kendime ait bir duvarım olsa
var zaten.
devamını gör...
yazarların paraları yetmediği için alamadığı şey
listem uzar gider en istediklerim ve elzem olanlar ise şöyle..
-spor ve ulaşım için bisiklet
-dünya klasiklerinin tüm serisi
-normal, ortalama bir bilgisayar. (programlarla vs uğraşmıyorum malumunuz)
- plak
ve daha niceleri. ah bee
-spor ve ulaşım için bisiklet
-dünya klasiklerinin tüm serisi
-normal, ortalama bir bilgisayar. (programlarla vs uğraşmıyorum malumunuz)
- plak
ve daha niceleri. ah bee
devamını gör...
sevilen şiirin en vurucu dizeleri
--- alıntı ---
yıkılmak binaya mahsus bir şey değil ki, züleyha. bir insanın, bir cümle ile yıkıldığını gördüm ben.
--- alıntı ---
(bkz: cahit zarifoğlu)
yıkılmak binaya mahsus bir şey değil ki, züleyha. bir insanın, bir cümle ile yıkıldığını gördüm ben.
--- alıntı ---
(bkz: cahit zarifoğlu)
devamını gör...
stardoll
2004 yılında çıkan kısaca bebek tasarlama, alışveriş yapma, ev dekor etme oyunu. 10-12 yaşlarımdayken büyük bir keyif alarak oynardım hatta ilk kez stardoll'da kontör ile (o zamanlar kontör vardı) vip olmuştum. fazlasıyla bağımlılık yapıyordu, zaten ortaokuldan arkadaşlarımın da vardı hesapları, birlikte oynuyorduk.
geçenlerde aklıma geldi bir bakayım dedim, oyun hala duruyor, benim hesap da duruyor :') ah benim çocukluğumu boş yere çalan oyunum...
geçenlerde aklıma geldi bir bakayım dedim, oyun hala duruyor, benim hesap da duruyor :') ah benim çocukluğumu boş yere çalan oyunum...
devamını gör...
into the wild
2007'de yayınlanan, sean penn'in yazıp yönettiği biografik film. film, gazeteci jon kraukauer'in cristopher mccandless'ın hayatı üzerine yaptığı araştırmaları kapsayan, 1996'da yayımlanan into the wild kitabının beyaz perdeye uyarlamasıdır.
into the wild'ı ilk kez, ciddi anlamda başımı alıp gitmeyi düşündüğüm bir vakit seyretmiştim. lise 3'teydim. bütün hayatımda geçirdiğim en zor dönemdi belki de. küçüklüğümden beri dağcılık başta olmak üzere doğa sporlarıyla ilgilenen biriydim. biliyorum, başımı alıp gitsem, gerçekten gidebilirdim. kendimi şehirde, sosyetenin, toplumun içinde kaybolmuş hissediyordum. nereye gitsem, ne yapsam bir ait olduğum yeri bulamama hissi vardı içimde. hayatımda ilk kez, okulda kötü notlar alıyordum. arkadaşlarımın hepsinden giderek uzaklaşıyordum. bir liseliye göre inanılmaz derecede yalnızdım. artık hayat dayanılmaz bir hale gelmişti. doğanın, yabanın içinde tek başıma olduğum her an cennet gibi geliyordu. öte yandan, şehirde, insanların içinde geçirdiğim her an işkence gibi geliyordu.
işte hayatımın böyle bir döneminde ilk kez izledim into the wild'ı. cristopher mccandless'dan çok kendimi özdeşleştirdiğim bir karakter olmamıştır muhtemelen hayatımda. nereye gitsem bir ait olamama, kimle beraber olsam bir bağlanamama hissi içerisindeydim. nasıl anlatılır bu duygu bilmiyorum ama film açıklıyor aslında bu duyguyu: insanlarla geçirdiğim vakitten zevk alıyordum lakin kimse benim hayatıma yerleşemiyordu. insanlar, benim hayat yolculuğumda mola verdiğim yerlerdeki hancılar gibiydi adeta. hayatımdaki bütün insanları öyle ya da böyle bırakıp gidiyordum.
filmi seyrettikten sonra, internette insanların film üzerine ne dediklerine baktığımı hatırlıyorum. ekşide bir sürü insan, mccandless'la ergen, salak, bilmem ne diye dalga geçiyordu. o vakit çok önemli bir şey anladım. bakınız film, lord byron'ın şu şiiri ile başlar:
"there is a pleasure in the pathless woods,
there is a rapture on the lonely shore,
there is society, where none intrudes,
by the deep sea, and music in its roar:
ı love not man the less, but nature more"
her insan, kendini anlaşılmaz, yalnız hissedebilir bazen. lakin bazı insanların hayatı anlaşılmamakla geçer, ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini yalnız hissederler. kimseye bağlanamazlar, hiçbir yuvaları yoktur. lakin doğada, insanların yalnızlık olarak gördüğü yabanda kendilerini bulurlar. hakikati bulurlar. yaban belki de beni kimsenin dinlemediği kadar dinlemiştir, kimsenin sevmediği kadar sevmiştir. hiçbir zaman olmadığı kadar tam ve bütün hissetmişimdir.
peki bunlara rağmen neden ben buradayım? neden halen başımı alıp gitmedim mccandless gibi? birincisi, mccandless'ın geçirdiği devrimi geçirmeye cürretim yoktu: mccandless'in, bir bakıma, macerasının nedeni ailesinin/toplumun ondan beklentilerine karşı çıkması ve kişisel bir devrim geçirmesiydi. ikincisi, into the wild bana bir şey farkettirdi: "happiness is only real when shared" (mutluluk sadece paylaşıldığında gerçektir). chris'in yolculuğunun amacı aslında kendini bulmak ve chris'in, bütün macerasından yaptığı çıkarım bu cümleyle özetleniyor. chris gibi toplumda kendine yer bulamayan biri olsam da, doğada gerçek anlamda kendimi bulsam da; hayatımın en güzel anları, en mutlu anları başkaları ile paylaştığım anlar. sean penn de film boyunca bunu göstermekte aslında: chris, doğada ne kadar huzur içinde olsa da, insanlarla geçirdiği anlarda bir tık daha mutlu. ben de belki insanlara bağlanmakta zorluk çekebilirim, belki kendimi insanların arasında kaybolmuş ve yalnız hissedebilirim ama dönüp baktığımda insanlarla, şu an çoktan unutup gittiğim insanlarla bile geçirdiğim anların ne kadar değerli olduğunu fark ediyorum.
into the wild'ı ilk kez, ciddi anlamda başımı alıp gitmeyi düşündüğüm bir vakit seyretmiştim. lise 3'teydim. bütün hayatımda geçirdiğim en zor dönemdi belki de. küçüklüğümden beri dağcılık başta olmak üzere doğa sporlarıyla ilgilenen biriydim. biliyorum, başımı alıp gitsem, gerçekten gidebilirdim. kendimi şehirde, sosyetenin, toplumun içinde kaybolmuş hissediyordum. nereye gitsem, ne yapsam bir ait olduğum yeri bulamama hissi vardı içimde. hayatımda ilk kez, okulda kötü notlar alıyordum. arkadaşlarımın hepsinden giderek uzaklaşıyordum. bir liseliye göre inanılmaz derecede yalnızdım. artık hayat dayanılmaz bir hale gelmişti. doğanın, yabanın içinde tek başıma olduğum her an cennet gibi geliyordu. öte yandan, şehirde, insanların içinde geçirdiğim her an işkence gibi geliyordu.
işte hayatımın böyle bir döneminde ilk kez izledim into the wild'ı. cristopher mccandless'dan çok kendimi özdeşleştirdiğim bir karakter olmamıştır muhtemelen hayatımda. nereye gitsem bir ait olamama, kimle beraber olsam bir bağlanamama hissi içerisindeydim. nasıl anlatılır bu duygu bilmiyorum ama film açıklıyor aslında bu duyguyu: insanlarla geçirdiğim vakitten zevk alıyordum lakin kimse benim hayatıma yerleşemiyordu. insanlar, benim hayat yolculuğumda mola verdiğim yerlerdeki hancılar gibiydi adeta. hayatımdaki bütün insanları öyle ya da böyle bırakıp gidiyordum.
filmi seyrettikten sonra, internette insanların film üzerine ne dediklerine baktığımı hatırlıyorum. ekşide bir sürü insan, mccandless'la ergen, salak, bilmem ne diye dalga geçiyordu. o vakit çok önemli bir şey anladım. bakınız film, lord byron'ın şu şiiri ile başlar:
"there is a pleasure in the pathless woods,
there is a rapture on the lonely shore,
there is society, where none intrudes,
by the deep sea, and music in its roar:
ı love not man the less, but nature more"
her insan, kendini anlaşılmaz, yalnız hissedebilir bazen. lakin bazı insanların hayatı anlaşılmamakla geçer, ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini yalnız hissederler. kimseye bağlanamazlar, hiçbir yuvaları yoktur. lakin doğada, insanların yalnızlık olarak gördüğü yabanda kendilerini bulurlar. hakikati bulurlar. yaban belki de beni kimsenin dinlemediği kadar dinlemiştir, kimsenin sevmediği kadar sevmiştir. hiçbir zaman olmadığı kadar tam ve bütün hissetmişimdir.
peki bunlara rağmen neden ben buradayım? neden halen başımı alıp gitmedim mccandless gibi? birincisi, mccandless'ın geçirdiği devrimi geçirmeye cürretim yoktu: mccandless'in, bir bakıma, macerasının nedeni ailesinin/toplumun ondan beklentilerine karşı çıkması ve kişisel bir devrim geçirmesiydi. ikincisi, into the wild bana bir şey farkettirdi: "happiness is only real when shared" (mutluluk sadece paylaşıldığında gerçektir). chris'in yolculuğunun amacı aslında kendini bulmak ve chris'in, bütün macerasından yaptığı çıkarım bu cümleyle özetleniyor. chris gibi toplumda kendine yer bulamayan biri olsam da, doğada gerçek anlamda kendimi bulsam da; hayatımın en güzel anları, en mutlu anları başkaları ile paylaştığım anlar. sean penn de film boyunca bunu göstermekte aslında: chris, doğada ne kadar huzur içinde olsa da, insanlarla geçirdiği anlarda bir tık daha mutlu. ben de belki insanlara bağlanmakta zorluk çekebilirim, belki kendimi insanların arasında kaybolmuş ve yalnız hissedebilirim ama dönüp baktığımda insanlarla, şu an çoktan unutup gittiğim insanlarla bile geçirdiğim anların ne kadar değerli olduğunu fark ediyorum.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
devamını gör...
kasım ayında doğan normal sözlük yazarları
devamını gör...
karar vermek
zor.
devamını gör...
şehirlerarası otobüs molaları namaz vaktine göre ayarlanmalı
(bkz: diyanet kapatılsın)
devamını gör...
türk milletinin gereksiz kutsallaştırdığı şeyler
arapça.
devamını gör...
online kişi sayısının 300'ün altında kalması
seri beğeni olayının kaldırılması hevesleri kaçırdı.
devamını gör...
karşılıksız aşk
en kötüsüdür. berbattır . üzüntüden midenizi bulandırır. bir umudunuz olur ama yüzde bir olan bir umut işte o sizi mahveder. böyle bir durumun içine girdiğiniz zaman yapacağınız tek şey kişiyi sevmektir . onun çevresindeki eşi dostu sevgilisi erkek arkadaşları sizi ilgilendirmemeli doğru olan budur. siz onu seviyorsunuz çünkü o kişiyi. sakın saplantılı bir şekilde ona ulaşmaya çalışmayın bu sizi terbiyesiz saygısız hatta iyi aile eğitimi almadıysanız katil birisi bile yapabilir . unutmayın bu bir karşılıksız aşk onu bağlamıyor siz sadece masumca ona aşık olmakla yükümlü olun . allah yardımcınız olsun o yüzde birlik ihtimal gerçekleşsin inşallah.
devamını gör...
10 nisan 2021 yurtta barınma için yenilenen şartlar
bana hakaret ediyorsan halkımdan değilsin, bu milletin evladı değilsin, ben ülkeye hizmet için seçildim ama fikrini beyan ediyorsan barınamazsın. demektir.
ben anlamıyorum. hitler e çok mu küfür ettik de allah başımıza bunları verdi? sen başkansın tüm halkına barınma yakacak yardım yapmak zorundasın. nasıl bir hastalıklı kafanız var ya sizin? hakikaten ülkenin b.ku çıktı artık. hadi gel beni de evimden attır bakalım.
ben anlamıyorum. hitler e çok mu küfür ettik de allah başımıza bunları verdi? sen başkansın tüm halkına barınma yakacak yardım yapmak zorundasın. nasıl bir hastalıklı kafanız var ya sizin? hakikaten ülkenin b.ku çıktı artık. hadi gel beni de evimden attır bakalım.
devamını gör...
duygusal biri olup duygusal biri değilmiş gibi davranmak
yoruyor. o yüzden tak maskeyi geç arkadaş!
ya ben yıpranacağım ya da insanlar yıpranacak.
en nefret ettiğim şey insanların benim yüzümden davranışlarını değiştirmesi.
örselenerek öğreneceğim yapacak bir şey yok.
ya ben yıpranacağım ya da insanlar yıpranacak.
en nefret ettiğim şey insanların benim yüzümden davranışlarını değiştirmesi.
örselenerek öğreneceğim yapacak bir şey yok.
devamını gör...
33333 numaralı girdinin bana yar olmaması
çok istediğim girdi numarasına sahip girdinin bana ait olmaması durumu.
aşağıdaki metni okumadan önce, buyrun cengiz atay'a kulak verelim.
sözlükteki girdi numaralarını çok severim. hatta özel bir numaraya sahip bir girdiniz varsa, size ulaşmışımdır. çünkü güzeldir bu sayılar. palindromlar, referans sayıları, onbinler...
sonra dikkatimi bir şey çekti. sözlük 30000 girdi barajını geçmişti. dedim ki kendime, sanagulbahcesivadetmedim, neden 33333 numaralı girdi senin olmasın? neden olmasındı ki?
akıştan bir şeyler girebileceğim başlıkları seçtim önce. 100 girdiden fazla vardı, 33333 olmasına. dört tane başlığa yazdım girdilerimi. beklemeye başladım.
90 girdi kaldı.
80 girdi kaldı.
70 girdi kaldı.
60 girdi kaldı.
50 girdi kaldı.
bir yandan da son girilen girdilerin numaralarına bakıyorum.
33300 oldu.
33317 oldu.
33324 oldu.
33328 oldu.
akışı yeniledim.
iki başlık daha değişti.
şimdi dedim. şimdi gir işte girdilerini. bas gönder tuşuna.
gönderdim hazırladığım girdilerimi.
ne oldu?
#33332 benim girdim.
#33334 benim girdim.
#33333 başkasının. kayıp balık memo'nun.
ezel'deki üçkağıtçı adam cengiz'in de dediği gibi, "istediğin kadar iyi planla, istediğin kadar mükemmel oyna bu oyunu, hayat seni her seferinde yener."
#44444'da görüşmek üzere sayın yazarlar. kendinize dikkat edin.
#44444 de benim değil. ağlayam.
aşağıdaki metni okumadan önce, buyrun cengiz atay'a kulak verelim.
sözlükteki girdi numaralarını çok severim. hatta özel bir numaraya sahip bir girdiniz varsa, size ulaşmışımdır. çünkü güzeldir bu sayılar. palindromlar, referans sayıları, onbinler...
sonra dikkatimi bir şey çekti. sözlük 30000 girdi barajını geçmişti. dedim ki kendime, sanagulbahcesivadetmedim, neden 33333 numaralı girdi senin olmasın? neden olmasındı ki?
akıştan bir şeyler girebileceğim başlıkları seçtim önce. 100 girdiden fazla vardı, 33333 olmasına. dört tane başlığa yazdım girdilerimi. beklemeye başladım.
90 girdi kaldı.
80 girdi kaldı.
70 girdi kaldı.
60 girdi kaldı.
50 girdi kaldı.
bir yandan da son girilen girdilerin numaralarına bakıyorum.
33300 oldu.
33317 oldu.
33324 oldu.
33328 oldu.
akışı yeniledim.
iki başlık daha değişti.
şimdi dedim. şimdi gir işte girdilerini. bas gönder tuşuna.
gönderdim hazırladığım girdilerimi.
ne oldu?
#33332 benim girdim.
#33334 benim girdim.
#33333 başkasının. kayıp balık memo'nun.
ezel'deki üçkağıtçı adam cengiz'in de dediği gibi, "istediğin kadar iyi planla, istediğin kadar mükemmel oyna bu oyunu, hayat seni her seferinde yener."
#44444'da görüşmek üzere sayın yazarlar. kendinize dikkat edin.
#44444 de benim değil. ağlayam.
devamını gör...
aynı bilgisayarı 7 yıl kullanmak
yaptığım iş. yenisine param yetmedi. ssd ve bir tanıdıktan aldığım 2 gb ram ilavesi ile şimdilik götürüyorum işi bakalım.
devamını gör...
babaya söylemek istenip de söylenemeyenler
aslinda cok eglenceli herkesle iyi anlaşan uyumlu biriyken işine gelmeyen durumlarda herkesin moralini ayni anda bozmasan keşke. bi de annemle surekli bi küsüp bi barışmayin. o kadar yoruldum ki..
devamını gör...


