonra beğenmeyi ve profilimi takibe almayı unutmayın."
z kuşağı yeminimizi yaptığımıza göre başlayabiliriz.
z kuşağı kendisinden önce gelen x ve y kuşağının isimlerine atıfta bulunularak değil, "boomer" kuşağının ismine atıfta bulunularak "zoomer" olarak isimlendirilmiş. internet ve akıllı telefon kullanım miktarları ve yakınlaştırarak bakmaları yani zoom yapmalarından ötürü. bu bile kendilerini diğer kuşaklardan ayıran en önemli özellik.
kevın kelly ; "teknoloji siz doğduktan sonra icat edilenlerdir." demiş ki ben de öyle düşünüyorum bu nedenle z kuşağının zaten içine doğduğu bir teknolojiyi etkin kullanıyor olmasından dolayı bu kadar eleştirilmesi bana tuhaf geliyor.
x ve y kuşağının icat ettiği ürünleri onlardan daha çok ve etkin kullanıyor olmaları aslında x ve y kuşağının başarı ya da başarısızlığı olmalı.
bir diğer nokta kuşak sınıflandırılmalarının neye ya da kime göre yapıldığı ile ilgili. 30 yaşına gelip evlenmeyi erteleyen, korkan, yalnız yaşamayı tercih eden, apolitik bir duruş tercih edip sadece bedensel zevklerine önem veren, sürekli eleştiren, melankolik bir ruh hali ile dolaşan insanlar ne kadar y kuşağı üyesi olamaz ise, 15 temmuz da ya da gezi de ya da başka bir toplumsal olayda kendi politik duruşuna göre tepkisini ortaya koyan, bir sosyal sorumluluk projesinde görev alan, ailesi ile yaşadığı sorunlara ya da günümüz yaşam şartlarına göre oluşan sıkıntılara rağmen kendisine bir amaç belirleyip ona ulaşmaya çalışan gençler de o “akıllı telefon” kuşağı olarak adlandırılmamalıdır.
takip ettiğim bir dergide 3 aylık bir yazı dizisi olarak yayınlan z kuşağı ile ilgili müspet ve menfi yönler oldukça hoşuma gitti.
z neslinin müsbet görülen tarafları
bu kuşak hakkında pek çok araştırma ve makale mevcut. bunları okuyup değerlendirirken hangi niyetle ve bakış açısıyla yazıldıklarına bakmak, yerinde olacaktır. bu araştırmalarla, berbat bir türkiye mesajı mı verilmeye çalışılıyor, yoksa gençlerin dünyasını anlayıp onlara daha yakın olmak, yol gösterici olmak mı hedefleniyor, bunları yerinde değerlendirmek gerekiyor. söz konusu gençlerin hayat biçimleri incelenirken, kuşatıcı bir nazariye ile toplumun her kesiminde yaşayan z nesli gençler ele alınmalıdır.
bu neslin öğrenme usûlleri görselliğe dayalı. bu noktada genel bir kabul hâkim. okumalarını, araştırmalarını, öğrenmelerini çoğunlukla ekran üzerinden yapıyorlar. hızlı öğreniyorlar, bilgiye çabuk ulaşıyorlar. iletişim ve bilişim mânâsında çok iyiler. teknolojiye hâkimiyetleri ileri seviyede…
üretmek, bir şeyler ortaya çıkarmak ve onları sergilemek, onlar için paha biçilemez güzellikler… yerli ve millî pek çok projeye mühim katkı sunmaları bunun bir işareti.
hayvanlara ve çevrenin korunmasına karşı çok hassaslar. adâletsizliğe, ayrımcılığa, başkasına söyleyip de kendisi yapmayan insanlara çok tepkililer.
tek kelime ile “farklı” olmak istiyorlar. bu, onlar için negatif bir unsur değil, onlara artı değer katıyor. nev’i şahsına münhasır olmak ifadesi, tam da onları anlatıyor.
sosyal ve dijital mecraları çok iyi kullandıklarından, hemen organize olup tepki ve ihtiyaçlarını dile getirebiliyorlar. önceki nesillerin sahada ve sokaklarda yaptığı teşkilâtlanmayı internet grupları üzerinden sanal dünyada yürütüyorlar.
politikaya karşı tepkisiz ve duyarsız olmadıklarını, 15 temmuz’da gösterdiler. söz konusu vatan olunca, sahaya da inebiliyorlar.
beyin yapıları ve işleyişi, diğer kuşaklardan farklı… hızlı öğreniyor, çabuk analiz yapıyor, pek çok işi bir arada halledebiliyorlar. senkronize bir biçimde el-göz koordinasyonu ve hareket becerileri dikkat çekiyor.
büyük düşünüyorlar, “herhangi bir işte çalışır, geçinir giderim!” gibi bir dertleri yok. kariyer plânları var. dil öğrenmeye karşı heveskârlar. birkaç dil öğrenebiliyorlar.
âilelerini güvenli bir liman olarak görüyorlar. değerlerine bağlılıkları eleştirilse de âileye bağlılıkları yüksek.
pek çoğu okul öncesi dönemde dînî eğitim veren kurumlarda eğitim almış. kur’ân-ı kerîm’i okumayı bildiğini söyleyenlerin sayısı önceki nesillere göre daha fazla.
önceki nesillere göre kur’ân kursu, imam-hatip ortaokulu ve imam-hatip lisesi’ni tercih edenlerin sayısı yüksek.
menfî görülen/eleştirilen tarafları
geldik, z kuşağı denilince hemen akla gelen özelliklere... insanoğlu yapısı itibariyle menfîyi düşünmeye odaklı olduğundan, bu kuşak da bazı değerlendirmeler üzerinden tanınıyor ve tanıtılıyor. bu değerlendirmelerin bazılarında haklılık payı varken, bazıları bu kuşağın değil, ebeveynlerin ve terbiye usûllerinin eksikliğini gösteriyor.
onlara bizim açımızdan baktığımızda muhafazakârlık ve dindarlık algıları oldukça düşük. yapılan araştırmalar da dînî vecîbeleri daha az uyguladıklarını ve inanç konusunda diğer kuşaklara göre daha sorgulayıcı olduklarını gösteriyor. (dinî vazifeleri uygulayanlar % 15, uygulamayanlar % 55 iken, inançsız olduğunu beyan edenlerin oranı % 28 gibi yüksek bir rakam.)[1]
ebeveynlerinin elinden kayıp giden z neslini, youtuber’lar ve sosyal medya fenomenleri terbiye edip yönetiyor.
toplumda görünen genel tabloya bakarsak, bir dertleri, ülküleri, dâvâları olanların sayısı oldukça az. itiraza ve tepkiye daha çok meyilliler... ekran zamanları fazla olduğundan, dikkat süreleri kısa... neredeyse bir uzuvları gibi gördükleri dijital âletlerden kopamıyorlar.
hayatla yüzleşmeyi, mücadele etmeyi, emek verip kazanmayı bilmiyorlar. bunun altında yatan sebep “helikopter ebeveyn” olarak gösterilen ebeveyn tutumları… “efendisini doğuran câriyeler”[2] hadîsini akla getiren ebeveynler, bu nesille kendini göstermeye başlıyor.
yazının tamamı için link
buradan
yazının üçüncü bölümü henüz dijitale aktarılmamıs. takip edip onu da eklerim.
tanım: 2000 - 2020 arasında doğan insanların dahil olduğu kuşak.
z kuşağı yeminimizi yaptığımıza göre başlayabiliriz.
z kuşağı kendisinden önce gelen x ve y kuşağının isimlerine atıfta bulunularak değil, "boomer" kuşağının ismine atıfta bulunularak "zoomer" olarak isimlendirilmiş. internet ve akıllı telefon kullanım miktarları ve yakınlaştırarak bakmaları yani zoom yapmalarından ötürü. bu bile kendilerini diğer kuşaklardan ayıran en önemli özellik.
kevın kelly ; "teknoloji siz doğduktan sonra icat edilenlerdir." demiş ki ben de öyle düşünüyorum bu nedenle z kuşağının zaten içine doğduğu bir teknolojiyi etkin kullanıyor olmasından dolayı bu kadar eleştirilmesi bana tuhaf geliyor.
x ve y kuşağının icat ettiği ürünleri onlardan daha çok ve etkin kullanıyor olmaları aslında x ve y kuşağının başarı ya da başarısızlığı olmalı.
bir diğer nokta kuşak sınıflandırılmalarının neye ya da kime göre yapıldığı ile ilgili. 30 yaşına gelip evlenmeyi erteleyen, korkan, yalnız yaşamayı tercih eden, apolitik bir duruş tercih edip sadece bedensel zevklerine önem veren, sürekli eleştiren, melankolik bir ruh hali ile dolaşan insanlar ne kadar y kuşağı üyesi olamaz ise, 15 temmuz da ya da gezi de ya da başka bir toplumsal olayda kendi politik duruşuna göre tepkisini ortaya koyan, bir sosyal sorumluluk projesinde görev alan, ailesi ile yaşadığı sorunlara ya da günümüz yaşam şartlarına göre oluşan sıkıntılara rağmen kendisine bir amaç belirleyip ona ulaşmaya çalışan gençler de o “akıllı telefon” kuşağı olarak adlandırılmamalıdır.
takip ettiğim bir dergide 3 aylık bir yazı dizisi olarak yayınlan z kuşağı ile ilgili müspet ve menfi yönler oldukça hoşuma gitti.
z neslinin müsbet görülen tarafları
bu kuşak hakkında pek çok araştırma ve makale mevcut. bunları okuyup değerlendirirken hangi niyetle ve bakış açısıyla yazıldıklarına bakmak, yerinde olacaktır. bu araştırmalarla, berbat bir türkiye mesajı mı verilmeye çalışılıyor, yoksa gençlerin dünyasını anlayıp onlara daha yakın olmak, yol gösterici olmak mı hedefleniyor, bunları yerinde değerlendirmek gerekiyor. söz konusu gençlerin hayat biçimleri incelenirken, kuşatıcı bir nazariye ile toplumun her kesiminde yaşayan z nesli gençler ele alınmalıdır.
bu neslin öğrenme usûlleri görselliğe dayalı. bu noktada genel bir kabul hâkim. okumalarını, araştırmalarını, öğrenmelerini çoğunlukla ekran üzerinden yapıyorlar. hızlı öğreniyorlar, bilgiye çabuk ulaşıyorlar. iletişim ve bilişim mânâsında çok iyiler. teknolojiye hâkimiyetleri ileri seviyede…
üretmek, bir şeyler ortaya çıkarmak ve onları sergilemek, onlar için paha biçilemez güzellikler… yerli ve millî pek çok projeye mühim katkı sunmaları bunun bir işareti.
hayvanlara ve çevrenin korunmasına karşı çok hassaslar. adâletsizliğe, ayrımcılığa, başkasına söyleyip de kendisi yapmayan insanlara çok tepkililer.
tek kelime ile “farklı” olmak istiyorlar. bu, onlar için negatif bir unsur değil, onlara artı değer katıyor. nev’i şahsına münhasır olmak ifadesi, tam da onları anlatıyor.
sosyal ve dijital mecraları çok iyi kullandıklarından, hemen organize olup tepki ve ihtiyaçlarını dile getirebiliyorlar. önceki nesillerin sahada ve sokaklarda yaptığı teşkilâtlanmayı internet grupları üzerinden sanal dünyada yürütüyorlar.
politikaya karşı tepkisiz ve duyarsız olmadıklarını, 15 temmuz’da gösterdiler. söz konusu vatan olunca, sahaya da inebiliyorlar.
beyin yapıları ve işleyişi, diğer kuşaklardan farklı… hızlı öğreniyor, çabuk analiz yapıyor, pek çok işi bir arada halledebiliyorlar. senkronize bir biçimde el-göz koordinasyonu ve hareket becerileri dikkat çekiyor.
büyük düşünüyorlar, “herhangi bir işte çalışır, geçinir giderim!” gibi bir dertleri yok. kariyer plânları var. dil öğrenmeye karşı heveskârlar. birkaç dil öğrenebiliyorlar.
âilelerini güvenli bir liman olarak görüyorlar. değerlerine bağlılıkları eleştirilse de âileye bağlılıkları yüksek.
pek çoğu okul öncesi dönemde dînî eğitim veren kurumlarda eğitim almış. kur’ân-ı kerîm’i okumayı bildiğini söyleyenlerin sayısı önceki nesillere göre daha fazla.
önceki nesillere göre kur’ân kursu, imam-hatip ortaokulu ve imam-hatip lisesi’ni tercih edenlerin sayısı yüksek.
menfî görülen/eleştirilen tarafları
geldik, z kuşağı denilince hemen akla gelen özelliklere... insanoğlu yapısı itibariyle menfîyi düşünmeye odaklı olduğundan, bu kuşak da bazı değerlendirmeler üzerinden tanınıyor ve tanıtılıyor. bu değerlendirmelerin bazılarında haklılık payı varken, bazıları bu kuşağın değil, ebeveynlerin ve terbiye usûllerinin eksikliğini gösteriyor.
onlara bizim açımızdan baktığımızda muhafazakârlık ve dindarlık algıları oldukça düşük. yapılan araştırmalar da dînî vecîbeleri daha az uyguladıklarını ve inanç konusunda diğer kuşaklara göre daha sorgulayıcı olduklarını gösteriyor. (dinî vazifeleri uygulayanlar % 15, uygulamayanlar % 55 iken, inançsız olduğunu beyan edenlerin oranı % 28 gibi yüksek bir rakam.)[1]
ebeveynlerinin elinden kayıp giden z neslini, youtuber’lar ve sosyal medya fenomenleri terbiye edip yönetiyor.
toplumda görünen genel tabloya bakarsak, bir dertleri, ülküleri, dâvâları olanların sayısı oldukça az. itiraza ve tepkiye daha çok meyilliler... ekran zamanları fazla olduğundan, dikkat süreleri kısa... neredeyse bir uzuvları gibi gördükleri dijital âletlerden kopamıyorlar.
hayatla yüzleşmeyi, mücadele etmeyi, emek verip kazanmayı bilmiyorlar. bunun altında yatan sebep “helikopter ebeveyn” olarak gösterilen ebeveyn tutumları… “efendisini doğuran câriyeler”[2] hadîsini akla getiren ebeveynler, bu nesille kendini göstermeye başlıyor.
yazının tamamı için link
buradan
yazının üçüncü bölümü henüz dijitale aktarılmamıs. takip edip onu da eklerim.
tanım: 2000 - 2020 arasında doğan insanların dahil olduğu kuşak.
devamını gör...
spagettileşme
sevgili meja’nın bilgi dolu tanımına teşekkürlerimi sunarım. ama espri olarak kullanılabilecek bir tabirmiş. okuyunca istemsiz gülümsedim.
devamını gör...
tadelle
fiyatları oldukça artan ama piyasadaki tüm çikolataları eleyebilecek olan çikolatadır.
tadı oldukça güzeldir ve içeriği de diğer çikolatalara nazaran daha güvenlidir.
tadı oldukça güzeldir ve içeriği de diğer çikolatalara nazaran daha güvenlidir.
devamını gör...
ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler
türkiye'deki güncel versiyonu ekmek bulamıyorlarsa ev ve araba alsınlardır.
(bkz: ev ve araba almanın artık çok kolaylaştığını anlatacağız)
(bkz: ev ve araba almanın artık çok kolaylaştığını anlatacağız)
devamını gör...
the meeting of leo the great and attila
vatikan müzesi'nde, stanze di raffaello yani raphael odalarında bulunan, raphael'in 1513-1514 yıllarında tamamladığı fresk.

heliodorus odasinda bulunan bu eser, 452'de hun imparatoru attila'nın işgal etmek için roma'ya yönelmesi sonucu, şehri korumak için roma surlarında papa'nın attila'yla buluşmasını anlatıyor. konuyla ilgili biraz daha bilgi edinelim:
attila, 452'de yüz bin kişilik ordusu ile alpleri aşarak po ovası'na girdi. güneye doğru ilerleyerek roma'nın o zamanki başkenti ravenna'yı tehdite başladı. saray büyük endişe içinde düştüğü gibi senato ne olura olsun barış yapmaya karar verdi. kilise de bu görüşe katılınca hitabetiyle ünlü papa leon başkanlığında büyük bir heyet hazırlandı. attila bu heyeti ordugahında kabul etti, papa imparatorluk ve bütün hıristiyan dünyası adına türk hükümdarından roma'yı esirgemesini rica etti. papanın ağzından roma'nın teslim olduğunu öğrenen attila bu ricayı kabul etti.
sonuçta, bizans gibi batı roma da artık attila'nın üstünlüğünü tanımak zorunda kalmıştı.
ahmet taşağıl, kök tengri'nin çocukları, s. 258-289
arka planda colosseum'u görüyoruz. resmin solunda papa attila'yı durdurmak için elini kaldırıyor. sol üstte, havada st. peter ve st. paul kılıçlarıyla savaşa hazır bekliyorlar. resmin merkezinde attila korkuyla havaya bakıyor ve arkasında ordusu bulunuyor.

resmin sol tarafında papa ve yanındakiler çok sakin dururken, attila ve ordusunun korku içinde geri çekilmek için hazırlandığını ve resmin sağında çok hareketli bir sahnenin yaşandığını görebiliriz. attila, roma'ya saldırmadan geri dönüyor.
papa leo'nun ''büyük leo'' olarak anılmasının sebeplerinden birisi, attila'nın şehre girmesini engellemesi. attila'nın siyah atı, kıyafetleri ve papa'nın bembeyaz hali de iyi ve kötüyü belirten manidar bir tezat. yukarıdaki alıntıyla da çelişiyor doğal olarak. bu yüzden ilginç bir eser olduğunu düşünüyorum.
resmin çok daha detaylı halini incelemek için buradan

heliodorus odasinda bulunan bu eser, 452'de hun imparatoru attila'nın işgal etmek için roma'ya yönelmesi sonucu, şehri korumak için roma surlarında papa'nın attila'yla buluşmasını anlatıyor. konuyla ilgili biraz daha bilgi edinelim:
attila, 452'de yüz bin kişilik ordusu ile alpleri aşarak po ovası'na girdi. güneye doğru ilerleyerek roma'nın o zamanki başkenti ravenna'yı tehdite başladı. saray büyük endişe içinde düştüğü gibi senato ne olura olsun barış yapmaya karar verdi. kilise de bu görüşe katılınca hitabetiyle ünlü papa leon başkanlığında büyük bir heyet hazırlandı. attila bu heyeti ordugahında kabul etti, papa imparatorluk ve bütün hıristiyan dünyası adına türk hükümdarından roma'yı esirgemesini rica etti. papanın ağzından roma'nın teslim olduğunu öğrenen attila bu ricayı kabul etti.
sonuçta, bizans gibi batı roma da artık attila'nın üstünlüğünü tanımak zorunda kalmıştı.
arka planda colosseum'u görüyoruz. resmin solunda papa attila'yı durdurmak için elini kaldırıyor. sol üstte, havada st. peter ve st. paul kılıçlarıyla savaşa hazır bekliyorlar. resmin merkezinde attila korkuyla havaya bakıyor ve arkasında ordusu bulunuyor.

resmin sol tarafında papa ve yanındakiler çok sakin dururken, attila ve ordusunun korku içinde geri çekilmek için hazırlandığını ve resmin sağında çok hareketli bir sahnenin yaşandığını görebiliriz. attila, roma'ya saldırmadan geri dönüyor.
papa leo'nun ''büyük leo'' olarak anılmasının sebeplerinden birisi, attila'nın şehre girmesini engellemesi. attila'nın siyah atı, kıyafetleri ve papa'nın bembeyaz hali de iyi ve kötüyü belirten manidar bir tezat. yukarıdaki alıntıyla da çelişiyor doğal olarak. bu yüzden ilginç bir eser olduğunu düşünüyorum.
resmin çok daha detaylı halini incelemek için buradan
devamını gör...
elm radyo'da (sözlük radyosu mini dizisi)
yeyy dinlerken inanılmaz heyecanlıyım . çok güzel ilerliyor adeta sesli betimleme .
devamını gör...
tüm yazarların profilinde kurucu yazması
yönetimin çocuk bayramını fantastik bir şekilde kutlama yöntemi. profilime bakınca bir an şok geçirdim. 41 yaşındaki adama da bunu yapmazsın be benjamin.
kardeşime bak herkesi koltuğuna oturtmuş. orgy meraklısı galiba.
kardeşime bak herkesi koltuğuna oturtmuş. orgy meraklısı galiba.
devamını gör...
ilişkide yapılan yanlışlar
kişinin alanını yok etmek bunu yapmayın alan verin.
devamını gör...
fırsat doğduğunda kürtlerin en ala ırkçı kesilecek olması
doğuda da yaşadım batıda da ve gördüğüm şu ki hiç bir şeyin türk ya da kürt diye ayrımı yapılamıyor. pislik olan insan pisliktir . mekan ya da etnik köken fark etmiyor. ayrıca bu başlığı açan kişi ırkçılığı eleştirmeden evvel kendi ırkçılık yapmamayı öğrenirse iyi olur.
devamını gör...
brothers düğüm salonu radyo yayını
arabada 6 kişi uzun yolculuk yaparken otobanda sigara içmeye çalışıyordum. diğer yolculara eziyet ederek sigaramı içtim,* daha sonra izmariti dışarıya attım* ve sol elim hala camın dışındayken, sağ elimle; camı kapama tuşuna basılı tuttum ve 4 parmağımı cama sıkıştırdım. 3 gün parmağım sızladı.
devamını gör...
uskumru dolması
istanbul mutfağının bir zamanlar ne kadar zengin olduğunun göstergesi.
geçmiş zamanlarda, dini bayramlarda, o zamanın rum ve ermeni meyhanecileri, mahalledeki müşterilerine bir çeşit hatırlatma gayesi, yani unutulmamaları için bir tabak uskumru dolması gönderirlermiş.
ermeni mutfağına ait bir yemek olduğu için, paskalya şölenlerinin mönüsü olduğundan, bunu yapana rastlamak zordur. zaten yemeğin yapımı da zordur. eğer yapmak için de ölüm kalım savaşı veren marmara'da tura çıkan uskumru bulunursa tabi.
geçmiş zamanlarda, dini bayramlarda, o zamanın rum ve ermeni meyhanecileri, mahalledeki müşterilerine bir çeşit hatırlatma gayesi, yani unutulmamaları için bir tabak uskumru dolması gönderirlermiş.
ermeni mutfağına ait bir yemek olduğu için, paskalya şölenlerinin mönüsü olduğundan, bunu yapana rastlamak zordur. zaten yemeğin yapımı da zordur. eğer yapmak için de ölüm kalım savaşı veren marmara'da tura çıkan uskumru bulunursa tabi.
devamını gör...
türkiye’nin girişine yazılması gereken söz
kapıyı kapat girerken..
burası ziyadesiyle kalabalık oldu..
burası ziyadesiyle kalabalık oldu..
devamını gör...
karşı cinste çekici gelen özellikler
ıyi bir ses tonu ve nezaket. sanırım bu ikisi olmadan olmaz.
döşü de kıllı olsun. sadık olsun. esmer ya da kumral olsun. 1 tl farkla boyu da uzun olsun mu?
olsun. *
döşü de kıllı olsun. sadık olsun. esmer ya da kumral olsun. 1 tl farkla boyu da uzun olsun mu?
olsun. *
devamını gör...
murat kekilli
çılgın şarkısını çok sevdiğim sanatçıdır.
ne vücut ölçülerin, ne masum güzelliğin
beni hiç mi hiç alakadar etmiyor
tanrım bu söylediklerimin hepsi yalan..
ne vücut ölçülerin, ne masum güzelliğin
beni hiç mi hiç alakadar etmiyor
tanrım bu söylediklerimin hepsi yalan..
devamını gör...
kadın olmak
kadın olmak hem istenilen hem de nefret edilen olmaktır.
uzun zamandır üstüne düşündüğüm bir konudan bahsetmek istiyorum. aşağıda bahsedilen her olay yaşanmıştır. kurgudan uzak bir anlatı olacaktır. ve özellikle isyan, acı, hüzün, kırgınlık kelimelerinin etrafında gelişecektir. türkiye'de yaşayan ve başlarına gelen her şeyin sebebinin bir erkeğin onlar üzerinde bir hayale sahip olduklarında gerçekleştirebileceklerine inanmaları olmaktadır.
ilk olarak yaşanmışlıklara kendi başımdan geçen bir olayla başlamak istiyorum.
daha 17 yaşımdayken bir gün kapı çaldı. kapıyı çalan karşı komşumuzun oğlu idi. 7 yaşındayken taşındığımız apartmanda 10 yıldır abi dediğim insan vardı karşımda. ütüleri bozulmuş bizimkini istiyormuş. abi dedim sen git ben bulup getireyim. bu arada kendisi evliydi ama o sürede anne-babası ile aynı evde eşi ve çok sevdiğim minik kızı ile birlikte yaşamaya devam ediyordu.
arkadaşlarım vardı evde, birlikte 4 kız takılıyorduk. neyse ütüyü buldum. kapı açıktı içeri girdim. abi dedim getirdim nereye bırakayım. odadayım getiriversene dedi. tamam dedim. ütü masasının üzerine bıraktım. "nasılsın?" dedi. "iyiyim abi kızlar var takılıyoruz işte." dedim. birden ne olduğunu anlamadım beni kendine çekti, öpmeye kalktı. aynı anda itip "ne yapıyorsun sen be!" deyip bağırdım ve koşarak eve geçtim.
dünyam alt üst olmuştu. arkadaşlarıma ben bir duş alayım deyip koşup banyoya girdim. kafam allak bullak olmuştu. ne yapacaktım, bunu kime anlatacaktım. gözümden yaşlar aka aka uzunca bir süre suyun altında kaldım. babama anlatsam, ne yapacağını kestiremiyordum. çok sevdiğim eşine, anlatsam minicik bebeği ile kocasının ne kadar soysuz olduğunu öğrenecekti. hem tabii ki elalem ne der (!) mevzusu vardı. ama kendime de yediremiyordum; abi dediğim, kardeşinle ilkokul boyunca aynı sırayı paylaştığım defalarca evlerinde kaldığım insan bana bunu nasıl yapardı. evli olmasını falan geçtim, canı çekti diye beni öpmeye nasıl kalkardı. duştan çıktım, hiçbir şey olmamış gibi klora alerjim var, gözlerim ondan kırmızı diyerek güne devam ettim. aynı akşam annemlere üniversite sınavına hazırlanmak için bir süre dedemlerde kalmak istiyorum, sessiz sakin bir ortam daha iyi gelecek bana dedim. iki ay evde kalmadım. kendi evime giderken karşılaşmamak için iki ay kapıları kontrol edip geçtim. sonrasında üniversiteye gittim neyse ki o ara kendi evine çıkmıştı da bunca senede yalnızca birkaç kez gördüm. ve aradan geçen 18 yıldan sonra da hala yüzüne bile bakmam.
bir sonraki öyküm bir öğrencimin başından geçti. ona burada "leyl" diyelim. hayatını karanlıklar içinde geçirmek zorunda kalan bir çocuk olduğu için.
ilk öğretmenlik yılımda van'da görev yaparken okulun en sorunlu öğrencisi idi leyl. beline kadar olan uzun saçlarını sıkıca örer, gömleğinin içine saklardı. okul kapısından çıkınca sigarasını yakar, ağzından küfür de eksik olmazdı. öğretmeninden öğrencisine herkese sataşır, sürekli arıza çıkarırdı. ben bu durumu ailesi tarafından çok değer görmemesine bağladığım için ona biraz daha itina yaklaştım. aradan geçen birkaç ay sonra leyl'in ara ara sohbet ettiği en azından saygılı davrandığı biri olmuştum. türk olduğum halde, artık beni sevdiğini söylüyordu. bu arada kendisi biraz örgütün tesiri altında kalmış bir çocuktu. dağa çıkmak benim kurtuluşum olacak şeklinde söylemleri vardı. çok uzatmayalım bir yıl sonra artık ben onun için güvenilir alan olmuştum. bu arada leyl de saçlarını benim gibi kısacık kestirmişti. hatta onunki biraz daha kısaydı, dikiyordu falan. saçlardan çıktı konu. dedim ki iyi olmuş, ne o sımsıkı bağlayıp saklıyordun, şimdi kendi tarzın oldu dedim. hocam dedi bilmedikleriniz var. dedim anlat.
"babam öldü benim, annemi bir başına kalmasın diye amcamın ikinci karısı yaptılar. evde bir sürü erkek var. beni kız gibi görmemeleri lazım. yoksa beni de annem gibi onlardan biri ile evlendirirler." sarıldım kızıma, içime akıttım göz yaşlarımı. sen her halinle güzelsin ve bu cesaret ile seni kimse üzemez, dedim. dedim ama üzdüler mi leyl'i mi ne oldu, hiç öğrenemedim.
bir sonraki hikaye yine bir öğrencimin başından geçti. ona da" özlem"diyelim. hayatının her anında sevgiye özlem duyduğunu söylediği için. özlem hayata bir sıfır mağlup başlayanlardan. annesi bir hayat kadını, babası ise başkası ile evli. yani o gayrimeşru bir çocuk. doğunca annesi, babasının kapısına bırakmış "al bunu, ne yapıyorsan yap!" diyerek. babasının karısı evinde istememiş. baba da kendi babasına, yani özlem'i dedesine bırakmış. dede büyütmüş. bir gün okulda sinir krizi geçirdi. sonradan öğrendik ki dedesi özlem'i taciz ediyormuş bir süredir. işlemler başlatıldı. özlem bu sefer annesine verildi. sonra da 18 yaşına girer girmez evlendi.
bu öyküde üniversiteden bir arkadaşımın yaşadığı bir trajedi. ona da zulüm diyelim. daha 19 yaşındayken bir sevgilisi vardı. bir gün gelip dedi ki başıma bir şey geldi. sevgilimle bir şeyler yaşıyorduk sonra ben devam etmek istemedim ama durmadı. zorla bana sahip oldu.
ne denir? bırak o tecavüzcüyü, diyemedim. ne yapmalıyım, dedi. ayrılmalısın, dedim. ama bu saatten sonra kimse benimle birlikte olmaz. küçük bir yerde yaşıyoruz ikimiz de, duyulursa çok kötü olur, ailem yıkılır, bunları onlara yapamam, hem beni de seviyor dedi. ben sustum. çünkü henüz bu konulara ses çıkarabilecek olgunluğa erişmemiştik ikimizde. o kaderine boyun eğdi. eskiden sevdiği tecavüzcüsü ile uzun bir süre sevgili olmaya devam etti. sonra büyüdük. ve arkadaşım sürekli arka planda "artık benimle birlikte oldun, seni başka kimse istemez, duyulursa rezil olursun!" cümlelerine bir s*tir çekip yoluna devam etti. sonra tüm hikayeyi bilen ve ona aşık olan bir adamla evlendi.
uzun zamandır üstüne düşündüğüm bir konudan bahsetmek istiyorum. aşağıda bahsedilen her olay yaşanmıştır. kurgudan uzak bir anlatı olacaktır. ve özellikle isyan, acı, hüzün, kırgınlık kelimelerinin etrafında gelişecektir. türkiye'de yaşayan ve başlarına gelen her şeyin sebebinin bir erkeğin onlar üzerinde bir hayale sahip olduklarında gerçekleştirebileceklerine inanmaları olmaktadır.
ilk olarak yaşanmışlıklara kendi başımdan geçen bir olayla başlamak istiyorum.
daha 17 yaşımdayken bir gün kapı çaldı. kapıyı çalan karşı komşumuzun oğlu idi. 7 yaşındayken taşındığımız apartmanda 10 yıldır abi dediğim insan vardı karşımda. ütüleri bozulmuş bizimkini istiyormuş. abi dedim sen git ben bulup getireyim. bu arada kendisi evliydi ama o sürede anne-babası ile aynı evde eşi ve çok sevdiğim minik kızı ile birlikte yaşamaya devam ediyordu.
arkadaşlarım vardı evde, birlikte 4 kız takılıyorduk. neyse ütüyü buldum. kapı açıktı içeri girdim. abi dedim getirdim nereye bırakayım. odadayım getiriversene dedi. tamam dedim. ütü masasının üzerine bıraktım. "nasılsın?" dedi. "iyiyim abi kızlar var takılıyoruz işte." dedim. birden ne olduğunu anlamadım beni kendine çekti, öpmeye kalktı. aynı anda itip "ne yapıyorsun sen be!" deyip bağırdım ve koşarak eve geçtim.
dünyam alt üst olmuştu. arkadaşlarıma ben bir duş alayım deyip koşup banyoya girdim. kafam allak bullak olmuştu. ne yapacaktım, bunu kime anlatacaktım. gözümden yaşlar aka aka uzunca bir süre suyun altında kaldım. babama anlatsam, ne yapacağını kestiremiyordum. çok sevdiğim eşine, anlatsam minicik bebeği ile kocasının ne kadar soysuz olduğunu öğrenecekti. hem tabii ki elalem ne der (!) mevzusu vardı. ama kendime de yediremiyordum; abi dediğim, kardeşinle ilkokul boyunca aynı sırayı paylaştığım defalarca evlerinde kaldığım insan bana bunu nasıl yapardı. evli olmasını falan geçtim, canı çekti diye beni öpmeye nasıl kalkardı. duştan çıktım, hiçbir şey olmamış gibi klora alerjim var, gözlerim ondan kırmızı diyerek güne devam ettim. aynı akşam annemlere üniversite sınavına hazırlanmak için bir süre dedemlerde kalmak istiyorum, sessiz sakin bir ortam daha iyi gelecek bana dedim. iki ay evde kalmadım. kendi evime giderken karşılaşmamak için iki ay kapıları kontrol edip geçtim. sonrasında üniversiteye gittim neyse ki o ara kendi evine çıkmıştı da bunca senede yalnızca birkaç kez gördüm. ve aradan geçen 18 yıldan sonra da hala yüzüne bile bakmam.
bir sonraki öyküm bir öğrencimin başından geçti. ona burada "leyl" diyelim. hayatını karanlıklar içinde geçirmek zorunda kalan bir çocuk olduğu için.
ilk öğretmenlik yılımda van'da görev yaparken okulun en sorunlu öğrencisi idi leyl. beline kadar olan uzun saçlarını sıkıca örer, gömleğinin içine saklardı. okul kapısından çıkınca sigarasını yakar, ağzından küfür de eksik olmazdı. öğretmeninden öğrencisine herkese sataşır, sürekli arıza çıkarırdı. ben bu durumu ailesi tarafından çok değer görmemesine bağladığım için ona biraz daha itina yaklaştım. aradan geçen birkaç ay sonra leyl'in ara ara sohbet ettiği en azından saygılı davrandığı biri olmuştum. türk olduğum halde, artık beni sevdiğini söylüyordu. bu arada kendisi biraz örgütün tesiri altında kalmış bir çocuktu. dağa çıkmak benim kurtuluşum olacak şeklinde söylemleri vardı. çok uzatmayalım bir yıl sonra artık ben onun için güvenilir alan olmuştum. bu arada leyl de saçlarını benim gibi kısacık kestirmişti. hatta onunki biraz daha kısaydı, dikiyordu falan. saçlardan çıktı konu. dedim ki iyi olmuş, ne o sımsıkı bağlayıp saklıyordun, şimdi kendi tarzın oldu dedim. hocam dedi bilmedikleriniz var. dedim anlat.
"babam öldü benim, annemi bir başına kalmasın diye amcamın ikinci karısı yaptılar. evde bir sürü erkek var. beni kız gibi görmemeleri lazım. yoksa beni de annem gibi onlardan biri ile evlendirirler." sarıldım kızıma, içime akıttım göz yaşlarımı. sen her halinle güzelsin ve bu cesaret ile seni kimse üzemez, dedim. dedim ama üzdüler mi leyl'i mi ne oldu, hiç öğrenemedim.
bir sonraki hikaye yine bir öğrencimin başından geçti. ona da" özlem"diyelim. hayatının her anında sevgiye özlem duyduğunu söylediği için. özlem hayata bir sıfır mağlup başlayanlardan. annesi bir hayat kadını, babası ise başkası ile evli. yani o gayrimeşru bir çocuk. doğunca annesi, babasının kapısına bırakmış "al bunu, ne yapıyorsan yap!" diyerek. babasının karısı evinde istememiş. baba da kendi babasına, yani özlem'i dedesine bırakmış. dede büyütmüş. bir gün okulda sinir krizi geçirdi. sonradan öğrendik ki dedesi özlem'i taciz ediyormuş bir süredir. işlemler başlatıldı. özlem bu sefer annesine verildi. sonra da 18 yaşına girer girmez evlendi.
bu öyküde üniversiteden bir arkadaşımın yaşadığı bir trajedi. ona da zulüm diyelim. daha 19 yaşındayken bir sevgilisi vardı. bir gün gelip dedi ki başıma bir şey geldi. sevgilimle bir şeyler yaşıyorduk sonra ben devam etmek istemedim ama durmadı. zorla bana sahip oldu.
ne denir? bırak o tecavüzcüyü, diyemedim. ne yapmalıyım, dedi. ayrılmalısın, dedim. ama bu saatten sonra kimse benimle birlikte olmaz. küçük bir yerde yaşıyoruz ikimiz de, duyulursa çok kötü olur, ailem yıkılır, bunları onlara yapamam, hem beni de seviyor dedi. ben sustum. çünkü henüz bu konulara ses çıkarabilecek olgunluğa erişmemiştik ikimizde. o kaderine boyun eğdi. eskiden sevdiği tecavüzcüsü ile uzun bir süre sevgili olmaya devam etti. sonra büyüdük. ve arkadaşım sürekli arka planda "artık benimle birlikte oldun, seni başka kimse istemez, duyulursa rezil olursun!" cümlelerine bir s*tir çekip yoluna devam etti. sonra tüm hikayeyi bilen ve ona aşık olan bir adamla evlendi.
devamını gör...
bir ailenin çocuğuna yapacağı en büyük kötülük
yaptığı işleri beğenmemek ve onu hep hakir görmek.
devamını gör...