makyaj yapan kadınların kendilerini kandırması
siz mi karar veriyorsunuz hayırdır dediğim tespit. ister yapar ister yapmaz kendini iyi hissetmek istiyor olabilir makyajı sadece erkekler için yapmıyor kadınlar, hatta sanılanın aksine bir çok şey böyle.
devamını gör...
izmir denince akla gelenler
samimi sıcak kanlı insanlar...
ege üniwersitesi ...
sıcak hawası...
denizi...
kumru, çiğdem ...
narlıdere, konak, alsancak, kordon, kemer altı , karşıyaka, , urla ws (saatlerce yorulmadan yürümek...)
akşam saatlerinde müzik eşliğinde yapılan wapur turları...
daha yazamadığım nice güzellikler...
izmir demek hayat demektir...
ege üniwersitesi ...
sıcak hawası...
denizi...
kumru, çiğdem ...
narlıdere, konak, alsancak, kordon, kemer altı , karşıyaka, , urla ws (saatlerce yorulmadan yürümek...)
akşam saatlerinde müzik eşliğinde yapılan wapur turları...
daha yazamadığım nice güzellikler...
izmir demek hayat demektir...
devamını gör...
modern insanın en büyük problemi
yaşamındaki kalitesizliği, türlü hodbinliklerle ambalajlayıp toplumun bütün kesimlerine sunması; ardından da, bunu ajitasyon malzemesi haline getirmesiyle kitleleri birbirine düşürmesidir.
gelir adaletsizliğinin ayyuka çıktığı bu dönemde, "kıt kanaat" modelinin güncellenmiş halidir aslında bütün sorun. zengin/yoksul ayrımının temelinin sorgulanmadığı; ya gereksiz bir "herkes eşit olsun, herkes aynı arabaya binsin, aynı evde otursun" gülünçlüğüyle yaklaşıldığı yahut sefaleti yaşayan insanların kimliklerinin övüldüğü, anlaşılmazlar hiyerarşisindeki en düşük rütbedir.
peki nedir olması gereken ya da insanca olan? yaşamak nedir? kültürü nasıl tanımlıyoruz mesela? kültürü anlamadan, olumlu özellikleri bir kenara ayrılmadan; olumsuz her bir durumun ve kimliğin arkasındaki düşüncenin kutsandığı bir yerde, yaşamın kalitesinden bahsedilebilir mi? insani özelliklerden gittikçe uzaklaşan vasıflarımız, ilkellikle ve zorbalıkla örülü geçmişimiz serilmeden ortaya, anlaşılabilir mi insan olmanın ne demek olduğu?
her bir cenah ve düşünce biçimi bize, insanların ekonomik göstergeleri yanlış yorumladığını doğrularcasına tespitler ve önermeler sunuyor; yapılan bütün hatalar, sınıf bilinci olsun olmasın, kendi zümrelerini ihya etme kaygısı taşıyanların, bu kaygıyı ekonomik göstergelerden bağımsız ele aldığını gösteriyor. bu sonuç da bizi, birbirimizin meziyetlerini, kabiliyetlerini; sanatını veya zanaatini anlamaktan uzaklaştırıyor, bizi birbirimize düşman ediyor.
halbuki zenginlik, bir sınıf göstergesinden ya da bir vasıftan çok, arka planındaki ekonomik göstergenin sorgulanmamasından kaynaklı bir durumdur. kişilerin ya da kurumların, parayı nasıl kazandığı sorgulanmadığı takdirde, insanların kendi ekonomik skalasındaki gruplara da düşman olabileceği rahatlıkla anlaşılabilir; bu da, isyan ve özgürlük hareketlerinin yanlış şekillerde anlaşılmasına, hatta bir topluluğun başka bir topluluk üzerinde faşizan tutumlar sergilemesine zemin hazırlayabilir.
insanca yaşamak insan olmaktan geçiyorsa şayet, -ki öyle- eksikliklerimizin farkında olmakla başlayacağız işe. kültür ve değer üretiminin, gelecek nesilleri umursama kaygısı taşımadan, sadece o anki durumu ve olayı yorumlayarak, nesnel bakış açısından bir an olsun bile sapmaksızın geliştireceğimiz çözümlerle, sınıf bilincine nefes aldıracağız; herhangi bir doktrin ya da kişinin referans alınarak sözlerinin eğilip büküldüğü bir dünya düzeninde, kişinin kendini tanıyabilmesi ve sorunlu noktalarını düzeltebilmesi pek de mümkün görünmüyor. ideolojiler, birbirimizi yok etmemiz için tabandan tavana yayılarak, evrende kırıntı halinde bile kalmayan özgürlüğümüzü elimizden alıyor.
sorunlarımızın, iktisadi koşullardan bağımsız bir güç aracı olarak kullanılması, elbette devlet ve onun biricik sevgilisi medyanın eliyle vücut bulan bir olgu; ancak burada atlanılan şey, yıllarca güce/menfaate/paraya/zenginliğe "nasıl" ulaştığımız değil, bunların -bilhassa zenginliğin- kötü olduğu; dolayısıyla tam tersi durumların da -sefalet-, kişilikten ayrı ya da kişiliğe bağlı bir şekilde erdemli olma eşiği olarak algılanışı...
bu algı, paranın nasıl ve ne şekilde kazanıldığını da anlamamıza engel oluyor.
bir düğün konvoyuna saldıran eli silahlı kişilerin, para vermeyen damat ve gelini hunharca dövmesi ya da içlerinden birini öldürmesi; daha ilk başta, yıllar boyu topluma angaje edilmeye çalışılan bu saçmalığın iflas ettiğini gösteriyor bize.
insanları fakirleştiren sistemleri yönetenlerin, aynı zamanda fakirliği kutsadıkları ve ona "erdemin zirvesi" rolünü biçtiklerini unutmamak gerek. bir insanın modernliği, erdemi; sefaleti ya da "insanca yaşama" olgusunu doğru tahlil edebilmesi için, maneviyat güzellemelerinden çok, madde düzlemindeki somut yaklaşımları ve verileri ele alması gerekliliği, her zaman hafızalarımızın ilk sırasında yer bulmalı.
çünkü "zenginlik" de "fakirlik" de, hem kavramsal olarak, hem de toplumsal sınıfların mücadelesi bazında, illüzyondan ileri gidemeyen ve esas konuşulması elzem olan meselelerden bizi alıkoyan bir engel.
lotodan büyük ikramiye size çıktı; dün orta direk bir hayatınız varken, bugün kimsenin aklı havsalası almayacak bir servetin üzerinde oturuyorsunuz. bu paranın çalışılmadan kazanılmış olması, şans faktörünün dünya üzerindeki en ciddi ve insanların hayatındaki yanılsamayı alaşağı edecek en büyük güç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. insanlar; yaptıkları işten memnun olmadıklarına kılıf bulabilmek için, işlerinden niçin memnun olamadıklarını, dolayısıyla sistemi sorgulamak yerine, "kolay para" formülünü seçip, "şans"ın kendilerine güleceği düşüncesiyle bu çarkı döndürüyorlar.
bu biraz da, ihtiyaç/tüketici kredisi çekip, borcunu başka bankalardan çektiği parayla kapatmaya benziyor.
sistem ve onu yöneten eller, bu durumun farkında olduğu için, çok ciddi bir müdahaleye ihtiyaç duymaksızın, içinizdeki "sınıfını aşağılama ve ondan kurtulma" güdüsünü kullanıyorlar; ardından, "insanca yaşama" edebiyatı pompalanıp asgari müştereklerde buluşulacak yaşam biçimi gölgelenerek, sefaletle ekonomik uçurumu yaratan düzenin varisleri karşı karşıya getiriliyor; azınlıktaki insanların fikirleri de "arada kalmışlık" ile itham ediliyor.
bu tür bir savunma mekanizması da yeterince gereksiz aslında. "bu parayı nasıl kazandın, nereden buldun" sorusu her tür sorunu; rüşvetçiliği, yağmacılığı, talanı ve hırsızlığı çözebilecekken; toplumumuzun her katmanınında bulunan; adeta bir hastalık haline gelen ve inanmadığımız halde alkışladığımız "tırnaklarımla kazıyarak geldim" yalanı, aslında ne zenginlik kavramını, ne de fakirliği anlamak istediğimizi gösteriyor.
biz empatiyi, yaşanan olay ya da durum üzerine yapmıyoruz. (ki, empati oldukça gereksiz bulduğum bir kavram).
insanları; fakirken de, zenginken de yargılamak için, kendi hayatlarımızdaki sorunların temeline inmeden yorumlar yapıyoruz. "güçlü olan dengeyi belirler" düsturu; bizim için sadece güçlüden yana olmayı değil, o gücü kendi sınıfımızdakileri yok etmek için kullanmayı da meşru hale getiriyor. bugünün dünyasında da, aslında kendi ellerimizle yükselttiğimiz, ekonomik gücü ortalamanın bir tık üzerindeyken zirveye çıkarttığımız onlarcası var.
biz onlara reyting verdik, para verdik, güç verdik; ihtişamlı gökdelenlerinde ve plazalarında bizi ezmelerini sağlayacak, goygoyumuzu iki birayla orgazm seviyesine çıkaracak hayatlar bahşettik onlara. kendi ellerimizle yaptık bunu. ciğeri beş para etmezleri soktuk hayatımıza; "sanat" adı altındaki soytarılıklarını, "siyaset" adı altındaki bel altı piyasasını onlardan gördük; ama bu, biraz da bizim içimizdekilerin onların diliyle ve fikriyle hayat bulmasıydı aslında. şimdi de kalkmış, ölen insanların çalıştığı avm'leri boykot edip, en küçüğünden en afilli esnafına/işletmesine kadar hiçbirine para kazandırmamamız gerektiği halde/yerde, hepsini baş tacı ediyor; "ne yapalım herkes böyle" deyip, insanlıktan alamadığımız nasibi yaşam biçimimize tahvil ederek, kalan üç kuruşluk ömrümüzün faizini yemeye çalışıyoruz.
ne diyeyim. kafam çok karıştı. sorunlarımızın temelinde, insanlığın kendisiyle yüzleşememesi sonucu sığındığı bahaneler var. her gün milyon dolarları kaldıran bu çark kendiliğinden oluşmuyor ya; biz de gönüllü olarak bu değirmene su taşımaya, hatta suyun kendisi olmaya razı olduk.
gelir adaletsizliğinin ayyuka çıktığı bu dönemde, "kıt kanaat" modelinin güncellenmiş halidir aslında bütün sorun. zengin/yoksul ayrımının temelinin sorgulanmadığı; ya gereksiz bir "herkes eşit olsun, herkes aynı arabaya binsin, aynı evde otursun" gülünçlüğüyle yaklaşıldığı yahut sefaleti yaşayan insanların kimliklerinin övüldüğü, anlaşılmazlar hiyerarşisindeki en düşük rütbedir.
peki nedir olması gereken ya da insanca olan? yaşamak nedir? kültürü nasıl tanımlıyoruz mesela? kültürü anlamadan, olumlu özellikleri bir kenara ayrılmadan; olumsuz her bir durumun ve kimliğin arkasındaki düşüncenin kutsandığı bir yerde, yaşamın kalitesinden bahsedilebilir mi? insani özelliklerden gittikçe uzaklaşan vasıflarımız, ilkellikle ve zorbalıkla örülü geçmişimiz serilmeden ortaya, anlaşılabilir mi insan olmanın ne demek olduğu?
her bir cenah ve düşünce biçimi bize, insanların ekonomik göstergeleri yanlış yorumladığını doğrularcasına tespitler ve önermeler sunuyor; yapılan bütün hatalar, sınıf bilinci olsun olmasın, kendi zümrelerini ihya etme kaygısı taşıyanların, bu kaygıyı ekonomik göstergelerden bağımsız ele aldığını gösteriyor. bu sonuç da bizi, birbirimizin meziyetlerini, kabiliyetlerini; sanatını veya zanaatini anlamaktan uzaklaştırıyor, bizi birbirimize düşman ediyor.
halbuki zenginlik, bir sınıf göstergesinden ya da bir vasıftan çok, arka planındaki ekonomik göstergenin sorgulanmamasından kaynaklı bir durumdur. kişilerin ya da kurumların, parayı nasıl kazandığı sorgulanmadığı takdirde, insanların kendi ekonomik skalasındaki gruplara da düşman olabileceği rahatlıkla anlaşılabilir; bu da, isyan ve özgürlük hareketlerinin yanlış şekillerde anlaşılmasına, hatta bir topluluğun başka bir topluluk üzerinde faşizan tutumlar sergilemesine zemin hazırlayabilir.
insanca yaşamak insan olmaktan geçiyorsa şayet, -ki öyle- eksikliklerimizin farkında olmakla başlayacağız işe. kültür ve değer üretiminin, gelecek nesilleri umursama kaygısı taşımadan, sadece o anki durumu ve olayı yorumlayarak, nesnel bakış açısından bir an olsun bile sapmaksızın geliştireceğimiz çözümlerle, sınıf bilincine nefes aldıracağız; herhangi bir doktrin ya da kişinin referans alınarak sözlerinin eğilip büküldüğü bir dünya düzeninde, kişinin kendini tanıyabilmesi ve sorunlu noktalarını düzeltebilmesi pek de mümkün görünmüyor. ideolojiler, birbirimizi yok etmemiz için tabandan tavana yayılarak, evrende kırıntı halinde bile kalmayan özgürlüğümüzü elimizden alıyor.
sorunlarımızın, iktisadi koşullardan bağımsız bir güç aracı olarak kullanılması, elbette devlet ve onun biricik sevgilisi medyanın eliyle vücut bulan bir olgu; ancak burada atlanılan şey, yıllarca güce/menfaate/paraya/zenginliğe "nasıl" ulaştığımız değil, bunların -bilhassa zenginliğin- kötü olduğu; dolayısıyla tam tersi durumların da -sefalet-, kişilikten ayrı ya da kişiliğe bağlı bir şekilde erdemli olma eşiği olarak algılanışı...
bu algı, paranın nasıl ve ne şekilde kazanıldığını da anlamamıza engel oluyor.
bir düğün konvoyuna saldıran eli silahlı kişilerin, para vermeyen damat ve gelini hunharca dövmesi ya da içlerinden birini öldürmesi; daha ilk başta, yıllar boyu topluma angaje edilmeye çalışılan bu saçmalığın iflas ettiğini gösteriyor bize.
insanları fakirleştiren sistemleri yönetenlerin, aynı zamanda fakirliği kutsadıkları ve ona "erdemin zirvesi" rolünü biçtiklerini unutmamak gerek. bir insanın modernliği, erdemi; sefaleti ya da "insanca yaşama" olgusunu doğru tahlil edebilmesi için, maneviyat güzellemelerinden çok, madde düzlemindeki somut yaklaşımları ve verileri ele alması gerekliliği, her zaman hafızalarımızın ilk sırasında yer bulmalı.
çünkü "zenginlik" de "fakirlik" de, hem kavramsal olarak, hem de toplumsal sınıfların mücadelesi bazında, illüzyondan ileri gidemeyen ve esas konuşulması elzem olan meselelerden bizi alıkoyan bir engel.
lotodan büyük ikramiye size çıktı; dün orta direk bir hayatınız varken, bugün kimsenin aklı havsalası almayacak bir servetin üzerinde oturuyorsunuz. bu paranın çalışılmadan kazanılmış olması, şans faktörünün dünya üzerindeki en ciddi ve insanların hayatındaki yanılsamayı alaşağı edecek en büyük güç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. insanlar; yaptıkları işten memnun olmadıklarına kılıf bulabilmek için, işlerinden niçin memnun olamadıklarını, dolayısıyla sistemi sorgulamak yerine, "kolay para" formülünü seçip, "şans"ın kendilerine güleceği düşüncesiyle bu çarkı döndürüyorlar.
bu biraz da, ihtiyaç/tüketici kredisi çekip, borcunu başka bankalardan çektiği parayla kapatmaya benziyor.
sistem ve onu yöneten eller, bu durumun farkında olduğu için, çok ciddi bir müdahaleye ihtiyaç duymaksızın, içinizdeki "sınıfını aşağılama ve ondan kurtulma" güdüsünü kullanıyorlar; ardından, "insanca yaşama" edebiyatı pompalanıp asgari müştereklerde buluşulacak yaşam biçimi gölgelenerek, sefaletle ekonomik uçurumu yaratan düzenin varisleri karşı karşıya getiriliyor; azınlıktaki insanların fikirleri de "arada kalmışlık" ile itham ediliyor.
bu tür bir savunma mekanizması da yeterince gereksiz aslında. "bu parayı nasıl kazandın, nereden buldun" sorusu her tür sorunu; rüşvetçiliği, yağmacılığı, talanı ve hırsızlığı çözebilecekken; toplumumuzun her katmanınında bulunan; adeta bir hastalık haline gelen ve inanmadığımız halde alkışladığımız "tırnaklarımla kazıyarak geldim" yalanı, aslında ne zenginlik kavramını, ne de fakirliği anlamak istediğimizi gösteriyor.
biz empatiyi, yaşanan olay ya da durum üzerine yapmıyoruz. (ki, empati oldukça gereksiz bulduğum bir kavram).
insanları; fakirken de, zenginken de yargılamak için, kendi hayatlarımızdaki sorunların temeline inmeden yorumlar yapıyoruz. "güçlü olan dengeyi belirler" düsturu; bizim için sadece güçlüden yana olmayı değil, o gücü kendi sınıfımızdakileri yok etmek için kullanmayı da meşru hale getiriyor. bugünün dünyasında da, aslında kendi ellerimizle yükselttiğimiz, ekonomik gücü ortalamanın bir tık üzerindeyken zirveye çıkarttığımız onlarcası var.
biz onlara reyting verdik, para verdik, güç verdik; ihtişamlı gökdelenlerinde ve plazalarında bizi ezmelerini sağlayacak, goygoyumuzu iki birayla orgazm seviyesine çıkaracak hayatlar bahşettik onlara. kendi ellerimizle yaptık bunu. ciğeri beş para etmezleri soktuk hayatımıza; "sanat" adı altındaki soytarılıklarını, "siyaset" adı altındaki bel altı piyasasını onlardan gördük; ama bu, biraz da bizim içimizdekilerin onların diliyle ve fikriyle hayat bulmasıydı aslında. şimdi de kalkmış, ölen insanların çalıştığı avm'leri boykot edip, en küçüğünden en afilli esnafına/işletmesine kadar hiçbirine para kazandırmamamız gerektiği halde/yerde, hepsini baş tacı ediyor; "ne yapalım herkes böyle" deyip, insanlıktan alamadığımız nasibi yaşam biçimimize tahvil ederek, kalan üç kuruşluk ömrümüzün faizini yemeye çalışıyoruz.
ne diyeyim. kafam çok karıştı. sorunlarımızın temelinde, insanlığın kendisiyle yüzleşememesi sonucu sığındığı bahaneler var. her gün milyon dolarları kaldıran bu çark kendiliğinden oluşmuyor ya; biz de gönüllü olarak bu değirmene su taşımaya, hatta suyun kendisi olmaya razı olduk.
devamını gör...
unutama beni
esmeray'ın beddua eden şarkısıdır.
"boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
unutma beni, unutama beni
gözünden damlayamayan gözyaşın olayım
unutma beni, unutama beni."
"boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
unutma beni, unutama beni
gözünden damlayamayan gözyaşın olayım
unutma beni, unutama beni."
devamını gör...
elalem ne der korkusuyla hayallerinden vazgeçen insan
elalem, genelde hariçten gazel okur, hayallerin hakkında en ufak bir bilgisi yoktur ama fikri vardır, konuşur da konuşur. senin kadar bilgi sahibi olmayıp boş boş konuşan bu topluluğu dikkate alarak karar vermek, tam bir akıl tutulmasıdır.
devamını gör...
birini tanımanın en iyi yolu
zor zamanlarınızda size nasıl davrandığını gözlemleyin. eğer desteğini hissediyorsanız tamamdır ama deve kuşu misali kafasını kuma gömüyorsa koşarak uzaklaşın.
devamını gör...
altın orta
altın denge
altın orta her şeyin ortasını bulmak. ortasını düşünmek.
aristoteles'e göre,
mutluluk, us* ile uyum içindeki ruhun aktivitesidir. ruhun etkisiyle insan bir o yana bir bu yana savrulup duracak ama insan dengede kalmak isteyecektir. bunun için aristo adil ölçü kuramını ortaya atmış. örneğin: iletişim için denge, sevecenlik ve canlılıktır. iletişiminiz zayıf ise soğuk ve kaba olarak görülürsünüz.(eksiklik)
sevecenliğiniz aşırılığa kaçtığında ise tavırlarınız şaklabanlık olarak algılanır. (dengesizlik)
erdem bir bilim ise dengede kalmak en akıllıca tercihtir.
yani,
her şeyin fazlası zarar efendim.
altın orta her şeyin ortasını bulmak. ortasını düşünmek.
aristoteles'e göre,
mutluluk, us* ile uyum içindeki ruhun aktivitesidir. ruhun etkisiyle insan bir o yana bir bu yana savrulup duracak ama insan dengede kalmak isteyecektir. bunun için aristo adil ölçü kuramını ortaya atmış. örneğin: iletişim için denge, sevecenlik ve canlılıktır. iletişiminiz zayıf ise soğuk ve kaba olarak görülürsünüz.(eksiklik)
sevecenliğiniz aşırılığa kaçtığında ise tavırlarınız şaklabanlık olarak algılanır. (dengesizlik)
erdem bir bilim ise dengede kalmak en akıllıca tercihtir.
yani,
her şeyin fazlası zarar efendim.
devamını gör...
hiç
bir can dündar şiiri.
hiç bir insani unutmak,
bir insandan vazgeçmek,
bir insani hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda
kaldın mi hiç?
hani ölmüş gibi,
hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?
özlemek,
bu kadar özlemek,
etini kemiğini yakarcasına özlemek...
çok kötü değil mi?
bu kadar özleyip onu görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek,
artık sonunun "pi" hali değil mi?
biliyorsun değil mi?
ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki su an arkamda yürüyen insanların içinde bir
yerde demek,
belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar
yasamak
ne zordur değil mi?
ne kadar eritir insani fark etmeden.
sende biliyorsun değil mi bunları?
bir sinema koltuğunda sende iki kişi gibi oturdun mu
hiç?
hiç iki kişi gibi zevk aldın mi bir konserden yalnız başına.
güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir şarkı dinlediğinde
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi
paylaşamadığın
için
onunla.
bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın
mi ortada?
hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yasatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
gözünün içine baka baka kolunu bacağını kesen bir
insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden
birisine ask şiirleri
yazabildin mi?
onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
içinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
kanayan yarasını gördüğün
ama merhem olamadığın zamanlar.
gücünün,
hani o tanrısal gücünün
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?
hiiiiiiiç....
hiiç...
hiç...
bir hiç...
hiç bir insani unutmak,
bir insandan vazgeçmek,
bir insani hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda
kaldın mi hiç?
hani ölmüş gibi,
hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?
özlemek,
bu kadar özlemek,
etini kemiğini yakarcasına özlemek...
çok kötü değil mi?
bu kadar özleyip onu görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek,
artık sonunun "pi" hali değil mi?
biliyorsun değil mi?
ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki su an arkamda yürüyen insanların içinde bir
yerde demek,
belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar
yasamak
ne zordur değil mi?
ne kadar eritir insani fark etmeden.
sende biliyorsun değil mi bunları?
bir sinema koltuğunda sende iki kişi gibi oturdun mu
hiç?
hiç iki kişi gibi zevk aldın mi bir konserden yalnız başına.
güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir şarkı dinlediğinde
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi
paylaşamadığın
için
onunla.
bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın
mi ortada?
hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yasatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
gözünün içine baka baka kolunu bacağını kesen bir
insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden
birisine ask şiirleri
yazabildin mi?
onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
içinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
kanayan yarasını gördüğün
ama merhem olamadığın zamanlar.
gücünün,
hani o tanrısal gücünün
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?
hiiiiiiiç....
hiiç...
hiç...
bir hiç...
devamını gör...
yazarların cep telefonu duvar kağıtları
direkt fotoğrafları paylaşsanıza. biz de kullanırız.
devamını gör...
z kuşağı sözlükten uçurulsun kampanyası
oturduğum yerden z kuşağı olduğum için uçurulmam istendi...z kuşağından bu kadar şikayetçi iseniz ülkeden çıkartabilirsiniz bi avrupa'ya doğru elden ele lütfen.
devamını gör...
alkolik oldum
#74880 şöyle saçma entryler yazan biri.
ben kendisinin iyi niyetli olduğuna inanmıyorum açıkcası. uludağ sözlükten buraya gelen arkadaşlarından destek toplayarak bir şeyler yapmaya çalışan ve burayı uludağ gibi başlıklara mahkum etmeye çalışan biri gibi duruyor ama alfa olmamasından dolayı pek başarılı değil.
trt'nin, trt arşiv isminde bir sitesi mevcut oraya girdiğiniz zaman bir uyusturucu saticisi var. bir torbaci bile medenice konusurken problem yassmiyor ama siz yasiyorsaniz bence sozluk vizyonunda degil sizde bir problem var demektir.
insanlık neydi? insanlık medeniyetti
tanim: kufursuz bicimde 2 sozu bir araya getiremeyecegini bilen yazarcık.
ben kendisinin iyi niyetli olduğuna inanmıyorum açıkcası. uludağ sözlükten buraya gelen arkadaşlarından destek toplayarak bir şeyler yapmaya çalışan ve burayı uludağ gibi başlıklara mahkum etmeye çalışan biri gibi duruyor ama alfa olmamasından dolayı pek başarılı değil.
trt'nin, trt arşiv isminde bir sitesi mevcut oraya girdiğiniz zaman bir uyusturucu saticisi var. bir torbaci bile medenice konusurken problem yassmiyor ama siz yasiyorsaniz bence sozluk vizyonunda degil sizde bir problem var demektir.
insanlık neydi? insanlık medeniyetti
tanim: kufursuz bicimde 2 sozu bir araya getiremeyecegini bilen yazarcık.
devamını gör...
domestic hıyar nickli yazarın şiir başlığını istilası
tepkini yerim sana bişi olmasın
az kenara kayarım sen de yazarsın
veririz el ele oluruz burada şair
sen bana yazarsın ben de okur
allah aşkına söyle ben napayım
hangi başlığa koşup konayım
ben bir garip hıyarım burada
az insaf et ölene kadar buradayım
az kenara kayarım sen de yazarsın
veririz el ele oluruz burada şair
sen bana yazarsın ben de okur
allah aşkına söyle ben napayım
hangi başlığa koşup konayım
ben bir garip hıyarım burada
az insaf et ölene kadar buradayım
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
"çocukluğumda anlatılan masallar kadar
güzel ve renkli bir arka bahçesi var"
ersin gürler akan- arka bahçe
güzel ve renkli bir arka bahçesi var"
ersin gürler akan- arka bahçe
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
son birkaç yılda psikolojik olarak çok zorlandığım bazı dönemler oldu. kendimle başa çıkamazken sadece yalnız kalmak istemediğim için hayatıma yeni insanlar aldım. korktuğum ve kendimi uyuşturmak istediğim zamanlarda beni çekip çıkarabilecek birileriydi tek istediğim ve bu açıdan baktığımda istediğimi aldım. ancak zaman geçtikçe beklentilerimi fazlaca düşürdüğüm için mi yoksa kendimi bir illüzyona kaptırmak için çok aceleci davrandığımdan mı bilmiyorum ama uzun vadede hiç kimse iyi gelmedi. en nihayetinde, içimdeki boşluğu yanlış insanlarla doldurmaya çalışmak kendimden daha fazla uzaklaşmama sebep oldu.
birkaç gün önce, belki de uzun zaman sonra ilk defa kaçmak yerine yüzleşmeyi sürekli olarak ertelediğim düşüncelerimle baş başa kaldım. insanın kendine yabancılaşması korkunç bir şeymiş, kendimi çok daha önceden dinlemeliymişim. yine de keşke demiyorum çünkü birkaç gündür yaşadığım mental rahatlama her şeye bedel. geçmişte kalmasını istediğim tüm yanlışlar geçmişte kalacak. şu an zihnim çok daha berrak ve en kötülerime rağmen kendimi kabul ettiğim için mutluyum. yaşayacaklarım için sabırsızlanıyorum ama hiçbir şey için acele etmeyeceğim. böylesi çok daha güzel.
birkaç gün önce, belki de uzun zaman sonra ilk defa kaçmak yerine yüzleşmeyi sürekli olarak ertelediğim düşüncelerimle baş başa kaldım. insanın kendine yabancılaşması korkunç bir şeymiş, kendimi çok daha önceden dinlemeliymişim. yine de keşke demiyorum çünkü birkaç gündür yaşadığım mental rahatlama her şeye bedel. geçmişte kalmasını istediğim tüm yanlışlar geçmişte kalacak. şu an zihnim çok daha berrak ve en kötülerime rağmen kendimi kabul ettiğim için mutluyum. yaşayacaklarım için sabırsızlanıyorum ama hiçbir şey için acele etmeyeceğim. böylesi çok daha güzel.
devamını gör...
yanlış bilinen atasözü ve deyimler
"göz var nizam var" değil,
"göz var izan var."
(izan: anlayış, anlama yeteneği.)
(nizam: düzen, kural)
"göz var izan var."
(izan: anlayış, anlama yeteneği.)
(nizam: düzen, kural)
devamını gör...




